Sual
(Dürret-ül-beydâ) kitâbında diyor ki, (Yemeğe çağrılan kimseye, malımdan istediğin kadar yi ve al ve dilediğine ver, hepsi halâl olsun denilse, yidikleri halâl olur. Aldıkları ve başkasına verdikleri halâl olmaz. Çünki, mikdârı bilinmiyen ta’âmın yimesini halâl etmek câizdir. Fekat mikdârı bilinmiyen malı almak için vekîl etmek ve mechûl ve ayrı olarak teslîmi mümkin olan malı ayırmadan hediyye etmek sahîh değildir). Öte yandan fıkıh kitaplarında kadın kocasının malını ondan izinsiz başkalarına yedirip veremeyeceği için, kocanın önceden bunun için zevcesine izin vermesi iyi olur deniyor. Yukarıdaki fetvâya göre koca zevcesine önceden nasıl izin verebilir?
Cevap
Dürretü’l-Beydâ bir fetvâ kitabıdır. Müşahhas (somut) meseleye umumî kaide çerçevesinde cevap verilmiştir. Fıkıhta kâide şudur: Meçhul bir malın alınması istikametinde yapılan vekâletler sahih (geçerli) değildir; çünkü alınacak malın ne bedeli bellidir, ne de hangi mal olduğu bilinmektedir. Ancak umumî vekâlet bahis mevzuu olduğu zaman iş değişir. «Gördüğün malı benim için satın al.» demesi gibi umumî bir vekâlet olursa bu muteberdir. Hibede de umumî vekâlet muteberdir... İbni Nüceym, Bezzâziyye'den naklen der ki: Tek başına «Sen benim emrim (iş yapmam) câiz olan her hususta vekilimsin» denildiğinde o adam, malını korumaya, satmaya, almaya, hibe etmeye ve sadaka vermeye mâliktir. Hatta bu maldan kendi nefsi için yemiş olsa, eğer müvekkilin yememesi hususunda bir kastı yoksa, yemesi de caizdir. Mamafih İmam Ebu Hanîfe bu şekilde umumî vekâletin sadece ivazlı akitlerde, yani alım satımda vekâlet olduğu görüşündedir. Dolayısıyla bu ifade köle azad etmeyi, hibe ve sadaka gibi teberrulara (karşılıksız kazandırmalara) şâmil değildir. Fetvâ da böyledir. Ancak “Malımdan dilediğine hibe etmekte umumî vekilsin” denmişse, bu takdirde vekil müvekkilin dilediği malından dilediği kimseye hibede bulunabilir. (İbni Âbidin, Vekâlet bahsi).
Bir kimsenin malından dilediğini alması için başkasına izin verebilmesi ihtilaflıdır. Nitekim Tatarhâniye'de diyor ki: «Falan adam benim malımdan neyi elde ederse o onun için helâldir.» dese o kişi de onun malından alırsa helâl olur. «Kim ki benim malımdan ne alırsa ona helâldir» sözünde ise; bir kişi herhangi bir şey alırsa helâl olmaz. Ebû Nasr dedi ki: «Helâl olur ve zâmin de olmaz (ödemez).» Eğer kişi: «Sen benim malım sana helâldir, dilediğini malımdan al» dese İmam Muhammed’e göre; onun malından hassaten dirhemler ve dinarlar (altın ve gümüş para) helâl olur.» (İbni Âbidin-Alışveriş bahsi).
Meçhulün hibesi sahih olmadığı gibi, bir çuval buğdayın yarısı gibi taksimi mümkün olan malın ayrılmadan hibesi de sahih değildir. Hibede ve bütün akidlerde malın belli olması lâzımdır. Müşâ (ortak) malın da hibe edilmek istenen kısmının ayrıldıktan sonra hibe edilmesi gerekir. Ancak bir kimse malımdan dilediğin kadar ye ve al ve dilediğine ver dediği zaman, bunu dediği kimse diyenin gözü önünde muayyen bir mikdar ayırıp aldığında, mal meçhullükten ve müşâlıktan (ortak mal olmaktan) çıkar. Memedeki sütü, koyun üzerindeki yünü, topraktaki hurma ağacını ve ağaç üzerindeki hurmayı hibe etmek sahih değildir. Çünkü bu hibe hisseli malın hibesi gibidir. Fakat sayılanlar yerlerinden ayrıldıktan sonra hibe ve teslim edilirse, engel olan şüyu (ortaklık) ortadan kalktığı için caiz olur. Ama bu ayırmanın mâlikin izni ile hibe olunan kişi tarafından yapılması yeterli midir? Dürer'in açık ifadesine göre, evet yeterlidir. (İbni Âbidin, Hibe bahsi). O halde bir kimse bir başkasına, muayyen bir malından almasını söylediğinde, ikisinden biri bu maldan belli bir mikdar alıp ayırdığı zaman, hibe (hediye) tamamlanmış olur.
Şu halde yemeğe çağrılan kimseye, malımdan istediğin kadar ye ve al ve dilediğine ver, hepsi helâl olsun denilse, yedikleri helâl olur; aldıkları ve başkasına verdikleri helâl olmaz. Burada ibâha mevzubahistir. İbâhanın umumî hükmü budur. Bir şeyi karşılık beklemeden yemesi için bir başkasına izin vermeye ibâha denir. Bir kimseyi yemeğe çağırınca, önüne konan şey, hediye edilmiş olmaz, ibâha edilmiş, yani yemesine izin verilmiş olur. Ancak yediği mülkü olur, sahibinden izinsiz başkalarına veremez, yanında götüremez. Ancak sahibi izin vermişse, yahud vereceğini çok zannediyor ise verebilir ve götürebilir. Bu rızâ, yukarıda söylendiği gibi açık bir rızâ olabildiği gibi, görüp de men etmemesi veya men etmeyeceği çok zannedildiği hallerde de delâleten rızâ vardır. Rızâyı ilim, hürmeti nefyeder. Yani râzı olduğunu bilmek veya çok zannetmek rızâ sayılır, malın haramlığını ortadan kaldırır. Bir kimse başkasına “Malımdan dilediğine yedir ve ver” dese, dilediğine dilediğini yedirip verebilir. Çünki umumî vekildir.
Bir kimsenin malından dilediğini alması için başkasına izin verebilmesi ihtilaflıdır. Nitekim Tatarhâniye'de diyor ki: «Falan adam benim malımdan neyi elde ederse o onun için helâldir.» dese o kişi de onun malından alırsa helâl olur. «Kim ki benim malımdan ne alırsa ona helâldir» sözünde ise; bir kişi herhangi bir şey alırsa helâl olmaz. Ebû Nasr dedi ki: «Helâl olur ve zâmin de olmaz (ödemez).» Eğer kişi: «Sen benim malım sana helâldir, dilediğini malımdan al» dese İmam Muhammed’e göre; onun malından hassaten dirhemler ve dinarlar (altın ve gümüş para) helâl olur.» (İbni Âbidin-Alışveriş bahsi).
Meçhulün hibesi sahih olmadığı gibi, bir çuval buğdayın yarısı gibi taksimi mümkün olan malın ayrılmadan hibesi de sahih değildir. Hibede ve bütün akidlerde malın belli olması lâzımdır. Müşâ (ortak) malın da hibe edilmek istenen kısmının ayrıldıktan sonra hibe edilmesi gerekir. Ancak bir kimse malımdan dilediğin kadar ye ve al ve dilediğine ver dediği zaman, bunu dediği kimse diyenin gözü önünde muayyen bir mikdar ayırıp aldığında, mal meçhullükten ve müşâlıktan (ortak mal olmaktan) çıkar. Memedeki sütü, koyun üzerindeki yünü, topraktaki hurma ağacını ve ağaç üzerindeki hurmayı hibe etmek sahih değildir. Çünkü bu hibe hisseli malın hibesi gibidir. Fakat sayılanlar yerlerinden ayrıldıktan sonra hibe ve teslim edilirse, engel olan şüyu (ortaklık) ortadan kalktığı için caiz olur. Ama bu ayırmanın mâlikin izni ile hibe olunan kişi tarafından yapılması yeterli midir? Dürer'in açık ifadesine göre, evet yeterlidir. (İbni Âbidin, Hibe bahsi). O halde bir kimse bir başkasına, muayyen bir malından almasını söylediğinde, ikisinden biri bu maldan belli bir mikdar alıp ayırdığı zaman, hibe (hediye) tamamlanmış olur.
Şu halde yemeğe çağrılan kimseye, malımdan istediğin kadar ye ve al ve dilediğine ver, hepsi helâl olsun denilse, yedikleri helâl olur; aldıkları ve başkasına verdikleri helâl olmaz. Burada ibâha mevzubahistir. İbâhanın umumî hükmü budur. Bir şeyi karşılık beklemeden yemesi için bir başkasına izin vermeye ibâha denir. Bir kimseyi yemeğe çağırınca, önüne konan şey, hediye edilmiş olmaz, ibâha edilmiş, yani yemesine izin verilmiş olur. Ancak yediği mülkü olur, sahibinden izinsiz başkalarına veremez, yanında götüremez. Ancak sahibi izin vermişse, yahud vereceğini çok zannediyor ise verebilir ve götürebilir. Bu rızâ, yukarıda söylendiği gibi açık bir rızâ olabildiği gibi, görüp de men etmemesi veya men etmeyeceği çok zannedildiği hallerde de delâleten rızâ vardır. Rızâyı ilim, hürmeti nefyeder. Yani râzı olduğunu bilmek veya çok zannetmek rızâ sayılır, malın haramlığını ortadan kaldırır. Bir kimse başkasına “Malımdan dilediğine yedir ve ver” dese, dilediğine dilediğini yedirip verebilir. Çünki umumî vekildir.