Sual
Cevap
Müellefe-i kulûb, Kureyş’in büyükleri ile Arab kabilelerinin ileri gelenlerinden bazı kimselerdir. Resûlullah aleyhisselâm, âyet-i kerîme istikametinde bunlara zekâttan hisse verirdi. Bunlar üç kısımdı: 1) Resûlullah zamanında yeni müslüman olup gönlünde İslâm nurunun iyice yerleşmesi istenenler. 2) Henüz müslüman olmayıp da kalbi İslâmiyete ısındırılmak lâzım gelenler. 3) Münâfıklardan olup şerlerinden sakınılmak istenenler.
Hazret-i Peygamber’in vefatından sonra bunlara zekât verilip verilmeyeceği meselesi, ulemâ arasında ihtilâf mevzuu olmuştur. Cumhur (ulemanın ekserisi), verilmeyeceğine kâildir. İmam Şâfi̔î’nin iki kavlinden birine göre lüzumu hâlinde verilebilir. Resûlullah’ın irtihalinden sonra bunlar Halife Ebû Bekr’e gelip, ellerindeki hisselere dair yazıların tecdidini istediler. Halife bunları maliye nâzırı Hazret-i Ömer’e havâle etti. O da bunları geri çevirdi. Halife, onun reyini tasdik etti. Mesele sahâbe arasında şâyi̔ olunca, hiç biri bunu red ve inkâr etmeyip icmâa hâsıl oldu.
Tecrid Şerhi’nde diyor ki: “Bir hükm-i şer'î [şer'î hüküm], bir mânâ-i hâssa, bir sebeb-i mahsusa istinaden [hususî bir mânâ ve sebebe dayanarak] sâbit olursa, o mânâ-i hâssın, o husûsî sebeb ve illetin zehâbı ile [o sebeb ve illetin ortadan kalkmasiyle] hüküm de nihayete ermiş oluyor. Her hüküm, sebebi ile deverân ediyor [dönüp dolaşıyor]. Sebebin zevâl ve intihâsiyle [ortadan kalkması ve sona ermesiyle] hüküm de zâil ve müntehî oluyor [kaybolup sona eriyor].” (Zeynüddîn Zebîdî/ Kâmil Miras: Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, 8.b, V/329.)
Hazret-i Ömer’in, müellefe-i kulûba, yani kalbi İslâmiyete ısındırılacak olanlara zekât vermemesinin delillerinden en mühimi, “Zekâtı müslümanların zenginlerinden alıp, müslümanların fakirlerine ver!” meâlindeki Muaz hadîsidir. (Buhârî: Zekât 1, 41, Sadaka 1, 63, Mezâlim 9, Meğâzi 60, Tevhid 1; Müslim: İman 31; Tirmizî: Zekât 6; Ebû Dâvud: Zekât 4; Nesâî: Zekât 46.) Sünnet ile âyet hükmünün neshi Hanefî mezhebinde caizdir. Bu da ona misaldir.
Nitekim “Müellefe-i kulûb ismi verilen bu gibi kimselere zekât verilmesi, âyet-i kerîmede emredilmiş iken, neye vermedin?” diye sorulunca, Hazret-i Ömer “Gayrımüslimlerin kalblerini yumuşatmak emri, Allah’ın va’d ettiği zafer ve gâlibiyet başlamadan evvel, onların azgın olduğu zamanda idi. Şimdi ise, müslümanlar kuvvetlenmiş, kâfirler mağlup ve âciz olmuştur. Şimdi bunların kalblerini mal ile kazanmağa lüzûm kalmamıştır” dedi. Ardından da müellefe-i kulûbun gayrı-müslimlerine zekât verilmesi emrini nesh eden, yani tatbikat zamanının bittiğini bildiren ve zekâtın ancak mü’minlerin hakkı olduğunu bildiren âyet-i kerîmeyi (Bakara: 273) ve Muaz hadîsini okudu. Bunun üzerine bu âyetin nesh edilmiş olduğu ve artık müellefe-i kulûba zekât verilmeyeceği hususunda icmâ̔ meydana geldi. Hazret-i Ömer’in hazîne emîni olduğu bu zamanda halife, Hazret-i Ebû Bekr idi; o da bunu kabul etti. Nitekim Kur’an-ı kerîm ilk zamanlarda düşmandan esir almayı yasaklanmış iken, sonradan Müslümanlar güçlenince, buna âyet-i kerîme ile izin verilmiştir.
Kaldı ki, âyet-i kerimenin bu hükmü neshedilmemiş olsa bile bile, müellefe-i kulûb kalmayınca, zekâtın masrifinden (verileceği 8 sınıftan) bu sınıf düşmüş demektir. Hâlihâzırda bundan başka, rikâb (köle) ve âmil (zekât tahsildarı) sınıfı da yoktur. Âyet-i kerîmenin bu kısmı da neshedilmiştir denebilir mi? Ayağı kesik olan kimse için abdestin farzı dört değil, üçtür. İmam Muhammed’in eserlerinde: “Zekât sekiz sınıfa taksim edilir. Ancak müellefe-i kulûb artık ortadan kalkmıştır” der. (İmam Muhammed eş-Şeybânî: el-Asl, Dârü İbni Hazm, Beyrut 1433/2012, 142; el-Câmi̔u’s-Sagîr, Beyrut 1990, 124.) Bütün Hanefî fıkıh kitaplarında da böyledir.
Halife Ömer bin Abdilaziz’in müellefe-i kulûba tekrar zekât vermeye başladığı iddiasına gelince: Ömer bin Abdilaziz böyle bir ödeme yapmıştır, ancak bunu beytü’l-mâlin zekât değil, başka kısmından ödemiştir. Nitekim ulemâdan, müellefe-i kulûbun gayrımüslim olan sınıfına, zekâttan değil, ganîmetlerin Resûlullah’ın hissesine düşen beşte birinden ödeme yapıldığını söyleyenler de vardır.
Görülüyor ki, müellefe-i kulûb denilen kimselere ödeme yapılması değil, onlara zekât verilmesi yasak edilmiştir. Kaldı ki, pek çok fetihlerin yapıldığı ve kalabalık grupların müslüman oldukları Hazret-i Ömer zamanında, müellefe-i kulûba zekât verilmesi ihtiyacı, Ömer bin Abdilaziz’in zamanından daha az değildi. Üstelik müellefe-i kulûbun kimler oldukları hususunda da ihtilaf vardır. İmam Şâfi̔î gibi birçok hukukçu, bunların yalnızca İslâm’a yeni girmiş kimseler olduğunu; ancak bugün kalmadığını söylemişlerdir.
Ayrıca zekâtın verileceği yerlerden biri de âmil, yani zekât toplama memurudur. Kaynaklarda, zekât memurunun Hâşimî veya gayrımüslim olması hâlinde, bunların zekâttan bir şey alamaya-caklarını tasrih edilmiştir. Çünki Hâşimîlere ve gayrımüslimlere zekât verilmez. Sünnet, âyetin hükmünü tahsis ve takyid etmiştir.
Yine denilebilir ki, eskiden zekâtı devlet toplar ve icab eden yerlere sarfederdi. Devletin zekât toplamadığı zamanlarda, insanların müellefe-i kulûbu tesbit etmesi çok zordur. Halbuki zekât, müslümanların her şart ve zeminde yerine getirmesi lâzım gelen bir vecibedir.
Bazı müelliflere göre, bu kişiler, zekât fonundan değil, Bahreyn haracı veya bir arazinin gelirinden kendilerine tediye yapılmasını istemişlerdi. Bu sahih ise, o zaman mesele kökünden kalkar. Bunlar, Hazret-i Ömer’in kestiğinin, müellefe-i kulûba verilen zekât fonundan değil, beytülmâlin başka kaleminden yapılan ödemeler olduğunu; bunun da halifenin salâhiyeti dairesinde bulunduğunu söyler. Nitekim bu kişilerin isteyip Hazret-i Ömer’in men ettiği şey, zekât malı değil, iktâ edilmiş araziden ibarettir. (Muhsin Koçak: İslam Hukukunda Hükümlerin Değişmesi Açısından Hz. Ömer’in Bazı Uygulamaları, Samsun 1997, 50-51; Ebubekir Sifil: Hazret-i Ömer ve Nebevî Sünnet, 4.b, İstanbul 2014, 267-273. Değişmek mi? Yok Olmak mı? 167.)
Bir başka müellif, halifenin, toplanan zekâtı Kur’an-ı kerîmde sayılan 8 sınıftan birine vermek hususunda muhayyer olduğunu; Hazret-i Ömer’in, müellefe-i kulûba verme şıkkını ihtiyar etmediğine dikkat çekerek şöyle söyler: “Belli ki zekât vermek farzdır; ama o sekiz sınıftan birini seçmek mübahtır ve mükellefin kendi seçimine bırakılmıştır. Hz. Ömer’in ‘müellefe-i kulûb şıkkını seçmiyorum’ demesi neden âyeti değiştirmek olsun? Ortada müellefe-i kulûbdan birisi kalmadıysa âyetin hükmü kalkmış mı olacak? Bir dönem gelse ve ‘fakir’ kalmasa, dolayısıyla fakire zekât verilemese, âyetin hükmü sona erdirilmiş mi sayılacak?” (Orhan Çeker: Saffet Köse’nin Hz. Ömer’in uygulamaları bağlamında ahkamın değişmesi tartışmalarına bazı mülahazalar, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, S.7, Nisan 2006, s. 53.)