Sual
Cevap
Nassların lafızları hangi mânâya delâlet ettikleri ve ne maksadla söylenildiklerini işitenlerin anlamaları cihetinden ibâre, işâret, delâlet, tazammun, iltizam ve iktiza kısımlarına ayrılır:
Delâle bi’l-ibâre’de, yani ibârenin delâletinde, lafzın doğrudan delâlet ettiği mânâ mevzubahistir. "Allahın verdiği bu ganîmet malları, yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan, Allah’tan bir lutf ve rızâ dileyen, Allah’ın dinine yardım eden fakir muhâcirlerindir" meâlindeki âyet-i kerimenin (Haşr: 8) ibâresinden, muhâcirlerin ganîmette hakları olduğu anlaşılır.
"Zekât müslümanların fakirlerine verilir" hadîsinin ibâresinden, zekâtın sadece müslümanların fakirlerine verileceği anlaşılır. Delâle bi’l-işâre’de, yani işâretin delâletinde, lafzın, ibâresinden çıkan hükme değil, bu hükümden hareketle, dolaylı olarak anlaşılan hükme delâlet ettiği kabul olunur. Bakara sûresinin 275. âyet-i kerimesinde, Allah’ın beyʽi (alışverişi) helâl; fâizi haram kılmasında, beyʽin helâl, fâizin haram olmasına işâret ve “Alışveriş de fâiz gibidir” diyenlere cevap vardır. Bebeğin anne bedeninde taşınması ve sütten ayrılmasının otuz ay sürdüğü bildirilen âyet-i kerime (Ahkâf: 15) ile çocuğun sütten kesilmesinin iki yıl süreceğinin bildirildiği âyet-i kerimeden (Lokman: 14), hâmileliğin asgari müddetinin altı ay olduğuna işâret vardır.
Delâlet-i nassda, yani nassın delâletinde, sözün maksadı tek başına lafızdan anlaşılmaz. Hükmün konuluş gayesine bakmak gerekir. Delâlet, yol göstermek demektir. İsrâ sûresinin 23. âyetiyle anne ve babaya öf bile denmemesi (usanç gösterilmemesi) emredilmiştir. Buna, anne ve babaya eziyet etmemek, dövmemek de girer. Bir başka deyişle öf demek yasaklandığına göre, başka türlü eziyet etmek haydi haydi yasaktır.
İktizânın delâletinde ise, lafzın doğru anlaşılması için ibârede yer almamış bir mânâya delâlet ettiği kabul olunur. İktizâ, gerekmek mânâsına gelir. Nisâ sûresinin 23. âyet-i kerimesindeki (meâlen), "Analarınız, bacılarınız size haram kılındı" sözü, bunlarla evlenilmesinin haram kılındığını iktizâ eder. Mâide sûresinin 3. âyet-i kerimesindeki (meâlen), "Size leş, kan ve domuz eti haram kılındı" sözü, yenilmemesi ve faydalanılmamasını iktizâ eder. Yusuf suresinin 82. âyet-i kerimesindeki "Köye sor!" meâlindeki söz de, "köy halkına sormayı" iktizâ eder. Hazret-i Peygamber’in, "Ümmetimden yanılma, unutma ve korku kaldırılmıştır" meâlindeki hadîsi, unutma ve yanılma günahının kaldırılmasını iktizâ eder; yoksa bu hallerde kaçırılan amelin kazâsı veya verilen zararın tazmini bâkidir. Hazret-i Peygamber'in "Benden sonra eshâbımdan Ebû Bekr ve Ömer'e uyunuz!" sözü ile "Benden sonra Hülefâ-i râşidînimin yoluna sarılınız!" sözü bir araya getirilince bu ikisinin iktizâsından Hazret-i Ebû Bekr ve Ömer'in halîfe olacağı anlaşılmaktadır. "Köleni şu kadar kuruşa benim namıma azat et!"sözü, "Köleni şu kadar kuruşa bana sat, sonra azat edeyim" sözünü iktizâ eder.
Tazammun-ı nassda, yani nassın tazammununda, meselâ "Bu malı kimseye vermem!" sözünden ‘Zeyd'e de vermem!’ anlaşılır. Tazammun, zımnında olmak, bir şeyi ihtivâ etmek demektir. Yine bir kimse kefâlet ve âsaleten borçlu olduğu bir şahıstan kefâlet olan deyninden kendisini ibra etmesini talep edip de o şahıs cevabında "Sende olan her hakkımı ibrâ ettim!" dese, gerek kefâlet olan borcundan ibrâ ettiği ibâre ve tazammun yoluyla; asıl borçtan ibrâ ettiği ise tazammun ve işâret yoluyla anlaşılır.
İltizâm-ı nassa, yani nassın iltizâmına gelince, meselâ Bakara sûresinin 233. âyet-i kerimesinin ibâresinden evlâdını emziren annelerin nafakası mevlûdün leh (çocuğun doğmasına vesîle olan kimse, yani baba) üzerine olduğu anlaşılır. Mevlûdün leh tâbirinin kullanılıp da, vâlid (baba) tâbirinin kullanılmamış olması, nikâhı altında doğan çocuğun nesebinin kendisinden sübûtunu (sâbit olduğunu) iltizâm eder. İltizam, lâzım kılmak, gerektirmek demektir. Yukarıda geçen ve ibâresiyle ganîmetlerin muhâcirlerin fakirlerinin hakkı olduğunu beyan eden âyet-i kerimede, muhâcirlerin fakirlikle vasıflandırılması, muhâcirlerin dârülharbde (o zaman için Mekke’de) terk ettikleri emlâkin mülkiyetlerinden çıktığını iltizâm eder. Eğer mülkiyetlerini kaybetmemiş olsalardı, muhâcirlerin umumî olarak fakirlikle vasıflandırılmaları muteber olmazdı.
Bu tefsir kâidelerinin hepsini bir âyet-i kerîme üzerinde tatbik etmek gerekirse: Kur’an-ı kerîmde, “Rabbin, yalnız kendisine ibâdet etmenizi ve ana babaya iyilikte bulunmanızı buyurmuştur. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlıyacak olursa, onlara karşı “öf” bile demeyesin. Onları azarlamayasın. İkisine de hep tatlı söz söyleyesin” âyeti (İsrâ: 23) vardır. Bu âyet-i kerimenin ibâresinden anlaşılan, ana-babaya karşı “öf” kelimesinın kullanılmayacağıdır. Bu âyet-i kerimenin işâret ettiği bir şey vardır. O da, ana-babanın kalbini kıracak kelimeleri kullanmamaktır. Bu âyet-i kerimenin delâlet ettiği mânâ, ana-babanın kalbini kıracak hiç bir şey yapılmamasıdır. Bu âyet-i kerimenin tazammun ettiği, altında bulundurduğu bir başka mânâ vardır: O da ana-babayı dövmemek, öldürmemektir. Bu âyet-i kerimenin iktizâsı ise ana-babaya iyilik etmektir. Bu âyet-i kerimenin iltizâm ettiği şey ise, ana-babayı gücendirmenin felâkete; onların kalblerini almanın ise saadete sebep olduğudur.