Sual
Cevap
Bu hususta çeşitli rivayetler vardır. Ama en sahihi, vech, lügat, lehçe olarak anlaşılmasıdır. Lafzı ve maddesi değişik, ama aynı mânâya gelen başka bir kelime ile okumak demektir. İnsanlar ilk zamanlar tek lügat üzere okumakla emrolunsalardı, kaçarlardı. Nitekim Hazret-i Peygamber zamanında Kur’an-ı kerim âyetlerinden bazısının farklı Arabça lehçelere göre farklı harf veya hareke veya kelimelerle okunmasına izin verilmişti. Meselâ sahâbeden Hişâm bin Hakem ile Hazret-i Ömer arasındaki bir kıraat ihtilâfında Hazret-i Peygamber her ikisine de doğru okuduğunu, âyet-i kerimenin böylece (her iki şekilde okumaya elverişli) nâzil olduğunu söylemiştir. Übeyy bin Kab, İbni Mes’ud, İbni Abbas gibi sahâbilerden de buna benzer rivâyetler vardır.
Hazret-i Ali’den velasri ve revâibi’d-dehr ; Sa’d ibni Ebî Vakkâs’tan, ve lehu ahün ve uhtün min ümmihi ; İbni Mes’ud’dan, in kânet sayhaten vâhideten yerine in kânet zekıyyeten (ze ve kaf) vâhideten, İbni Mes’ud’dan, kelıhnilmenfûş yerine kessavfilmenfûş (sad ile), Hazret-i Ömer ve Ebû Âliye’den, fes’av ilâ zikrillah yerine femdav (dat ile) ilâ zikrillah; Ebudderdâ’dan, ta’âmül-esim yerine ta’âmü’-fâcir gibi kıraatler naklolunmuştur. Mamafih bu rivâyetlerin sıhhatine itirazlar vardır. 1-Bunlar sahâbenin âyetleri tefsir sadedindeki sözleri olabilir. (Ama hepsi de böyledir denemez.) 2-Bu sahâbîler mushafın cem’inde hâzır idiler. İtiraz etmediler. 3-Üstelik bu rivâyetler âhaddir. Hep bir kişi tarafından rivâyet edilmiştir. 4-Okuyamayanlara verilmiş bir müsaade olabilir. Meselâ Ebudderdâ, ta’âmü’l-esîm okuyamayan bedevîye ta’âmü’l-fâcir okumasını söylemişti. Nitekim zelletü’l-kâri meselesinde, yani namazda kıraat ederken yanlış bir kelime söylense, İmam Ebû Yûsuf’a göre bu kelimenin Kur’an-ı kerîmde benzeri varsa, namaz bozulmaz. İmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre Kur’an-ı kerîmde benzeri olmasa bile mânâ değişmezse namaz bozulmaz. Bu ictihadların temeli, muhtemelen kıraat-ı seb’anın namazı bozmayacağı kaziyesidir.
Demek ki başlangıçta her çeşit müslümana kolaylık olması için âyetlerin çeşitli lügat ve lehçelerde okunmasına izin verilmişti. Hazret-i Cebrâil her sene Hazret-i Peygamber’e o zamana kadar nâzil olan âyetleri okur; O da tekrar edip ezberlerdi. Buna arza denir. Son sene arza iki defa cereyan edip ilahî metin artık belli oldu. Başta okunmasına müsaade olunan lafızlardan bir kısmı nesholundu, bir kısmı bâki kaldı. Hazret-i Peygamber bu metni sahâbîlere de okudu. Onlar da kısmen veya tamamen ezberledi. Sonra yazıya döküldü. Bu metin mütevâtiren nakledildi. On kıraat buradan çıktı. Değişik lafızlardaki âyet-i kerimeler ise ahad tarikiyle nakledildi. O halde âyet-i kerimelerin müterâdif kelimelerle ve mânâyı değiştirmeden (rahmet yerine azab mânâsı vermeden) okunmasına Sahâbe-i kiram Kur’an-ı kerimi cem etmeden önce izin verilmişti. Son arzada kat’î metin ortaya çıktı. Sahâbe-i kiram da bunu toplayıp mushafı meydana getirdi. Hazret-i Ebû Bekr zamanında toplanıp Hazret-i Osman zamanında yazılan nüshalara aykırı olmadıkça yedi harf bâki kaldı. Bu da artık hareke, sükûn, teşdid, tahfif, ibdâl gibi hususlara inhisar etmektedir. Bu toplanan mushafın yedi harften birine veya hepsine göre olduğu da ihtilâflıdır. Yedi harften biridir diyenler de, hepsini ihtivâ eder diyenler vardır.
Hülâsa Sahâbe-i kiram, yedi harfe şümullü bir metin üzerinde icma’ya varmıştır. O halde bu mushaf esastır. Bununla namaz kılınır. İbni Mesud, Übeyy bin Ka’b, Ebudderdâ gibi sahâbîlerden rivâyet edilen ve bu mushaftan ayrı kıraatler şazz kıraatlerdir. Arapça gramer şartlarına uyan ve mânâyı değiştirmeyen; fakat sûrelerin tertibi ve bazı birkaç kelimesi Hazret-i Osman’ın topladığına benzemeyen Kur'an-ı kerîm kıraatine, kıraat-i şâzze denir. Bunu başlangıçta Abdullah ibn Mesud, Übeyy bin Ka'b gibi Eshâbdan birkaçı okumuştur, fakat hakkında icma' olmadığı için sonradan okunması men edilmiştir. Nitekim Nûr sûresinin 27. âyetinde geçen ve izin alınız! mânâsına gelen teste’nisû kelimesini, Übeyy bin Kâ’b ile İbn Abbas yine aynı mânâya gelen teste’zinû şeklinde okumuşlardır. (Zâhid el-Kevserî, İbn Mes’ud’dan rivâyet edilen şâz kıraatlerin, ona ait olmayıp İbn Mes’ud’dan tefsir sadedinde rivâyet edilen sözler olduğunu bildirmektedir.) Bu kıraatlerden meşhur olanları, kıraatte okumaz ama ibâdet ve muamelatta delil olurlar. Meselâ, yemin keffâretine dair âyetteki “üç gün oruç” ibâresini İbn Mes'ud, “üç gün arka arkaya oruç” şeklinde bildirmiştir. Buradaki “arka arkaya” demek olan “mütetâbi'at” kelimesi, Hanefîlerce mânâ olarak kabul edilmişse de, Kur'an-ı kerîm metnine dahil olunmamıştır. Bu takdirde o sahabinin o ayeti tefsiri sadedindeki rivayeti gibi mütalaa edilir.
“Kur'an-ı kerîm yedi harf üzere indirilmiştir” hadîs-i şerifinin mânâsı, Kur’an-ı kerîmin arapçanın yedi lehçesine uygun okunabilecek bir şekilde indirilmiş olmasıdır. Nitekim başlangıçta Kur'an-ı kerîmde hareke ve nokta bulunmamaktaydı. Çünki ilk müslümanlar kendi lisanlarının yazısı olduğu için bunu kolay okuyabilmekteydiler. Bu sebeple farklı lehçelerde okunabiliyordu. Meselâ Temîm kabîlesi sin yerine te söyler; en-nâs kelimesini en-nât okurdu. Meşev fih (Bakara: 20) yerine, aynı mânâda merev fih okunurdu. Bunlar Kureyş, Huzeyl, Hevâzin, Yemen, Temim, Tayy ve Sakif lehçeleri olup, zamanla lehçe farklılıkları kaybolduğu için Kureyş lehçesi hepsinin yerini almıştır. Şu kadar ki, Kur’an-ı kerîmin her kelimesi değil, bazı kelimeleri yedi lehçe ile okunmuştur. Bu lehçe farkı da, bir çeşitlilik olup, mânâ bakımından tenâkuzu icab ettirmez. Hazret-i Osman zamanında bu farklılıklar da izâle edilerek, tek bir lehçe, Kureyş lehçesi esas tutulmuştur.
Kur’an-ı kerîm, bütünü itibariyle Hazret-i Peygamber’den tevâtüren intikal etmiştir. Ancak bazı âyetlerin tilâvetinde ve bazı harflerin telaffuzunda Hazret-i Peygamber’den tevâtüren gelen bazı farklı rivâyetler vardır. Bunlar yedi tanedir ve kıraat-i seb’a diye bilinir. Bunlar, Nâfi’, İbn Kesîr, Ebu’l-Amr, İbn Âmir, Âsım, Hamza ve Kisâî’nin kıraatleridir. Bunlardan başka üç kıraat daha vardır ki, bazı âlimler bunların da tevâtüren geldiğine kâildir. Bunlar Ebû Câfer, Yâkub ve Ebû Muhammed kıraatleridir. Böylece hepsine birden kıraat-ı aşere denir. Bunlardan başka üç kıraat daha vardır ki, Basrî, İbn Muhaysin ve A’meş kıraatleridir. Bunlar şâz kıraat olup namazda okunması câiz değildir. Kıraat imamlarından her biri tâbiîn veya tebe-i tâbiînden olup kıraati Sahâbeden veya Tâbiînden öğrenip icâzet almışlardır. Bunlar, yedi harf ile aynı şey değildir. Bunların da yedi olması tamamen tesadüftür. Zaten yedi rakamı da kat’î değildir. Bu kıraatleri ilk değerlendiren Ebû Bekr bin Mücâhid’in verdiği rakamdır. On rakamını verenler de vardır.