Sual: Bir kimsenin, ölmüş bir kimseyi rüyada veya uyanıkken diri olarak görmesi, ayrıca cinleri veya melekleri görmesi hak mıdır?
Cevab: Süyûtî’nin el-Mütekaddim ve İbni Hacer’in Fetâvâ kitaplarında diyor ki: Ölüleri iyi veya kötü hâlde görmek, Cenâb-ı Hakkın bazı kullarına ihsan ettiği bir keşiftir, kerâmettir. Dirilere müjde vermek, va’z (nasihat) olmak, yahud ölüler için hayırlı bir iş yapılmasına, borçlarının ödenmesine yaraması içindir. Ölüleri görmek daha çok rüyâda olmaktadır. Uyanık iken görenler de vardır. Evliyâ için, hâl sâhibleri için kerâmettir.
Müminlerin ruhları İlliyyîn denilen makamda, kâfirlerin ruhları Siccîn denilen yerdedir. Her ruh, cesedine bilinmeyen bir hâlde bağlıdır. Bu bağlılıkları, dünyadaki bağlılıklar gibi değildir. Rüyâ gören kimsenin gördüğü şeylere olan bağlılığı gibidir. Fakat ölülerin cesedlerine ve başka şeylere bağlılıkları, rüyâ görenin bağlılığından çok kuvvetlidir.
Ruhların kendi cesedlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin verilmiştir. Meyyit kabirden çıkarılıp başka kabre konursa, ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. Beden çürüyüp, toprak maddeleri, sıvıları ve hâsıl olan gazları dağılınca, bu bağlılık yine bozulmaz.
Ölülerin, (mümin iseler) İlliyyîn’deki veya (kâfir iseler) Siccîndeki ruhları, arasıra yanî Allahü teâlâ dileyince mezarlarındaki cesedlerine geri verilirler. En çok Cum’a geceleri böyle olur. Birbirleri ile buluşurlar, konuşurlar. Cennetlik olanlar, nimetlere kavuşur. Azâb görecekler, azâb olunurlar. Ruhlar, İlliyyîn’de veya Siccîn’de iken, cesed olmaksızın da, nimetlenir veya azâb çekerler. Kabirde ise, ruh ve cesed birlikte nimetlenir yahud azâblanır.
Ruhun İlliyyîn’de olduğu hâlde, bedene bağlanmasına ve tasarruf yapmasına izin verildiğini İbni Asâkir’in, Abdullah ibni Abbas’tan ve İbni Adînin hazret-i Alî ibni Ebî Tâlib’den haber verdiği şu hadîs-i şerîf de göstermektedir: Resûlullah aleyhisselâm, Ca’fer Tayyâr hazretleri şehid olduktan sonra buyurdu ki, “Bir gece Ca’fer yanıma geldi. Yanında melek vardı. İki kanatlı idi. Kanatlarının uçları kana boyanmış idi. Yemen’deki Bîşe denilen vâdinin ahâlisine yağmuru müjdelemeye gidiyorlardı.”
İbnü’l-Kayyım el-Cevziyye Kitâbü’r-Rûh’da diyor ki: Ruhun hâli, kuvvetli ve zayıf ve büyük ve küçük olduğuna göre değişmektedir. Büyük ruhlar için olanlar, başka ruhlar için olmaz. Dünyada da ruhların, kuvvetli, zayıf, süratli olduklarına göre başka başka hâlleri olduğu bilinmektedir. Bedenin esâretinden, bağlılığından ve tasarrufundan kurtulan ruhların kuvvetleri, nüfûzları, himmetleri, süratleri, Allahü teâlâya ve madde âlemine taallukları, bedene bağlı olan ruhlar gibi elbette değildir. Ruhun kendisi yüksektir, temizdir, büyüktür, yüksek himmet sahibidir. Bedenden ayrıldıktan sonra, daha başka olur. Başka şeyler yapabilir. İnsanların öldükten sonra ruhları, rüyada görülüp öyle şeyler yapmışlardır ki, diri iken, bedene bağlı oldukları zaman bunları yaptıkları görülmemiştir. Bir kişi veya iki kişi veya birkaç kişinin, büyük bir orduyu mağlub etmesi çok görülmüştür. Bu söylenenler, Nâzi’ât sûresinin 5. âyetinin tefsîrinde, Beydâvî’nin “Evliyânın ruhu bedenden ayrılınca, melekler âlemine gider. Oradan Cennet bahçelerinde dolaşır. Bedenine de bağlılığı kalıp, tesir eder” sözüne uygundur.
Şu halde kaynaklar, tasavvuf terbiyesinden geçmiş, kalb gözü açılmış bir kimsenin ölmüş veya diri kimseleri, cin, şeytan ve melekleri bedende görebileceğini söylemektedir. Ruh sağlığı yerinde olmayan kimselerden de benzer haller ortaya çıkabilir. İkisini iyi ayırmak gerekir.
21 Haziran 2013 Cuma