Sual
Cevap
İkisi de Filistin davasını İslami bir çerçevede müdafaa ediyorlardı. Arap cemiyetinde faal birer figürlerdi. Emin el-Hüseynî daha ziyade siyasi-diplomatik bir yol takip etti. İngilizlerle zaman zaman pazarlık yapan, resmî müesseseler içinde kalan bir liderdi. Kudüs’teki elit ailelere ve şehirli eşrafa dayanıyordu.
Kassam ise silahlı mücadele taraftarıydı. Bilhassa fakir ve ümitsiz köylüler arasında teşkilatlandı. Gizli hücreler kurarak erken bir gerilla hareketi başlattı. Hüseynî’nin temkinli siyasetini kifayetsiz ve pasif, kendisini de fazla uzlaşmacı görüyordu. Bu sebeple aralarında yakın bir iş birliği yoktu, hatta muayyen bir gerilim ve mesafe vardı. Hüseyni, Kassam’ın metotlarını kontrolsüz ve erken buluyor, faaliyetlerinin Filistin davasına zarar verdiğini düşünüyordu.
Kassam, 1935’te İngilizler tarafından Ya‘bad köyü yakınlarında kuşatıldı. Çıkan çatışmada kendisi ve birkaç adamı öldürüldü. Bazıları, Hüseynî’nin Kassam’ın silahlı hareketinden rahatsız olduğunu, İngilizlere dolaylı bilgi verilmiş olabileceğini iddia eder.
Kassam’ın ölümü, Filistin’de büyük bir öfke ve mobilizasyon meydana getirdi. 1936–39 Arap ayaklanmasının ideolojik zeminini teşkil etti. Hüseynî daha sonra bu ayaklanmanın siyasi liderliğini üstlenmek mecburiyetinde kaldı. Kassam ise bugün hâlâ silahlı mukavemetin sembolü olarak anılır.
Filistinli solcu şair Abdürrahim Mahmud, şiir ve makalelerinde Kassam’ı hıyanete uğramış bir inkılapçı olarak tasvir eder. Hüseynî çevresini pasiflik ve dolaylı olarak mesul olmakla suçlar. Hadisede üst sınıfın sessizliğini dile getirir. Açıkça olmasa bile Hüseyni’nin rolü olduğunu ima eder.
Arap Marksist ve milliyetçi tarihçi Subhi Yasin, el-Kassam ve’s-Sevretü’l-Filistiniyye (Kassam ve Filistin İnkılabı) kitabında, Hüseynî’nin Kassam’ı desteklemediğini, Kassam’ın hareketinin bilerek yalnız bırakıldığını söyler. İngilizlerin Kassam’ın yerini öğrenmesinde, Hüseyni’ye bağlı mahalli eşrafın mesul olduğunu ima eder. İsrailli Tom Segev, One Palestine, Complete kitabında, Hüseynî’nin, Kassam’ın silahlı faaliyetlerinden haberdar olduğunu, İngilizlere açıkça karşı çıkmadığını, Kassam’ın tasfiyesine siyasi olarak ses çıkarmadığını beyan eder. Onun örtülü tasvip manasına gelen bu sözleri, itham edici şekilde tefsir olunmuştur. Arap milliyetçisi ve İslamcı Muhammed Celal Kişk, Hüseynî’yi eşrafla (elitlerle) uyumlu, inkılaptan korkan bir figür olarak tasvir eder. Kassam’ın İngilizlere karşı erken silahlı mücadelesinin, Hüseynî tarafından tehlikeli görüldüğünü söyler. Açıkça mesul tutar. İngiliz raporları Kassam’ın yerinin köylülerden alınan bilgiler, muhbirler ve polis takibiyle tespit edildiğini söyler. Velid Halidi, Rasid Halidi, Yehoshua Porath gibi tarihçiler, Hüseynî ile Kassam arasında siyasi kopukluk olduğunu kabul eder. Ancak Hüseynî’nin Kassam’ın öldürülmesinde rol aldığına dair ikna edici delil olmadığını söylerler.
Peki bu iddia neden bu kadar yaygınlaştı ve Filistin iç siyasetinde vasıta olarak kullanıldı? Bunun sebebi tek bir hadise değil, birkaç organik gerilimin üst üste binmesidir. Filistin’de halk, ikiye ayrılmıştı. Diplomatik mücadelenin sembolü Hüseyni, Kudüs’ten şehirli, eşraf ailesindendi. Silahlı mukavemetin sembolü Kassam’ı ise köylüler, işçiler, yoksullar tutardı. Hüseynî, Kassam’ı tasvip etmezdi. Ölümünden sonra da İngilizleri doğrudan suçlayan sert bir çizgiye hemen girmedi. Aslında müftü çok da pasif değildi. İslam Yüksek Konseyi 1920’de Emin el-Hüseyni riyasetinde kuruldu. İngiltere müftüyü müslüman cemaatin reisi olarak resmen kabul etti. İslam Konseyi mahalli baskının yardımıyla geniş bir Yahudi düşmanlığını kampanyasına girişti. Bu müslüman ülkelerce de desteklendi. Müftü ve konseyin faaliyeti esasen Yahudilere arazi satılmasının önlenmesi gayesine dayanıyordu. Fakat bu yasak, mali güçlükler içinde bulunan toprak sahiplerinin topraklarını Yahudi banka ve şirketlerine satmalarını engellemedi. Bilakis bu propagandalar fiyatları arttırdı, satıcıların iştahını tahrik etti. Bu siyasi ve ekonomik mücadeleye paralel olarak müftü Yahudilerin zirai teşebbüsler aleyhine saldırılar tertipledi. Ağaların toprakları satmalarından dolayı işsiz kalan köylü ve ırgatlar müftünün adamları tarafından silahlandırıp Yahudi çiftliklerine saldırmaya başladı. Yahudiler işin buraya varacağını tahmin etmişler ve Haganah (müdafaa ordusu) adını verdikleri bir milis meydana getirmişlerdi. Haganah, müftünün adamlarına öyle kayıplar verdirdi ki Arap Konseyi komşu Arap devletlerine yardım istemek zorunda kaldı. 1925-1927 yılları arasında Fransızlara karşı çıkan ayaklanmada çarpışmalara katılmış bulunan Suriyeli bazı askerler başlarında Fevzi el-Kavukçu olduğu halde müftünün emrine girdiler. Kavukçu, Filistinlileri yeniden organize etti. Suriyeli, Iraklı ve Ürdünlü ücretli askerlerin, Emir Abdullah’ın himayesiyle onlara katılmaları sayesinde yeni bir kuvvet doğdu. Kassam da onun maiyetinde idi.
Öte yandan Almanya’da Nazi Partisi iktidara geçmişti. Bu yakın doğuda entelektüel orta sınıfa derinden tesir etti. 1936 Berlin olimpiyatları bahanesiyle Berlin’e bir yolculuk yapan Arap entelektüelleri memleketlerine döndükleri zaman Almanya modeline benzer organizasyonlar kurmaya koyuldular. Müftünün bir yandan Yahudilerle bir yandan işgalci devlete karşı diplomatik mücadelesi, Filistinlilerin hakiki arzularına tekabül etmiyordu.
İngiltere İkinci Cihan Harbi’nin eşiğinde Hindistan'la irtibatını kesmeme kaygısıyla milis teşkilatlarına dağılma emri verdi. Müftü sonradan çevrenin ve şartların baskısıyla İngiliz çizgisinden uzaklaşarak Hitler’e yanaştı. Almanya’nın kazanması, Filistin’de onun ve davasının önünü açacaktı. Çünki Hitler, amansız bir Yahudi düşmanıydı. Düşmanın düşmanı dosttu. İngilizler ikisini de tevkif etmeden Emin el-Hüseyni ve Feyzi Kavukçu Berlin’e kaçtılar. Hüseyni’nin bu hatası kendisinin de Filistin’in de felaketi oldu.
1948 sonrası hezimetin sebebi olarak iki şey gösterildi: 1-Liderin yanlışlığı. 2-İngiltere, Siyonizm ve Arap kardeşlerimizin hıyaneti. Kassam–Hüseynî ihtilafı, birinci sebebi güçlendirmek için kullanıldı. 1960’lar sonrasındaki silahlı mukavemetin meşruiyetine de vasıta yapıldı. Fetih, Halk Cephesi ve daha sonra İslamcı hareketler, Kassam’ı hakiki mukavemetçi ve uzlaşmayı reddeden figür olarak sahiplendi. Dolaylı mesaj şuydu: Biz Kassam’ın yolundayız, Hüseynî çizgisinin değil. Bu noktada Hüseynî’ye atfedilen suçlamalar sembolikleşti. Bugün Kassam adı, silahlı faaliyetlerin, tavizsizliğin, halk tabanlı mücadelenin sembolüdür. Bu sembolü güçlendirmek için Hüseynî, çoğu zaman tek taraftan ve kötü gösterilir.
Kassam ölmeseydi Filistin tarihi farklı olur muydu? Evet, farklı olurdu. Ama zafer değil, farklı bir mağlubiyet şekli ortaya çıkması daha muhtemeldi. Arap ayaklanması daha erken ve daha radikal başlardı. Hüseynî’nin siyasi kontrolü zayıflardı. Şehirli elitler geri planda kalırdı. Köylü tabanı daha tayin edici olurdu. Buna da İngiliz reaksiyonu daha sert olurdu. İngiliz Mandası Hüseynî’ye tahammül edebiliyordu (kontrol edilebilir bir liderdi). Kassam’a asla tahammül etmezdi. Kassam hayatta kalsaydı, İngilizler toplu tevkifler ve idamlar yapar, köyleri yıkardı. Kassam yaşarsa, İngiliz bastırması daha erken ve daha kanlı olurdu. Milletlerarası meşruiyet zayıflardı. Hüseynî, bütün tenakuzlara rağmen, Arap devletleriyle, İslam dünyasıyla, milletlerarası platformlarla münasebet kurabiliyordu. Kassam, silahlı bir lisan kullanıyordu. Diplomasiye mesafeli bir figürdü. Şu halde Filistin davası erken devirde emniyet meselesi olarak çerçevelenirdi. İngiltere, Siyonist talepleri daha rahat meşrulaştırırdı.
Kassam ölmeseydi, marjinal kalırdı. Karizmatikti ama milli çapta bir teşkilat kuracak lojistik ve siyasi imkâna sahip değildi. Silah, para, milletlerarası destek yoktu. Arap elitlerinin çoğu ona mesafeliydi. Şu halde Kassam mahalli bir gerilla lideri olarak kalırdı. Bir noktada yine öldürülür veya yakalanırdı. Ama efsaneleşmezdi. Kassam’ın erken ölümü onu güçlü bir sembole dönüştürdü. Yaşasaydı hataları görünür olurdu. Yenilen ama sembolleşen figür olmazdı.
Peki Hüseynî gerçekten başka bir yol takip edebilir miydi? Hayır, çok sınırlıydı. Zira ortada bir İngiliz mandası realitesi vardı. Tam istiklal masada yoktu. Ayrıca Filistin cemiyeti parçalanmıştı. Aileler, mıntıkalar, sınıflar bölünmüştü. Üstelik silah ve ordu eksikliği vardı. Kassam dahil kimsenin sürdürülebilir bir askeri kapasitesi bulunmuyordu. Netice itibariyle Hüseynî uzlaşmacıydı, çünkü başka işleyen bir alternatif yoktu. Kassam radikaldi çünkü kaybedecek bir şeyi yoktu. İşin özü, Kassam’ın ölümü, Filistin davasına askeri değil ama sembolik güç kazandırdı. Yaşasaydı, daha gerçek, ama daha zayıf bir lider olurdu. Ölünce, hatasız, münakaşa edilmez, mobilize edici bir figüre dönüştü. Bu yüzden bugün, Kassam, “olması gereken yol”, Hüseynî, “kaçırılmış fırsat” şeklinde hatırlanıyor. Ama ikisi de, çok daha güçlü bir sömürge sistemi karşısında sıkışmış figürlerdir.