Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • Aktüel
    • Akademik
    • English
    • Arabic
    • Diğer Diller
  • Programlar
    • Televizyon
    • Radyo
    • Youtube
  • Yazışmalar
    • Tüm Sualler
    • Sual Başlıkları
    • Sual Gönder
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder

Sual Başlıkları

“ Şahsiyetler”

için arama neticeleri gösteriliyor
  • Sual: el-Fıkhu alel-Mezâhibil-Erbaa kitabı güvenilir bir kitap mıdır? Yazarının İbni Teymiyeci olmak bakımından tenkit edildiğini işittiğim için soruyorum.
    Cevab: el-Fıkhu alel-Mezâhibil-Erbaa kitabı sahasında itimad edilir bir kitaptır. Dört mezhebin Mısır'daki en tanınmış dört âlimi bir araya gelerek bu dört mezhebin mutemed kitaplarından toplayarak yazmıştır. Mısır’da mescidlerde dört mezhebin ahkâmının tedrisi ve imamların bu mezheblerin hükümlerini gözetebilmesi maksadıyla Evkâf Vezâreti tarafından Câmi’ül-Ezher ulemâsından dört mezhebe mensup hukukçulardan bir komisyon kuruldu. Bunlar dört mezhebe göre mukayeseli bir fıkıh kitabı hazırladılar. Mısır hükûmeti, kanunlarda ve tedrisatta Hanefî mezhebi yanında dört mezhebin hükümlerinden de istifâde edilmesi kararı almıştı. Bahis mevzuu kitap, bu hususta da yardımcı olacaktı. Mısır’da Hanefî ulemâsının reisi mevkiindeki Şeyh Abdurrahman el-Cezirî (1360/1941), bu komisyonun reisi oldu. Bu komisyonda Mâlikî mezhebinden Abdülcelil Îsâ, Şâfi’î mezhebinden Muhammed el-Bâhî ve Hanbelî mezhebinden Muhammed Sebi’ ez-Zehebî âzâ olarak bulunuyordu. Komisyon 1349/1931 yılında el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbea kitabını hazırlayarak İslâm hukukuna mühim bir hizmette bulunmuş oldu. Kitap matbu olup, Türkçeye de tercüme olunmuştur.

    İbni Teymiyye büyük bir âlimdir.İlmi, dindarlığı, keskin zekâsı, kuvvetli hâfızası, sivri dili, inatçılığı ve doğru bildiğinden şaşmaması ile tanınmıştır. Şiîlere, Hıristiyanlara ve Yunan felsefecilerine yazdığı reddiyeler çok kıymetlidir. İbni Teymiyye önceleri Hanbelî mezhebinde iken, sonraları müstakil hareket etmeye başladı. Mesâisini selef itikadının ihyâ iddiasına hasr etti. Bu arada kendisinden önce gelenlere, bu arada Sahâbe’ye de aşırı tenkidlerde bulundu. Bazı cahil tarikatçıların aşırı hareketlerini bahane ederek, istigâse, tevessül, şefaat, kabir ziyareti gibi hususlara muhalefetiyle öne çıktı. “Ancak üç mescide ziyâret için gidilir” hadîs-i şerîfini, “Ancak üç mescid ziyâret edilir” şekline çevirerek, Hazret-i Peygamber’in kabrini ziyaret için bile gitmek günah olur dedi. Kabir ziyaretine cevaz veren ve tasavvufu, kerâmeti câiz gören sözleri varsa da, tevessül, istigase, kabirlere adak yapmak, kabirlerde dua edip şefaat dilemek gibi hususlara muhalefeti hep sürdü. Giderek tasavvufun Hind felsefesinden etkilenmiş bir bid’at olduğunu iddia etti. Sadreddin Konevî ve Muhyiddin Arabî’yi ağır şekilde tenkid etti. Şart-ı vâkıfın muteber tutulmaması, bir defada verilen üç talâkın bir talâk sayılması, yemine bağlanan talâkın vâki olmayıp keffâretle iktifâ edileceği, hayızlı kadına verilen talâkın vâki olmayacağı gibi fıkhî konularda da Selef ulemâsının icma’larına uymayan, şâz (marjinal) görüşler ileri sürdü. Bu sebeple yalnız tasavvuf ehlinin değil, zâhir âlimlerinin de nefretini çekti.

    Memlûk Sultanı’nı Müslüman İlhanlılarla harbe teşvik etti. Bu sebeple modernistler tarafından “İslâm ülkelerini Tatar istilâlarından koruyanların ön safında çalışan manevî önder İmam İbni Teymiyye” olarak lanse edilir. Halbuki İbni Teymiyye, iki İslâm askerinin harb etmesini kızıştırmış, kardeş kanı dökülmesine, binlerce müslümanın ölmesine sebep olmuştur.  Ehl-i sünnet âlimlerinin yaptığı gibi, bu iki İslâm hükümdarına nasihatlar verip, din kardeşi olduklarını söyleyip, “Kardeşlerinizin arasını bulunuz!” meâlindeki âyet-i kerîmeye uysaydı, zaten iyi niyetli olan Gazan Han ile Sultan Nâsır birleşerek, yardımlaşır; büyük bir imparatorluğun meydana gelmesine sebep olabilirdi.

    Akideye dair yazdığı Fetâve’l-Hameviyyeti’l-Kübrâ ve El-Vâsıta diye de bilinen el-Akîdetü'l-Vâsıtıye adlı eserlerinde teşbih ve tecsime kayan (Allahü teâlânın cisim olduğu ve insana benzediği yolunda) fikirler ileri sürdü. Bunun üzerine vaaz ve fetvâ vermesi yasaklandı. 705 (1306) tarihinde Kâhire’de Kâdiyülkudât Zeynüddin Mâlikî riyasetinde toplanan âlimler huzurunda muhakeme olundu. Kâhire ve İskenderiye’de ikamete tâbi tutuldu. Sonra Şam’a döndü. Selef-i sâlihînin icma’ına uymayan sözleri sebebiyle fitneye sebep olunca sultan fetvâ ve vaaz vermesini yasakladı. Dinlemeyince Şam Kalesi’ne kapatıldı. 728 (1328) tarihinde burada vefat etti.

    İbn Teymiyye üçyüz civarında kitap yazmıştır. es-Siyasetu'ş-Şer'iyye kitabı, İslâm amme hukukuna dair mühim ve kıymetli bir eserdir. Fetvâları, halen Suudî Arabistan’daki mahkemelerin mürâcaat kitabıdır. Hanbelî âlimlerinden İbni Teymiyye adıyla meşhur Fahrüddîn Muhammed bin Ebi’l-Kâsım başkadır. Bu da Harranlı olup, 621 senesinde 79 yaşında vefat etmiştir. Tefsîri ve Hanbelî fıkhına dair eserleri vardır. İkisi karıştırılır.

    İbni Teymiyye’nin çok sayıda talebesinden İbnü’l-Kayyım dışında hiç biri hocası kadar aşırı gitmemiş ve Ehl-i sünnet dairesinden çıkmamıştır.

    Başta Izz bin Cema’a, Ebu’l-Hasen Sübkî, İbn Hacer Askalânî, İmam Süyûtî, İmam Şa’rânî, İbn Hacer Mekkî, Ahmed Sâvî, Abdülhay Lüknevî, Yusuf Nebhânî, Habîbü’l-Hak Permûlî olmak üzere pek çok mühim âlimler, İbni Teymiyye ve nev’i şahsına mahsus fikirlerine reddiye yazmıştır.

    İbni Teymiyye mağrur, münazaralarda ise üslubunu ayarlayamayan bir kimse idi. Nahv âlimlerinden Ebû Hayyân, 700 senesinde Kâhire’ye geldiğince, İbni Teymiyye buna “Nahv âlimi dediğimiz Sibeveyh de kim oluyor. Kitâbında tam seksen yanlış var ki, sen onları anlayamazsın” demişti. Ebû Hayyân, el-Bahr adlı tefsirinde ve Nehr ismindeki muhtasarında ilim adamına yakışmıyan sözleri karşısında, ondan uzak kalmayı uygun gördüğünü söyleyerek İbni Teymiyye’yi ayıplamıştır. İbni Hacer Askalânî, Dürerü’l-Kâmine kitabında, İbni Teymiyye’nin önde gelen talebesi Zehebî’nin “İbni Teymiyye, ilim üzerinde konuşurken hiddetlenir; karşısındakini mağlup etmeye çalışır, herkesi gücendirirdi” sözünü naklediyor. İmam Süyûtî, Kam’ul-Mu’ârıd isimli eserinde, “İbni Teymiyye, kibirli idi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi” diyor. Şam ulemâsından Muhammed Ali Bey, Hıttatü’ş-Şam kitabında diyor ki, “İbni Teymiyye’nin hedefi, Luther adındaki papazın hedefine benzer. Fakat Hıristiyanlığın müceddidi muvaffak oldu. İslâm müceddidi olamadı.”

    Netice itibariyle İbni Teymiyye, zekâsı, ilmi, ibâdeti bir yana, cerbezesi ve gururu ile öne çıkmış; selef-i sâlihînin icmasından ayrılmış; İslâm tarihinde onulmaz yaralar açmış büyük bir âlimdir. Bir tarafta modernistlerin, bir tarafta Vehhabîlerin önderi olmak itibariyle ifrat ve tefrit arasında kalmış enteresan bir şahsiyettir.

    İbni Teymiyye’nin her söylediği de yanlış değildir. Doğru söylediği ve sonra gelen Ehli sünnet âlimlerinin kaynak aldığı sözleri ve kitapları da vardır. Bir kimsenin İbni Teymiyye'den istifade etmesi, onun kitaplarına referans vermesi, İbni Teymiyye’nin hatalarını da benimsediği mânâsına gelmez. Mesela Ehli sünnetin çok kıymet verdiği İbni Âbidin hazretleri bile İbni Teymiyye'den nakiller yapıyor ve büyük âlim olduğunu söylüyor.

    İbni Teymiyyeci diye bir tabir veya fırka yoktur. Ancak XVIII. asırda Arabistan’ın doğusundaki Necd havâlisinde ortaya çıkan ve zamanla bütün Arabistan’a hâkim olan Vehhâbîlik, İbni Teymiyye’nin görüşlerine dayandığı iddiasındadır. Maamafih Vehhâbîlik, İbni Teymiyye’nin fikirlerinden çok daha aşırı bir yol tutmuştur. İbni Teymiyye ve fikirleri, unutulmaya yüz tutmuşken, modernistlerin biricik referansı olarak canlandırılmış olup abartılarak hayatiyetini muhafaza etmektedir. Vehhâbîliğin kurucusu 1206/1792 yılında vefat eden Muhammed bin Abdülvehhabdır. Mezhebinin esasları İbni Teymiyye’ye uzanır. Muhammed bin Abdülvehhab, İbni Teymiyye ve en önde gelen talebesi İbni Kayyım’ın görüşlerini iyice incelemiş ve bunlara taassupla bağlanmıştı. İslâmiyeti, ilk zamanlarındaki saflığına döndürme iddiasıyla ortaya atıldı. Kabir ziyaretini, türbe yapılmasını, tevessülü, tasavvufu, câmilerde minber ve minâreyi, namazlardan sonra tesbih kullanılmasını câiz görmüyordu. Mezheb, sahâbeye bakış açısı bakımından Hâricîlik, Allah’ın cisim olduğu hususunda Mücessime ve nassların zâhirî mânâlarına bakıp mecaza gitmemek hususunda da Zâhiriye mezhebinin tesirlerini taşıyordu. Ehl-i sünnetin Mâtüridî ve bilhassa Eş’arî mezhebini reddederek, kendilerine selef-i sâlihîni hatırlatacak şekilde, Selefiyye adını vermişlerdir. Halbuki inanç ve amelleri selef-i sâlihîne benzememektedir. Vehhâbîliğin esasları, İbni Teymiyye’nin görüşlerinden daha şiddetlidir. Öyle ki, İbn Teymiyye’nin câiz değil dediğine, Vehhâbîler küfr demiştir. Ayrıca İslâmiyeti aslına döndürme etme pozu takınan bazı modernistler de İbni Teymiyye’yi hak ettiğinden yukarıda tutmakta ve onun sözlerini referans almaktadır. Günümüzde radikal islamcı denilen ve tedhiş faaliyetleri ile gayrıislamî rejimleri devirme iddiasındaki gruplar da İbni Teymiyye’yi zamanının Müslüman hükümetine karşı tavırları sebebiyle kahraman bir manevî lider olarak görmektedir. Halbuki Ehli Sünnet itikadı ne vaziyette olursa olsun hükümete karşı gelmeyi yasaklamaktadır.

    17 Eylül 2010 Cuma
  • Sual: Enver Paşa'nın, Atatürkle olan çekişmesi olayının arkasında ne var? Atatürk, Enver Paşayı vatandaşlıktan çıkarmış mıdır?
    Cevab: Enver paşa çok zeki, kabiliyetli ve hırslı bir asker idi. Mustafa Kemal de öyleydi. Bu sebeple birbirleri ile çatıştılar. Enver Paşanın nail olduğu yüksek dereceler Mustafa Kemal paşanın hınç ve hırsını arttırdı. İttihatçıların Umumi Harbdeki mağlubiyeti üzerine teşkil edilen Ankara hareketi ile beklediği fırsatı ele geçirerek Enver Paşa’nın bile nail olamadığı bir pozisyonu elde etti. Enver Paşa Germanofil (Alman yanlısı) iken, Mustafa Kemal Anglofil (İngiliz yanlısı) bir politika takip edilmesine taraftardı. Enver paşanın vatandaşlıktan çıkarılması diye bir şey işitmedim. 1922’de vefat ettiğinde henüz Osmanlı Devleti devam ediyordu. Enver Paşa Osmanlı hükümeti tarafından idam cezasına çarptırılmış, fakat yurt dışına kaçtığı için bu ceza infaz edilmemişti. Bu sebeple vatandaşlıktan çıkarılmış olabilirse de işitmedim.
    16 Aralık 2010 Perşembe
  • Sual: Elmalılı Hamdi kimdir?
    Cevab: Elmalılı Mehmed Hamdi Yazır, Sultan Hamid zamanında yetişmiş bir İslâm âlimidir. Fıkıhta mahirdir. Fransızca öğrenmiş, felsefecilere cevap verecek kitaplar yazmıştır. Tefsiri de meşhurdur. Fakat o zamankilerin çoğu gibi siyasete bulaşmış, meb’us olmuş, Sultan Hamid’in tahttan indirilmesine dair fetvâyı kaleme almak bahtsızlığına düşmüştür. Allah affetsin, bu büyük bir kabahattir. Bu itikadının bozuk olduğunu göstermez.
    23 Aralık 2011 Cuma
  • Sual: Salahaddin Eyyûbî Kürt müdür, yoksa Türk müdür?
    Cevab: Salahaddin Eyyûbî, ırk itibariyle ne Kürt, ne de Türktür. Dedesinin babası Mervan, tarihçi İbni Haldun’a göre Himyer soyundan bir Arabdır. Azerbaycan’ın Düvin şehrinde Revâdiye aşiretinin reisi idi. Sonra Selçuklu atabeyleri tarafından Kuzey Irak’taki Tikrit'e kale muhafızı tayin edildi. Revâdîler, Kafkasya’ya da sonradan gelmişlerdir. Asılları Yemen’den Basra’ya gelip yerleşen bir Arap aşiretidir. Zamanla Kürt Hizbânê cemaati arasında yaşayarak Kürtleşmiştir. İbni Hallikan, İbni Esîr ve Şerefhan da böyle söyler. Salahaddin’in annesi Türk idi. Nitekim kardeşlerinin Turanşah, Tuğtekin, Tokuş, Böri gibi otantik Türk isimleri taşıması tesadüfî değildir. Eniştesi Erbil Emiri Muzaffereddin Gökbörî idi. Parlak Mevlid cemiyetleri tertiplemesiyle tanınmıştır. Salahaddin, Kürtleşmiş bir Arab ailesinden gelmekle beraber, yaşadığı vasat itibariyle Türkçe konuşuyordu. Selçuklu Atabeylerinden vazife almıştır. Üniversel kaidelere göre biyografisi verildiği zaman Selçuklu devlet adamı denilmektedir. İmparatorluklarda devlet adamlarının, hatta hükümdarların bile muayyen bir ırktan olması bahis mevzuu değildir. Bugün milliyetçi Kürtlerin, çok sahip çıktığı Salahaddin Eyyûbî, bu sebeplerden dolayı tarihî bakımdan Türk sayılıyor. Mısır ve Suriye’de kurduğu Eyyübî Devleti ise tam bir Arap devleti karakterindedir. Tarihin bu emsalsiz şahsiyeti, bütün Müslümanlar için iftihar kaynağı olduğu gibi, dünya tarihinde de teşkilâtçılığı, kahramanlığı ve âlicenaplığı ile parlak bir nâm ile anılmaktadır. Salahaddin Eyyûbî’ye bu sual sorulsa idi, muhtemelen şaşırır, “Elhamdülillah Müslümanım” derdi.
    23 Aralık 2011 Cuma
  • Sual: Cem Sultan’ın torunlarının Hristiyan olarak hâlen Malta’da yaşadığı doğru mudur?
    Cevab: Sultan Fatih'in oğlu Şehzade Cem, 1495’te Napoli'de vefat etti. İki oğlundan Şehzade Oğuzhan babası sürgünde iken 1483’te idam edilmişti. Diğer oğlu Şehzade Murad babası sürgünde iken Rodos şövalyelerine sığınmıştı. Kanuni Sultan Süleyman, 1522’de Rodos’u fethettiğinde burada vaftiz edildiği söylenen Murad ve oğlu Cem’i idam ettirdi. Yıllar sonra (bundan on sene kadar evvel) Maltalı bir arkeolog cem Sultan’ın torunu olduğunu iddia etti. Rivayete göre İkinci Cem ölmemiş, Malta’ya kaçırılmış. Burada Nikola adıyla 1536’ya kadar yaşamış. Maltalı arkeolog Georges Said Zammit, o zamanlar hanedan reisi olan Osman Ertuğrul Efendi’ye müracaat etti. Şehzâde, kendisini hanedandan kabul edemeyeceğini, olmadığını da söyleyemeyeceğini bildirdi. Dedelerinin Papalık tarafından verilen soyluluk ünvanını kabul ettiğine göre Osmanlı ailesinden sayılamayacağını söyledi. Adamcağız Malta arşivlerinden iddiasını ispatlamaya uğraşıp duruyordu. Sonra ne oldu bilemem. Hâdise bundan ibarettir. Fransa’da iken, soyadının Djem olduğunu, Cem Sultan’ın Fransa’da mahpus bulunduğu şatonun sahibi dükün kızı ile gizli evliliğinden olmuş çocukların soyundan geldiğini iddia eden birisiyle tanışmıştım.
    10 Ocak 2012 Salı
  • Sual: Mevlânâ’ya büyük bir hayranlık duyuyorum. Tahirü'l-Mevlevi adında bir zâtın yazdığı mesnevî şerhini okumam doğru olur mu? Sema ve ney hususunda sorduğum kişiler menfi cevaplar veriyor ve bunun dinde olmadığını söylüyor. Bu sema ve ney hâdisesinin nereden çıkmıştır?
    Cevab: Bahsettiğiniz kitabı tedkik etmedim. Fakat Tâhirü’l-Mevlevi makbul bir zâttır. Kitabı da muteber olsa gerektir. Son zamanlarda vefat eden Şefik Can da salahiyetli bir mesnevî mütehasıssı idi. Âbidin Paşa’nın şerhi makbul, fakat okunması ve anlaşılması bu zamanda zordur. Bu zamanda Mesnevi’yi ehil bir hocadan okumayan, istifade edemez. Hatta zarar bile görebilir. Ehil bir hoca da bilmiyorum. Dinini ve ilmihalini iyice öğrendikten sonra, tasavvufa meraklı olan İmam Rabbani’nin Mektubat kitabını okusa bence daha çok istifade eder. Ney, Mesnevî’nin ilk beyitinden itibaren sıkça geçiyor. Mânâsı semboliktir. Kâmil insan veya mürid mânâsına gelir. Mevlevîlikte ney çalındığını göstermez. Çalınmış olsa bile, nefsi tezkiye bulmuş, mütmeinne olmuş zâtlara musikinin zarar vermeyeceğini, kalbi hasta olan sıradan insanlara ise zarar vereceğini İmam Gazalî bildirmektedir. Sema ise bazı tarikatlarda vardır. Ama şimdikiler gibi gösteriş için değil, hakiki coşku ile yapılmaktadır.
    10 Ocak 2012 Salı
  • Sual: Şair Fuzuli hakkında malumat verebilir misiniz? Şiî veya âsi olduğuna dair bilgi var mıdır?
    Cevab: Şair Fuzuli, Caferî Şiasındandır. Ehl-i sünnet değildir. Fakat mutedildir. Hakkındaki bütün ciddi kaynaklarda bu açıkça geçer. Âsi olduğuna dair bir şey duymadım. Gerçi Ehl-i bidat olmak Allaha isyan olarak değerlendirilebilir. Bununla beraber Ehl-i sünnet arasında da içli şiirleri çok tutulmuş, divanı okunagelmiştir. Hakkında “İsmi gibi Fuzuli’dir” tabirini kullanan nice tasavvuf ehli, şiirlerinden zevk almıştır. Su kasidesi emsalsizdir.
    10 Ocak 2012 Salı
  • Sual: Sultan II. Abdülhamid’in dinî hocası veya manevî şeyhi var mıydı? Varsa hangi tarikata mensup idi? Bir ara Seyyid Fehim Arvasî ile görüştüğünü işittim. Yoksa Nakşî miydi?
    Cevab: Sultan II. Abdülhamid'in Şâzelî Şeyhi Trabluslu Zâfir Efendi'ye mensup olduğu bilinen bir keyfiyettir. Zâfir Efendi’ye Yıldız aykınında bir tekke tahsis etmiştir. Şeyhin kabri de buradadır. Vefatından sonra Kâdirî şeyhi Halebli Ebulhüdâ Efendi'nin sohbetinde bulunmuştur. Daha evvel Nakşî meşâyihinden Gümüşhanevî Ziyaeddin Efendi'nin sohbetlerinde de bulunduğu malumdur. Seyyid Fehim Arvasî, hacca giderken İstanbul'a uğramış, padişah tarafından kabul edilip iltifat görmüş, kendisine İstanbul'da bir tekke bile teklif edilmiştir. Netice itibariyle Sultan II. Abdülhamid Şâzelî tarikatına mensup idi. Aynı zamanda Kadirî ve Nakşî meşrebli olduğu anlaşılıyor.
    10 Ocak 2012 Salı
  • Sual: 22 Aralık 2010 tarihli, gazeteye de çıkmış olan Şah İsmail ile ilgili yazınızda, İsmail’in neseben Kürd olduğunu yazmışsınız. Mümkünse yazınızda kullandığınız ve bu bilginin geçtiği kaynağı öğrenmek isterim.
    Cevab: Şah İsmail’in büyük dedesi Erdebil şeyhi Safiyyüddin, Erdebilli bir Kürddür. Safiyüddin’in annesi Devletî, Beruki aşiretinden Kürddür. Safiyüddin’in zevcesi, hocası Şeyh Zâhid Geylânî'nin kızıdır. Şeyh Zâhid, Farslaşmış, Sincanlı bir Kürd ailesindendir. Şah İsmail, seyyidlik iddia etmiş, bu yolda bir de şecere uydurmuştur. Türkçe bilirdi. Büyük ölçüde Türk kültürü altında yetişmiş ve yaşamıştı. Bu sebeple tarihçiler, Salâhaddin Eyyûbî gibi, Şah İsmail'i ve Safevîleri de Türk tarihi içinde mütâlaa etmektedir. Michael Mazzaoui'nin The Origins of Safawids kitabında ve başka kitaplarda tafsilat vardır.
    23 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Bir zât, televizyondaki sohbetinde, Sultan Abdülmecid’in içki içtiğine dair Cevdet Paşa’nın şahadeti olduğunu söyledi. Aslı var mıdır?
    Cevab: Cevdet Paşa da bu hususta gördüğünü değil, işittiğini yazıyor. Hadis-i şerifte, “Bir kimseye yalan olarak her duyduğunu söylemek yetişir” buyuruluyor. Herkese hüsnü zan etmelidir. İyi bilinmeyen şeyin ardına düşmemelidir. Sultan Abdülmecid’in içki içtiğini gören bir kimsenin şahidliğine rastlamadık. Kendisi dindar ve yüksek meziyetlere sahip bir insandı. Böyle bir şahsiyet zaafı göstereceğine inanılamaz.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Hazret-i Muaviye’nin, Peygamber efendimizin vahiy kâtibi olmadığına dair ciddi kaynaklarda bir şeyler geçtiğini söyleyen arkadaşlarım var. Benim okuduklarımın hepsine o vahiy kâtibiydi deniyor. Bir açıklık getirir misiniz?
    Cevab: Aşağıdaki zâtlar, Hazret-i Muaviye’nin vahy kâtibi olduğunu açıkça zikreder. Bu husus artık tevâtürle sâbittir. Bunu ancak ehl-i bid’at inkâr eder. Ama onlardan Kur’an-ı kerimin bazı âyetlerini bile uydurma diyenleri vardır. Hafız İbn Asâkir (Târîhu Dımaşk); Âmiri (Behcetü'l-Mehâfil); İbn Abdilber (el-İstîâb); Kurtubi (Tefsîr); Şebrâmellisi (Hâşiye ale’l-Minhâc); Irâkî; Burhanuddin el-Halebî (Hâşiyetü’ş-Şifâ); Hafız İbn Abdilber (Behcetü'l-mecâlis); İbni Kuteybe (el-Meârif). Hatta Hurinî el-Metâliu'n-Nasriyye kitabında der ki: Hicretten sonra vahy kâtibliğinde en devamlıolanı Zeyd bin Sâbit, Mekke’nin fethinden sonra ise Muaviye idi.
    30 Mart 2012 Cuma
  • Sual: Londra’da Pakistan asıllı Barelviler adında bir topluluk var. Bunlar Ehl-i sünnet midir?
    Cevab: Berilevîler, büyük Hanefî Hind âlimi Ahmed Han Berilevî’nin yolundadırlar. Ehl-i sünnet bir topluluktur.
    6 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Geçenlerde izlediğim bir dokümanter filmde Hazret-i İsa'ya dair bilgilerin sadece dinî kaynaklarda (İncil) geçtiği; o devirde yaşayan Akdeniz çevresindeki Romalı yazarların kendisinden hiç bahsetmediği; sadece Suetonius ve Tacitus bir kaç kelimeyle 'Christ' veya 'Christus' olarak bahsettiği; onun da isim değil, ünvan olduğu söylendi. Doğru mudur?
    Cevab: Romalı tarihçilerin Hazret-i İsa’dan bahsetmedikleri, ancak sonrakilerin bahsettiği doğrudur. Bu bakımdan Hazret-i İsa’nın doğum tarihi hakkında şüpheler bulunduğu rivayeti güçlenmektedir. İseviler, Antakya’da bir komün teşkil ettikten sonra, buralılar tarafından Hıristiyan, yani Hıristos’a mensup diye anılmıştır. Hıristos, Mesih (yağlanmış, takdis edilmiş) kelimesinin Yunancasıdır. Christ, bu kelimenin Latin milletlerindeki karşılığıdır. Hazret-i İsa kısa bir müddet peygamberlik yaptıktan sonra, göğe yükselmiştir. Kendisine inananlar sayıca az ve entelektüel vasıflardan mahrum olduğu, öte yandan Romalı ve Yahudilerin baskısı sebebiyle gizli yaşadıkları için, Hazret-i İsa hakkında tarihî vesika yok denecek kadar azdır.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: İbn Hacer-i Heytemi'nin Hayratü'l-Hisan kitabının Menakıb-ı İmam Azam adlı türkçe tercümesinde geçen bir menkıbe şöyledir: İmam Ebû Hanife'nin huzuruna bir kadın gelerek, "Erkek kardeşim vefat etti. Altı yüz dinar miras bıraktı. Fakat benim hakkıma yalnız bir dinar düştü" dedi. İmam, "Bu hesabı kim yaptı?" diye sual eyledi. Kadın da "Davud-ı Tâî yaptı" dedi. Bunun üzerine İmam, "Doğru, senin hakkın aslında bu kadardır. Zira, kardeşin vefat ettiğinde, arkasında miraçı olarak annesini, zevcesini, iki kızını ve on iki erkek kardeşiyle birlikte seni bırakmıştır. Senin hakkının bir dinardan fazla olmasına imkan yoktur" dedi. Buradaki miras nasıl taksim edilir?
    Cevab: Zevce: 1/8
    Anne: 1/6
    Kızlar: 2/3
    Kadın: 1 hisse
    Erkek kardeşler: 12 x 2 hisse

    Zevc, anne ve kızların hisseleri toplamı : 1/8+1/6+2/3=23/24

    Kadın 1 hisse, erkek kardeşler 2 hisse alacak şekilde, geri kalan 1/24 hisse taksim edilir. Kadına düşen hisse: (1/24)x(1/25) = 1/600. Tereke 600 dinar olduğundan, kadına düşen miktar, 1 dinardır.
    14 Nisan 2012 Cumartesi
  • Sual: İmam Gazalî hazretlerinin Kıyâmet ve Âhiret halleri adlı kitabında Nuh aleyhisselâm için neden resullerin ilki deniyor?
    Cevab: Âdem aleyhisselâmdan sonra şeriat sahibi ilk peygamber olduğu için. Bir başka deyişle şeriatı, Âdem aleyhisselâmın şeriatını nesheden ilk peygamber olduğu için.
    16 Nisan 2012 Pazartesi
  • Sual: Eflâtun’a İsa aleyhisselâmın tebliği ulaştığı, ama kibrinden kabul etmediği söyleniyor. Doğru mudur?
    Cevab:

    Bu ifade İmam Rabbânî hazretlerinin Mektubat’ında geçiyor. Burada yüksek akıl sahiplerinin bile aklıyla Allahü teâlâyı bulmalarının imkânsız olduğu, bir peygamberin bildirmesine ihtiyaç bulunduğunu anlatmak için bu misal verilmiştir. Ama İsa aleyhisselâmın tebliğinin Eflâtun’a ulaştığı kat’i değildir. Eflâtun milâddan üçyüz sene evvel yaşamıştır. İsâ aleyhisselâm ise tarihçilerin tesbitine göre Eflâtun’dan üç yüz sene sonra yaşamıştır. İsâ aleyhisselâm ile aynı çağda yaşadıklarına dair rivâyeti zayıftır. İsâ aleyhisselâm üç sene peygamberlik tebliğinde bulunduktan sonra göğe yükseltildi. Kendisine inananlar çok azdı. İsevî dini, İsa aleyhisselâmın yaşadığı Filistin havalisinde bile çok sınırlı bir yayılma imkânı buldu. İsâ aleyhisselâm dünyada iken Yunanistan’da işitilmesi muhaldir. Eflâtun’un işittiği başka bir peygamber olabilir. Öyle bile olsa tebliğinin tam olarak kendisine ulaştığı belli değildir.

     

    12 Temmuz 2012 Perşembe
  • Sual: Piyasada İngiliz Casusu'nun İtirafları adında bir kitap dolaşıyor. Bunun orijinalinin bulunmadığı, Hüseyin Hilmi Işık tarafından kurgulanıp yazıldığı söyleniyor. Doğrusu nedir?
    Cevab:

    İngiliz Casusunun İtirafları adıyla Türkiye'de neşredilen kitap, Suudi Arabistan'da Vehhabiliğin doğuşunda İngiliz gizli servisinin rolünü anlatan bir hatıra kitabıdır. Bu hatıralar, ilk önce Alman gazetesi Spiegel’de, sonra da meşhur bir Fransız gazetesinde tefrika edilmiştir. Lübnanlı bir doktor tarafından Arapça'ya tercüme edildi. Hüseyin Hilmi Işık'ın 1990'da neşrettiği nüsha, bundan tercüme edilmiş ve ilâvelerle zenginleştirilmiştir. Kitabın ortaya çıkışı, 1990'dan çok öncelere dayanır. Bilahare Arapça'dan Farsça'ya, “Memoirs of Hempher, The British Spy to the Middle East” adıyla İngilizce'ye ve diğer dillere tercüme edilmiştir. Vehhabî mezhebi mensuplarının ve Suudi Arabistan’ın kendileri aleyhindeki neşriyata karşı çıkmaları gayet tabiîdir. Kitabın orijinalitesinin isbatı şu an için mümkün olmasa bile, anlatılan hâdiselerin tarihî ve aktüel gerçeklere uygunluğu bakımından söylenecek söz yoktur.

    13 Temmuz 2012 Cuma
  • Sual: Hazret-i Ali için kullanılan "kerramallahu vecheh" ifadesi ne mânâya gelmektedir?
    Cevab: Allah yüzünü şereflendirsin demektir. Hiç puta tapınmadığı, müslüman olarak büluğa erdiği yahud hiç avret yerine bakmadığı veya harama bakmadığı için bu isim verilmiştir deniyor. (Mir’at-ı Kainat)
    27 Temmuz 2012 Cuma
  • Sual: Neciyyullah ve Safiyyullah ne demektir?
    Cevab: “Allah’ın kurtardığı” ve “Allah’ın tasfiye ettiği, saflaştırdığı” mânâsına Nuh ve Adem aleyhimesselâm için kullanılan Kur’anî tabirlerdir.
    28 Temmuz 2012 Cumartesi
  • Sual: Fatih Sultan Mehmed’i büyüten annesi Mara Despina Hatun’un evliliği sırasında Hıristiyanlığı bırakmayıp, daha sonra da Sırbistan’a dönerek manastıra kapandığı doğru mudur? Benim bildiğim herkes saraya girmeden önce müslüman oluyordu...
    Cevab: Sultan II. Murad ile Sırb kralının kızı Mara’nın evliliği, daha önceki Osmanlı padişahlarında olduğu gibi siyasî maksatlarla idi. Mara kendi dininde kalmıştır. Hiç Müslüman olmamış, kocası ölünce, kendi isteğiyle memleketine giderek manastıra kapanmıştır. Mara cariye değil, Sırp kralının kızı idi. Müslüman bir erkeğin ehl-i kitab bir kadın ile evlenmesi câizdir. Mara Despina Hatun, Fatih Sultan Mehmed’in annesi değil, üvey annesi idi. Sultan Fatih tahta çıkınca kendisine hürmet etmiş ve Edirne’de kalırsa hizmetinde bulunacağını va’detmişti. Zevcinin üzüntüsünü tutan Mara Despina ise memleketine dönüp dünyadan el etek çekmeyi tercih etti. Bunun üzerine Sultan Fatih kendisine vefatına kadar kullanmak üzere bir gelir tahsis etti ve vâlidem diye başlayan bir mektup yazdı. Bu sebeple bazı tarihçiler bu kadının Sultan Fatih’in annesi olduğu vehmine kapılmıştır. Türk-İslâm geleneğinde üvey anneye vâlide diye tazimkârâne hitab etmek vardır. Hatta bazı kısa görüşlüler Sultan Fatih gibi büyük bir hükümdarın Müslümanlar ve Türkler arasından çıkabileceğine ihtimal vermeyip, onu ancak Hıristiyan bir annenin yetiştirebileceğini söylemiştir. Sultan Fatih’in annesi Halime Hümâ Hatun, büyük ihtimalle İsfendiyar Beyinin kızı idi.
    28 Temmuz 2012 Cumartesi
  • Sual: İmam Birgivî’nin Ziyâretü’l-Kubûr adlı kitabında kabir ziyareti hususunda Ehl-i sünnete aykırı görüşler ileri sürdüğü doğru mudur?
    Cevab: Birgivi'ye izafe edilen Ziyâretü'l-Kubûr risâlesi, Hanbelî âlimlerinden İbnü Kayyımi’l-Cevziyye’nin İğâsetü’l-Lehfân kitabının hülâsası mahiyetindedir. Birgivî’nin İbnü Kayyım’a, belki de Hanbelî mezhebinden bir âlime atıfta bulunduğu tek kitaptır. Dr. Huriye Martı adında bir araştırmacı, Birgivî Mehmed Efendi – Hayatı, Eserleri ve Fikir Dünyası adlı eserinde (2. Baskı, Ankara, 2011, s. 65, 97) risâlenin Birgivî’ye aidiyetinin şüpheli olduğunu söylüyor. Bir asır sonra ortaya çıkan ve gûyâ bid’atlerle mücadelesiyle tanınan Kadızâdeliler tarafından Birgivî’ye nisbet edilmiş olması muhtemeldir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar bunu göstermiştir. Nitekim risâlede, Birgivî’nin te’lif tarzına muhalif olarak iktibaslar sayfalarca sürmekte ve bazen aynı cümle defalarca tekrar edilmektedir. Diğer kitaplarında ismi geçen ve elinin altında bulunan klasik Hanefî kitaplarına bu risâlede atıf yapılmamıştır. Bu, Hanefî mezhebine sıkı bağlılığı ile bilinen Birgivî’nin tarzına uymaz. Ayrıca, risâlenin te’lif tarihi belli olmadığı gibi, müellif ve eserlerinin tanıtıldığı el-Ikdü’l-Manzûm, el-Aylemü’z-Zâhir, Keşfü’z-Zunûn ve Hadâiku’l-Hakâik gibi eserlerde Birgivî’nin eserleri arasında zikredilmemiştir. Kitabın orijinal nüshası da elde bulunmamaktadır. Ömrünün sonunda kaleme aldığı et-Tarikâtü’l-Muhammediyye’de bahsi geçen mevzuların teferruatı için diğer risâlerini kaynak gösterirken, kabir ziyareti hususunda ne Ziyâretü'l-Kubûr risâlesine, ne de İbni Kayyım’ın eserine atıfta bulunulmaktadır. Birgivî'ye atfedilen “Ölüleri anmak için yapılan âyinlere, şefaat istemek için mezar ve türbeleri ziyaret etmeye” dair fikirler, et-Tarikâtü’l-Muhammediyye, Ahvâlü Etfâli’l-Müslimîn ve Vasiyetnâme gibi kitapları tedkik edildiğinde, İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyım gibi aşırılıklarıyla tanınmış âlimlerden ayrıldığı görülmektedir. Birgivî, bid’atlardan kaçınma hususunda şiddetli tavır gösteren bir âlimdir. Ama onun çok tutulan eserlerinde kabir ziyaretini, istigâse ve tevessülü yasaklayan bir kelime yoktur. Ancak kabir ziyaretinde cahil halk tarafından yapılan aşırılıklara ve işlenen bid’atlere dikkat çekilmektedir.
    31 Temmuz 2012 Salı
  • Sual: Şair Mehmed Akif Ersoy'un Çanakkale Şehitlerine adlı şiirinde geçen "Bedr'in aslanları, ancak bu kadar şanlı idi" mısraının, dinen bir mahzuru var mıdır?
    Cevab: Kur’an-ı kerimde övülen, Hazret-i Peygamber tarafından hepsinin cennetlik olduğu bildirilen, Eshab-ı kiramın ve peygamberlerden sonra insanların en üstünleri sayılan, bereket ve belâlardan korunmak için isimleri yazılıp evlere asılan Bedr kahramanlarını hafife alan bu ifadenin mahzurlu olduğu açıktır. İslamî hassasiyete sahip birinden beklenmeyecek bir sözdür. Çanakkale Harbi’ne katılan askerler içinde iman, amel ve ahlâk bakımından her çeşit insan vardır. Şairler, umumiyetle hisleriyle hareket eden kimselerdir. Böyle abartılı ifadelere meraklıdır.
    31 Temmuz 2012 Salı
  • Sual: Türklerin İslâm’a geçişiyle alâkalı katıldığınız bir televizyon programında niye Kuteybe bin Müslim tarafından Türklere yapılan katliâmlardan hiç bahsetmediniz?
    Cevab: Mevzu Arablarla Türklerin harbleri değildi de ondan. Kuteybe, İslam ordularının kumandanı olarak Türkistan'a girdi. Mukavemet edenlerle savaştı. Yenilenler her savaşta öldürülür. Savaşmayanlar, teslim olanlar veya iman edenler canını kurtardı. İman etmeyi kabul etmeyenler de ölümü seçti. Harbdeki ölümler katliâm olarak vasıflandırılmaz. Katliâm mevzubahis ise, bugün dünya Müslüman nüfusu arasında Türklerin sayısı bir hayli çoktur. Şurası da bir gerçektir ki, Müslüman Türkler, imanlarını ve bu vesileyle sonradan dünya tarihinde oynadıkları mühim rolü, Kuteybe bin Müslim'e borçludur.
    12 Ağustos 2012 Pazar
  • Sual: Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî Hazretleri Kürt asıllı mıydı?
    Cevab: Irak kuzeyindeki Süleymaniyye’de Cafi Kürt aşiretindendir. Soyu Hazret-i Osman'a dayandığından, Kürtleşmiş bir Arab ailesinden geldiği anlaşılıyor. Bu sebeple Şeyh Hâlid-i Kürdî diye bilinir. Bağdad’da uzun zaman kaldığı için Şam’a geldikten sonra Bağdâdî nisbetiyle de anılmıştır. Osmanî nisbeti de kullanılır.

    Mevlânâ Hâlid, vefatına yakın vakıf ve vasiyetlerde bulunduktan sonra yanına gelen talebesi ve halifesi İbni Âbidîn hazretleri; “Efendim! Dün gece rüyamda Hazret-i Osman'ın vefat etmiş olduğunu gördüm. Çok büyük bir kalabalık oldu. Cenaze namazını ben kıldırdım." diyerek rüyasını anlattı. Mevlânâ Hâlid hazretleri de; "Yakında ben vefat ederim. Sen de kalabalık bir cemaat ile cenaze namazımızı kıldırırsın; çünkü ben, Hazret-i Osman'ın evlâdındanım." buyurdu. İbn-i Âbidîn bunu duyunca çok üzüldü ve rüyasını anlattığına çok pişmân oldu. Gerçekten Mevlânâ Hâlid birkaç gün sonra vefat etti. Namazını İbni Âbidîn kıldırdı. Kabri Şam’da Kasyun tepesinde ziyaretgâhdır.

    Mevlânâ Hâlid, Nakşibendî tarikatının en önde gelen simalarındandır. Zâhirî ilimlerde de üstad ve zamanın müceddidi idi. Nakşibendî tarikatında da kendi adıyla anılan kolun kurucusudur. İleri görüşüyle, yakın İslâm beldelerinin her yerine talebe ve halifelerini göndermiş; Nakşî tarikatini geniş beldelere yaymaya muvaffak olmuştur. İstanbul ve Anadolu’da en güçlü tekkeleri kurdular. Zenginler ve hükümet adamlarından uzak durmayı şiar edindiği halde, devlet ricâlinden çok müridleri olmuş; hatta zamanın padişahı Sultan II. Mahmud’un sempatisini kazanmıştır. Öyle ki bu padişah ve sonraki padişahlardan Sultan Abdülmecid ile oğlu Sultan Vahîdeddin Nakşî-Hâlidî idi. Bugüne intikal eden Nakşî tekkelerinden neredeyse tamamı Hâlidî kolundandır. Mevlânâ Hâlid’in hocası Abdullah Dehlevî’nin diğer halifelerinden gelen kollar da vardır.
    12 Ağustos 2012 Pazar
  • Sual: Hazret-i Meryem, dünyadaki kadınların en üstünü müdür? Onu böyle yapan hususiyetler nelerdir?
    Cevab: Âli İmrân sûresi 42. âyet-i kerimesinde meâlen buyuruluyor ki: Melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah seni seçip temizledi. Seni bütün dünya kadınlarından üstün tuttu”. Kasâs sûresinin başındaki âyet-i kerimelerde ise Musâ aleyhisselâmın annesi ve Firavun’un hanımı övülmektedir. Ulemâ der ki: Kan bakımından yakın olduğu için, Hazret-i Fâtıma, Hazret-i Hadîce ile Hazret-i Âişe’den dahâ üstündür. Fakat bir bakımdan üstünlük, her bakımdan üstün olmasını göstermez. Bu üçünden en üstün hangisi olduğunu, âlimlerimiz başka başka söylemiştir. Hadîs-i şerîflerden anlaşıldığına göre, üçü de ve Hazret-i Meryem ve fir’avunun hâtunu Hazret-i Âsiye, dünya kadınlarının en üstünüdürler. Hadîs-i şerîfte, “Fâtıma, Cennet hâtunlarının üstünüdür. Hasen ve Hüseyn de, Cennet gençlerinin yüksekleridir” buyuruluyor ki, bu, bir bakımdan üstünlüktür (İtikadnâme). Nitekim Taberânî, Hâkim ve Müsned’de geçen hadîs-i şerîfte “Cennet kadınlarının en efdali. Hüveylid kızı Hazret-i Hadîce, Fatımatü binti’n-Nebiy, İmran kızı Meryem ve Firavun'un halilesi ve Müzahim kızı Âsiye'dir” buyurulmaktadır. Taberânî ve Bezzâr’daki hadîs-i şerifte ise, “Hadîce, devrindeki kadınların en hayırlısıdır. Meryem, devrindeki kadınların en hayırlısıdır. Fâtıma, devrindeki kadınların en hayırlısıdır” buyurulmaktadır. Yine bir başka rivayette: "Meryem'den sonra cennet kadınlarının efendisi Fâtıma ile Hadice'dir." Buyuruldu.
    Kurtubî tefsirin’de hülâsaten deniyor ki: Allahü teâlânın Meryem’i seçip temizlemesi hususunda, Mücâhid ve Hasan küfrden temizlenmeyi anlamış; Zeccâc ise hayz, nifas ve benzeri hallerden temizlenmeyi ve Hazret-i İsa’yı doğurmak üzere seçildiğini bildirmiştir. Âlemlerin kadınların üstün tutmayı ise Hasan, İbni Cüreyc gibi müfessirler çağdaşı olan kadınlardan üstün tuttuğu mânâsını vermiş; Zeccâc gibi bazıları ise Sûr'a üfürüleceği ana kadar bütün kadınlardan üstün olduğunu söylemiştir. Kurtubî “Sahih olan da budur” diyor.
    Bir hadîs-i şerifte (Müslim) "Erkeklerden pek çok kimse kemale ermiştir. Fakat kadınlardan İmrân kızı Meryem ile Firavun'un karısı Âsiye'den başkası kemale ermemiştir. Ve şüphesiz Âişe'nin kadınlara olan üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir." Buyuruldu. Ulemâ der ki: Kemâl en ileri noktaya varmak ve noksansız olmak demektir. Herşeyin kemali kendisine göredir. Mutlak kemâl ise yalnızca yüce Allah'a aittir. Şüphesiz ki insan türünün en mükemmel olanları peygamberlerdir. Ondan sonra ise sıddîklar-dan, şehidlerden ve sâlihlerden müteşekkil Allah'ın evliyası gelir.
    Kur'ân-ı Kerîm'in ve hadis-i şeriflerin zâhir ifadesi Hazret-i Meryem'in, Hazret-i Havva'dan Kıyametin kopuşuna kadar görülecek son kadına kadar bütün dünya kadınlarının hepsinden faziletli olmasını gerektirmektedir. Çünkü melekler kendisine Allahü teâlâdan mükellefiyet, haber vermek ve müjdelemek gibi şeyler ihtivâ eden vahyi -diğer peygamberlere bildirdikleri gibi- bildirmişlerdir. Meryem’in bu sebeple peygamber olduğunu söyleyen âlimler de vardır. Ama umumun görüşü böyle olmadığıdır. Ondan sonra ise fazilette, Hazret-i Fatıma, sonra Hazret-i Hadice ve sonra da Hazret-i Âsiye gelir. Nitekim İbni Abbas’ın rivâyetine göre: Resûlullah aleyhisselâm’ın şu sözü meseledeki müşkililği kaldırmaktadır: "Dünya kadınlarının efendisi Meryem, sonra Fâtıma, sonra Hadice, sonra da Âsiye'dir."
    Allahü teâlâ Hazret-i Meryem'e hiçbir kadına vermediği şeyleri bilhassa vermiştir. Bunlar Ruhü'l-Kuds'ün onunla konuşması, ona görünmesi, gömleğinin yakasına üflemesi ve üflemek için ona yakınlaşmasıdır. Bunlar, hiçbir kadına verilmiş değildir. Ayrıca Hazret-i Meryem, Rabbinin kelimelerini tasdik etmiş ve çocuk doğacağı müjdesi kendisine verilince Hazret-i Zekeriyya'nın alâmet istemesi gibi ayrıca bir alâmet istememiştir. İşte bundan dolayı Allahü teâlâ indirdiği Kitab-ı Hakîminde ona “Sıddîka”, yani çokça tasdik eden, Rabbinin sözlerini doğrulayan kadın adını vererek şöyle buyurmuştur: "Ve onun annesi sıddîka bir kadındı." (Mâide suresi, 75). Bir başka yerde de Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ve o Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tas­dik etmişti. O kânitlerden, yani Allah'ın emirlerine itaat edenlerden idi" (Tahrim suresi, 12).
    Hazret-i Meryem, daha dünyaya gelmeden hayırlı bir işe, Mescid-i Aksâ’ya hizmete adanmıştı. Kendisine ruh üflenip, babasız çocuğa hâmile kalınca, kavmi tarafından aşağılandı. Bu yolda çok sıkıntılar çekti. Oğluna yapılan eziyetler bir anne için kaldırılacak yük değildir. Oğlunun yükselmesinden sonra da sıkıntılar içinde yaşamıştır. Bütün bunlar ve Mesîh’in annesi olma şerefi, Hazret-i Meryem’i kadınların en üstünü yapan hususiyetlerdir.
    5 Eylül 2012 Çarşamba
  • Sual: Manastırlı İsmail Hakkı hakkında malumat verebilir misiniz?
    Cevab:

    Manastırlı İsmail Hakkı, Manastır’da 1264/1846’da doğdu. İstanbul’da tahsil görüp icâzet aldı. İstanbul’un büyük câmilerinde vâizlik yaparak şöhret kazandı. Hukuk Mektebi ve Medresetü’l-Vâizîn’de Arapça hocalığı yaptı. Meşrutiyetten sonra İttihadcılara destek verdiği için muhafazakâr çevrenin nefretini çekti. Masonluk ve İttihadcı dalkavukluğu ile itham olundu. Hatta Ayasofya’daki bir vaazından sonra kürsüden inerken düşüp ayağını kırması, bir ilahî ceza olarak görüldü. Ferâiz ve nikâha dair iki eserinden başka İmam Ebû Hanîfe’nin menkıbelerine dair Mevâhibü’r-Rahman kitabı vardır. Sırat-ı Müstekîm ve Sebîlü'r-Reşâd mecmualarındaki yazılarında mezheblerin telfîkini müdâfaa etmiştir. 1330/1913’te İstanbul’da vefat etti. Görülüyor ki, Manastırlı İsmail Hakkı âlimdir. Kıymetli kitapları vardır. Ancak hayatı karışık bir şahsiyettir.

    11 Eylül 2012 Salı
  • Sual: İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Selim Cihangir Han'a yazdığı üçüncü cild, 47. mektubunda kendisini fazlaca aşağı tutup, sultanı da fazlaca övmesindeki hikmet nedir?
    Cevab:

    Hindistan’da hüküm süren Gürgâniye Devleti’nin hükümdarlarını, Osmanlı padişahları kadar yüksek seciyeli zâtlar olarak görmek doğru değildir. İçlerinde dine ve insanlara hizmetleri kadar, daha ziyade muhitlerinin tesiri altında kalarak haksızlık yapanları da vardır. Ekber Şah’ın hâli ehline malumdur. Hindu asıllı eşinin ve vezirlerinin tesiriyle dinden çıkmış; hatta İslâmiyeti yasaklayarak din-i ilahî adında bir kurmuş; kendisini de ilahlık mertebesine yükseltmişti. Bunun oğlu Selim Cihangir, babası gibi değildi. Bununla beraber Şiî asıllı karısı ve vezirinin telkinleriyle Ehl-i sünnet mensuplarına çok sıkıntılar vermiş; hatta İmam Rabbânî’yi, kendisine secde yaparak selâm vermemesini bahane edip haksız yere üç sene Guvalyar Kalesi’nde hapsetmiştir. Bunun oğlu Şah Cihan babasından daha iyi bir hükümdar ise de, zevcesine olan aşırı aşkı, devlet işlerini yüzüstü bırakmasına sebep oldu. İsrafa varan harcamalarla zevcesi için Tac Mahal adlı muhteşem bir türbe inşa ettirdi. Bu sebeple oğlu Âlemgir Evrengzib tarafından tahttan indirildi. Âlemgir, hem âlim ve fâzıl, hem de hem İmam Rabbânî’nin halifesinin halifesi Seyfeddin Fârukî’ye hürmetkâr idi. Buna rağmen, zâhir ulemasının reaksiyonundan çekindiği için Mektubat’ın okunmasını Hindistan’da yasaklamıştı.
    Bu devirde Hindistan’da gerek Hindular, gerekse Şiîler büyük güç ve nüfuz kazanmıştı. İmam Rabbânî’nin Ehl-i sünnet çizgisindeki faaliyetleri bunlar arasında büyük bir düşmanlık uyandırdı. Bu arada zâhir ulemâsının Mektubat’taki tasavvufî sembollere dair itirazları İmam Rabbânî ve talebelerine karşı bir muhalefeti güçlendirdi. Kendisini tekfir edenler bile oldu. Tam bu sırada bir Şiî âliminin öldürülmesinden o mesul tutuldu. İşte, İmam Rabbânî, bütün bu nâmüsait şartlar altında irşad faaliyetini yürütebilmek için, ilm-i siyasete çok riayet etmiş; icabında sultanlara karşı alttan almıştır. Mektubat’ta tarihin en haşin hükümdarlarından olan Emir Timur, Nakşî büyüklerine hürmeti ve başka hayırlı işleri bakımından “Timur mürd iman bürd” (Timur öldü, imanı veya emniyeti beraberinde götürdü) sözüyle övülür. Hakkında “Nakşî büyüklerine olan hüsnü zannı sebebiyle iman ile gitmiş olması umulur” denir. Böylece hâlihazırdaki sultanlar, büyük dedeleri övülerek ve onun Nakşî büyüklerine olan hürmeti dile getirilerek insafa davet edilmektedir.
    Emir Timur hakkındaki Mektubat’ta geçen bu söz Şah Nakşbend’e nisbet edilirse de, Şah-ı Nakşibend, Emir Timur’dan 16 sene evvel vefat etmiştir. Üstelik kendisiyle görüşmemiştir. Emir Timur, gençliğinde Emir Külâl’e hüsnü zan ederdi. Şah Nakşibend’in türbesinden geçerken halılarının silkindiği görüp, bereketlenmek için altından geçtiği rivayet olunur. Bu hüsnü zannın hâsıl ettiği manevî destek, Emir Timur’a büyük bir dünyevî şan ve şöhret kazandırmıştır. Emir Timur’un torunu Bâbür Şah ve bunun oğlu Hümâyun da Ubeydullah Ahrar ve halifelerinin muhibleriydi. Gürgâniyye sultanlarında inhiraf Ekber Şah ile başlamıştır. Şah Cihan, İmam Rabbânî’yi hapiste ziyaret edip, babasına ayaklanmak için desteğini istemişse de, İmam Rabbânî babasının az zaman sonra ölüp saltanatın kendisine kalacağını söyleyerek engellemiş; dediği gibi de olmuştur. Bu sebeple Şah Cihan ve halefi Âlemgir zamanında İmam Rabbânî ve müridleri rahat etmiştir.

    5 Ekim 2012 Cuma
  • Sual: Vehbe Zuhayli hakkında malumat verebilir misiniz?
    Cevab:

    Vehbe Zuhayli, zamanın en meşhur İslâm hukukçularındandır. 1932’de Şam yakınlarında dünyaya geldi. Şam ve Kahire ulemasından hususî tahsil gördü. Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi’ni, Ezher Üniversitesi Şeriat Fakültesi’ni, Aynüşşems Üniversitesi’nin Adab Dili ve Edebiyatı Fakültesi ile Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesinde şeriat sahasında doktora yaptı. Şam’da ve Birleşik Arab Emirlikleri’nde ders, vaaz ve hutbe verdi. Talebe yetiştirdi. Cidde Fıkıh Konseyi gibi birçok beynelmilel heyetin âzâsı yahud müşaviridir.
    Son devir İslâm hukukçuları arasında en çok eser verenlerden birisidir. Tefsir sahasında da mahirdir. Kırmızı fesi, başından hiç çıkarmadığı beyaz sarığı ve cüppesiyle klasik Osmanlı ulemâsı tipinde ve zihniyetindedir. Mezheplere bağlı, muhafazakâr bir âlimdir. Modernistlere amansız muhalefeti ile tanınmıştır. Müslüman kadının gayrımüslim erkekle evlenebilmesi gibi İslâm fıkıh geleneğine uymayan fikirlere karşı çıkar ve reddiyeler yazar. Çok zor şartlar altında bile bu mücadeleden hiç taviz vermeyen şahsiyetiyle tanınmıştır. Öyle ki zamanımızda Ehl-i sünnet fıkhı çerçevesinde mücadele veren ender şahsiyetlerdendir. Kendisini mezhepsizlik, hele modernistlikle itham edenlerin, eserleri ve şahsiyetinden hiç haberdar olmadığı anlaşılmaktadır. Hele Zuhaylî’nin kadınlara aybaşı iken yaklaşmanın büyük günah olduğunu inkâr ettiğine dair ithama hayret edilir. Zira kitabın kerahiyat bahsinde “Kadına aybaşı iken yaklaşmak ititfakla haramdır. İnkârı küfrdür” demektedir. Kur’an-ı kerim “İyi bilmediğinin ardına düşme” ve “Zan, hakikat değildir” buyururken, şahsiyetler hakkında sahih bir malumata sahip olmadan hüküm vermek vebal değil midir?
    Türkiye'de daha çok el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuhu’nun tercümesi olan İslâm Fıkhı Ansiklopedisi adlı çalışmasıyla tanınmaktadır. Vaktiyle Mısır’da hazırlanan el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa kitabına benzer. Mezheblerin kavilleri sistematik bir şekilde yazılmış; her birinin dayandığı deliller verilerek fıkıhla meşgul olanlara yol gösterilmiş; bu vesileyle mezheblere dayalı fıkhı reddeden modernistlere de bir bakıma cevap verilmiştir.
    Kitabın mukaddimesinde cemiyeti içinde bulunduğu uçurumdan kurtarmak için ıslah hareketine ihtiyaç vardır. Bu da İslâm fıkhıdır diyor. Kasdettiği ıslahın reform olmadığı ortadadır. Zuhaylî, taassuba varmamak kaydıyla mezheblere bağlı fıkhı şiddetle müdafaa ve Kur’an’a dayalı fıkıh telâkkisini reddetmiştir. Zaruret, ihtiyaç, acizlik ve özür hallerinde telfike götürse bile başka mezhebin kavliyle amel edilebileceğini söylemiştir ki bu bir usul kaidesidir; müellifin telfiki müdafaa ettiği, hele mezhebsiz olduğu manasına gelmez. Bilakis, mukaddimede telfiki ve özürsüz mezheblerin ruhsatlarını araştırmayı reddetmektedir. Dört sünnî mezhebin muteber kitaplarına dayanılmıştır. Bunların haricindeki mezheblerin de fıkhî görüşleri verilmiş; ancak bunlara hak mezheb muamelesi yapılmamıştır. Kıymetli ilmihallerde bile Şiî ve Hâricîlerin itikadî ve fıkhî görüşleri hakkında bilgi verilirken; bir fıkıh ansiklopedisinde bundan daha tabiî bir şey olamaz.
    Kitapta zaman zaman mezheblerin dayandığı deliller değerlendirilerek, bunlardan zayıf kavle istinad edenin karşısında diğeri tercih edilmiştir. Bu, suistimale açık olmakla beraber, mezheb içindeki âlimlerin bile her zaman yaptığı bir şeydir. Böylece mukallide azimet hususunda yol gösterilmiş olmakta; avam ictihada değil, bilakis âlimleri taklide sevkedilmektedir. Zuhaylî’nin bu tercihlerinde nefsânî veya modernist bir tesir altında kaldığı hiç görülmemiştir. Kardâvî, hele Mahmasânî ile aynı kategoride değerlendirilemez. Zira her ikisini de marjinal söz ve görüşleri sebebiyle delâlete düşmekle itham eder.
    Avam için yazılmış olmadığından, bir ilmihal gibi günlük meselelerin hal tarzını bu kitapta aramak doğru değildir. Müellif Şâfiî olduğu için, diğer mezheblerden nakillerde zaman zaman hatalar göze çarpar. Buna benzer hatalara İmam Şa’rânî hazretlerinin el-Mizânü’l-Kübrâ ve İbnü’r-Rüşd’ün Bidâyetü’l-Müctehid kitaplarında bile rastlanır. Bir mezhebe mensup kimsenin başka mezheblerden yaptığı nakillere her zaman itimad edilememektedir. Nitekim bir mezhebin hükmü, ancak kendi mezheb âlimleri tarafından yazılmış muteber kaynaklardan öğrenilebilir. Zuhaylî, kitabında bazen yersiz izah ve tercihlere girişir; hadis-i şeriflerin kritiğinde gereksiz hassasiyetler gösterir.
    Meselâ cenaze namazının mescide kılınmaması hususunda, hiçbir maslahat yokken, sırf Hanefîlerin istinad ettiği hadîs-i şerifi zayıf bulduğu için, bunun hilâfı olan Şâfiî kavlini tercih etmiştir. Evet, bu hadîsi rivâyet edenlerden birinin hâfızasına sonradan halel geldiği rical kitaplarında yazarsa da, bu hâdisi daha evvel rivayet ettiği sâbittir. Hadîslerin sıhhatine bakarak kavilleri tercih etmek, bugün için insanı her zaman doğru neticeye götürmez. Zira bir müctehidin zayıf, hatta mevzu bulduğu bir hadîs, başka bir müctehidin aradığı kıstaslara ve teşkil ettiği metodolojiye göre sahih olabilir. Hanefî ictihadlarının çoğu hadîs-i şerife değil de, kıyasa dayalı intibaı verir. Bu doğru değildir. Kuruluş itibariyle önce olduğu için mezhep kitapları yalnızca ictihadları tasnif etmiş; dayandığı delilleri bildirmeye gerek görmemiştir. Bu sebeple Hanefîlerin dayandığı hadîslerin çoğu bugüne intikal etmemiştir. Sonra gelen Hanefî âlimleri, bu hususta gereken tercihlerde bulunmuşlardır. Üstelik Hanefîler cenaze namazının mescide kılınmaması hususunda sadece müellifin zayıf bulduğu Ebu Hüreyre hadîsine değil, selef-i sâlihînin de tatbikatına bakmışlardır. Nitekim Medine halkının ameline ehemmiyet veren Mâlikîler de bunlarla beraberdir. Bu meseleye kitabın mütercimi de dikkat çekmiştir.
    el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuhu kitabının Türkçe tercümesinde de bazı sıkıntılar vardır. Buna benzer problemler memleketimizde Türkçe’ye tercüme edilen hemen her dinî eserde rastlanan türdendir. Meselâ abdest bahsinde muvâlat, guslde değil ama abdestte farzdır derken; gusl bahsinde abdestte ve guslde farzdır denilmiştir. Bu bakımdan kitap, hele Türkçe tercümesi avam için lüzumlu ve faydalı değildir.

    5 Ekim 2012 Cuma
  • Sual: Son devir Osmanlı âlimlerinden Mustafa Sabri Efendi'nin, Anadolu’daki Yunan Harbi esnasında Türkiye'nin sadece İngiliz himayesine girerek kurtulabileceğini savunduğunu, Anadolu hareketine karşı çıkmış biri olduğunu söyleyenler var. Bu husustaki hakikatler nelerdir?
    Cevab: Mustafa Sabri Efendi, mütareke devrinin şeyhülislâmlarından ve önde gelen siyasetçilerinden. Sadrazam vekilliği bile yapmıştır. Bu devirde memleketin içinde bulunduğu fena vaziyetten kurtulması için çeşitli hal tarzları düşünen ve müdafaa edenler olmuştur. Sultan Vahideddin ve İstanbul hükümetleri, zamanın en güçlü devleti olan İngiltere ile iyi geçinerek zaman kazanmayı ve hâdiseler yatışınca müsait bir sulh anlaşması yapmayı istiyordu. Bunun için zaman kazanmak ve elde koz tutabilmek üzere Anadolu hareketini tertiplediler. İstanbul, İngiliz işgalinde idi. Bu şehri kaybetmek, istiklâli kaybetmek demekti. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarından bazısı bile, zaman zaman memlekette İngiliz vesayetini veya Amerikan mandasını müdafaa etmiştir. İstanbul’daki meşru hükûmetin temsilcisi olarak Mustafa Sabri Efendi’nin Anadolu’da merkezî hükûmetin politikalarına aykırı hareket eden, vergi ve asker toplayan, mahkeme kurup ceza veren, üstelik memleketi felâkete sürükleyen İttihadcıların da hulûl ettiği bir hareketi tasvib etmemesi tabiîdir. Mevkıf adındaki hatıralarında ve Hilafetin Kaldırılmasının Arkaplanı adıyla neşredilen makalelerinde bunu etraflı anlatmaktadır.
    20 Ekim 2012 Cumartesi
  • Sual: İmam Buhârî’nin İmam Ebu Hanîfe için ağır ifadeler kullandığı doğru mudur?
    Cevab:
    İmam Buhârî'nin doğrudan İmam-ı A'zam'ı kasd eden bir ifadesi yoktur. Müctehid olduğu için bazı meselerde kendi ictihadına uymayan mevzuları izah ederken, bazı kimseler şöyle demiş gibi ifadeler kullanır. Hanefi alimlerinden Abdülgani Meydani de bu izahlara Keşfu'l-İltibas amma evredehu'l-Buhârî an badi'n-nâs adlı kitabında cevap vermiştir. Dolayısıyla mesele, ictihad farklılıklarının ilmi zeminde tenkidinden ibarettir. Yoksa bazılarının vehmettigi gibi İmam Buhârî'nin, İmam Ebu Hanîfe veya başka bir alime hakareketi mevzubahis değildir. Hatta Şâfiî kitaplarında, istihsana yer verdiği için zaman zaman Hanefî ictihadları tenkit edilir. Ama bunun ilmî tenkitten öte bir mânâsı yoktur. İmam Ebû Hanîfe’yi en çok övenler ve onun menakibini yazanlar da yine Şâfiîlerdir. Meselâ İmam Süyûtî, İmam Şa’rânî gibi Şâfiî âlimleri İmam Ebu Hanîfe’ye çok yüksek bir tazim göstermektedir. İbni Hacer, İmam Ebu Hanife hakkında övgü dolu müstakil bir kitap yazmıştır. Hatta Şa’rânî, İmam Ebu Hanife’yi tenkid eden kendisi gibi Şâfiî mezhebindeki büyük bir tefsir âlimini “O, İmam-ı Azamın ayaklarına su bile dökemez” diye vasıflandırmaktadır.
    24 Ekim 2012 Çarşamba
  • Sual: Bir konferansçı, Eflâkî’den alarak şu hâdiseyi anlattı. Bir kişi Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’e "Neden Mevlânâ Mesnevî’ye Kur’an demiş? Keşke demeseymiş" diye sormuş. O sırada Mevlânâ bunu duymuş ve o adama "Neden Mesnevî Kur’an olmasın? Hatta Kur’an'dan da yüksektedir" demiş. Bu hâdise doğru mudur?
    Cevab: Hâdise doğru ise, te’vil edilir. Tasavvuf ehlinin nice sözleri te’vile muhtaçtır. “Mesnevî Kur'an-ı kerimin izahıdır. Avam, Kur'an-ı kerim okusa yanlış mânâ verebilir. Mesnevî okuyup, hakikî imana kavuşunca, Kur'an-ı kerimi okusa faydalıdır” demek istemiştir. Yoksa İslâm inancına göre hiç bir kitap Kur'an-ı kerimden yukarı olamaz. Mevlânâ gibi bir zât da böyle bir şey söylemez.
    17 Şubat 2013 Pazar
  • Sual: Hazret-i İbrahim’e indirilen koçun eti ne olmuştur?
    Cevab: Ciğerini közleyip yediler, gerisini fakirlere dağıttılar. (Meâricü’n-Nübüvve)
    22 Şubat 2013 Cuma
  • Sual: Hakkında övgü dolu bir yazı yazdığınız Said Ramazan el-Bûtî, bir kitabında, Resulullah’ın intihara teşebbüs ettiğini yazıyor. Buna ne dersiniz?
    Cevab: Bûtî, büyük bir âlimdir. Mesnedsiz bir şey söylemez. Bûtî'nin Fıkhu’s-Sîre’de anlattığı ve sizin işaret ettiğiniz hâdise, Sahih-i Buharî’de geçiyor. Rüya bâbının birinci hadîsidir. Peygamberliğin kendisine bildirildiği ilk zamanlarda bir ara vahyin kesilmesi üzerine Resulullah aleyhisselâmın çok üzüldüğü, birkaç defa kendisini aşağıya atmak üzere yüksek kayalıkların eteğine geldiği, her seferinde Cebrail aleyhisselâm tarafından “Sen Allah’ın resulüsün” denilerek engellendiği yazıyor. İntihara teşebbüs değil, tasavvur vardır, aynı şey değildir. İkincisi şeriat gelmeden emir ve yasak olmaz. Henüz intihar yasaklanmış değildir ki, bundan dolayı Resulullah hâşâ hata işlemiş olsun. Aslını bilmeden hemen insanları tenkide kalkışmak büyük kabahattir. Kati bilgi sahibi olmadan biriyle cidal ve husumette bulunmak, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle yasaklanmıştır.
    23 Nisan 2013 Salı
  • Sual: Sultan II. Abdülhamid'in denge siyaseti malumdur. Ama bu siyasette Almanlara yakınlık göstermek gerekli miydi? Bu yakınlaşma İngilizleri Osmanlı Devleti’ne karşı soğutmuş olabilir mi?
    Cevab: Sultan Hamid, İngiliz, Fransız, Alman ve Rus bloklarına eşit mesafede yakınlık göstermiş, İngilizlerle ve Ruslarla hep iyi geçinmiş, onlara karşı koz olarak Almanlarla yakınlık kurmuştu. Sultan Mahmud da İngilizleri hizaya getirmek için Ruslara yanaşırdı. İttihatçılar bunun dozunu ayarlayamadı. İngilizlerin yüz çevirmesine sebep oldu. Bu yakınlıkların dozu ayarlanamazsa, zararlı olabilir. Adnan Menderes’in Amerika’ya karşı Rusya’ya yakınlaşması, İngiltere’ye karşı Irak’ın Arab birliği politikasını desteklemesi, iktidarına ve canına mâl oldu. Kıbrıs’ta Makarios’un Amerika’ya karşı nisbet olarak Rusya’ya yanaşması, 1974’te Nikos Sampson darbesine ve Kıbrıs’ın işgaline sebebiyet verdi.
    23 Nisan 2013 Salı
  • Sual: İmam Ebu Hanife’nin “Son iki senem olmasa idi helâk olmuştum” sözünün hikmeti nedir?
    Cevab: Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî’nin ikinci cild 61. mektubunda diyor ki: İmam Ebû Hanîfe, ömrünün son iki senesinde ictihadı bırakarak uzlet eyledi. Vefatından sonra, rüyada görülüp “Son iki sene olmasaydı, Nu’mân helâk olurdu” dedi. Uzletinin sebebi, marifeti tamamlamak idi. Bu marifetin neticesi olan, iman-ı hakîkîye, yani imanın kemâline kavuşmak idi. Yoksa ilimde ve amelde, derecesi çok yüksek idi. Tuhfe-i İsnâ Aşeriyye kitabında der ki: Ehl-i sünnetin reisi İmam Ebû Hanîfe, Ehl-i beyte çok bağlıydı. “Eğer o iki sünnet olmasaydı, Numan helâk olurdu” buyurdu. Bu iki sünnetten birincisi, Cafer Sâdık hazretlerinden aldığı fıkıh ve diğer ilimler; ikinci sünnet ise, onun babası Muhammed Bâkır hazretlerinden aldığı tasavvuf, tarîkat ve edeb ilmidir. “İki sene” ile “iki sünnet” Arab harfleriyle aynı yazıldığı için bu ihtilâf meydana gelmiştir. Hemen hemen mânâ aynıdır. Bu sözü Resulullah ve sahabîlerin sünneti şeklinde tefsir edenler de vardır.
    15 Haziran 2013 Cumartesi
  • Sual: Abdülfettâh Ebû Gudde Ehl-i sünnet midir?
    Cevab: Kendisi Suriyeli bir Ehl-i sünnet âlimidir. Muhaddistir. Meşhur Osmanlı âlimi Zâhid el-Kevserî'nin icâzetli talebesidir.
    15 Haziran 2013 Cumartesi
  • Sual: Abdülhakim Arvasi’nin "Yeryüzünde iki Türk kalsa, biri ben olurdum” sözünün aslı var mıdır?
    Cevab: Bu söz Ahmed Arvasi Beye nisbet edilmektedir. Ehibbasının beyanına göre, Abdülhakim Efendi’nin, böyle bir söz söylediği sâbit değildir. Üstelik söz, mefhum itibarıyla mantıksızdır. Abdülhakîm Efendi, seyyiddir, yani Arab asıllıdır. Ayrıca Kürdistan mıntıkasında, ana dili Kürtçe olarak yetişmiştir. Ancak her zaman Osmanlıların İslâmiyete hizmetlerin, sahabe-i kiramdan hemen sonra geldiğini beyan buyurduğu ve Osmanlı padişahlarını çok övdüğü, ayrıca “Yaşanacak yer Türkiye’dir. Ehl-i sünnetin kuvvetli olduğu yerdir. İklimi müsaittir, ucuzdur. Hicaz’da olsaydım, buraya gelmekliğim icab ederdi” dediği kendisini tanıyanlardan işitilmiştir.
    25 Temmuz 2013 Perşembe
  • Sual: Rûhü’l-Me’ânî tefsiri muteber midir?
    Cevab: Âlûsî yazmıştır. Kendisi Ehl-i sünnet ise de, bazı fikirleri ulema tarafından aşırı bulunup tasvip edilmemiştir. Tefsiri de bu sebeple ilim çevrelerinde pek itibar görmemiş; ancak üslubu sebebiyle halk arasında popüler olmuştur.
    8 Aralık 2013 Pazar
  • Sual: Ebu Süfyan ve hanımı Hind iman ettiler mi?
    Cevab: Her ikisi de iman edip sahabîlik şerefine kavuştular. İslâmiyete çok faydaları oldu. Ebû Süfyan, Tâif’in fethinde bir gözünü; Yermük’te diğerini kaybetti. Hind ise Mekke fethinde müslüman oldu ve kadınlar adına Resûlullah ile sözleşme yaparak hayırlı duaya mazhar oldu. Yermük gazâsında, İslâm ordusunda bulunup, askeri harbe teşvik ederdi.
    8 Aralık 2013 Pazar
  • Sual: Birgivî'nin Tarikatü’l-Muhamediyye isimli eseri elime geçti. Kendisinin aklî ilimlere karşı uzlaşmaz bir tavrı olduğunu; mantık hâricindeki aklî ilimlere bid'at dediğini gördüm. Kâtib Çelebi tarafından da bu nedenle tenkit edilmiş. Halbuki kendisi bir Hanefî âlimidir, müsbet ilimlere karşı daha toleranslı olması gerekmez miydi?
    Cevab: Ben öyle bir intibâ edinmedim. Birgivî, Tarika kitabında ilimleri, emrolunan, yasaklanan ve mendub ilimler olmak üzere üç kısma ayırır. İlm-i nücûm, ilm-i kelâm ve ilm-i hikmeti, yasaklanan ilimler kategorisinde ele alır ve der ki: “Zeki, dindar, çalışkan kimselerden bâtıl yollara kayma korkusu olmayanların, kelâm ilmini öğrenmesi ve öğretmesi münasiptir”. İlm-i nücûmdan yasak olan şeylerin, gök cisimlerinin hareketlerinden, geleceğe dair mana çıkarmak olduğunu söyler. Felsefecilerin, her sözünü değil; din hakkında söylediklerini reddeder. Hâdiseye İmam Gazâlî’de olduğu gibi avam-havas bilgisi açısından yaklaşıyor ve bu sözleri, muayyen kimseler için söylüyor olsa gerektir. Nitekim temel dinî ilimlerden mahrum sıradan bir kimse, müspet ilimlerle çok alâkadar olursa, imanı tehlikeye düşebilir. Din câhillerinin, müsbet ilim öğrenmesi, insanların umumuna zarar verecek bir husus olarak görülmüştür. Sadece Birgivî değil, çok İslâm âlimleri, ilmin ehline verilmesi gerektiği, ehli olmayan kimsenin elinde ilmin zararlı olduğunu söyler. Pozitif ilimlere menfi bakılmış olsa, asırlarca medreselerde okutulup, ortaya nice faydalı eserler konur muydu? Âlimler ilmi maksat değil, insanlara dünya ve âhirette fayda verecek bir vâsıta olarak görür.
    2 Mart 2014 Pazar
  • Sual: Taksim Heykeli’nde, Atatürk'ün yanındaki askerlerin, Rus askerleri olduğu doğru mudur?
    Cevab: 1928’de yaptırılan Taksim Heykeli’nin bir yüzünde, Mustafa Kemal, iki en yakını İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak ile tasvir edilir. Asker ve halkın da bulunduğu bu yüzde, Sovyet generalleri Frunze ile Voroşilov'un heykeli vardır. Bu da Ankara'ya yapılmış Sovyet yardımına duyulan minnettarlığı sembolize eder. Heykelin kuzey yüzünde ise Mustafa Kemal ile askerlerin, heykelin yan yüzlerinde de birer askerin tasviri bulunur.
    24 Nisan 2014 Perşembe
  • Sual: Tarihî şahsiyetler hakkında ileri geri konuşmak dinen câiz midir?
    Cevab: Gıybet ve iftiranın günah olması, ölmüş kimse için de bahis mevzuudur. “Ölülerinizi hayırla anınız!” mealinde hadis-i şerif vardır. Alenî yaptığı ve tevatürle bildirilen günahları zikretmek gıybete girmez. Bunun dışında, iyi bilinmeyen hususlarda şahsî değerlendirmeler yapmak tehlikelidir; zira ölü kendini müdafaa etme imkânı bulamaz ve helâlleşmek de mümkün olmaz.
    24 Nisan 2014 Perşembe
  • Sual: Sultan II. Mahmud’un portresini devlet dairelerine astırması hakikat midir? Öyle ise bunun şer’î izahı nedir?
    Cevab: Canlı resminin yapılıp hürmet makamına asılması şer’î prensiplere aykırıdır. Sultan II. Mahmud devri, siyasî bakımdan çok karışık bir devrin üzerine bina edilmiştir. Bir şeyin o zaman vâki olması, caiz olduğunu da göstermez. Şu kadar ki, canlı resminin asılması hususunda ihtilaf vardır. Ulemadan gölgesiz (minyatür) resme veya o hâliyle yaşamayacak portre resmine cevaz verenler vardır.
    24 Nisan 2014 Perşembe
  • Sual: Rıza Nur, müslüman mıdır?
    Cevab: Kitaplarından anlaşıldığına göre, itikadı yoktur. Ancak oğulluğu Nihal Atsız, babasının son zamanlarında tövbekâr olup câmi câmi dolaştığını, namaz kıldığını söylerdi.
    28 Nisan 2014 Pazartesi
  • Sual: Taftazani ve Seyyid Şerif Cürcani itikadda hangi mezhebdendir?
    Cevab: Birincisi Eş’arî; ikincisi ise prensip itibariyle Mâtüridî mezhebine mensuptur.
    28 Nisan 2014 Pazartesi
  • Sual: Makbul İbrahim Paşa’nın bahçesine heykeller diktirdiği gerçek midir?
    Cevab: O heykeller ganimet olarak geldi; bir müddet saray bahçesinde hürmet mevkiinde olmayarak durdu; sonra kaldırıldı.
    28 Nisan 2014 Pazartesi
  • Sual: Said Havva’nın kitapları muteber midir?
    Cevab: Politik bir şahsiyettir. Modernist görüşleri vardır. Hepsini tetkik etmedim.
    3 Mayıs 2014 Cumartesi
  • Sual: Said Halim Paşa nasıl bir şahsiyettir? Bir yazar, “Kendisinin İttihatçılarla tek alakası, vatana hizmet içindir; fikirleri zerre uyuşmazdı” diyor.
    Cevab: Said Halim Paşa, İttihatçıdır ve Sultan Hamid düşmanıdır. Dindar bir müslümandır; fakat modernisttir. Fikirleri makbul değildir. Osmanlı Devleti’ne ve millete zarar vermiş bir şahsiyettir. Onun sadrazamlığı zamanında Cihan Harbi’ne girilmiş; hatta rivayete göre sadrazamın bundan haberi bile olmamıştır. Her iki halde de büyük kabahattir. İttihatçılığı vatana hizmet için değil; Mısır’a hidiv olmak içindi. Buhranlarımız gibi dinî mahiyette eserler yazmıştır. Buna rağmen tanıyanlar, gururlu, tutuk ve sıradan bir şahsiyet olduğunu; zengin bir Mısır prensi olmaktan başka meziyetinin bulunmadığını söylüyorlar. Sadece onu değil, Akif gibi diğer İttihatçıları da aklamak için bugün olmadık çarelere müracaat edenler vardır.
    3 Mayıs 2014 Cumartesi
  • Sual: Sultan Vahideddin hakkında hangi kitapları okumamı tavsiye edersiniz?
    Cevab: Ali Fuad Türkgeldi’nin Görüp İşittiklerim; Tarık Mümtaz Göztepe’nin Sultan Vahidden Mütâreke Gayyasında ve Sultan Vahideddin Sürgün Cehenneminde; Kadir Mısıroğlu’nun Sultan Vahideddin, Sarıklı Mücahidler ve Hilâfet; Murat Bardakçı’nın Şahbaba; Rümeysa Aredba’nın San Remo Günleri ve benim sitemdeki yazıları tavsiye ederim.
    3 Mayıs 2014 Cumartesi
  • Sual: Sultan Abdülhamid’in hal’inden önce tahttan indirileceğini sezip, devletin Avrupa bankalarındaki gizli hesaplarında yatan paraları alıp yeni bir hafiye teşkilatı oluşturup, 4 üst düzey hafiyeyi Avrupa’ya gönderdiği doğru mudur? Eğer doğru ise şu an bu teşkilat aktif midir?
    Cevab: Hayal mahsulüdür.
    21 Haziran 2014 Cumartesi
  • Sual: Timur’un Moğol olduğu, attan düşüp sakatlanması gibi hususların kaynağı nedir?
    Cevab: Bunlar herkese malum hakikatlerdir. Yezdî ve İbni Arabşah, birbirine zıt iki tarihçi olarak o devri anlatır. Justin Marozzi’nin Timurlenk kitabı da faydalıdır. Moğol olmak esef edilecek bir şey değildir. Timur, Moğoldur. Ama Moğollar müslüman olunca Türkleşmiştir. Timur, Moğolca bilmezdi.
    21 Haziran 2014 Cumartesi
  • Sual: Şevkânî’nin eserleri okunabilir mi?
    Cevab: Şevkânî, Şia’nın Zeydiyye koluna mensup ise de, Zeydiyye dışında modernistliğe yakın, hatta İbni Teymiyye’yi andıran görüşleri vardır. Bazı eserleri ilim ehline faydalı ise de, işin ehli olmayana okunması tavsiye edilmez.
    20 Ekim 2014 Pazartesi
  • Sual: Aliyyü’l-Kâri Ehl-i sünnet muhaddislerden midir?
    Cevab: Aliyyü’l-Kâri, Ehl-i sünnettir. Hattat iken istinsah ettiği kitaplardan öğrendikleri ile büyük bir şöhret kazanmış; ancak büyük bir âlim olarak görülmemiştir. Ulemanın sözlerine yerli yersiz itiraz ettiği; sahih hadislere mevzu diyecek ve Resulullah’ın anne ve babasının küfr üzere öldüğünü söyleyecek kadar ileri gittiği için, muhakkik ulema tarafından tutulmamıştır.
    20 Ekim 2014 Pazartesi
  • Sual: Zulmeden bir mü’mini veya kâfiri Yezid diyerek aşağılamak doğru mudur?
    Cevab:

    Ehl-i sünnet itikadı, kimseye lâneti caiz görmez. Halife Muaviye’nin oğlu Halife Yezîd hakkında söylenenlerin çoğu Şiî rivayetleridir ve mübalağalıdır. İnsaflı tarihçiler malum kabahatlerini sayarlar. Ama küfrüne hükmetmek câiz değildir. Büyük âlim el-Kadî Ebû Bekr İbnü’l-Arabî, el-Avâsım ve’l-Kavâsım kitabında bunu uzun anlatmaktadır. Burada ve Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya kitabında diyor ki: “Yezîd, İstanbul’u ilk kuşatan İslâm ordusunun kumandanı idi. Hazret-i Peygamber’in ‘Kostantiniyye'ye ilk defa sefer eden ordu mağfiret olunmuştur’ buyurarak övdüğü bu orduda, Eyüb Sultan, İbni Abbas, İbni Ömer, İbni Zübeyr, hatta bir rivayette Hüseyn bin Ali gibi onlarca sahâbî vardı. Birçok sahâbî, kendisini meşru halife saymış ve arkasında namaz kılmıştır. Günahkâr olması, bu gerçeği değiştirmez. Çünki sâlih veya fâcir her imamın ardında cihâda gitmek, Ehl-i sünnetin şiarıdır. Hazret-i Hüseyn’in ölüm emrini Yezîd vermedi. Yalnızca Kûfe’ye varmasına müsaade olunmayıp, Medine’ye geri döndürülmesini veya kendisine biat ettirilmesini yahud diri olarak Şam’a getirilmesini istemişti. Cinayeti Ubeydullah bin Ziyad işledi.”
    Şanlı şehid Hazret-i Hüseyn’in ailesi ve on yaşındaki oğlu İmam Zeynelâbidin hazretleri Şam’da hüsnü kabul gördü. Yezîd’in niyeti kötü olsaydı, Zeynelâbidin’i de öldürmemesi için bir sebep yoktu. Ama Ubeydullah bin Ziyad gibi uzlaşmasız birini Hazret-i Hüseyn üzerine göndermesi ve katillere korkusundan bir ceza vermemesi, kabahattir.
    Bed’ül-Emâlî şerhi Nuhbe’de der ki: “Yezîd’in Medine halkını incitmeye veya İmam Hüseyn’i öldürmeye emir verip vermediği ve buna râzı olup olmadığı kat’i olarak bilinmediği için susmak iyidir. Çünki kimseye lânet etmek emredilmedi. Hak edene lânet etmek ibâdet olmadığı gibi; lânet etmemek de günâh değildir.” İmam Ahmed bin Hanbel Kitâbü’z-Zühd’de, Yezîd’in hutbesinden iktibas yaparak, sözünü hüccet kabul etmiştir. Sülemî, Temhîd kitabında, “Fâsık da olsa bir mümine, hatta hayatta veya küfr üzere öldüğü âyet ve hadisle bildirilmemiş kâfire lânet etmek câiz değildir. Zira ölmeden tevbe edip imana gelmek ihtimali vardır. Ancak ismen zikretmeyerek kâfirlere veya âyet ve hadîsle yapanlara lânet bildirilen amelleri işleyenlere lânet câizdir” diyor.
    Sa’düddîn-i Teftâzânî’nin Yezîd’e lâneti câiz gördüğü bildiriliyor ise de, işin aslı böyle değildir. Zira bu âlim, Akâid-i Nesefiyye şerhinde diyor ki, “Yezîde lânet meselesinde, Ehl-i sünnet âlimleri ikiye ayrıldı. Hulâsa ve başka kitaplarda, ona ve Haccâc’a lânet câiz olmadığı bildirildi. Çünki Peygamberimiz aleyhisselâm Ehl-i Kıbleye lânet etmeyi yasakladı”.
    İmam Rabbânî hazretleri de Mektubat’ta Yezîd’e lâneti yasaklamakta ve şöyle demektedir: “Evet, nasipsiz Yezîd, Eshâb-ı kirâmdan değildi. Onun tâlihsizliğine karşı, kim ne diyebilir ki, hiçbir kâfirin yapmadığı işi, o bedbaht kimse yapmıştır. Ehl-i sünnet âlimlerinden bazısının, ona lânete izin vermemesi, onun işini beğendikleri için değil, belki pişman olmuş, tevbe etmiştir dedikleri içindir.”
    İbdâ’ kitabı 403. sahifesinde diyor ki: “Lânet etmek ve millete, mezhebe söğmek çok çirkin, pek kötü bir bid’attir. Bu âdet, Yahudilerden Müslümanlara geçti. Tirmizî’deki hadîs-i şerîfte, ‘Mü’min lânet etmez’ buyuruldu. Yezîd’e, Hazret-i Hüseyni öldürmek için emretti sanarak, lânet etmek de doğru değildir”.
    İhyâ’da diyor ki: “Yezîd’in, Hazret-i Hüseyni öldürdüğü veya öldürmek için emir verdiği hiç belli değildir. Belli olmayan bir kötülüğü söylemek câiz değildir. Hele lânet etmek hiç doğru olamaz. Çünki bir müslümana, açıkça bilinmeyen bir günâhı yüklemek câiz değildir. Hazret-i Hüseyni öldürene lânet olsun da denilemez. Eğer tövbe etmedi ise lânet olsun, denilebilir. Çünki Hazret-i Hamza’yı şehîd eden Vahşî kâfir idi. Sonra iman ve tövbe etti. Buna lânet câiz olmadı.”
    Yezîd’e lânet câiz diyenler, Hârre Vak’ası’nda Medine halkını incittiği içindir demişlerdir. Zira hadîs-i şerif “Medine halkını incitene lânet olsun” buyuruyor. Bu bile, çoğu âlim tarafından lânete cevaz için delil alınmamıştır. Yezîd’e lânetin, Kerbelâ Fâciası ile de hiç alâkası yoktur. Hazret-i Peygamber, bir işin kötülüğünü göstermek için, şu işi yapana lânet olsun buyurmuştur. O işin, bu hâliyle Allah’ın rahmetinden uzak bir iş olduğunu ifade eder. Kâfir olduğunu veya bu işten dolayı aslâ affedilmeyeceğini göstermez. Yezîd isminin konmaması da, bir şey ifade etmez. Yezîd adında çok sayıda sahabî ve âlim vardır. Yezîd, Allah arttırsın manasına gelen bir dua kelimesidir.

    22 Aralık 2014 Pazartesi
  • Sual: Ertuğrul Gazi'nin İbn Arabi ile görüştüğüne dair kroniklerde yahut ciddi kaynaklarda bilgi mevcut mudur?
    Cevab: Malum değildir. Film ve romanlarda geçen her şeyin gerçek olması şart değildir. İbnü’l-Arabî, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 60 sene kadar evvel vefat etmiştir. Ancak keşf yoluyla Osmanlılar hakkında sitayişkâr sözler söylediği bilinmektedir. Geleceğe dair keşifleriyle meşhurdur. Nostradamus'un bile kehanetlerini ondan alıp yazdığı söylenir. Muhyiddin der ki: Peygamber ve sahabeden sonra en sâlih devlet, Osmanlı Devleti'dir. Kıyamet alâmetlerinin zuhuruna kadar yıkılmaz. Beyitin Arapça aslı Yıldız Hamidiye Câmii'nin giriş kapısı üzerinde asılıydı. Muhyiddin'in Şam'daki kabrini Yavuz Sultan Selim yaptırdı. Şam'da Muhyiddin Câmii'ni de Sultan Abdülhamid tamir ettirdi. Padişah Şâzelî olduğu için, burası da şimdi Şâzelî tekkesidir. Endülüslüdür. Selçuklu devrinde bir ara Konya'ya geldi. Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan 60 sene evvel Şam'da vefat etti. Büyükler demiş, "Muhyiddin aşk sarhoşudur. Onun derecesinde olmayanın, onun kitaplarını okuması caiz olmaz".
    22 Aralık 2014 Pazartesi
  • Sual: Ani kalesini fetheden Sultan Alparslan’ın şehirde katliâm yaptığı doğru mudur?
    Cevab: Selçuknâme’de, Sultan'ın kaleye önce eman verdiği, fakat bundan istifade eden düşmanın, kaleyi tahkim edip, müslümanlara taarruz ettiği, bunun üzerine muharebe yapılıp sultanın bunları yendiği, düşmanın öldürüldüğü söyleniyor. düşmanı yenen ve düşman kalesini anveten (savaşla) fetheden İslâm kumandanı, muhariblerden esirleri dilerse öldürür, dilerse fidye karşılığı serbest bırakır. Fetih, sulh (barış) ile olmuşsa, barış anlaşmasının hükümlerine göre hareket edilir.
    28 Aralık 2014 Pazar
  • Sual: Kanuni Sultan Süleyman'ın Gülfem isminde bir cariyesi olduğu ve evladı ile birlikte öldürüldüğü doğru mudur?
    Cevab: Vardı. Sultana hıyanet ettiği için öldürüldüğü söyleniyor. Oğlu Şehzade Mahmud, bebek yaşta çiçek hastalığından ölmüştür.
    10 Ocak 2015 Cumartesi
  • Sual: Seyyid Kutup hakkında ne söylersiniz?
    Cevab: Merhum Ahmed Davutoğlu'nun Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri ve Hakikat Kitabevi'nin Fâideli Bilgiler kitabında tafsilat vardır.
    30 Ağustos 2015 Pazar
  • Sual: Bir tarihçi, Sultan Aziz cinayeti meselesinde; 300 kişinin yaşadığı Harem'e 6 erkeğin giriş çıkışının görülmemesinden dolayı cinayet iddialarının tenkide açık olduğunu söylemiş. Buna ne denir?
    Cevab: Bu bir delil değildir. Katle azmetmiş kimseyi, kimse durduramaz. Katiller harem bahçıvanı idi. Hal’ edilen padişahın haremi, daha hal’ sırasında haremden tahliye edilmişti. Padişahın mevkuf tutulduğu haremde o zaman 600 değil, 60 kişi bile kalmamıştı. Harem mensuplarının da istenir ve gerekirse elde edilmesi mümkündür. Sultan III. Selim, haremde şehid edildi. Mahpeyker Sultan keza.
    30 Ağustos 2015 Pazar
  • Sual: Sultan Baybars'ın din ve dünya işlerindeki müspet cihetiyle beraber, bazan sert ve acımasız hareket ettiği; İslâmiyete olan derin bağlılığına rağmen kımız içtiği söyleniyor. Buna ne denir? 
    Cevab: Buhranlı zamanlar sertlik gerektirir. Kımız ise her ne kadar fetvâ böyle değil ise de bazı ulemaya göre sıhhat için ve sarhoş etmeyecek kadar caizdir. Hükümdarlar hakkında söylenen menfi şeyler her zaman mübalağalıdır. Kayd-ı ihtiyat ile dinlemelidir.
    5 Eylül 2015 Cumartesi
  • Sual: Enver Paşa İslâmcı mıydı?
    Cevab: Samimi inancı bakımından diğer İttihatçıların çoğundan ayrılsa bile hayır. İttihatçılar, politika icabı bütün ideolojileri kullanmışlardır.
    5 Eylül 2015 Cumartesi
  • Sual: Bir televizyon programında Mevlânâ’nın Moğol ajanı olabileceğine dair bir söz söylendi. Doğru mudur?
    Cevab: Mevlânâ gibi bir zât için ajan tabirini kullanmak, söyleyenin çok sathi olduğunu gösterir. Elbette memleketin yeni efendileri ile işbirliği yaparak Müslümanları korumuş olabilir. Bunda akla ve dine aykırı bir husus yoktur.
    6 Eylül 2015 Pazar
  • Sual: Hazret-i Peygamber Cennet'te evlenecek midir? 
    Cevab: Zevcelerinin yanında olacağı; ayrıca Hazret-i Meryem ile Asiye’nin Cennet’te Hazret-i Peygamber ile evlendirilerek mükâfatlandırılacağı hadis kaynaklarında geçer. (İbni Asâkir)  
    6 Eylül 2015 Pazar
  • Sual: İmam Rabbanî hazretleri bir mektubunda cüllab içince halsiz düştüğünü söylüyor. Bunun sebebi nedir?
    Cevab: İmam Rabbânî hazretleri inkıbaz rahatsızlığı için ilaç olarak cüllâb (gülsuyu) içiyor. Bu da ishal yapıyor. Bundan dolayı halsiz düşüyordu.
    6 Eylül 2015 Pazar
  • Sual: Eminönü’ndeki Yeni Câmi’yi Mahpeyker Kösem Valide Sultan mı, Safiye Valide Sultan mı başlattı?
    Cevab: Eminönü’ndeki Yeni Vâlide Câmii’ni Hadikatü’l-Cevâmi Mahpeyker Kösem sultan başlattı diyorsa da yanlıştır. Doğrusu Safiye Vâlide Sultan başlattı. Vefatıyla inşaat yarım kaldı. Yıllar sonra Hadice Terhan Vâlide Sultan tamamladı. Mahpeyker Sultan, Üsküdar’daki Çinili Câmii yaptırdı.
    28 Eylül 2015 Pazartesi
  • Sual: Firdevsî hakkında ne dersiniz?
    Cevab: Firdevsî, bir İslâm âlimi değil; İran mitolojisine ait şiirleriyle tanınan mutedil bir Şiî’dir. 
    17 Aralık 2015 Perşembe
  • Sual: Alia İzzetbegoviç’in kitapları okunabilir mi?
    Cevab: Umumiyetle güzel tespitleri vardır. Fakat felsefe ve modernizmin tesirinde bazı ifadeleri de bulunduğu için temkinli ve tedbirli olmalıdır.
    22 Aralık 2015 Salı
  • Sual: Hazret-i Peygamberin amcası Ebu Talib hangi inanca mensuptu? 
    Cevab: Hazret-i İbrahim’in dininde idi.
    2 Ocak 2016 Cumartesi
  • Sual: Hazret-i İsa, Mi’raç’ta Resulullah aleyhisselam ile görüştü. Bu sebeple Hazret-i İsa da sahabe sayılır mı? Kıyamete yakın gelince onu gören mü'minler de tâbiî olacak mı?
    Cevab: Sahabî sayılmak için, Hazret-i Peygamber’in dünya hayatında mümin olarak görmek lazımdır. Mi’raç dünya hayatı değil, âhiret hayatındandır. 
    2 Ocak 2016 Cumartesi
  • Sual: Osmanlı şeyhülislâmlarının, ezcümle Ebussuud Efendi’nin Şia’yı tekfir eden fetvâsı var mıdır?
    Cevab: Şia mezhebi fırka fırkadır. İçlerinde müslümanlık dairesinde kalanlar da vardır. Hazret-i Ebu Bekr’in sahabiliğini veya Hazret-i Âişe’nin ismetini inkâr ederek dinden çıkanı da vardır. Allahü teâlânın Hazret-i Ali’ye hulul ederek Ali diye göründüğüne veya Cebrail aleyhissselamın peygamberliği yanlışlıkla Hazret-i Ali yerine ona çok benzediği için Hazret-i Muhammed’e getirdiğine inanarak zındıkaya düşenleri de vardır. Binaenaleyh Şia’nın bazı fırkaları ehl-i bid’at, bazıları mürted ve bazıları mülhiddir. Bazı Şia fırkaları da tarih içinde ortadan kalkmış ve bugüne intikal etmemiştir.
    15 Şubat 2016 Pazartesi
  • Sual: Ebu Tâlib küfr üzere mi ölmüştür?
    Cevab: İnsanların hangi imanla öldüğünü ancak Allah bilir. İnsanlar zâhire göre hükmederler. Ebu Tâlib, Hazret-i Peygamber’in telkin ettiği imanı ikrar etmediği için küfr üzere öldüğüne hükmedilmiştir. Hadis-i şerifte, cehennemde azabı en hafif olan, Ebu Tâlib’dir. Ayağına ateşten ayakkabı giydirilecek, beyni kaynayacak” buyuruldu. Hazret-i Abbas, kulağını yaklaştırıp, “Yeğenim, senin söylediğini söyledi” dediyse de, o zaman müslüman olmadığı için şahadeti makbul tutulmamıştır. İbni Hacer’in rivayetine göre Hazret-i Peygamber’e bir ikram olmak üzere, sonradan anne ve babası ile beraber amcası da diriltilmiş, iman ederek vefat etmişlerdir. Şu halde Ebu Tâlib’in imanı üzerine konuşmak, kâfir olarak öldüğünü dillendirmek doğru değildir. Hazret-i Peygamber’i incitecek şeylerden kaçınmalıdır.
    15 Şubat 2016 Pazartesi
  • Sual: Farabi ve İbni Sina, herhangi bir mezhebe bağlı mıydı? 
    Cevab: Önceleri Hanefi mezhebinde idiler. Sonradan Ehl-i sünnete uymayan fikirler ileri sürdükleri rivayet olunmaktadır.
    20 Şubat 2016 Cumartesi
  • Sual: Zâhiriye mezhebi, Ehl-i Sünnet mezheplerinden mi sayılır?
    Cevab: Zâhiriye mezhebinin kurucusu Davud ez-Zâhirî Ehl-i sünnettir. Zahiriyye mezhebinin kavilleri üzerinde ulema ihtilaf etmiştir. 1.Ebû İshak İsferâyînî ve İmamü’l-Haremeyn Cüveynî, kıyasa karşı olduğu için Dâvud Zâhirî’nin kavillerine itibar edilmeyeceğine kâildir. 2.Ebû Amr bin Salâh ise, Dâvud Zâhirî’nin celî kıyası değil, istihsanın bir türü olan hafî kıyası reddettiğini; celî kıyası inkâr edenin İbn Hâzm olduğunu; bu sebeple Dâvud’un celî kıyasa muhalif olmayan kavillerinin muteber sayılacağını söylemektedir. 3.Ebû Hâmid Gazâlî, Mâverdî, Ebû Tayyib gibi ulemâ ise Dâvud Zâhirî’nin kavillerinin her halde muteber olduğu kanaatindedir. 4.İbnü’s-Sübkî de, Dâvud’un icmâʽya aykırı olmayan kavillerinin nazar-ı itibare alınacağını kaydetmektedir. Kavillerinin esas alınmasına kâil olanların, Dâvud Zâhirî’yi müstakil bir mezheb kurucusu olmaktan ziyâde, Şâfiʽî mezhebinde müctehid olarak gördükleri anlaşılmaktadır. Ancak Zâhirî mezhebinin kavilleri günümüze çok sağlıklı bir şekilde ulaşmış değildir. Ekserisi Zâhirî ulemasından İbni Hâzm’ın kitaplarındadır. İbni Hâzm ise, felsefeyle yakından meşgul olmuş; Dâvud’dan da ileri geçerek kıyasın her türlüsünü ve taklidi reddetmiştir. Bu sebeple ulemâ tarafından Ehl-i sünnet hârici görüldüğünü Şihristânî el-Milel ve’n-Nihal kitabında bildiriyor. İbni Hâzm’ın temsil ettiği görüşler, Selef-i sâlihîn, mânâsı açık olmayan nassları te’vîl ettikten sonra ortaya çıktığı için icmâʽya aykırı görülmüş ve nazara alınmamıştır. Çünki Selef bir hususta ihtilaf ettiği zaman, onların ihtilaf ettiği görüşlerin dışında başka bir görüş ileri sürmek icmâʽya aykırıdır.  Ayrıca İbni Hâzm, ulemânın ileri gelenleri hakkında tezyif edici sözleri ve nezâket hududunu aşan tenkidleri sebebiyle ilmî çevrelerde tasvib görmemiştir.
    20 Şubat 2016 Cumartesi
  • Sual: Muhyiddin Arabî hazretleri hangi mezhebde idi?
    Cevab: Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin mezhebi hakkında sahih bir malumat yoktur. Mâlikî veya Şâfiî olduğuna dair rivayetler vardır. Fıkıh ilmine dair te’lifatı olmadığı için bunu tespit etmek kolay değildir.
    20 Şubat 2016 Cumartesi
  • Sual: Hürrem Sultan’ın resimleri gerçek midir? Eğer gerçekse niye başı açıktır?
    Cevab: Gerçek olup olmadığını bilemeyiz. Hayal mahsulü olmak ihtimali fazladır. Müslüman kadınlar evlerinde başı açık oturabilirler.
    20 Şubat 2016 Cumartesi
  • Sual: Sultan II. Abdülhamid'i doğru anlamak cihetinden hangi kitapları tavsiye edersiniz?
    Cevab: Sultan Hamid hakkında taraftar ve muhaliflerin çok eseri vardır. Çoğu sübjektiftir. Bu mevzuda çok kitap okuyup bir sentez yapmalıdır. Yılmaz Öztuna’nın Türkiye Tarihi’nin 12. Cildi; İsmail Hami Danişmend’in kronolojisinin 4. cildi; İbnüleminin Son Sadrazamlar kitabındaki alakalı bahis; Ayşe ve Şadiye Sultanların hatıraları ile "Behice Sultan'la Altı Ay" okunabilir. Sonra bu mevzuda yazılmış hususi kitaplara geçebilirsiniz.
    18 Nisan 2016 Pazartesi
  • Sual: Son halife Abdülmecid Efendi'nin padişahların içki ve esrar içtiğine dair bir mektup yazdığı, televizyonda söylendi. Bunu nasıl tefsir etmelidir?
    Cevab: Vesika doğru bile olsa, Abdülmecid Efendi bunları bilemez. Bununla asırlar önce yaşamış muhterem zatlara sui zan edilemez.
    26 Nisan 2016 Salı
  • Sual: Kadın, orduda muharib olarak yer alıp, savaş idare edebilir mi? Bazıları Hazret-i Âişe'nin idare ettiği Cemel Vak’asından hareketle caizdir diyor.
    Cevab: Umumi seferberlik olmadıkça, kadınlar harbe, cihada çıkamaz; orduda yer alamaz. Ordu kumandanı hiç olamaz. Cemel Vak’ası harp değil; Hazret-i Âişe kumandan hiç değildi.
    26 Nisan 2016 Salı
  • Sual: Sadeddin Köpek hain miydi? Ona köpek isminin verilmesinin hikmeti nedir?
    Cevab: Selçuklu Veziri idi. Çok güç kazandı. Sonra sultanın oğlu olduğunu iddia edip bu gücünü istismara kalkışınca, ortadan kaldırıldı. Mimar ve kumandan idi. Eski Türklerde (hatta Araplarda) bilhassa vahşi hayvan ismi koymak yaygındı. Köpek bir hakaret lafzı değildi.
    26 Nisan 2016 Salı
  • Sual: Erzincan ve Kemah’da bulunan Sağıroğlu ailesi Türkmen midir? Kürt olabilirler mi?
    Cevab: Kürt değildir.
    26 Nisan 2016 Salı
  • Sual: İmam Zeynelâbidin hazretlerinin anneannesinin Göktürk olduğu doğru mudur?
    Cevab: İmam Zeynelâbidin’in annesi, son İran Şahı’nın kızı idi. Bu kızın annesi, bir Göktürk Prensesi idi. Şu anda İran Şahlarının ve Göktürk Hükümdarlarının soyundan geldiği kat’i olan tek zümre, Hüseynîlerdir.
    26 Nisan 2016 Salı
  • Sual: Yahudilerin büyük İslâm kumandanı sahâbi Ka’ka hazretlerine hakaret olmak üzere çocukların def-i hacetine kaka dediği doğru mudur?
    Cevab: Çok gülünç bir iddiadır. Müslümanların bile fazla tanımadığı bir sahabeyi Yahudiler nereden biliyormuş ve ona düşman oluyormuş? Bu zâtın ismi Ka'ka' idi. kef+ayın+kef+ayın. Kaka ise bambaşka bir imlâ ve kaf harfi ile yazılır. Kaka, çocuk dilinde ıkınma için kullanılır. Üniversel bir kelimedir. Farsça, kak, Yunanca, kaká, Ermenice, k'ak', Latince, caca, Fransızca caca hep dışkı için kullanılır.
    10 Haziran 2016 Cuma
  • Sual: Sultan Abdülhamid devrinde hiç toprak kaybedilmediği doğru mudur?
    Cevab: Sultan Hamid'in saltanatının ilk yıllarında iktidar Mithat Paşa ve avanesinin elindeyken 1877 Osmanlı Rus Savaşı çıktı. Mağlubiyetle biten bu harb neticesinde imzalanan anlaşmalarla, çok toprak kaybedildi. Bunlarda Sultan Abdülhamid'in bir rolü yoktur. 1878’de iktidarı eline aldı. 1908’e kadar tek elden memleketi idare etti. Onun zamanında savaş ve toprak kaybı olmamıştır.
    12 Haziran 2016 Pazar
  • Sual: Osmanlı Devleti’nin Sultan Mecid ve Sultan Aziz zamanında dışardan borç aldığı, bununla saray yaptırdığı ve bu sebeple ekonominin bozulduğu iddiası doğru mudur?
    Cevab: Borç, Kırım Harbi’nin masraflarını karşılamak için alınmıştır. Dolmabahçe Sarayı ihtiyaç için yapılmıştır. Saray, devletin idare edildiği yerdir. Buna harcanan para ise memleket ekonomisi içinde kalmıştır. Ama bu dış borcun memlekete zarar verdiği ve yıkılmasında rol oynayan âmillerden olduğu doğrudur.
    12 Haziran 2016 Pazar
  • Sual: Seyyid Nesimî’nin şiirlerinin okunması caiz midir?
    Cevab: Seyyid İmadüddin Nesimî, şair ve tasavvuf ehlinden idi. Haleb’de iken, vahdet-i vücud sarhoşluğundaki bazı yazıları ve sözleri, İslamiyet'e uygun görülmeyerek, 1417’de idam edildi. Müncid’de ve, Tokatlı şair Lütfullah Efendi’nin Tezkiretü’ş-Şuara’sında, Hurufî olduğu bildirilmektedir. Mesnevî şârihlerinden Sarı Abdullah Efendi, Semeratü’l-Fuad kitabında ve İsmail Hakkı Bursevî, Ruhu’l-Beyan tefsirinde, kendisinin Ehl-i sünnet ve ehl-i tarik olduğunu yazmaktadırlar. Ali Cânib Bey, Edebiyat kitabında, “Bu Türk şairi hakkında en mevsuk malumatı, kendi asrında yaşamış olan meşhur âlim İbni Hacer Askalânî vermektedir. İbni Hacer’e göre, Seyyid Nesimi Tebrizlidir. Asıl ismi Şeyh Nesimeddindir. Hurufîlik yolunun müessisi Fadlullah Esterâbâdî’nin talebesidir. Divanının en doğru olanı Bayezid kütüphanesindedir. Azerî lehçesi ile yazmıştır”. Önce Hurufî olduğu, sonra tövbe ettiği anlaşılıyor. Ancak şeriat zâhire baktığından, tövbesi idamına mâni olmamış olsa gerek.
    12 Haziran 2016 Pazar
  • Sual: İmam-ı Azam hazretlerinin ‘Son iki sene olmasaydı Numan helak olurdu’ ifadesinin Şianın uydurması olduğu iddiasına ne denir?
    Cevab: Böyle bir rivayet vardır. Sünnî kitaplarda da zikrediliyor. Cafer Sadık hazretleri ile geçirdiği iki seneyi ifade ediyor. İki sene yerine iki sünnet olmasaydı diye de rivayet ediliyor. Burada kast edilen, Hazret-i Peygamber’in ve eshabının ya da ehli beytinin sünneti diye tefsir edilmiştir.
    25 Haziran 2016 Cumartesi
  • Sual: Mısırlı Hafız Abdüssamed’i dinlemekte teganni cihetinden bir beis var mıdır?
    Cevab: Yoktur. Ancak Abdüssamed, kıraati ilim ehli tarafından makbul tutulmuyor. Halil Husarî makbul ve muteberdir.
    7 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: Sultan 1. Mustafa Han için aklî dengesi yerinde değil idi diyorlar. Aslı var mıdır?
    Cevab: Hayır. O zamanki tarihlerde, dervişmeşrep ve cezbe hâli galipti diyor. Tasavvufla meşguliyet bazen başkalarında dengesiz gibi idrake dilen hareketlere sebep olabiliyor. Belki de beyninde ur vardı; mental bir rahatsızlığı olması da mümkündür. Ama böyle olsaydı, ulema onu padişah yapmazdı.
    7 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: Şah İsmail’den sonraki Safevî şahları da dahil olmak üzere İran hükümdarlarının hepsi de gulât-ı şiadan mıydı?
    Cevab: Hayır. İçlerinde Şah I. Abbas (gibi Şia’nın aşırılarından şahlar olduğu gibi; II. Tahmasp gibi mutedil şiî olanlar da vardır. Caferiyye mezhebine mensupturlar. Sonraki şahlar arasında Sünnî olan bir-iki tane vardır. Şah I. Tahmasp’ın oğlu Şah II. İsmail (1534-1577) Sünnî ve Şâfiî idi. Kendisini bu yüzden zehirleyerek öldürdüler. 1722-1729 arası tahtta kalan Afgan asıllı Üveysî hanedanı sünnîdir. Avşarlardan Nâdir Şah önceleri Sünnî iken, İran’da tutunabilmek için mutedil şiîliği kabul etti. Kacarlardan Muhammed Şah (1789-1820) Sünnî ve Nakşî idi. Son şah Muhammed Rıza Pehlevî, Şiî Caferî olmakla beraber, hac seyahati vesilesiyle fikriyatında bir değişiklik yaşamıştı. Sünnîlere yakınlık duyar; onlara hürriyet verirdi. Bu sebeple mutaassıp Şiîler tarafından darbe ile devrilmiştir.
    7 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: Hazret-i Hasen’i, Yezid’in evlenme vaadi ve tahrikiyle zevcesinin öldürdüğü doğru mudur?
    Cevab: Hazret-i Hasen’i zevcesinin elmas tozuyla zehirleyerek öldürdüğü meşhurdur. Bunu Yezid’in yaptırttığı Şiî uydurmasıdır. Nitekim bunu söyleyen Taberî, meşhur tarihçi ve âlim Taberî değil; bu isimde bir Şiîdir. Kıskançlık saikiyle yaptığı bilinmektedir.
    7 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: Üveys Paşa’nın Yavuz Sultan Selim'in oğlu olduğu iddiasına ne dersiniz?
    Cevab: Saraydan çırak edilerek evlendirilen bir cariyenin çocuğunun Yavuz Sultan Selim’e benzemesi sebebiyle çıkarılmış bir dedikodudur.
    28 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: Orhan Gazi'nin annesi Şeyh Edebali’nin kızı mıdır?
    Cevab: Rivayetler muhteliftir. Şeyh Edebali'nin kızı olması meşhurdur.
    28 Aralık 2016 Çarşamba
  • Sual: Marco Polo’nun Çin’e gitmediği doğru mudur?
    Cevab: Marco Polo'nun Çin'e gitmediği, İran'a kadar gidip, buradan Çin’i görmüş olanların anlattıklarına dayanarak seyahatnamesini yazdığı söyleniyor. 800 sene önce cereyan eden bir hadise hakkında kati bir şey söylemek mümkün değildir. Avrupalı seyyahların bazısı gitmedikleri yerler hakkında propaganda vs maksadladla işittiklerine istinaden cildlerle kitap yazmıştır.
    19 Şubat 2017 Pazar
  • Sual: Sultan Fatih ressama poz vermiş midir?
    Cevab: İstanbul’un imarı için gelen Mimar Bellini görüp, padişahı zihninden çizmiştir.
    19 Şubat 2017 Pazar
  • Sual: Hanbeli mezhebinde namaz kılmayan mürted olduğuna ve mürtede de namaz kılmak farz olmadığına göre, İbni Teymiyye’nin ‘senelerce kılınmayan namazların kazası olmaz’ demesi eden tenkid ediliyor?
    Cevab: Birincisi, İbni Teymiyye, önceleri Hanbelî mezhebinde iken, sonraları ayrı bir yol tutmuştur. İkincisi Hanbelî’de namaz kılmamak irtidad sebebidir. Ama bu, kazâya mâni değildir. En azından kılmadığı son namazı, tevbe edince kazâ edecektir. Özürsüz olarak kılınmayan namazın kazâ edilmesine karşı çıkmak hatalıdır.
    21 Nisan 2017 Cuma
  • Sual: Sava Paşa'nın, “İmam-ı Azam'ın en büyük hizmeti, kelimelerin hüküm ve nüfuzundan kurtulmuş bir hukuk nehci tanıtmış olmasıdır”. Bu ne manaya geliyor?
    Cevab: İmam-ı A’zam Ebu Hanife, lafzî değil, gâî tefsire ehemmiyet verirdi. Yani nassların lafızlarına değil; mânâlarına bakardı.
    21 Nisan 2017 Cuma
  • Sual: Bir yerde okuduğuma göre, “Sultan Hamid, Jön Türklerin siyasî taleplerini zamanında dikkate alsaydı; 1908 ihtilaline gerek kalmazdı ve tahtını da kaybetmezdi. Ne dersiniz?
    Cevab: Hâdise bu kadar basit midir? Sultan Hamid bu talepleri kabul etseydi, çözülme daha evvel olurdu kanaatindeyim. Çünki maksad sadece parlamento değil; başka bir zümrenin hâkimiyetini kurmak ve emellerini gerçekleştirmekti.
    6 Mayıs 2017 Cumartesi
  • Sual: Bazı tarihçiler sefere çıkmadığı için Sultan II. Bayezid’i tenkid etmektedir. Ne dersiniz?
    Cevab: Sefere ihtiyaç olunca ve imkân varsa çıkılır. Sultan Fatih devri hep seferlerle geçmişti. Bunun getirdiği malî ihtiyaçları karşılamak için yerine geçen Sultan II. Bayezid sulh devresi tesis etti. Bu devirde memleketi imar etti. Bu devirde birkaç ehemmiyetsiz sefer olmuştur. Şahkulu isyanının üzerine gitmemesinin sebepleri çoktur. Hâdisenin bu kadar büyüyeceğini tahmin etmemiştir.
    6 Mayıs 2017 Cumartesi
  • Sual: Bir tarihçi, Sultan Abdülhamid’in, Siyonistlerin Filistin için vaad ettiği parayı az bulduğundan dolayı kabul etmediğini söyledi. Ne dersiniz?
    Cevab: Kitaplar böyle demiyor. Bu doğru olsa bile, onları oyalamak için veya alay etmek için söylemiştir.
    6 Mayıs 2017 Cumartesi
  • Sual: Fatih’in Sadrazamı Mahmut Paşa şer'an hangi sebeble idam olunmuştur?
    Cevab: Mahmud Paşa, Bosna Seferi ve Otlukbeli Savaşı'ndaki bazı hataları sebebiyle padişahın gözünden düşmüş; azledilip sürgün edilmişti. Bundan sonra Şehzade Mustafa'nın vefatında güya eğlence tertiplemesi bardağı taşıran son damla olmuş. Bunun üzerine Şehzade Mustafa'yı onun zehirlediği rivayeti çıkmıştır Buna da sebep olarak Şehzade Mustafa'nın Mahmut Paşa'nın karısını baştan çıkarmış olduğu şeklinde anlatılır. Hâdise tamamen dedikodudur. Mahmut Paşa'nın hanımı, Şehzade Mustafa'nın hareminden çıkma bir cariye idi. Mahmud Paşa seferde iken, ziyaret sebebiyle eski kapısına gitmiş; burada haremde misafir olarak kalmıştı. Mahmut Paşa taraftarları bu dedikoduyu tertipleyip ileri sürmüşlerdir.
    23 Mayıs 2017 Salı
  • Sual: Sultan Abdülhamid’in annesi Tirimüjgan Sultan Ermeni mi, Çerkes midir?
    Cevab: Bir gayrımüslimin halife sarayında ne işi var. Tirimüjgân Kadınefendi, saraydaki hanımların hemen hepsi gibi Çerkez asıllıdır. Şapsığ kabilesindendir. Sultan Hamid’den yüz bulamayarak yurt dışında aleyhinde kitaplar yazan Ahmed Saib, güya halkın gözünden düşürmek maksadıyla Sultan Hamid’in annesinin Çandır adında Ermeni bir kadın olduğunu yazmıştır. Şu kadar ki, Osmanlı kültüründe bir Müslümanın hangi ırktan olduğu mühim değildir. Zira insan ırkını seçemez.
    23 Mayıs 2017 Salı
  • Sual: M. Akif’in câmide çok ağlayan birini gördüğü, bu kişinin Sultan Hamid zamanında askerlikten ayrıldığı için rüyasında Peygamber Efendimizi görerek, Sultan Hamid’e atfen, ‘Senin istifa ettirdiğini, biz de istifa ettirdik’ dediği hâdise gerçek midir?
    Cevab: Hâdise, başka bir menkıbenin, uyarlanmış hâlidir. Akif taraftarlarının, Sultan Hamid düşmanlığın güya nâdim olduğunu göstermek için tertip ettiği bir hâdise olduğu çok açıktır. Menkıbe, Halife Harun Reşid zamanında, ibadetle meşgul olmak üzere, halifenin istememesine rağmen memuriyetten istifa eden birinin gördüğü rüyaya dairdir. Yerine geçen Müslümanlara zulmettiği için, rüyasında Peygamber Efendimiz kendisinden yüz çevirmiş ve halifeye senin istifasını kabul ettiğin kimsenin biz de istifasını kabul ettik buyurmuş; o da gidip istifasını geri almıştır.
    23 Mayıs 2017 Salı
  • Sual: Osman Gazi'nin asıl adının Ataman olduğunu söylüyor. Buna delil olarak da baba, amca ve kardeşlerinin ismi Türkçe iken, kendisinin isminin Arapça olma ihtimalinin düşük olmasını delil gösteriyorlar. Ne dersiniz?
    Cevab: Osmanlı tarihleri öyle yazmıyor. Osman Gazi’nin parası bulundu. Üzerinde Osman bin Ertuğrul yazıyor. Arab alfabesindeki peltek se’nin Avrupa lisanlarında t harfi ile yazılmasından kaynaklanan bir yanlış anlaşılmadan ibarettir.
    23 Mayıs 2017 Salı
  • Sual: İbn Hazm, Ehl-i Sünnet midir?
    Cevab: Hayır. İcmâya muhalif sözleri vardır.
    23 Mayıs 2017 Salı
  • Sual: Timur hakkındaki düşüncenizi merak ediyordum. Bazıları saf Türk olduğunu, siz Moğol olduğunu iddia ediyorsunuz. Timur’un Yıldırım Bayezid'i esir aldıktan sonra ona hürmet ettiğini, kaçırma teşebbüsü olduktan sonrada kafese koyduğu söyleniyor; siz bu hürmeti şanına yakıştıramadığı için Timur'dan kapalı bir araba istediğini iddia ediyorsunuz. Timur hakkındaki biyografik yazılarda çok zalim biri olduğunu okudum. Diktiği kafatası kulelerini, Bağdat''a girdiğinde askerlerinin her birinden bir kelle istediğini, Isfahanlıların isyanını bastırdığında onların 7 yaşından küçük çocuklarını ailelerin gözleri önünde atlarına saatlerce çiğnettiğini ve sağlam kafataslarından kule diktiğini vs. Ayrıca onun Osmanoğullarının aksine ilayı kelimetullah gibi bir davası olmayıp sadece şan şöhret uğruna cihangir olmayı istediğini, yine Osmanoğullarının aksine o istila ettiği yerlerde nizam kurmayıp istiladan sonra başka hedeflere yöneldiğini, bunun içindir ki imparatorluğunun kendisiyle kaim olup kendisinden kısa müddet sonrada yıkıldığını, bir kaç sefer dışında hayatı boyunca Müslümanlarla savaştığını okudum. Bayezid'e sığınan iki hükümdarın verilmemesini bahane ederek Anadolu’yu tarumar etmesi ne kadar doğrudur? Kendisine sığınanı vermemenin Oğuz töresinde olduğunu yazmışsınız. Sultan Yıldırım’ın sınır dışı edebileceğinden söz etmişsiniz. Lakin sınır dışı etseydi Timur'un gazabından kaçabilecekler miydi? Bu da bir nevi sığınanı vermek sayılmaz mı? Timur baştan işin bu noktaya geleceğini hesap ederek onları istemeseydi, en azından Rumeli'de fetihler yapıp İslâmiyeti yayan bir devlet uğruna bunu hoşgörüp Yıldırım'a mektup göndermeseydi doğru olmaz mıydı? Osmanoğullarının
    ilayı kelimetullah gibi bir davası varken böyle bir cihangire tabi olması beklenebilir mi? Timur'un kendisine bağlı olmasını istemesi bir nevi savaş istemesi manasına gelmez mi? bir de ordusunun yaptığı zulümleri ona isnad etmenin yersiz olduğunu söylemişsiniz. Fakat o da Yavuz gibi bir meyve çalmayan ordu kuramaz mıydı? Bu, onun mesuliyeti değil midir? Bütün bunlar muvacehesinde Timur hakkındaki kıymet hükmümüzün müsbet olması ne kadar mümkündür?
    Cevab: Emir Timur hakkında, ifrat ve tefrit vardır. Evet, Hurufîlere karşı harekâtı ve İzmir’i hrıstiyanlardan fethi haricinde müsbet sayılacak bir icraatından pek söz edilemez. Ama müslümandır. Âlimlere hürmetkâr olduğu biliniyor. Şah-ı Nakşibend tekkesi yanından geçerken, halı ve kilimlerin havalandırıldığını görmüş; tozların altından geçerek bereketlenmek istemiştir.
    Yıldırım Bayezid ile savaşmaya başta gönülsüz olduğunu; hatta aleyhinde konuşanlara, “O bir İslâm mücahididir” dediğini biliyoruz. Müzevir ve müfsidlerin her zaman olduğu gibi, bu harbde de rolü vardır. Ama Sultan Bayezid de alttan almamıştır. Timur, harbden sonra Osmanlılara hürmet etmiş; ailesini ve memleketini yok etmemiştir. Bu bile şükredilecek bir hâdisedir. Zira âyet-i kerimede meâlen, “Hükümdarlar bir beldeye girdiği zaman, orayı yerle bir eder; insanlarını da zelil kılar” buyuruluyor. Emir Timur’un Sultan Bayezid gibi bir mücahidle savaşması büyük kabahattir. Hele, Osmanlıyı kendisine hasım edinmesi büyük suçtur. Çinlilerle savaşacağına, hep Müslümanlarla savaşması affedilecek gibi değildir. Üstelik ne sebeple olursa olsun, Altınordu Devleti’ni yıkarak, Rusya’nın kurulmasına yol açmak, İslâm-Türk tarihi cihetinden bir felâkettir. Bu da Timur’un ileri görüşten mahrum bulunduğunu; siyasetinin, askerliği kadar olmadığını gösteriyor.
    Kafes ve araba meselesini ben iddia etmiyorum. Muteber bir Osmanlı tarihi olan Mir’at-ı Kâinat yazıyor. Tarih, iddia makamı değildir.
    Osmanlı padişahlarının hiç biri, Emir Timur ile, hatta kimse ile mukayese edilemez. Timur ordusunun ekserisi bir çapulcu sürüsüydü. Emir Timur, bir mücâhid değildir. Muhteşem bir asker ve cihangirdir. Düşmanlarına karşı acımasız, dostlarına ve boyun eğenlere karşı mürüvvetkâr idi. Ama böyle güçlü bir cihangir ile pervasızca savaşmak da kabahattir.
    İmam Rabbani hazretlerinin Timur’u över gibi anlaşılan sözleri, Emir Timur'un torunu olan zamanın Hindistan sultanına, dedesinin âlimlere, ezcümle Nakşi büyüklerine karşı hürmetini hatırlatan bir mesajdır. Ölülerinizi hayırla anınız. Hata ve sevaplarıyla âhiret gitmiş biri için Allah hükmünü verir; insana rahmet dilemek düşer.
    23 Mayıs 2017 Salı
  • Sual: Vehhab Allahü tealanın ismi olduğuna göre, Vehhabi demek doğru mudur?
    Cevab: Malum mezhebin kurucusunun adı Muhammed bin Abdilvehhab olduğu için, bütün Müslümanlar bu mezhebe Vehhabilik adını vermiştir. Meşhur olan isim budur. Nice ulema, bu tabir ile onları anmıştır. İbni Abidin’de, Nimet-i İslam’da da böyledir.  Caiz olmasa anmazlardı.
    21 Haziran 2017 Çarşamba
  • Sual: Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri için Şâfiî mezhebli, Hanefî meşrebli ifadesi ne manaya geliyor?
    Cevab: Mezhebi Şâfiîdir; Hanefî’nin şartlarını da gözetir.
    2 Temmuz 2017 Pazar
  • Sual: Ebû Tâlib icin Allah’tan rahmet istemenin itikadî cihetten bir mahzuru var mıdır?
    Cevab: Mahzurludur. Vefatına kadar iman etmediği sâbittir. Vefat ettiğinde, Resulullah aleyhisselâm, Hazret-i Ali’ye “Git babanı gasledip kefenle ve defnet; ben rabbimden istiğfar edeceğim” buyurunca, “Müminlere, müşriklerin affı için Allah'a yakarması yakışmaz” meâlindeki âyet-i kerîme (Tevbe: 123) nâzil oldu. Resulullah aleyhisselâm sonradan “Ateştekilerin azabı en hafif olanı Ebû Talibdir. Ayağına ateşten ayakkabı giydirilecek, dimâğı kaynayacak”  buyurdu. Ancak sonradan diriltilip, iman ettiğine dair bir rivayet de vardır. Ahkâmdan olmadığına nazaran bununla amel etmeye beis yoktur demişlerdir. Resulullah’ı üzecek hususlarda konuşmamak en iyisidir.
    2 Temmuz 2017 Pazar
  • Sual: Adaletiyle bilinen Sasani hükümdarı Nuşirevan hangi dine mensuptu?
    Cevab: Zerdüşt dininde idi.
    2 Eylül 2017 Cumartesi
  • Sual: Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilip hapsedildikten sonra, “Bundan sonra, Cebrail aleyhisselâm gökten inse, padişah olmam. Cenâb-ı Hakkın takdîri böyle imiş” dediği doğru mudur?
    Cevab: Böyle dediği rivayet ediliyor. Münasip bir söz değil ama, psikolojik çöküntü içinde birinin sözüne bakılmaz. Nitekim son cümlesi, sağlam bir iman ve tevekküle delâlet ediyor.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: Hatay ve Hitay arasında da bir irtibat var mıdır?
    Cevab: Alâkası yoktur. Hıtay adında Çin hududunda bir Türk yurdu ve Hıtay adında bir halk vardır. Hatay uydurma bir tabirdir. Şah İsmail, Hatay kabilesine mensup değildir. Şiir yazarken kullandığı ve hatalı, kusurlu manasına Hataî mahlâsını, böyle zannedenler olduğu anlaşılıyor.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: Said Nursî Vehhabiliği müdafaa etmiş midir?
    Cevab: Hayır. Hafife alarak yanlış teşhisde bulunmuştur. Vehhabiliğin, Şiîlikten farklı olarak, İslâmiyetin içinden zuhur ettiğini; yok olup gideceğini söylemiştir.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in Mutezile mezhebine mensup Kunduri adlı veziri vazifelendirmesini nasıl anlamak lazımdır?
    Cevab: Her cins insan, kabiliyeti gereği veya şartlar icabı vazifeye getirilebilir. Ancak bu gibi şahısların böyle vazifelere getirilmesi, tarihte menfi neticeler doğurmuştur.
    28 Aralık 2017 Perşembe
  • Sual: Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretlerinin “Bu millet Sultan Aziz’in ahını çekiyor, Sultan Hamid’e daha sıra gelmedi” dediği rivayet ediliyor. Şimdi sizce Sultan Hamid’in ahına sıra geldi mi veya geçti mi?
    Cevab: Sizce geçti mi? Sultan Aziz’i tahttan indirip öldürttüğü mahkeme kararıyla sübut bulmuş ve mahkum olmuş Mithat Paşa’nın nâmı her yerde hürmetle yaşatılıyor.
    28 Aralık 2017 Perşembe
  • Sual: Niyazi Mısrî’nin Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in Resul olduğunu iddia etmesi ve bundan dolayı mesela İsmail Maşuki gibi cezalandırılmamasını nasıl anlamak lazımdır?
    Cevab: Bu sözün ona nisbeti sahih olmayabilir. Şathiye olabilir. Şeriat zahire bakar. Cezbe hali galib idi. Bu sebeple amme-i cemiyetin selameti için Midilli adasına sürgün edildi. Niyazî, Sôfiyyenin meşhurlarından ve Halvetî meşâyıhindendir. Anadolu’da Soğanlı’da tevellüd etti. Mısır’da tahsil gördü. Bursa’da yaşadı. 1693’de Limni adasında vefat etti. Sultan Mecid, Limni’ye geldiğinde kabrini aratıp tamir ettirmiştir. Türkçe divânı çok yanık ve tatlı olup, birkaç kere basılmıştır. Bazı yazarlar, bunun için, sonradan sapıttı diyorlar. Şiirleri, hele “Peygamberimiz Muhammed Mustafa hepimizden üstündür. Âli güzel, Eshâbı çok temizdir” beytleri bunu tekzib etmektedir.
    5 Nisan 2018 Perşembe
  • Sual: Oğuzhan, Zülkarneyn aleyhisselam, Metehan aynı mı?
    Cevab: Böyle olduğunu söyleyenler var ise de makbul tutulmamıştır.
    5 Nisan 2018 Perşembe
  • Sual: Kendisini selefe atfeden bazı fırkalar, umumiyetle Hanbeli mezhebinden çıkmışlar ve kendilerini hep İmam Ahmed bin Hanbel’e nisbet ediyorlar. Bunun sebebi nedir?
    Cevab: İmam Ahmed Hazretleri fazla ictihadda bulunmamış; zayıf da olsa hadis-i şeriflerle amel etmiştir. İtikadda Selef-i sâlihîn itikadında olup, müteşâbih nassları te’vilden kaçınmıştır. Onun için bu tür marjinal gruplar, umumiyetle Hanbelî mezhebinde olup da bu yolu iyi tanımayan kişiler arasından çıkmıştır. İmam Ahmed tevil yapmadığı halde, bunlar tevil yapıp mücessime ve müşebbihe fırkasına dâhil oluyorlar. Aynı yolda değildirler.
  • Sual: Taşköprizade, Fatih Sultan Mehmed’in bir ara Hurufîliğe meylettiğini yazıyor. Bunu nasıl anlamalıyız?
    Cevab: Bu yanlış anlaşılıyor. Son derece entelektüel ve samimi bir Müslüman olan Sultan Fatih, bunlarla meşgul olmuş fikirlerini öğrenmiştir. Bozuk olduklarını anlayınca da kendilerini âlimlerle münazaraya davet etmiş; mağlup olunca da cezalandırmıştır. Sultan Fatih gibi bir zatın Hurufiliğe meylettiğini söylemek veya düşünmek abestir; bu yüksek şahsiyeti tanımamaktır.
    29 Haziran 2018 Cuma
  • Sual: Fatih Sultan Mehmed’in şöyle bir beytini gördüm. “Cevr-i dilber ta’'n-ı düşman sûz-i fırkat za’f-ı dil/Türlü türlü derd için yaratmış Allahım beni.” Burada biraz kadere isyan gibi bir intiba uyandırıyor. İzahı nasıldır?
    Cevab: Şiirlere bu gözle bakılmaz. Te’vil edilir. Edebiyatta sanatlar vardır. Mecaz ise en çok kullanılan sanattır.
    19 Ağustos 2018 Pazar
  • Sual: Baltacı Mehmed Paşa’nın Rusya’yı Prut Harbi’nde yıkabileceği; ama bunun yerine Çariçe Katerina ile anlaşma yoluna gittiği doğru mudur?
    Cevab: Baltacı Mehmed Paşa ile Çariçe hakkında söylenenler tamamen uydurmadır. Anlaşma yapıldığı doğrudur. Askerlerin maneviyatı bozuktu. İsteksiz savaştılar. Bu haliyle Rusya Devleti’ni değil yıkabilecek, savaşabilecek gücü bile yoktu.
    14 Eylül 2018 Cuma
  • Sual: Sultan Abdülhamid’in sigara içtiği doğru mudur? Sarayda tütüncü başı makamı var mıdır? 
    Cevab: Her ikisi de doğrudur. Tütün içmek sıhhati ve kesesi müsait olana mubahtır.
    19 Eylül 2018 Çarşamba
  • Sual: Ümmü Eymen peygamberimizin dadısı mı, kölesi miydi?
    Cevab: Annesinden kalma köleydi; hem de dadısıydı. Sonra azat edip evlendirdi.
    16 Aralık 2018 Pazar
  • Sual: Halil İnalcık’ın Şair ve Patron kitabında sarayda mahbub tabiri geçiyor. Bunlar kimlerdir?
    Cevab: Osmanlı sarayında bu isimli bir vazifeli veya şahıs yoktur. Bu bir homoseksüel tabiridir. Mef’ul için kullanılır. Bu iddialar muteber değildir. Benim Osmanlılarda Gayrı Tabii Aşklar ve Homoseksüellik adında bir yazım vardır.
    13 Şubat 2019 Çarşamba
  • Sual: Osmanlılar İmam Şamil’e neden yardım etmedi?
    Cevab: Osmanlı hükümeti, Şeyh Şamil’e edebileceği kadar yardım etti. Para, mühimmat ve zâbit gönderdi. Ama karşısında Rusya vardı. Başka ne yapabilirdi? Bir Kafkasya macerası için, bütün Rusya'yı hasım almak, Osmalı Devleti’nin tamamiyetine dokunurdu. Nihayet Şeyh Şamil’i misafir etti, hüsnü kabul gösterdi. Anlattığınız hikâye uydurmadır. Üslubundan da bunu anlamak mümkündür. Bir kere padişah hiç kimsenin eline sıkmaz. İkincisi Şeyh Şamil, kime nasıl davranacağını bilecek edeb sahibi bir zat-ı kerimdir.
    31 Mart 2019 Pazar
  • Sual: Akif’in çok tenkit edilen “Bedr’in aslanları, ancak bu kadar şanlı idi” mısrasındaki benzetme, teşbih-i maklub, yani zayıf olanın güçlü olana değil de, güçlü olanın zayıf olana benzetildiği teşbih sayılmaz mı?
    Cevab: Akaide dair meselelerde edebî sanatların yeri olmaz. Sahabe, peygamberlerden sonra insanların en üstünüdür. Ehl-i sünnet itikadı bunu icab ettirir. Ehl-i sünnet bir salih Müslüman böyle bir söz söylemez. Kur’an-ı kerim, böyle şairlere, ancak aldanmışların tâbi olacağını buyuruyor.
    31 Mart 2019 Pazar
  • Sual: Yemen kralı Tübba’nın Peygamber efendimize yazdığı mektup günümüze kadar ulaşmış mıdır? Duhan suresinde bahsedilen Tübba kavmi peygamber efendimize mektup yazan Tübba’nın kavmi mi?
    Cevab: Tübba’ Yemen’de Himyer’de Belkis’in memleketinde hüküm süren Kahtan meliklerindendir. Türkistan’a, Hindistan’a seferler yaptığı, Semerkant’ı kurduğu, Hindistan’da öldüğü, antik çağ meliklerinden dünyayı gezen beş kişiden biri olduğu rivayet edilir. Diğerleri Süleyman, Feridun, İskender ve Erdişir’dir. Bazılarına göre İskender-i Zülkarneyn, Tübba’dır.

    Bazı siyer kitaplarında yazdığına göre, Tübba’ bi’setten 700 veya 1000 sene evvel Kâbe’ye geldiğinde, Mekkeliler kendisini karşılamaya çıkmayınca kızıp Kâbe’yi yıkmaya davrandı. Ama şiddetli hastalanıp üç gün gökyüzü kararınca, bunun ilahî işaret oluğunu anlayarak tövbe ve iman etti. Mekkelilere ihsanlarda bulundu. Rüyasında gördüğü üzere, Kâbe’yi ilk defa süslü bir ipekli örtüyle örttü ki bu âdet ondan kalmadır.

    Sonra Medine’ye geçti. Beni İsrail âlimlerinden, âhir zaman peygamberinin geleceğini işitince, burada Hazret-i Musa dininden âlimler bırakıp birini bunlara reis yaptı. Resulullah için bir ev yaptırıp, bir de hürmetkâr mektup yazdı. Gelince verirsiniz diye bu âlimlere teslim etti. Medine halkından iman edenler, hep o âlimlerin neslindendir. Ebu Eyyüb el-Ensârî de onların reisi Şâmul’un soyundandır.

    İbn İshak ve başkalarının rivayetine göre Tübba'nın yazdığı mektupta şunlar varmış: “Ahmed hakkında şahidlik ederim ki o, bütün canlıları yaratan Allah’tan bir resuldür. Ömrüm uzatılırsa, o hayata geleceği vakte kadar, ben onun yardımcısı ve amcası oğlu olurdum. Şimdi ben sana ve sana indirilen kitaba iman ettim. Ben senin dinin ve sünnetin üzereyim. Senin ve herşeyin Rabbine iman ettim. Rabbinden gelen İslâm'ın bütün şeriatine de iman ettim. Eğer sana yetişecek olursam ne güzel. Şayet yetişmeyecek olursam, bana şefaat et ve kıyamet gününde beni unutma. Ben senin ümmetinin ilklerindenim. Sen gelmeden önce sana biat ettim. Ben senin ve baban İbrahim dini üzereyim.” Daha sonra mektubunu mühürleyip, onun üzerine de: “Önünde de, sonunda da emir Allah’ındır” diye nakşetti. Mektubunun üzerine adres olarak da şunu yazdı: “Allah'ın nebisi ve resûlü, peygamberlerin sonuncusu, âlemlerin Rabbinin elçisi, Abdullah oğlu Muhammed'e birinci Tübba’dan.”

    Hazret-i Peygamber, Medine’ye doğru yola çıktığında, Ebu Eyyüb mektubu Medinelilerin çok itimat ettiği Ebu Leylâ’ya verdi. Kendisini karşılayanların arasında Resulullah onu görünce, “Sen Ebu Leyla değil misin? buyurdu. “Evet” deyince “Hani Tübba’nın mektubu?” buyurdu. Ebu Leyla çok şaşırdı. Resulullah mektubu alıp okutunca, Tübba’dan razı olup, üç defa “Merhaba salih kardeşim” buyurdu.

    İsmi Ebû Kerb Es’ad bin Kerîb bin Tübba’dır. Mümin idi. Kavmini de imana getirmişti. “Tübba’yı kötülemeyin. O mümin idi, bilemiyorum peygamber midir?” hadis-i şerifinde geçen Tübba' budur. İbn Abbas, “Tübba’ bir peygamber idi.” derdi.

    Rum hükümdarlarına Kayser, İran hükümdarlarına Kisra dendiği gibi, Tübba’, zamanla Yemen meliklerinin unvanı olmuştur. Tübba’ gölge manasına olup, güneşin doğduğu yeri takib ederek, askerleriyle birlikte doğuya doğru yolculuk etmiş olmasından dolayıdır.

    Duhan suresinin 37. âyet-i kerimesinde geçen “Bunlar mı, yoksa Tübba’nın kavmi ve ondan evvelkiler mi hayırlıdır? Biz o günahkârları bile imha ettik” meâlindeki âyet-i kerimede geçen Tübba’, muayyen bir kişi değildir; bununla bütün Yemen hükümdarları kast edilir. Burada müşriklere, Tübba’ kavmi misal gösteriliyor. Onlar daha güçlü olduğu halde, Allah onları mağlup etti, manasınadır. Kâf suresi’nin 12. âyet-i kerimesinde Eykeliler gibi Tübba’ kavminin de dini yalanladığından bahsedilmiştir. Âyet, kavmini kötülemiş; ama Tübba’yı kötülememiştir.

    14 Nisan 2019 Pazar
  • Sual: Pir Sultan Abdal gerçekten yaşamış mıdır?
    Cevab:
    Pir Sultan Abdal, efsanevî bir şahsiyettir. Böyle birinin yaşayıp yaşamadığı bile kati değildir. Halk arasında anlatılanlardan başka bir kaynak yoktur. Pek çok meşhur şahıs hakkında böyledir. İptidai bir cemiyet içinde yaşamış Bâtınî bir şair olduğu, şiirlerinden anlaşılmaktadır. Bu isimde altı halk şairinden bahsediliyor. Hakkında anlatılanlara bakılırsa meşhur Pir Sultan Abdal, Sivas’ın Banaz köyünde yaşamış Hurufî mezhebinde bir şairdir. İran Şahı Tahmasb’ın Anadolu’yu işgali üzerine halkı buna itaate çağıran şiirler yazdı. Bir rivayette, Tahmasb değil, Şah İsmail olduğu iddiasıyla Şam’da ortaya çıkan ve 50 bin kişilik adamlarıyla Yozgat’a kadar yayılan bir fitneye yol açan düzme mehdiye itaate çağırmıştır. Bu sebeple Sivas valisi Hızır Paşa tarafından idam edilmiştir. Hızır Paşa 1547-1551 ile 1587-1590 arasında olmak üzere iki defa Sivas valiliği yapmıştır. Şiirlerinde çeşitli temalar olmakla beraber, Hazret-i Ali hakkında ulûhiyyet iddiasına varan sözlerinden, Gulat-ı Şia’ya mensup olduğu anlaşılmaktadır.
    12 Mayıs 2019 Pazar
  • Sual: Ziya Şakir'in kitaplarını tavsiye ediyor musunuz? 
    Cevab:
    Ziya Şakir, İttihatçı bir gazetecidir. Kitaplarında İttihatçılara medhiyeler düzer; İttihatçı olmayanları istihfaf eder. İyi bir tedkikçidir. Her kitabı okurken temkinli olunmalıdır.
    24 Ağustos 2019 Cumartesi
  • Sual: Hammad bin Ebu Süleyman hayatının sonraki zamanlarında Mürcie inancını benimsemiş ve bu sebeple hocası İbrahim en-Nehai, onun kendi yanına gelmesini men etmiş. Bunun aslı var mıdır?
    Cevab: Bu Mürcie, Ehl-i bidat Mürciesi değil; Ehl-i sünnet Mürciesidir. Yani ameller imandan bir cüz değildir şeklinde hülasa edilecek bir mezheptir. Amel ile imanı kati hatlarla ayıran Mürcie, bid’at fırkasıdır. İlk devir uleması için bu gibi hatalı değerlendirmelere çok rastlanır. Ehl-i sünnetten olan çok âlime, Ehl-i beyti sevdiği için, Şiî, sahabi arasındaki ihtilaflarda bitaraf olduğu için, Harici; irade hürriyetine inandığı için, Mutezile dendiği olmuştur.
    4 Ocak 2020 Cumartesi
  • Sual: Adnan Adıvar’ın  "Tarih Boyunca İlim ve Din"  ile "Osmanlı Türklerinde İlim" kitaplarını tavsiye eder misiniz?
    Cevab: Oryantalist tesirinde yazılmış olmakla beraber ihtiyatla okunursa faydalıdır.
    17 Ocak 2020 Cuma
  • Sual: Ahmed Cevdet Paşa’nın kitaplarını, bilhassa Kısas-ı Enbiya’sını, okurken ihtiyatlı olunması lazım gelen hususlar var mıdır?
    Cevab: Emeviler, bilhassa Hazret-i Muaviye hakkında, bir kısım dalkavuk Abbasi tarihçilerinin bazı yanlış ve yakışıksız nakillerini, farkında olmadan olsa gerek, kitabına yazmıştır.
    13 Mart 2020 Cuma
  • Sual: “Ben adil bir hükümdar zamanında geldim” hadîs-i şerifinde bahsedilen hükümdar kimdir?
    Cevab: Sasani hükümdarı Nuşirevan.
    1 Nisan 2020 Çarşamba
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • TR
  • EN
© 2019
  • Anasayfa
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder