Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

İslâmiyette recm cezası var mıdır?
Hadd suçu olan zinâ, birbirleriyle evlilik ve mülkiyet gibi bir bağ bulunmayan iki tam ehliyetli, görebilen ve konuşabilen Müslüman veya zimmînin, isteyerek sarhoş olsa bile, kendi rızâları ile cinsî temasta bulunmasına ve bunu yaparken dört erkek, hür, âdil Müslüman tarafından yakalanması demektir. Zinâ suçu, dört erkek, hür, âdil, Müslüman şâhidin beraberce ve hâkimin huzûrunda “bu ikisini zinâ hâlinde gördük” demeleri ile veya fâillerin hâkim huzûrunda ayrı ayrı dört kere ikrar etmesiyle sâbit olur. İkrarda ikisinden biri inkâr ederse veya ikrardan sonra vazgeçerlerse, hadd sâkıt olur. Evli olmayan bir kadının gebe kalması durumunda da kadına hadd tatbik edilir.

Zinâ haddi sâbit olduğu zaman, İslâm memleketinde tatbik edilecek cezâ müşahhas vak’aya göre değişir: Muhsan olan, yani evli veya başından zifafla neticelenmiş bir evlilik geçen Müslüman erkek ve kadının cezâsı bir meydanda ölünceye kadar recmolunmak, yani taşlanmaktır. Cezâya önce hâkim ve şâhidlerin başlaması lâzımdır. Şâhidlerden birisi ölerek, gâib olarak veya hâzır olup da, herhangi bir sebeple cezâya katılmazsa, hadd sâkıt olur. İnfazdan evvel, hükmü veren hâkimin ölümü veya azli haddi düşürür; yeniden muhakeme yapılıp delillerin değerlendirilmesi lâzımdır. Suçlular, ölünce yıkanır, kefenlenir ve cenâze namazları kılınır. Recm, Tevrat’ta ölüm cezâsının infaz şekli ve zinâ suçunun yegâne cezâsı olarak öngörülmüştü. İslâm hukukunda, başından nikâh geçmemiş kimsenin zinâsı durumunda, bu cezâ hafifletilmiş; recm ise, nikâh müessesesinin kudsiyet ve ciddiyetini, bu arada diğer eşin hakkını muhafaza maksadına mâtuf olarak kabul edilmiştir.

Muhsan olmayan kimsenin hadd cezâsı, yüz sopa (celde) vurmaktır. Sopa, küçük parmak kalınlığında ve budaksız ağaçtan olur. Dayaktan sonra, hâkim dilerse, suçluyu bir sene şehirden çıkarır. Köleye zinâ haddi cezâsının yarısı (elli celde) verilir. İmam Ebû Hanîfe, ücret karşılığı zinâ yapanları (fâhişeleri), cemiyet düzenini diğerleri gibi rencide etmediği gerekçesiyle hadd cezâsına müstehak görmez; fakat ikisinin de şiddetli ta’zîr ve pişman olana kadar hapsedileceğini söyler. İmameyne göre ikisine de hadd cezâsı yapılır.

Zinâ haddinin tatbik edilebilmesi için gereken şartlar tahakkuk etmediği zaman cezâ verilemez. Meselâ dört yerine üç şâhidin görmesi ile zinâ haddi oluşmaz. Bu durumda başka bir suç teşekkül eder ve fâile ta’zîr cezâsı verilir. Osmanlı kanunnâmelerinde, zinâ için verilmesi öngörülen dayak ve para cezâları, hadd cezâsı verilemeyen zinâ suçlarında, suçun cezâsız kalmaması için getirilmiş tedbirlerdir.

Zinâ haddi, Kur’an-ı kerîm ve sünnet-i nebevî ile sâbittir. Nitekim Hazret-i Peygamber zamanında bu cezâ birkaç defa tatbik olunmuştu. Zinânın cezâlandırılması, insanın yaratılışından bu yana hemen her cemiyette rastlanan bir tatbikattır. Bunun sebebi de, cemiyette fuhşun yayılmasına mâni olmak ve dinin gayelerinden biri olan neslin muhafazası maksadına mâtuftur. Nitekim İslâm cemiyetinde, zinâya giden yollar kapatılmış; buna rağmen sözkonusu fiili işleyenlere ağır cezâ getirilmiştir. Hadd cezâlarının konuluş gayesi, öncelikle cemiyet nizâmını muhafazadır. Zinâ haddi de, fuhşa engel olmak için getirilmiştir. İslâm cemiyetinde evlilik kolaylaştırılmış, buna kudreti olamayanların evlendirilmesi teşvik edilmiştir. Evlilik mesuliyetlerini yerine getiremeyip, beraberliğini yürütemeyenlerin kolayca ayrılması da meşru görülmüştür. Günlük hayatta yabancı kadınlarla erkeklerin birbirinden ayrı bir hayat sürdürmeleri esası getirilmiştir. Kur’an-ı kerîmde zinâya yaklaşılmaması gerektiği, bunun kötü bir yol olduğu ifade edilmiştir. Zinânın, âileler arasında kötülük ve geçimsizliğin doğmasına, soyların karışmasına, cemiyete düşman, talihine küskün çocukların çoğalmasına, cemiyet hayatında namus ve iffetin kaybolmasına, düşmanlıkların yayılmasına sebebiyet verdiği nazara alınmıştır. Bu çok ağır neticelerin yanında, verilen cezâların ağırlığının ikinci planda geldiği düşünülmüştür. Nitekim cezâ, öncelikle suçu önlemeye müteveccihtir. Zinâ yapanları, o esnâda dört erkek, hür, âdil Müslüman şâhidin birlikte görmeleri, olacak şey değildir. Ancak, umumî yerlerde açıkça yapılınca görebilirler. Buradan anlaşılıyor ki, bu ağır cezâ, zinâ yapıldığı için değil, bu çirkin işin yayılması sebebiyledir. Bu cezânın tatbiki için aranan şartlar gayet ağırdır. Ayrıca cezâ, en ufak bir şüphe ile düşmektedir. Bu sebeple İslâm tarihi boyunca tatbiki son derece nâdir olmuş; Osmanlı Devleti’nde de recm cezâsı, bir defa, XVII. asırda infaz edilmiştir. Bunu tarihçi Nâimâ Efendi bildirmektedir. Hâdise o kadar alışılmadık gelmiştir ki, padişah Sultan IV. Mehmed bile infazı seyretmek üzere meydanda hazır bulunmuştur.

Recm cezâsı Tevrat’ta da vardı (Tesniye 22/22). Bir gün Medine’deki Yahûdîler, zinâ ettikleri ithamıyla evli iki Yahûdî’yi (değnek cezâsı verirse kabul etmek, recm cezâsı verirse kaçınmak niyetiyle) Hazret-i Peygamber’in huzuruna getirmişlerdi. Medine vesikası denilen anlaşma gereğince, Hazret-i Peygamber Medine’ye geldikten sonra artık devlet başkanı sıfatıyla burada yaşayan herkesin dâvâlarına bakmaya başlamıştı. Bunların suçları sâbit olduktan sonra Hazret-i Peygamber Yahûdîlere zinânın Tevrat’taki cezâsının ne olduğunu sordu; onlar da tahmîm diye cevap verdiler. Tahmîm, zifte bulanmış değnekle kırk defa vurduktan sonra suçlunun yüzü siyaha boyanarak bir merkebe bindirilip sokaklarda gezdirilmesidir. Nitekim Hazret-i Peygamber Medine’ye gelene kadar Yahûdîler, aralarından bu suçları işleyenler hatırlı kimselerse, recm yerine, tahmîm ile yetinmekteydiler. Daha önceden de birgün böyle tahmîme şâhid olan Hazret-i Peygamber, Yahûdî bilginlerinden birisine yemin verdirerek işin aslını öğrenmişti. Bu hâdisede de Hazret-i Peygamber, Yahûdîlerin en bilginimiz diye ortaya sürdükleri İbn Sûrya ile tenhâda konuşarak ona Bu suçun Tevrat’taki cezâsının recm olduğunu bilmiyor musun? diye sorunca, o da “Allah için evet ya Ebe’l-Kâsım! Bunlar senin Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu kesin olarak bilir ve fakat hased ederler” diye cevap verdi; ancak sonra ırkdaşlarının baskısıyla bu sözünü inkâr etti. (Bir başka rivâyette Müslümanlığı kabul etmeden önce bir Yahûdî bilgini olan Sahâbî Abdullah ibn Selâm, zinânın Tevrat’taki cezâsının recm olduğunu söyleyerek Yahûdîleri yalanladı). Hazret-i Peygamber de bunun üzerine recm kararı vermiş ve Tevrat’a göre hükmediyorum demiştir. İşte bu hâdise üzerine Mâide sûresinin 41 ve devamındaki âyetler nâzil olmuştur ki bunlar konu açısından çok mühimdir:  41. Ey Peygamberim! Kalbleri îman etmediği halde ağızlarıyle "inandık" diyen kimselerden ve Yahûdîlerden küfür içinde yarışanlarının hali seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler ve senin huzuruna gelmeyen bazı kimselere kulak verirler; sözleri Allah tarafından konuldukları yerlerinden kaydırıp değiştirirler. "Eğer size şu hüküm verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!" derler. Allah birini şaşırtmak isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalblerini temizlemek istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır ve âhirette onlara büyük bir azap vardır. 42. Onlar, hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adâletle hükmet. Allah âdil olanları sever. 43. İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir. 44.  İçinde hidâyet ve nur bulunan Tevrat'ı elbette biz indirdik. Kendilerini Allah’a vermiş peygamberler, onunla Yahûdîler hakkında hükmederlerdi. Allah'ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de onunla hükmederlerdi. Hepsi onun hak olduğuna şâhittiler. Şu halde Ey Yahûdîler ve hâkimler! İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. 45. Biz Tevrat’ta cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas yazdık. Bununla beraber kim hakkından vazgeçerse, bu onun günahlarına keffâret olur. Ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.  46. O peygamberlerin ardından, Tevrat’ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu Îsâ’yı gönderdik. Ve ona, içinde hidâyet ve nur olan kendinden önceki Tevrat’ı tasdik eden İncil’i sakınanlara nasihat ve yol gösterici olarak verdik. 47. İncil ehli de Allah’ın ona indirdikleri ile hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.  48. (Ey Peygamberim!) Sana da, geçmiş kitapları tasdik eden ve onları kollayıp koruyan Kuran’ı hak ile indirdik. Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma! Biz, herbiriniz için bir şeriat ve yol belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere koşun. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verir. 49. Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların keyiflerine uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer Allahın hükmünden yüz çevirirlerse, bil ki Allah, bir kısım günahları sebebiyle onları cezâlandırmak istiyor. Zaten insanların birçoğu da yoldan çıkmışlardır. 50. Yoksa Câhiliye devri hükmünü mü arıyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır? [Bu âyetlerin söz konusu hâdiseyle ilgili değil de yine Yahûdîler arasında cereyan eden bir cinâyet (adam öldürme) dâvâsı sebebiyle indiğini savunanlar da vardır. Nitekim recm, Yahûdîlikte her çeşit ölüm cezâsının infaz şeklidir. Binâenaleyh evlilerin zinâsına münhasır değildir.]

Bu hâdise ile ilgili sünnet kaynaklarında şu bilgiler vardır: Ebû Hüreyre anlatıyor: Yahûdîlerden bir kadınla bir erkek zinâ yaptılar. Birbirlerine: "Bizi şu peygambere götürün. Çünkü bir kısım hafifletmeler getiren bir peygamberdir. Bize recm dışında fetvâlar verirse kabul eder, Allah indinde O'nun hükmünü kendimize delil kılarız ve: (Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği fetvâlarla amel ettik, hevâmıza uymadık) deriz" dediler.  Mescidde Eshâbıyla birlikte oturmakta olan Hazret-i Peygamber'e gelerek:  "Ey Ebe’l-Kâsım, zinâ yapan kadın ve erkek hakkında kanaatin nedir?" dediler. O, onlara tek kelime söylemeden Beyt-i Midrâslarına geldi (Beyt-i Midrâs, dinî tahsil yapılan yer, havra mânâsındadır). Kapıda durarak: Hazret-i Mûsâ'ya kitabı indiren Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zinâ yapacak olursa bunun Tevrat'taki hükmü nedir?” diye sordu.  "Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters bindirilir ve dayak atılır."  Yahûdîlerden bir genç (bu cevaba katılmayıp) susmuştu. Hazret-i Peygamber, onun suskunluğunu görünce sualinde ısrar etti. Bunun üzerine genç: "Mâdem ki sen bize Allah'ın adına yemin veriyorsun (gerçeği söyleyeceğim): Biz Tevrat'ta recm emrini görüyoruz" dedi. Hazret-i Peygamber: Allah'ın emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl oldu? diye sordu. (Genç) şu cevabı verdi: “Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası zinâ yaptı. Kralımız, recmi ona tatbik etmedi. Sonra halka mensup bir âileden bir erkek zinâ yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi buna mâni’ olup: (Sen yakınını getirip recmetmedikçe biz de adamımızın recmedilmesine müsâade etmeyeceğiz!) dediler. Bunun üzerine, aralarında şimdiki cezâyı vermek üzere anlaşıp sulh yaptılar”. Bu açıklama üzerine Hazret-i Peygamber: Ben Tevrat'taki âyetle hükmediyorum! dedi ve onların recmedilmelerini emretti ve recmedildiler. Büyük hadîs âlimi Zührî, Mâide sûresinin “İçinde hidâyet ve nur bulunan Tevrat'ı elbette biz indirdik. Kendilerini Allaha vermiş peygamberler, onunla Yahûdîler hakkında hükmederlerdi. Allah'ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de onunla hükmederlerdi” meâlindeki 44. âyetinin bu hâdise üzerine indiğini ve Hazret-i Peygamber’in de bu peygamberlerden biri olduğunu söyler [Ebû Dâvud: Hudûd 26, (4450, 4451)].

Abdullah ibni Ömer’e göre ise bu hâdise şöyle cereyan etmiştir: Yahûdîler, Hazret-i Peygamber’e gelip, kendilerinden bir erkekle kadının zinâ yaptığını söylediler. Hazret-i Peygamber onlara: Recm hakkında Tevrat'ta ne hüküm vardır? diye sordu. Onlar: "Teşhir edip rezil ederiz ve dayak atarız" dediler. Abdullah ibni Selâm: "Yalan söylüyorsunuz! Zinânın Tevrat'taki cezâsı recmdir" dedi. Hemen Tevrat'ı getirip açtılar. İçlerinden Abdullah ibn Sûrya adında biri elini recm âyetinin üzerine koydu. Sonra, âyetten önceki kısımlardan okumaya başlayıp (kapadığı kısmı atlayarak arka kısmını okumaya devam etti. Abdullah ibn Selâm müdahale edip: "Kaldır elini!" dedi. Adam elini çekti, tam orada recm âyeti mevcuttu. Bunun üzerine: "Abdullah doğru söyledi. Tevrat'ta recm âyeti mevcuttur!" dediler. Hazret-i Peygamber derhal o iki zâninin recmedilmesini emretti ve recmedildiler [Buhârî: Hudûd 37, 24, Cenâiz 61, Menâkıb 26, Tefsir, Âl-i İmran 6, İ'tisâm 16, Tevhid 51; Müslim: Hudûd 26, (1699); Mâlik: Hudûd 1, (2, 819); Tirmizî: Hudûd 10; Ebû Dâvud: Hudûd 26, (4446, 4449)].

İşte Hazret-i Peygamber’in bu tatbikatı, hukukçular arasında hayli ihtilâf doğurmuştur. Bunlardan bir kısmına göre Hazret-i Peygamber eski şeriatlerin hükmünü tatbik etmiştir. Diğer bir kısmı ise Hazret-i Peygamber’in artık bunu kendi şeriatinin hükmü olarak tatbik ettiğini ileri sürmüşlerdir. Bir kısım hukukçu da, Hazret-i Peygamber’in verdiği recm cezâsı, yabancılara kendi hukuklarını tatbikten ibarettir, görüşündedir. Ancak Hazret-i Peygamber daha sonra Yahûdî olmayanlardan da aynı suçu işleyenlere recm cezâsı verdiği nazara alınırsa bu görüşün isâbetli bulunmadığı anlaşılır. Nitekim genel prensibe göre, İslâm ülkesinde bulunan gayrımüslim vatandaşlar (zimmîler) ve ecnebîler cezâ dâvâları bakımından İslâm hukukuna tâbi’dirler.

Hanefîler, Hazret-i Peygamber’in Tevrat’ın hükmünü icrâ ettiğini, nitekim eski şeriatlerin neshedilmemiş hükümlerinin İslâm hukukunda da câri olduğunu, ancak Hazret-i Peygamber’in bunu artık kendi şeriatinin bir hükmü olarak tatbik ettiğini ve böylece bu hükmün artık İslâm hukukuna ait bir hüküm haline geldiğini, nitekim “(Yahûdîlerin) öldürdükleri (terkettikleri) bir sünneti diriltmeye ben daha lâyıkım” sözünden de bunun anlaşıldığını söylerler [Cessâs, IV/92]. Mâlikî âlimi Kurtubî, Hazret-i Peygamber’in burada Tevrat’a göre hüküm verdiğini, nitekim “Tevrat’a göre hükmediyorum” sözünden bunun açıkça anlaşıldığını, kaldı ki eski şeriatlerin hükmünün neshedilmedikçe muteber olduğunu söyler [Tefsir-i Kurtubî, VI/116, 178-179.] Hanbelîlere göre ise, Hazret-i Peygamber bu hâdisede Tevrat’a göre değil, kendisine vahyedilene göre hükmetmiştir. Bunun delili de Mâide sûresinin “Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların keyiflerine uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarından sakın” meâlindeki 49. âyetidir. Tevrat’a mürâcaat etmekle, onlara kendi vereceği hükmün buna uygun olduğunu ve kendilerinin bizzat kendi mukaddes kitablarına muhalefet ettiklerini göstermek istemiştir [İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII/164]. Şâfiîler de bu görüştedir [İbn Hacer el-Heytemî: Tuhfetü’l-Muhtâc Şerhu Minhâc, VII/336.]

İslâm hukukçularının bir kısmı, recm cezâsının bir âyetle İslâm hukukunda da emredildiğini; bu âyetin tilâvetinin neshedildiğini, ancak hükmünün bâki kaldığını bildirmektedir. Bu âyet şöyledir: “Evli kadın ve erkek zinâ ederse, ikisini de Allahdan bir azâb olarak recmedin!”. Nitekim Abdullah ibn Abbas, Hazret-i Ömer’in bir hutbesinde şöyle dediğini rivâyet ediyor: “Allah’ın peygamberi Muhammed’e indirdiği kitapta recm âyeti de vardı. Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Hazret-i Peygamber, zinâ yapana recm cezâsını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Allah’ın kitabında recm cezâsını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hâmilelik veya itiraf yoluyla- sübut bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken, Allah’ın kitabında mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: "Ömer, Allahü teâlânın kitabına ilâvede bulundu" demeyecek olsalar, recm âyetini Kitâbullah'a yazardım" [Buhârî: Hudûd 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzi 21, İ'tisâm 16; Müslim: Hudûd 15, (1691); Mâlik: Hudûd 8, 10, (823, 824); Tirmizî: Hudûd 7, (1431); Ebû Dâvud: Hudûd 23, (4418).

Abdullah ibn Abbas ayrıca konuyla ilgili şu bilgileri de veriyor: “Allah Kur'ân’da: “Kadınlarınızdan fuhşu irtikab edenlere karşı içinizden dört şâhid getirin. Eğer şehâdet ederlerse onları ölüm alıp götürünceye, yahud Allah onlara bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde alıkoyun, insanlarla ihtilâttan menedin” buyurdu (Nisâ: 15).  Cenab-ı Hakk, bu âyette (zinâ meselesinde) önce kadını zikrettikten sonra, erkeği kadınla birlikte ele alarak şöyle demiştir: “Sizlerden fuhşu irtikab edenlerin her ikisini de (kınayarak) eziyete koşun. Eğer tevbe edip (nefislerini) ıslâh ederlerse, artık onlara (eziyetten) vazgeçin. Çünki Allah tevbeleri çok kabul eden, en çok esirgeyendir” (Nisâ: 16). Cenab-ı Hakk bu âyeti, celde âyetiyle neshederek şöyle buyurdu: “Zinâ eden kadınla, zinâ eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız bunlara, Allah'ın dinini tatbik hususunda, acıyacağınız tutmasın. Mü'minlerden bir zümre de bunların azâbına (bu cezâlarına) şâhid olsun” (Nur: 2). Sonra Nur sûresinde recm âyeti nâzil oldu. Önceki (celdeyi emreden) vahiy, bekâr (zâni) içindi. Sonra recm âyeti tilâvetten kaldırıldı, ancak hükmü bâki kaldı” [Ebû Dâvud: Hudûd 23, (4413).]

Hazret-i Peygamber’in, başından zifaf gerçekleşen evlilik geçtiği halde zinâ yapanlara bizzat recm cezâsı tatbik ettiği yine sünnet kaynaklarında zikredilmektedir: Bunlardan, Kütüb-i sittede yer alanlar şunlardır: 1.Tirmizî: Hudûd 22, (1452); Ebû Dâvud: Hudûd 7, (4379); 2.Tirmizî: Hudûd 21, (1451); Ebû Dâvud: Hudûd 28, (4458, 4459); Nesâî: Nikâh 70, (6,124); İbn Mâce: Hudûd 8, (2551); 3.Tirmizî: Ahkâm 25, (1362); Ebû Dâvud: Hudûd:27, (4456, 4457); Nesâî: Nikâh 58, (6,109-110); İbn Mâce: Hudûd 35, (2607); 4. Müslim: Tevbe 59, (2771); 5. Müslim: Hudûd 22, (1695); Ebû Dâvud: Hudûd 24, 25, (4434, 4441); 6. Ebû Dâvud: Hudûd 24, (4438, 4439); 7. Müslim: Hudûd 24, (1696); Tirmizî: Hudûd 9, (1435); Ebû Dâvud: Hudûd 25, (4440, 4441); Nesâî: Cenâiz 64, (4, 63); 8. Buhârî: Muhâribin 30, 32, 34, 38, 46, Vekâlet 13, Şehâdât 8, Sulh 5, Şurüt 9, Eymân 3, Ahkâm 39, Haberu'I-Vâhid I, İ'tisâm 2; Müslim, Hudûd, 25, (1697,1698); Muvatta: Hudûd 6, (2, 822); Tirmizî: Hudûd 8, (1433); Ebû Dâvud: Hudûd 25, (445); Nesâî: Kudât 21, (8, 240, 241); İbn Mâce: Hudûd 7, (2549); 9. Buhârî: Hudûd, 21, 37; Müslim: Hudûd 29, (1702).

Râşid halifelerden Hazret-i Ömer’in [Ebû Dâvud: Hudûd 16. (4399, 4400, 4401, 4402)], Hazret-i Osman’ın [Mâlik: Hudûd 11 (2, 825)] ve Hazret-i Ali’nin [Buhârî: Hudûd 21] de recm cezâsı tatbik ettiği bilinmektedir. Recm cezâsı hakkındaki âyeti, rivâyeti haber-i vâhid ile geldiği için Kur’an’dan kabul etmeyen hukukçular, bu arada Hanefîler, recm cezâsının delili olarak sünneti esas alırlar.

“Mümin cariyeler evlendikten sonra zina ederlerse, onlara, hür kadınlara verilen cezanın yarısı verilir… Allah size bilmediklerinizi açıklamak ve sizden öncekilerin yolunu göstermek istiyor” meâlindeki âyet-i kerimelerden (Nisâ: 25-25) recm cezasına şer’î mesned olduğunu söyleyenler de vardır. Burada öncekilerin yolundan maksat Tevrat’tır. Köleye hüre verilen cezanın yarısı tatbik olunacağından, recm de bölünemeyeceğinden önce evli kölenin zinasındaki cezayı; sonra da evli hürlerin zinasının cezasının bildirildiğini söyler. Kur’an-ı kerimin alâkalı hükümleri Tevrat’takilere benzediği halde; bekârın zinâsındaki 100 değnek cezası Tevrat’ta olmadığı için âyet-i kerimede açıkça zikredildiği; recm hususunda ise Tevrat’a dolaylı yoldan atıf yapıldığı; sünnetin de bu atfı açıkladığı anlaşılmaktadır.


27 Nisan 2012 Cuma
Alakalı Başlıklar