Sual
Müslüman da olsa hükümete ayaklanmanın câiz olduğunu söyleyenler, Hac suresinin 39. âyetinde geçen "Cihad, zulm edenlere ve zâlimlere karşıdır" hükmüne dayanıyorlar. ‘Arap Baharı’nı da nazara alarak buna ne söylenebilir?
Cevap
Âyet-i kerimelere kendi kafasına göre mâna verilmez. Tefsirlerde burada ‘zâlim’ kelimesi, ‘kâfir’ demektir diyor. Herkes zâlim diye birine mukabele etse cemiyetin hâli ne olur? Zâlimin, yani zulmedenin cezasını mahkeme ve polis verir. Arab Baharı, zâlim hükümete isyandan başka birşey değildir. Sonunun da hüsran olduğu görülmektedir. Kendisi haklı bile olsa, zâlim ve kâfir hükümete ayaklanmak câiz değildir. Hazret-i Peygamber Mekke'de ayaklandı mı? Din adamı kisvesindeki modernist bazı yazarlar, ‘Cihâd, zulm edenlere ve zâlimlere karşıdır’ meâlindeki âyet-i kerimeyi ileri sürerek hükümetlere karşı ayaklanmaya, isyana ve fitne çıkarmaya kışkırtmaktadır. Halbuki zâlim, hatta kâfir hükümetlere bile ayaklanmayı İslâmiyet yasak etmektedir. Böyle ayaklanmak, cihâd değil, ahmaklıktır. Böyle zamanlarda yapılacak cihâd, din bilgilerini yaymak, imanlı bir gençlik yetişmesine çalışmaktır. Mekke’de müşrikler, müslümanlara, zulm edip öldürünce, bunlarla döğüşmek için tekrar tekrar izin istediler. İzin verilmedi. Medine’ye hicret edince, bu âyet-i kerime gelerek, yeni kurulan İslâmî devletin, Mekke’deki zâlimler ile, yani müslümanlara düşmanlık ederek, onları yurtlarından çıkaran müşriklerle cihâd etmesine izin verildi. Bu âyet, müslümanların kâfir, zâlim hükümete isyan etmesi için değil, İslâmî esaslara göre kurulmuş devletin, insanların İslâm dinini işitmelerine, müslüman olmalarına, müslüman olanların da dinlerinin icabını yerine getirmesine mâni olan, zâlim diktatörlerin orduları ile cihad etmesine izin vermekdedir. Bu gibi tahriklerle yakın tarihlerde Mısır ve başka Müslüman memleketlerde çıkan fitne ve isyanlar, onbinlerce müslümanın zindanlarda çürümelerine, çoklarının ölmesine sebep oldu. Bu fâcia ve fitnelerin hesabı, kıyâmette sorulur. İlmi, aklı ve ihlâsı olmayan din adamları tarih boyunca hep böyle felâketlere sebep olmuşlardır. İslâm bilgilerini sessizce yayan ilim ve akıl sahibi din âlimleri, hep muvaffakiyet temin etmişlerdir. Nitekim Kâdızâde’nin Birgivî Vasıyyetnâmesi şerhinde (s.200) diyor ki: ‘El ile, güç kullanarak emr-i maruf ve nehy-i münker yapmak, yani günâh işleyene mâni olmak, hükûmet adamlarının vazifesidir. Söz ile, yazı ile cihâd etmek, âlimlerin vazifesidir. Kalb ile, dua etmekle mâni olmak ise, her müminin vazifesidir. Tesirli, muvaffak olacağı zannolunursa, bu vazifeleri yapmak vâcib olur. Fitneye sebep olacağı zannolunursa, terk etmek vâcib olur. Fitne bulunan mahalle, zaruretsiz gitmek câiz değildir. Eğer dinini korumak için buradan hicret ederse, güzel olur. Cennete girmeğe lâyık olur. Şefaate mazhar olur. Emr-i maruf ve nehy-i münker yaparken niyetin hâlis olması ve işi anlayıp, Allahü teâlânın buradaki emrini iyi bilmesi ve sabırlı olup münâkaşa ve kavga etmemesi, yumuşak ve tatlı dil ve yazı ile yapması lâzımdır’. Görülüyor ki, zor kullanarak cihâdı hükümet yapar. Cihâd, bu gibilerin anladığı gibi değildir. Eğer cihâd ile emr-i ma’rûfu iyi anlamış olsalardı, kendi başlarını yemez ve binlerce müslümanı felâkete sürüklemezlerdi.