Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • Aktüel
    • Akademik
    • English
    • Arabic
    • Diğer Diller
  • Programlar
    • Televizyon
    • Radyo
    • Youtube
  • Yazışmalar
    • Tüm Sualler
    • Sual Başlıkları
    • Sual Gönder
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder

Sual Başlıkları

“İtikadî Mezhebler”

için arama neticeleri gösteriliyor
  • Sual: Ehl-i Sünnet itikadı nedir? Ehl-i sünnet olmanın alâmetleri nelerdir?
    Cevab: İslâm dininde inanılması zaruri olan hususlar âmentü ile bildirilmiştir. Bunlara inanana mümin denir. Kur’an-ı kerim veya mütevâtir hadîs ile bildirilmiş iman ve amel esaslarından birini inkâr eden mümin sayılmaz. Böyle olmayıp, müminlerin icma’ı ile bildirilmiş hususlara inanmamak küfrü gerektirmez ise de, bid’at olur.

    Hazret-i Peygamber’in “Yahudîler ve Hıristiyanlar gibi, ümmetim de fırkalara ayrılır. Bunlardan yalnız benim ve eshâbımın yolunda olanlar kurtulur” meâlindeki hadîsinin hakikatince, İslâm tarihinde çeşitli bid’at fırkaları zuhur etmiştir. Bunların dışında kalan ve Ehl-i sünnet ve’l-cemaat denilen fırka, Hazret-i Peygamber ve onun cemaati, yani eshâbının bildirdiği inanç esaslarına uymuştur. Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhebinin inanç esasları birbirinin aynı olup, füruatta, yani amelî/fıkhî hükümlerde ayrılmışlardır. Diğer fırkalar ise, mânâsı açık olan nassları te’vîl ederek; mânâsı açık olmayan nassları ise, sünnet ve sahâbenin bildirdiğine uymayan bir şekilde yanlış te’vîl ederek farklı birer yol tutmuşlardır. Bunlar, Ehl-i sünnetten başlıca inanç esasları bakımından ayrılırlar; ancak tekfir edilmezler. Fıkhî görüşlerine, bilhassa siyaset hakkındaki görüşlerine bu inanç farklıları cüz’î de olsa yansımıştır. Bunlara bid’at fırkaları da denir. Bid’at, Hazret-i Peygamber ve eshâbı zamanında olmayıp, sonradan ortaya çıkarılan inanç ve ibâdetlerdir. Hazret-i Peygamber’den bu hususta, “Kim bizim dinimizde olmayan bir şey ihdâs ederse, reddedilir” hadîsi vârid olmuştur.

    Burada “Ehl-i sünnet denilen fırkanın doğru olduğu nereden belli? Bu fırkalar da kendilerini doğru yolda biliyorlar. Ya onlar doğru yolda ise?” diye bir sual hatıra gelebilir. Bid’at fırkaları denilen bu mezhebler, Selef-i sâlihîn denilen ilk devir İslâm ulemâsının icma’ ettiği meselelere aykırı inanç ve amel esasları ortaya çıkardıkları için, ehl-i bid’at olarak görülmüştür. Nitekim ulemâ bir hususta icma’a vardıktan sonra, o mesele hakkında bu icma’ya uymayan bir görüş beyan etmek câiz değildir. Kur'an-ı kerîmde, "Hidâyet yolunu öğrendikten sonra, Peygambere uymayıp, mü'minlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve sonu çok fena olan cehenneme sokarız" meâlindeki âyet (Nisâ: 115) ve aynı meâlde başka hadîs-i şerîfler bu hükmün delilini teşkil eder. Demek ki selef-i sâlihîn bir hususta icma’ya varıp ittifak ettikleri zaman, bu hususta ictihad ile de olsa farklı bir söz söylemek, ayrı bir yol tutmak mümkün ve câiz değildir.

    Kollarıyla beraber 72’yi bulan bu bid’at fırkaları, esası itibariyle Hâricîlik, Şiîlik, Mutezile, Mürcie, Müşebbihe, Mücessime ve Cebriyye adıyla yedi grupta toplanabilir. Mûtezile (Kaderiyye), kader inancını reddederek insanın kendi fiillerinin yaratıcısı olduğuna; dolayısıyla büyük günah işleyenin imanının gideceğine ve adaletten ayrılan sultana isyan câiz olduğuna inanır. Kabir azâbını ve mîzânı inkâr eder. Mezhebin kurucusu Vâsıl bin Atâ, daha evvel Hasan Basrî’nin talebesi idi. Kendisinden ayrıldığında, i’tizal eden (ayrılan) mânâsına Mu’tezil olarak adlandırılmıştır. Bir ara Abbâsî halîfelerinden Me’mun, Mu’tasım ve Vâsık bu mezhebe sâlik olmuş; Mutezileden olmayanları tazyik etmişti. Cebriyye (Cehmiyye), Mutezile’nin tersi olup, insanların fiillerinde irade hürriyetine sahip olmadıklarını, kâtibin elindeki kalem gibi hareket ettiklerini, binaenaleyh günah ve inkârlarından mes’ul tutulamayacaklarını söyler. Mürcie de, müslümanların günah işlese bile, cehenneme hiç girmeyeceğine kâildir. Mücessime, Allah’ın cisim olduğuna inanır; Müşebbihe ise insana teşbîh eder (benzetir). Son zamanlarda ortaya çıkan Vehhâbîlik, nassların zâhirine itibar bakımından Zâhiriyye, şefaat ve tasavvufu inkâr bakımından Mutezile, sahabeye husumet bakımından Hâricîlik, Allah’ın sıfatları bakımından da Müşebbihe ve Mücessime’den mühim tesir görmüştür.

    Bid’at fırkalarından bilhassa Mutezile mezhebindekiler, bulundukları beldede yaygın olan Ehl-i sünnet mezheblerinden birine göre amel ve ibâdet ederdi. Nitekim itikaden Mutezilî olan Zemahşerî ve Zâhidî, Hanefî mezhebine göre amel etmişlerdir. Hatta bu sebeple çoğu yerde Mutezile fırkasından bahsedilirken Hanefîler diye bahsedilmiş; Bağdad ve çeşitli beldelerde Mutezile ile Eş’arîler arasında müsademeye kadar varan ihtilaflar, işin aslından habersiz müellifler tarafından Hanefî ve Şâfiîler arasındaki husumet olarak vasıflandırılmıştır.

    Ehl-i sünnet itikadının kaideleri, şartları şunlardır:

    1. Kur’ân-ı kerîm, mahlûk değildir. Allahü tealanın kelâmıdır. Ancak Mushaf, kâğıt ve mürekkep itibariyle, okunduğu zaman da ağızdan çıkan harfler mahlûktur. Mutezile, Kur’an mahlûktur, dedi.

    2. İmanda şüphe caiz değildir. Bu sebeple inşallah mü’minim dememeli, elhamdülillah mü’minim demelidir. İnanılması şart olan şeylerin birinde şüphe küfrdür.

    3. İman artmaz ve eksilmez. Fakat kuvvetlenir veya zayıflar. Mutezile ile Haricilere göre iman ile isyan bir arada bulunmaz.

    4. Eshab-ı kiramın hepsi âdildir. İlk dört halifenin halifeliği sahihtir. Hariciler ve Rafızîler, hilafet meselelerinden dolayı sahabeyi tekfir etti. Bazı Rafızîler gibi Hazret-i Ebu Bekr’in sahabiliğini veya Hazret-i Aişe’nin masumiyetini inkâr küfrdür.

    5. İcma’nın, Kur’an ve sünnetten sonra fıkhî delil oluşu haktır. Mutezile’den Nazzâm ile Hâricî ve Râfızîlerin bir kısım bunu inkâr etti. Ayrıca icma’ ile kabul olunan bir hususu reddeden bid’at ehli olur. Bu husus Kur'an-ı kerimde emredilen salâtın beş vakit namaz olduğu gibi mütevâtir bir husus ise, küfre düşer.

    6. Kıyas haktır. Mutezile’den Nazzâm bunu inkâr etmiştir.

    7. Amel imandan parça değildir. Günah olduğuna inandığı halde büyük günah işleyen, kâfir olmaz. Haricilere göre büyük günah işleyen kâfir olur. Mutezile’ye göre imanını kaybeder, ama kâfir olmaz. Cennet ile Cehennem arasında bir yerde kalır. Mürcie’ye göre büyük günah işleyen asla cehenneme girmez.

    8. Ehl-i kıble, yani kıbleye dönerek namaz kılan kimse tekfir edilmez. İman edilecek şeylere inanıp da, icma ile bildirilenlere inanmayanlar ehl-i bid’at olur. Bunlara kâfir denmez. Namaz kıldığı halde, açıkça küfre sebep olan bir şey söyleyen ve yapan kimse, imandan çıkar. Râfızîler, Hazret-i Ali’nin üstünlüğüne inanmayan müslümanları -sahabi bile olsalar- tekfir eder.

    9. Âdil olsun, fâsık olsun, her imamın arkasında Cuma ve bayram namaz kılınır. Vakit namazları sahih ise de mekruhtur.  Fâsık imam ile cihada gidilir. Hariciler bunu inkâr etti.

    10. Zâlim ve fâsık idareciye isyan edilmez. Azli mümkün ise azledilir. Değilse sabredilir. Haricîlere göre böyle idareciye ayaklanmak vacibdir. Râfızîlere göre imam zaten masumdur, azli mümkün değildir.

    11. İmamın her hangi bir aileden veya ırktan olması şart değildir. Râfızîlere göre Hazret-i Ali soyundan olması şarttır.

    12. Mest üzerine mesh etmek haktır. Râfızîler ve Haricîler bunu inkâr etti.

    13. Mirac haktır. Hazret-i Peygamber’in göklere yükselişini ve Allahü teâlâ ile görüştüğünü inkâr eden ehl-i bid’attir. İsra’yı, yani Hazret-i Peygamber’in Mekke’den Kudüs’e götürüldüğüne inanmamak ise küfrdür.

    14. Cennet’te mü’minler Allahü teâlâyı bilmediğimiz bir şekilde göreceklerdir. Mutezile buna inanmadı.

    15. Allah cisim değildir. Mekândan münezzehtir. Yarattıklarına benzemez. Kerramiye, Müşebbihe ve Mücessime, Allah cisimdir, cihet ve mekân sahibidir, insana benzerliği vardır, Allahü teâlâyı cisimsiz düşünmek caiz değildir, dedi. İnsan gibi olduğuna inanmak küfrdür.

    16. Kıyâmet gününde, Peygamberler ve sâlih zâtların büyük günah işleyen mü’minlere şefâati haktır. Mutezile, ancak müminlerin derecelerinin yükseltilmesi için şefaat edilebileceğine inanır. Vehhabîler, tasavvuf, istigâse, tevessül ve şefaati toptan inkâr etti.

    17. Kabir azabı haktır. Bu azab, rûh ve bedene olacaktır. Hariciler bunu inkâr etti.

    18. Evliyânın kerâmeti haktır. Mutezile bunu inkâr etti. Şia ise kerameti on iki imama tahsis ve öldükten sonra kerâmeti inkâr etti.

    19. Ruh, ölmez. Bu sebeple ölünün ardından hayır yapmak; ibadetlerin sevaplarını ölülere hediye etmek câizdir. Ölü, bundan istifade eder. Mutezile bunu inkâr etti.

    20. Kıyamet alâmetleri, Deccâl’ın çıkışı, Mehdî’nin gelişi ve Mesih’in inişi haktır. Bunlar manen mütevatir hadislerle bildirilmiştir. Bu bakımdan inkârının küfr olacağı söylenmiştir. Kıyamet alâmetlerini mecaza hamletmek, mesela “Deccal felancadır; Dabbetü’l-Arz AIDS hastalığıdır; Yecüc Mecüc Çinlilerdir; Mehdi, felanca kitaplardır; Mesih, şahs-ı manevîdir vs” demek  doğru değildir.

    21. Mukallidin imanı sahihtir. Yani, düşünmeden, anlamadan, yalnız başkasından işiterek, öğrenerek iman eden kimse, mü’mindir. Ancak istidlâli terk ettiği için günahkârdır. Mutezile mü'min olamaz, cennete de giremez dedi. Her şeyin güzel veya kötü olduğu dinin emriyle bilinir. Akıl, bunu bilmekte rol oynamaz. Mutezile’ye göre bir şeyin iyi mi, kötü mü olduğu, akıl ile bilinir. Bunun için Kitap ve sünnete lüzum yoktur. Aklın güzel gördüğü şeyler farz; çirkin gördüğü şeyler ise haramdır. Allah'ın, iyiliği yaratması, aklen şarttır.

    22. İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrardır. Kerrâmiye’ye göre sadece dil ile ikrardan ibarettir. Hariciler ve Mutezile’ye göre iman, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve âzâlar ile ameldir.

    23. Şeytan insana vesvese verir. Mutezile bunu inkâr etti.

    24. Sihir ve nazar haktır. Mutezile buna inanmadı.

    25. Öldürülen eceli ile ölmüştür. Mutezile, öldürülenin eceli Allah tarafından kısaltılmıştır, der.

    26. Kul fiillerinde muhtardır, ihtiyar sahibidir. Allah dilerse yaratır, dilerse yaratmaz. Dolayısıyla Allah’ın ve kulun kudreti bir arada bulunur. Kul da bunlardan mesul olur. Cebriyeye göre kul fiillerinde muhtar ve muktedir değildir. Mutezile ve Râfızîlere göre kulun kudretini Allah yaratır, kul ise fiilinin yaratıcısıdır.

    7 Ekim 2011 Cuma
  • Sual: “Cüz’î irade müstakil değildir; onu da Allah yaratır. Eş'ariyye bu şekilde Cebriyye'ye yaklaşır” sözünden ne anlamalıdır?
    Cevab: Eş’arî’ye göre kulun iradesini de Allah yaratmaktadır.
    13 Temmuz 2013 Cumartesi
  • Sual: “Hâricîler Cehennem köpekleridir” meâlinde bir hadîs var mıdır? Var ise, Hâricîlik Hazret-i Peygamber’den çok sonra ortaya çıktığına göre bu hadîs-i şerifi nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Böyle bir hadîs-i şerif vardır. Hazret-i Peygamber’in hem gayba dair sözlerindendir. Hem de Hâricîlik, cemaatten ayrılma, ayrı bir yol tutma mânâsına gelen umumî bir fırka ismidir. “Kaderiye, bu ümmetin Mecûsîleridir” hadîs-i şerifi de böyledir. Halbuki Kaderiyye (Mutezile) çok sonra ortaya çıkmıştır. Ama böyle inanmak, yani kişinin kendi fiillerinin yaratıcısı olduğuna inanmak, umumi bir inanış türüdür ve Mecûsîler (şimdi de Şia) böyle inanırdı.
    26 Ekim 2013 Cumartesi
  • Sual: İmam Ebu Hanife, Ebu Yusuf, Ahmed bin Hanbel, İmam Mâlik ve İmam Şâfiî gibi âlimlerin, kelâm ilmini öğrenmeyi ve öğretmeyi tasvip etmediği, hatta Ebu Hanife'nin oğluna kelamla uğraşmayı yasak ettiği rivayet ediliyor. Bu işin esası nedir?
    Cevab: Kelâm ilmi ile meşguliyet, kelâm mezhepleri arasındaki münâzaraları ve derin kelâm meselelerinin aklî izahlarını bilmeyi gerektirdiği için, bununla uğraşanlar akla fazla güvenirler. Zamanla nakli ihmal edip, felsefeye dalma ihtimali vardır. Bir de kelâm ilminden lüzumu kadar, yani Amentü’nün izahı kadar bilmek kâfidir; ama fıkıh ilmi çok daha geniş ve lüzumludur. Onun için İmam Şâfiî, kelâmla meşgul olan Müzenî’ye demiştir ki, yavrum, bu öyle bir ilimdir ki, isabet etsen, işe yaramaz; yanılsan, küfre düşersin. Ben sana öyle bir ilim öğreteyim ki, yanılsan da isabet etsen de sevab alırsın” demiş ve fıkh ilmine irşad etmiştir. İmam Ebu Hanife de Mutezile’nin haydi haydi zamanlarında, onları ilzam ve mağlup etmek için, yani din gayretiyle kelâm öğrenmiş; ama sonra fıkha teveccüh etmiştir.
    29 Mayıs 2015 Cuma
  • Sual: Son zamanlarda, terör uzmanı olarak TV'lere çıkan bazıları, DAİŞ ve sair teröristlerin kaynağı olarak İmam-ı Eş’arî'yi gösteriyorlar. Türkler, İmam Mâtürîdî'ye uydukları için daha medenî cemiyetler meydana getirmiş; Araplar İmam Eş’arî'ye uyarak böyle vahşileşebilmiştir, diyorlar. Doğru mudur?
    Cevab: Ehl-i sünnet itikadını, Ehl-i Sünnetin Mâtürîdî ve Eş'arî tefsirlerini, bu ikisi arasındaki fark ve benzerlikleri bilmeyenlerin uydurduğu ve senelerdir diline dolamış olduğu bir terânedir. Müslümanların geri kalmasıyla veya bu terör hâdiseleri ile Eş'arî itikadının hiçbir alâkası yoktur. Zaten hangi cihetten Eş’arîlik teröre veya Müslümanların geri kalmasına sebep olmuştur diye sorulsa, cevap veremezler. Eş’arîler, kader hususunda, Mâtürîdîliğe göre biraz daha kaderciliğe yakın olsa da, insanın hür iradesini kabul ederler. Eş’arîlik, Mutezile ve Vehhâbîlik tarafından hasım edinilmiş; tarih boyunca menfi bir tasavvur (algı) meydana getirilmiştir.
    29 Ocak 2017 Pazar
  • Sual: İmam Ahmed bin Hanbel’in kelâma dair bazı görüşlerinin, mesela imanın artıp eksilmemesine dair olanların, Eş’ariyye’den ayrıldığını okudum. Bunu nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Ehl-i sünnete göre, iman artmaz ve eksilmez. Ancak zayıflar veya kuvvetlenir. İmam Ahmed, Eş’arî veya Mâtüridî değildir. Kendisi hepsinden evvel yaşamış mutlak müctehiddir. Ehl-i sünnetin selef mezhebindedir. Ama bunu bugün Vehhabilerin kendisine taktığı Selefiyye ile karıştırmamalıdır. Ehl-i sünnetin selef mezhebi, Mâtüridî ve Eş’ariyye’den evvel Ehl-i sünnetin mensubu olduğu mezhebdir. Selef mezhebi, kelâma dair nasslarda mümkün mertebe tevile kaçmadan olduğu gibi iman edip geçmeyi esas alır. Sonradan Mutezile, Mücessime, Mürcie gibi bid’at fırkaları zuhur edip, nassları kendi inançlarına göre yanlış tevil etmeye başlayınca, Eşarî ve Mâtüridî mezhebleri ortaya çıkarak, bunlara karşı durmuş ve Ehl-i sünneti muhafaza etmiştir. Bu cihetten ilk devir Müslümanlarının bu iki mezhebe aykırı gibi görünen görüşleri ile karşılaşınca, bu inceliği hatırlamalıdır.
    14 Ağustos 2017 Pazartesi
  • Sual: Kur’an’ın mahlûk olup olmamasının ne gibi ehemmiyeti vardır?
    Cevab: Mutezile mahlûk (yaratılmış) dedi. Mahlûk olsaydı, kelâm-ı ilahi de mahlûk olurdu. Bu ise Allahü teala için abestir, olacak şey değildir.
    24 Mart 2019 Pazar
  • Sual: Bir insan mesela birkaç meselede Mutezile gibi inansa, diğer tüm mevzularda Ehl-i Sünnet gibi insansa, bu kimseye bid’at ehli denir mi?
    Cevab: İman gibi, Ehl-i sünnet itikadı da bir bütündür. Bir meselede bile Ehl-i sünnet dışı inanmak, kişiyi bid’at ehli yapar.
    22 Ekim 2019 Salı
  • Sual: Hammad bin Ebu Süleyman hayatının sonraki zamanlarında Mürcie inancını benimsemiş ve bu sebeple hocası İbrahim en-Nehai, onun kendi yanına gelmesini men etmiş. Bunun aslı var mıdır?
    Cevab: Bu Mürcie, Ehl-i bidat Mürciesi değil; Ehl-i sünnet Mürciesidir. Yani ameller imandan bir cüz değildir şeklinde hülasa edilecek bir mezheptir. Amel ile imanı kati hatlarla ayıran Mürcie, bid’at fırkasıdır. İlk devir uleması için bu gibi hatalı değerlendirmelere çok rastlanır. Ehl-i sünnetten olan çok âlime, Ehl-i beyti sevdiği için, Şiî, sahabi arasındaki ihtilaflarda bitaraf olduğu için, Harici; irade hürriyetine inandığı için, Mutezile dendiği olmuştur.
    4 Ocak 2020 Cumartesi
  • Sual: Mutezile mezhebine reddiye için yazılan kitaplardan birkaçının ismini söyler misiniz?
    Cevab: Kelâm kitaplarının hepsi Mutezile’yi reddeder. Mezhepler tarihi kitapları da öyledir. Mesela et-Tabsir fid-Din, Milel ve Nihal, el-Fark beynel Firak, Usuluddin ve saire.
    16 Nisan 2020 Perşembe
  • Sual: Sitenizde Seyyid Şerif Cürcani’nin Maturidi olduğunu söylemişsiniz. Baktığım çoğu kaynaklarda Eşari olduğu yazıyor. Ne dersiniz?
    Cevab: İlk devir kelâm uleması için, hatta sonrakiler için itikatta belli bir mezhebe mensubiyet iddia edilemez. İmam Rabbani Hazretleri, Maturididir; fakat şahikulcebel hakkında Eş’ari gibi düşünüyor. Mevlana Halid Bağdadi, Eş’ari olmak gerekirken, pek çok meselede Matüridiyye’yi tercih etmiştir. İtikatta mezhep, amelde mezhep gibi değildir. Bunlar bazı meselede Eş’ari, bazı meselede Maturidi olabiliyor. Seyyid Şerif ve diğerleri, yeri geldiğinde farklı düşünebiliyor. Ancak haklısınız, Cürcani Eş’ariliğe yakındır. Nitekim Eş’ari olan, hatta Eş’ariliği sistemleştiren Bakıllani, yer yer Eş’ariye’ye muhalefet edebiliyor. Bu muhalefet asılda değil ifadede olmaktadır. Taftazani için de, Seyyid Şerif Cürcani için de Eş’ari diyen çoktur. Fakat her ikisinin de Eş’ariyye muhalif tarafları vardır. Derler ki Matüridi mezhebini Eş’ariler nakletmiştir. Eş’ari denilen Taftazani, Matüridiyye’nin temeli olan Akaid-i Nesefiyye’ye şerh yazıyor; Matüridi denen Hayali de buna haşiye yazıyor.
    29 Ekim 2020 Perşembe
  • Sual: Ömer Nasuhi Bilmen’in Muvazzah İlm-i Kelam kitabında, fırka-i naciyyeden bahsederken, bunun, Selefiyye, Matüridiyye ve Eş’ariyye olmak üzere üç sınıfa ayırıyor. Selefiyenin, yani Vehhabiliğin ehl-i sünnet olmadığını biliyorum. Buna ne dersiniz?
    Cevab: İmam Maturidi ve İmam Eş’ari'den evvelki Müslümanların mensup olduğu itikadî mezhebe Selefiyye mezhebi diyorlar. Bu aslında Selefi salihinin mezhebidir. Bugün kendine Selefi diyenlerle bunun hiçbir alakası yoktur.
    6 Kasım 2020 Cuma
  • Sual: Şu zamanda bir Müslümanın Maturidi veya Eş’ari dışında bir itikadî mezhebe tâbi olmasının hükmü nedir?
    Cevab: Öyle bir mezhep yoktur. Sadece Ehl-i sünnet mezhebi vardır. Ehl-i Sünnet olduktan sonra, Matüridi veya Eş’arî olup olmamak fazla mühim değildir. Zaten ihtilaflar birkaç cüzi meselededir. Amelî mezhep gibi değildir. Onda bir mezhebe uymak lazımdır; ihtiyaç olunca başka mezhebi taklit etmek mümkündür.
    8 Aralık 2020 Salı
  • Sual: Cenab-ı Peygamberin bahsettiği 73 fırkanın isimleri nedir?
    Cevab: Bunların isimleri çeşitli kitaplarda mesela Günyetuttalibin kitabında vardır. 5 tanesi ana başlığı ifade eder: Haricilik, Şiilik, Mutezile, Mürcie ve Cebriye. Bugün ilk ikisine ilaveten Vehhabilik de bidat fırkalarından sayılmaktadır.
    20 Temmuz 2021 Salı
  • Sual: Sünnî ve/veya Ehl-i sünnet ve cemaat tabirleri ne zamandır kullanılıyor?
    Cevab: Ehl-i sünnet ve cemaat tabirini ilk olarak Hasan Basri kullanmıştır. Sünni tabiri ise Said bin Cübeyr’den gelen bir rivayette geçiyor. İkisi de Cenab-ı Peygamber’in hadis-i şeriflerine istinad eder.
    14 Eylül 2021 Salı
  • Sual: Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey devrinde Eş’arîlere zulüm yapıldığı doğru mudur?
    Cevab: Böyle bir şey yoktur. Zamanın veziri Kündürî Şiî, dolayısı ile Mutezilî idi. Eş’arîleri ezmiş olabilir. O zamanki Eş’arîler de bugünki Eş’arîler gibi değildi. Aşırılıkları vardı.
    17 Ekim 2021 Pazar
  • Sual: Ebussuud Efendi “Şia kâfirdir; ona kâfir demeyen de kâfirdir” fetvasını nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Şia’nın bazısı İslâm dairesindedir; bazısı dışındadır. Fetva sorulan suale göredir. Onlar sorulmuş, böyle cevap verilmiştir.
    28 Ekim 2021 Perşembe
  • Sual: Kitaplarda 72 bidat fırkasının isimleri farkı veriliyor. Bunun sebebi nedir?
    Cevab: Bu fırkalar sonradan tespit olunmuş ve isimlendirilmiştir. Farklı isimlerde fırkalar olabilir.
    19 Mayıs 2022 Perşembe
  • Sual: Bazı Mutezile uleması, hadiste olabilir, ama Kur’an-ı kerim âyetlerinde nesh yoktur diyor. Benim kalbim buna meyl ediyor. Bunda beis var mıdır?
    Cevab: Mutezile bir bidat fırkasıdır. Kur’an-ı kerimde neshin meşruluğu, âyet-i kerime ile sabittir. Neshe inanmayan, (Mutezile gibi) tevili varsa küfre düşmez, ama bidat sahibi olur, Ehl-i Sünnet olmaktan çıkar. Tevili yoksa, mesela olur mu böyle şey derse, küfre düşer. Alim olmayanın benim kalbim şuna meyil ediyor deme hakkı yoktur. Fıkıh âlimlerine tâbi olması lazımdır.
    15 Eylül 2022 Perşembe
  • Sual: Abdülhakim Arvasi hazretleri Eş’ârî miydi?
    Cevab: Mürşid-i kâmiller müctehiddir. İmam Rabbani, Mevlana Halid gibi zatlar için Matüridi veya Eşari denemez. Bu, avam içindir. İki mezheb arasında detay farklar vardır.
    22 Ekim 2022 Cumartesi
  • Sual: Kelamdaki ilk ihtilaf imâmet mi kader midir?
    Cevab:

    İkisi de doğrudur. İmamet meselesi, kader ihtilafından evvel çıkmıştır. Ancak aslında imamet, kelamın değil, ameli fıkhın mevzuudur. Ancak bazıları (Havaric ve Şia) bunu itikat meselesi yapınca, kelam ilminin mevzuu haline gelmiştir.

    4 Mart 2023 Cumartesi
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • TR
  • EN
© 2019
  • Anasayfa
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder