Sual
Cevap
Talebesi Hilmi Efendi anlattı: “1929 senesinde askeri lise son sınıfta 18 yaşında idim. Kadir gecesi idi. Mektepte yatmıştık. Uyuyamadım. Şaşkın olarak, yatağımdan fırladım. Düşüncelerimde, imanda yalnız kalmıştım. Sıkılıyordum, bunalıyordum. Bahçeye çıktım. Gökyüzü yıldızlarla dolu idi. Eyüb Sultan’ın, yani Hâlid bin Zeyd’in türbesine karşı, Haliç’in ışıklı dalgaları, sanki bana, üzülme, sen haklısın diyorlardı. Hıçkırarak ağladım. “Yâ Rabbî! Sana inanıyorum. Seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslâm bilgilerini öğrenmek istiyorum. Beni, din düşmanlarına aldanmaktan koru!” diye yalvardım. Allahü teâlâ, bu masum ve hâlis duamı kabul buyurdu. Kerâmetler, hârikalar hazinesi, ilim deryası olan bir Allah dostu, önce rüyada, sonra gerçek hayatta karşıma çıktı. Beni cezbetti. Allahü teâlâ Kur’an-ı kerîmde meâlen, “Her isteyene veririm; bazen de istemeyenler arasından seçtiğime veririm” buyuruyor. Bu âyet-i kerîmelerde hem adalet, hem ihsan vardır. “Her isteyene veririm” (Bekara: 186; Âli İmrân: 145; İsrâ: 20) buyurması adalettir. “İstediğime veririm” (En’âm: 88; Kasas: 56) buyurması da ihsandır. Ben istedim, Allahü teâlâ da verdi. İşte böyle, Allahü teâlâ samimi kalb ile isteyenlere verir. Nitekim Kur’an-ı kerîmde meâlen, “Allah, kendisine yöneleni, doğru yola iletir” ve “Doğru yolu arayanları, saadete götüren yollara kavuştururuz” buyuruluyor (Şûrâ: 13; Ankebût: 69).”