Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • Aktüel
    • Akademik
    • English
    • Arabic
    • Diğer Diller
  • Programlar
    • Televizyon
    • Radyo
    • Youtube
  • Yazışmalar
    • Tüm Sualler
    • Sual Başlıkları
    • Sual Gönder
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder

Sual Başlıkları

“ Hz. Peygamber Devri”

için arama neticeleri gösteriliyor
  • Sual: Hazreti Ayşe'nin nişan, evlenme ve zifafa girme yaşları için kitaplardaki kaviller nedir?
    Cevab: Kaynaklar 6 yaşında nikâhlandığını, 9 yaşında iken zifafa girdiğini söylüyor. Bu yaşın daha yukarı olduğunu bildirenler de vardır. Arap memleketlerinde 9 yaş umumiyetle kızlar için bülûğa erme yaşıdır. Arap cemiyetinde genç kız-yaşlı erkek veya tersi izdivaçlar, dul kadınla genç erkeğin evlenmesi veya tersi normal karşılanmaktadır.
    21 Haziran 2010 Pazartesi
  • Sual: Hazret-i Peygamber’in anne, baba, dede ve amcasının Hanîf dininde olduğu ve Hazret-i İbrahim’in şeriatına uyduğu bilinmektedir. Her peygamberin şeriatı kendisinden önceki peygamberlerin şeriatını nesh ettiğine göre, bunların Hazret-i Peygamber’den önceki son peygamber Hazret-i İsa’nın dininde olmaları gerekmez meydi?
    Cevab:

    Yaygın kanaat, Hazret-i Muhammed’in kendisine peygamberlik bildirilmeden önce eski şeriatların hükümleriyle amel etmediği istikametindedir. Hanefî ve Şâfi’îlerin bir kısmı bu görüştedir. Buna göre, Hazret-i Peygamber, eski şeriatlarda da bulunduğu bilinen Kâbe’yi tavaf, leş yememek gibi bir takım işleri, maslahat sebebiyle ya da teberrüken (bereketlenmek için) veya kendi aklıyla güzel bulduğu için yapmıştı. Hazret-i Peygamber’den önceki devir fetret devri idi ve önceki şeriatların hükümlerinin kendisine ulaştığına dâir bir bilgi de yoktur. Eski peygamberlerin şeriatlarının unutulduğu ve uzun süre peygamber gönderilmeyen zaman aralığına fetret devri denir. Bu devirde yaşayan insanlar prensip itibariyle dinî emirlerle mükellef tutulamazlar. Hazret-i İsa ile Hazret-i Muhammed’in arası bir fetret devridir. Bir başka deyişle Hazret-i İsa’nın getirdiği şeriat unutulmuş, hatta mukaddes kitabı İncil bile tahrife uğramıştır. Tevrat için de aynı şey söylenebilir.

    Peygamberler, umumiyetle şeriatların unutulduğu zamanlarda gönderilirler. Dolayısıyla Hazret-i Peygamber’in eski şeriatlarla amel etmesi mümkün değildir. Çünki peygamber gönderilmeden dinin füruu, yani şeriatla mükellefiyetten bahsedilemez. Ancak dinin aslı, yani iman bahse konu olabilir. Hazret-i Muhammed’in bi’setten (peygamberliği kendisine bildirilmeden) önceki hâli bilinmektedir. Kendisinden böyle başka bir şeriatla amel ettiği hususunda bir nakil, bir söz bize gelmemiştir. Kaldı ki böyle bir şey olsaydı, bu şeriatların bağlıları, mesela Yahudi veya Hıristiyanlar, bi’setten sonra O’nun kendilerine ve kendi şeriatlarına nisbetini iftiharla bildirirlerdi ki, böyle bir şey de bahis mevzuu değildir. (Serahsî, Usul, II/100-101; Âmidî, Usul, IV/121-123; Gazâlî, Mustasfa, I/132;  Hâdimî, Mecami, 211; Keşfü’l-Esrârı Pezdevî, III/932 vd; İbnü’l-Hümâm, Tahrir, 359.)

    Hazret-i Muhammed’in annesi, babası, dedesi ve amcası Hazret-i İbrahim’in inancında birer mümin idi. Bu dinden kendilerine intikal eden bazı amel esaslarına göre de ibâdet ederlerdi. Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa daha sonra geldiği halde, bunlar Yahudi veya Hıristiyan dinine girmiş değillerdi. Çünki bu dinler Arabistan’da doğru bir şekilde tebliğ edilmiş değildi. Bir dinin hükümleri doğru bir şekilde tebliğ edilmemişse, bu hükümlerin insanları bağlamayacağı açıktır. Böyle bir zamanda insanlar sadece iman ile mükelleftir. Fetret devri prensibi bunu gerektirir.

    Hazret-i İsa’nın gelişinin üzerinden uzun asırlar geçmiş, bu dinin esasları unutulmuştu. Arabistan’da tek tük Hıristiyanlar vardı. Hazret-i Muhammed’in peygamberliğine ilk inananlardan ve Hazret-i Hadice’nin amcası oğlu Varaka bin Nevfel bu dindendi. Bu da bir arayışın neticesidir. Medine’de üç Yahudi kabilesi yaşamaktaydı. Bunların inanç esaslarının da orijinal olduğu söylenemez. Bunun dışındakiler ya müşrik veya Hazret-i İbrahim’in dinine inananlardı. Hazret-i Muhammed, peygamberliğini açıklamadan evvel Arabistan’da az da olsa tevhid inancını benimseyen ve eski peygamberlerin, bilhassa Hazret-i İbrahim’in şeriatından geldiği zannedilen bazı esaslarla amel eden kimseler vardı. Ümeyye bin Ebî Salt ile meşhur hatib ve şâir Kus bin Sa’îde ile Cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Hazret-i Said’in babası Zeyd bin Amr bunlardandır. Hazret-i Muhammed bunlar için “Kıyâmet günü tek başına bir ümmet olarak haşrolunacaktır” buyuruyor.

    Hazret-i Muhammed’in dedeleri, bu arada Abdülmuttalib, babası Abdullah, annesi Âmine ve amcası Ebû Tâlib de Hazret-i İbrâhîm’in inancındaydı. Nitekim Kur’an’da “Sen, yani senin nûrun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır” buyurulmaktadır (Şuarâ: 219). Bu inanca Hanîf inancı, bunlara da Hanîfler (Hunefâ) denir. Hanîf, hanef masdarından sıfat-ı müşebbehedir. Yanlış ve sapık olan şeye hiç dalmadan doğruya meyleden mânâsınadır. İslâmiyetten önce putlara tapınmayan, hacc yapan, sünnet olan, kısacası Hazret-i İbrahim’in dininden o zamana intikal etmiş esaslara tâbi bulunanlar için (Sâbiî’nin zıddı olarak) bu isim kullanılmıştır. Hanîf kelimesi Kur’an’da da müteaddit defalar geçer. Müslim kelimesiyle kullanıldığında hacceden; tek başına kullanıldığında ise Müslüman olan, tevhid inancında olan mânâsı kasdedilmiştir. Kur’an-ı kerimde Hazret-i İbrahim için bu sıfat kullanılmaktadır. Pek çok âyet-i kerimede Hazret-i İbrahim’in hanîf olarak vasıflandırılması da boşuna değildir. Çünki zamanında kendisinden başka tevhid inancını taşıyan kimse kalmamıştı. Etrafında hemen herkes putlara tapınırken, o tek tanrıya ibadet etmekteydi. Keldanîler gibi bâtıl yolda değil; Hakka yönelmişti (Bakara: 112, 135, Ahkâf: 13). Hazret-i İbrahim, Kur’an ve hadîslerde başka birçok hasletleriyle de övülmüş büyük bir peygamberdir. Allahın kendisini bütün insanlara ve inananlara imam, önder yaptığı bildirilmektedir (Bakara: 124, Nahl: 120). Tevhid inancı sonraki nesillere bu peygamberden intikal etmiş; şeriatı yayılmıştı. İslâm coğrafyasında bilinen peygamberlerden kendisinden sonrakilerin hepsi O’nun soyundandır. Semâvî dinlere mensup insanların hepsi kendisini büyük bilir ve inanırlar. Bütün dinlerdeki itikadî ve ahlâkî prensipler hep O’ndan intikal etmiştir. Bundan dolayıdır ki İslâm akâidinde, Müslümanlar -Kur’an’ın tâbiriyle- Hazret-i Muhammed’in ümmeti ve Hazret-i İbrâhîm’in milleti olarak tavsif edilmektedir. Millet aynı inancı benimseyen insanların hepsine denir. Osmanlı Devleti’nde gayrımüslim teb’a dinlerine göre gruplandırılmış ve hepsine dinî/hukukî imtiyazlar tanınmıştı. Buna “millet sistemi” denir: İslâm milleti (millet-i İslâm), Rum (Ortodoks) milleti, Ermeni (Gregoryen) milleti, Yahudi milleti gibi. Eski ilmihal kitaplarında, mesela Sultan Fâtih devri ulemâsından Mehmed bin Kutbüddin İznikî’nin Mızraklı İlmihal diye bilinen Miftahü’l-Cenne’de “Din ve millet, ikisi birdir”, diye yazar (s. 64).

    Görülüyor ki hanîflik Hazret-i İbrahim’in dininin esas vasfıdır; ama sadece bu dine mahsus değildir. Bu bakımdan hanîf, tevhid inancına çağıran peygamberlere uyan kimseye denir (Beyyine: 5, Hacc: 30, 31). İşte hanîflik olarak bilinen Hazret-i İbrahim’in şeriatine âit hükümlerin bazıları Arabistan’da da câriydi. Hanîf dininin esasları olan bu hükümleri, Hazret-i Muhammed de kabul ve tatbik etmiştir.

    24 Eylül 2011 Cumartesi
  • Sual: Pirinç pilavı yerken, gül koklarken salavat-ı şerife okumanın sünnet olduğu kaynaklarda geçiyor mu?
    Cevab: Şir’atü’l-İslâm’da diyor ki: Pilav yerken, gül koklarken, Resulullah aleyhisselâma çok salavat getirmelidir. Çünki her ikisi de içinde Resulullah efendimizin nuru bulunan birer cevherdir. Nur, Âdem aleyhisselâmın alnına gitmek için o cevher yarılmış; parça parça olmuştur. Bu parçalara pirinç denir. Hadis-i şerifde geldi ki, “Ben Arşı tavaf eden bir latif cevher idim. Allahü teâlâ bana nazar etti. Utandım, terledim. O sırada benden yedi damla damladı. Allahü teâlâ ilk dördünden Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Ali’yi, beşinciden gülü, altıncıdan pirinci, yedinciden kabağı yarattı.”
    21 Kasım 2011 Pazartesi
  • Sual: Yahudi düşmanlığı Avrupa yapımı bir düşünce midir?  Bir Müslüman, Yahudileri her fırsatta tenkit edebilir mi? Resullullah efendimizin Yahudilerin lânetlenmiş ırk olduğuna dair sözü var mıdır?
    Cevab: Antisemitizm, yani Yahudi düşmanlığı Hristiyan Avrupa menşelidir. Hazreti İsa zamanından kalma bir ihtilaftır. Asla düzelmesi mümkün değildir. Hristiyanlar, Yahudileri tanrılarını çarmıha geren ırk olarak görür. Antisemitizmin İslâm dünyasına gelişi İsrail’in kurulmasının ardındandır. Nâsır, Arafat ve Suudi Kralı Faysal tarafından dizayn ve propaganda edilmiştir. Soğuk savaş devrinin mahsulüdür. İslâmiyette sadece bir ırka mensup olmak, nefret sebebi olamaz. Bunu Kur’an-ı kerim yasaklamaktadır. Hazret-i Peygamber, Yahudilerle anlaşma yapmış; onlar itaat sözü vermiş İslâm devletinin teb’ası olmuştur. Sonra âhir zaman peygamberinin Araplar arasından gelmesini kıskanarak verdikleri sözden dönmüşler; bunun da cezasını çekmişlerdir.  Kur’an-ı kerimde Yahudiler itaatsizlikleri, peygamberleri öldürmeleri gibi sebeplerle lânetlenmiştir. Bu, bütün Yahudiler içindir, denemez. Şu kadar ki, Yahudiler, Hazret-i İsa’ya ve Hazret-i Muhammed’e karşı tavırlarından ötürü İslâm inancına göre mümin sayılmaz. İslâmiyet, gayrımüslimleri, inançları ve dinlerinden gelen işleri beğenmemeyi, sevmemeyi emreder. Ama umumî düşmanlık emredilmemiştir.  Samimi dost olmak, onları âmir yapmak yasaklanmıştır. İslâm âleminde Yahudi düşmanlığı, Müslümanların değil, Hristiyanların işine yaramaktadır. 
    10 Ocak 2012 Salı
  • Sual: Sahabe-i kiramın hayatını hangi kitaplardan okuyabiliriz?
    Cevab: Türkiye Gazetesi’nin neşrettiği Eshab-ı Kiram ile Abdurrahman Neşet'in Sahabe Hayatından Tablolar ve Abdülaziz Şennavi'nin Hanım Sahabiler okunabilir.
    9 Şubat 2012 Perşembe
  • Sual: Hazret-i Peygamber niçin çok evlilik yapmıştır?
    Cevab: Hazret-i Peygamberin hanımları (zevcât-ı tâhirât), keskin zekâları, derin firâsetleri ile Hazret-i Peygamberin ibâdetleri ve ev içindeki hareketlerini haber vermenin yanında; bilhassa âile ve miras hukukunun teşekkülünde çok mühim bir rol oynamışlardır. Hazret-i Âişe, en çok hadîs rivayet edenlerin neredeyse başında gelmektedir. Bazı ahkâm âyetleri, Hazret-i Peygamber’in ev yaşantısı ve hanımları ile alâkalı olarak nâzil olmuştur. Hazret-i Peygamber’in müteaddid hanımlarla evlenmesinin bir hikmeti budur. Nitekim henüz hukukî hükümlerin mevzubahis olmadığı Mekke devrinde, daha genç olmasına rağmen, bir erkeğin en güçlü ve en çok kadına ihtiyaç duyduğu bir zamanda, Hazret-i Peygamber Hazret-i Hadîce’den başka hanımla evlenmemiştir. Evliliklerinin hemen hepsi Medine’ye hicretten sonradır. Bu hanımların çoğu yaşlı, dul ve ihtiyaçlı hanımlardı. Hazret-i Peygamber hepsini bir maslahat sebebiyle nikâhlamıştı. Hassaten hicretin altıncı yılında hicâb âyetinin (Ahzâb: 53) gelip kadınlarla yabancı erkeklerin bir arada bulunmaları yasaklanınca, Hazret-i Peygamber, hanımlara tebliğ vazifesini, zevceleri vâsıtasıyla yerine getirmeye başlamıştır. Böylece Hazret-i Peygamber’in çok evlenmesinin bir hikmeti daha zâhir olmuştur. Nitekim hanımlar Hazret-i Peygamber’in zevcelerine gelerek sual sorarlar; zevcât-ı tâhirât da Hazret-i Peygamber’e tavassut edip verdikleri cevabı bu hanımlara bildirirlerdi.

    Bu evliliklerden bir kısmı, Hazret-i Ebû Bekr ve Ömer gibi İslâmiyete çok hizmet etmiş zâtların taltifini temin etmiş; bir kısmı da mühim şahısların veya kabîlelerin müslüman olmasına sebebiyet vermiştir. Nitekim Ebû Süfyan ve oğlu Muâviye’nin müslüman olmasında Hazret-i Ümmü Habîbe’nin tesiri olmuştur. Ümmü Habîbe, Ebû Süfyân’ın kızı ve Muâviye’nin kızkardeşidir. Hazret-i Cüveyriyye, harbde esir alınan Benî Müstalık kabîlesinin tamamının müslümanlığına ve âzâd edilmesine vesile olmuştur. Hazret-i Peygamber’in kendi hissesine düşen Cüveyriyye’yi âzâd edip nikâhladığını gören Sahâbe-i kiram, kendi hisselerine düşen Benî Müstalik esirlerini de âzâdlamışlardı.

    Evlenilecek kadınların sayısının dörtle tahdid edildiği sırada, Hazret-i Peygamber’in dokuz hanımı vardı. Âyet-i kerime bunları boşama, bunlardan başka da evlenme buyurdu. Bu zevceler, ayet-i kerime gereği müminlerin anneleridir. Hazret-i Peygamber, bunları boşasa, başkasıyla evlenemezlerdi. Mağdur olurlardı. Halbuki evliliklerinin bir sebebi de mağduriyetlerinin önlenmesidir.
    27 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Kur'an-ı Kerim'de Hazret-i Peygamber'e atfen söylenen "Allah seni affetsin" sözünü nasıl anlamalıyız?
    Cevab: Afallahü anke sözü, Allah bu yaptığından dolayı seni mesul tutmadı demektir. Nitekim Kur’an-ı kerimde afallahü amma selef, önceki yaptıklarınızdan Allah sizi mesul tutmadı sözü de bu mânâya gelir. Yoksa peygamberler masumdur; günah işlemekten korunmuştur. Ancak iki doğru ile karşılaştıklarında insan olmak hasebiyle en doğruyu seçme hususunda yanılabilirler. Bu ise hata veya kabahat değil, zelle (sürçme) olarak isimlendirilmiştir.
    27 Nisan 2012 Cuma
  • Sual: Gül kokusu, Peygamber efendimizin mübarek terinin kokusu mudur?
    Cevab: Hazret-i Peygamber’in terinin gül gibi koktuğu, siyer kitaplarında geçer. Hadis-i şerifte "Ben bir latif cevher idim, arş-ı alayı tavaf eder idim; Allahü teala bana nazar eyledi, utandım, terledim; yeryüzüne düşen yedi damladan, Dört halife, gül, kabak ve pirinç yaratıldı" buyurulmuştur. (Şir'atü'l-İslâm)
    8 Mayıs 2012 Salı
  • Sual: Mâide Suresi’nin 82. âyet-i kerimesinden anlaşıldığına göre müminlere karşı düşmanlıkta en şiddetli gidenler Yahudi ve Müşrikler; sevgi bakımından en yakın olanlar da “Biz Hıristiyanlarız” diyenlerdir; bunun sebebi de içlerinde keşiş rahiplerin olması ve büyüklük taslamamalarıdır. Halbuki tarih boyu Müslümanlar hep Hıristiyanlarla savaşmıştır. O halde bu hususta nasıl düşünmek gerekir?
    Cevab:

    Bu fıkhî hükümler çıkarılacak bir ahkâm ayeti değildir. Kıssa ve haber bildiren âyet-i kerimelerdendir. Her kıssa ve haber bildiren âyet-i kerimeden hüküm çıkarılamaz. Bu âyet-i kerimede, Asr-ı Saadet’te Yahudi ve Müşriklerin düşmanlıkta ileri gittikleri, Hıristiyanların ise öyle olmadığı anlatılıyor. Yahudilerin vaktiyle İsa aleyhisselama yaptığı gibi müslümanlara da düşmanlığına dikkat çekiliyor. Bu âyet-i kerimeyi, Müslümanlığa giriş olarak tefsir edenler de vardır. Nitekim Yahudilerden Müslümanlığa girenler nâdirdir. Ama Hıristiyanlar bakımından böyle değildir.
    Asr-ı Saadet’ten sonra, Siyonist harekete gelinceye kadar, asırlar boyu Yahudilerin Müslümanlara şuurlu düşmanlığına delâlet edecek bir misal yoktur. XX. asır başında faaliyet göstermeye başlayan Siyonistler, kendi dinlerinin hükümlerine de yabancılaşmış aşırı kavmiyetçi bir gruptur. Bunlar Arz-ı Mev’ud denilen ve Rabbin Musa aleyhisselâma va’dettiği mukaddes metinlerde bildirilen Filistin’de millî bir devlet kurmak istemişti. Buna en büyük engel de Osmanlı Devleti idi. Osmanlı Devletinin yıkılmasını, bu maksatla destekledi, hatta bizzat tertipledi. Sonra da burada yaşayan Müslümanlarla, İslâmiyete düşmanlıktan ziyade, dünyevî maksatlarla savaştılar ve savaşıyorlar.
    İslâm kaynaklarında, Yahudiler, inanç bakımından Müslümanlığa Hıristiyanlardan daha yakın görülmüştür. Her ne kadar iki peygamberi inkâr etmeleri sebebiyle küfrlerinin daha çok olduğunu söyleyen âlimler varsa da, şeriata bağlılıkları ve Hıristiyanlar gibi heykelleri tazim etmemeleri sebebiyle Hıristiyanlardan daha ehven görülmüştür.
    Yukarıda âyet-i kerimeden her yerde ve her zaman Yahudilerin müminlere şuurlu bir düşmanlık içinde olduğu/olacağı mânâsı çıkarılamaz. Bu âyet-i kerime antisemitizm için kullanılamaz. Âyet-i kerimeye “tarihîdir” de denemez. Nitekim kıyamete yakın Mehdi aleyhirrahmeye Yahudilerin karşı çıkacağı ve bunlarla muharebe edeceğine dair hadis-i şerifler vardır. Âyet-i kerime militan bir düşmanlığı tavsiye etmemektedir. Müminlerin, Müslüman olmayanları yakın dost edinmemeleri, onları âmir yapmamaları zaten başka âyet-i kerimelerle emredilmiştir. Buna mukabil İslâmiyet gayrımüslimlere düşmanlık yerine; onların kötü vasıflarını sevmemeyi buyurmuştur. Yahudi, Hristiyan ve başka gayrımüslimler arasında bu hüküm bakımından bir fark yoktur.

    20 Mayıs 2012 Pazar
  • Sual: Zekât emrine karşı çıktığı için tardedilen Sa’lebe, sahâbî midir? Böyle ise, fenâ makamına kavuşan imansız ölmez buyrulduğuna göre, sahâbî mürted olur mu?
    Cevab:

    Beydâvî, Râzî, Kurtubî gibi muteber tefsirlerde anlatıldığına göre, ibâdete olan düşkünlüğü sebebiyle "Mescid Güvercini" diye anılan Sa’lebe, malının artması için Resulullah aleyhisselâmdan dua etmesini istedi. Hazret-i Peygamber kanaat etmesini tavsiye buyurdu ise de ısrarcı oldu. Bu duanın bereketiyle çok zengin oldu. Malların idaresi sebebiyle önce mescidden kesildi. Zekât emri geldikten sonra, “benimle mi kazandınız” diyerek karşı çıktığı için mürted oldu. Bazı âlimlere göre Sa’lebe baştan beri münafık idi. Kendisi için Tevbe suresinin 76. âyet-i kerimesi nâzil oldu. Sebeb-i nüzûlünün başka başka olduğu da bildirilen bu âyet-i kerimenin gelişinden, Salebe’nin münâfık olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Bu âyeti işitince zekâtını getirip yalvardı ise de Resulullah almadı ve “Sa’lebeye yazıklar olsun!” buyurdu.

    Sahabe arasında başka Sa’lebe de vardır. Bunlardan birisi Salebe ibni Ebî Hâtıb Ehl-i Bedr’dendir ve Uhud’da şehid düşmüştür. Münâfık olan Sa’lebe, Hazret-i Osman zamanında vefat etti. (el-İsâbe)

    Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî’de geçen ve “Allah, imanlarını geri almaz” meâlindeki âyet-i kerimeye (Bakara: 143) dayanan yukarıdaki söz, “Fena makamına kavuşanın, imansız ölmemek ihtimali yüksektir” demektir. Hiç kimse için imansız ölmemesi kat’idir denemez. Allah’ın, Sahâbe-i kirâmın hepsinden râzı olduğu Kur’an-ı kerimde bildirildiğinden ve ilahî sıfatların, ezcümle rızâ sıfatının ezelî ve ebedî olması iktizâ ettiğinden sahâbenin hepsinin Cennetlik olduğu söylenebilir. Fakat aşere-i mübeşşereden başkasının iman ile öleceği önceden bilinemezdi. Çünki, sahâbenin aralarına karışmış olan münâfıkları Resûlullah’dan başka kimse bilmezdi. Bu münâfıkların imansız gittiği, Resûlullahın vefatından sonra, sahâbe-i kirâmdan hiçbirinin mürted olmadığı, yani mürted olarak ölmediği tefsir ve tarih kitaplarında yazılıdır. Tek tek isim vererek şu cennettedir denemez. Bazı sahâbîler hakkında vârid olan hadîs-i şerifler ahad (tek kişinin bildirdiği) hadîs olduğundan, ulemâ bunlar zan ve temenni bildirir demiştir.

    23 Haziran 2012 Cumartesi
  • Sual: Demokratik memleketlerde, en dindar gözüken siyasî parti bile, şer’î hukuka aykırı kanunlar üzerine yemin etmekte ve memleketi gayrı islâmî hükümlerle idare ettikleri için,yaptıkları câiz olur mu? Mekke’de henüz müslümanlar güçsüz iken bile müşriklerin “Bir sene sizin dediğinizi yapalım, bir sene de bizim dediklerimiz olsun” teklifini Hazret-i Peygamber reddettiğine göre bunlara rey verenlerin vaziyeti nedir?
    Cevab: Müslümanların hâkim olduğu bir memlekette zaten böyle bir şey mevzu bahis olamaz. Böyle olmayan bir yerde Müslümanların sözünün geçmeyeceği, şer’î hukukun resmiyette tatbik olunamayacağı açıktır. Burada siyasî parti eğer insanlara, Müslümanlığa hizmet etmek maksadıyla hareket ediyorsa, bu şekilde yemin etmesi düşmana karşı hüd'a (hile) olur. Harb hiledir. Şeriata aykırı kanun ve icraatlarda da bunlara inanarak yapmadığı müddetçe ikrah bahis mevzuu olur. Bahsettiğiniz hadiseyi işitmedim. Peygamber aleyhisselamın her hali bugünki insanlara uymaz. O peygamber idi. Kaldı ki meselâ Hudeybiye'de Medine’ye sığınan müslümanları mekke’ye iade etmek hususunda müşriklerin sözüne uymuştur.
    31 Temmuz 2012 Salı
  • Sual: Hazret-i Peygamber, şalvar giymiş midir?
    Cevab: Şalvar, İbrahim aleyhisselâmın sünnetidir. Şalvar, entarinin altına don, pantolon gibi avret yerinin açılmasını önleyen bir şey giymek demektir. Hazret-i Peygamber şalvar giymiş; hatta “Ayakta şalvarını giymek fakirliğe sebep olur” buyurmuştur. Sahabilerden şalvarı olan giymiş, olmayan giymemiş, entari veya peştemal ile örtünmüştür. Hazret-i Ali’nin fitne zamanında “Koyun sürüsünü kesmedim yani aralarından geçmedim, şalvarımı ayakta giymedim. Bu hüzün nereden geldi, anlamadım” buyurduğu meşhurdur. Pantolon, İtalya menşeli olmakla beraber, şalvarın şekil değiştirmiş hâlidir. Ata binmekte kolaylık temin etmesi sebebiyle Türkler arasında tutulmuş ve bu vâsıtayla Avrupa’da tanınmıştır. Âdetlerde, Müslüman olmayanlara uymak câiz görülmüştür.
    12 Ağustos 2012 Pazar
  • Sual: İslâmiyet köleliği niçin kaldırmamıştır?
    Cevab: İslâmiyette kölelik mevzubahis edildiğinde, müslümanlar bir nevi suçlu imiş gibi müdafaa psikolojisine geçmekte; asıl gayenin köleliği kaldırmak olduğunu söylemektedir. Buna delil olarak da neredeyse her işlenen suçtan sonra köle azadının arandığını vermektedir. İslâmiyet köleliği kaldırmak istememiştir. İsteseydi hemen veya içki gibi tedricen kaldırırdı. Kölelik harb hukukunun neticesidir Harb bâki kaldığı müddetçe, kölelik bâkidir. Herşey köleliğe tek taraflı bakıştan kaynaklanıyor. Köleliğin iyi tarafları, kötü taraflarından fazladır. Bu bir insanlık gerçeğidir. Şâri (hukuk koyucu) insanların yaradılışını iyi bildiği için, cemiyette en mühim ilerden biri olan çöpçülüğü yasaklamadığı gibi, köleliği de kaldırmamıştır. Medeniyetin beşiği olarak alkışlanan Antik yunan filozofları, meselâ Aristo, köleliği lüzumlu bir müessese olarak lanse eder; bazı insanların, kendi imkânları ile asgari refah seviyesine ancak bu yolla erişebileceğini söyleyerek köleliği faydalı bile bulur. Kur’an-ı kerimde insanların arasında eşitlik olmadığı; bazısının bazısına hizmet etmek üzere yaratıldığı söylenir. İslâmiyet eşitliği değil, adaleti emreder. Adalet herkesin hakkını vermek demektir. Evet, Allah huzurunda herkes eşittir ama bu mükellefiyetler bakımından insanların farkı yoktur demektir. Bunda bile farklılıklar gözetilmiştir. köle ile hür, erkek ile kadın, çocuk ile büyük, fakir ile zengin aynı mükellefiyetlere tâbi tutulmamıştır. Kötü olan kölelik değil, kölelerin haklarının olmaması veya bunların yerine getirilmemesidir. İslâmiyet kölelerin haklarını etraflı tanzim etmiş ve bunların ihlâli hâlinde ağır mükellefiyetler getirmiştir. Böylece insanlığın en eski müesseselerinden birisi olan kölelik, statü olarak iyileştirilmiştir.
    6 Eylül 2012 Perşembe
  • Sual: Gadîr-i Hûm hutbesi ile alâkalı olarak Ehl-i sünnet kaynakları ne söylemektedir?
    Cevab: Vâli olarak gittiği Yemen’den dönen Hazret-i Ali’nin bir muamelesinden dolayı halk arasında dedikodu çıktı. Bu dedikodu, kendisini kötülemeye kadar vardı. Vaziyete muttali olan Resulullah, Mekke ile Medine arasında Gadîr-i Hûm denilen mevkide “Ali benim dostumdur, ben onun dostuyum” mealindeki sözü söyledi ve Ehl-i beytine riayeti tavsiye buyurdu. Bu hadis-i şerifte geçen ve dost manasına gelen mevlâ kelimesi, aynı zamanda vâris, veli gibi ma’nâlara da geldiğinden, Şiîler bu sözün halifelik için olduğunu iddia ettiler. Bu sebeple Hazret-i Ali'nin yerine Hazret-i Ebu Bekr'i halife yapıkları için kendisine biat eden sahabilerin imanını kaybettiğini söylediler.
    31 Ekim 2012 Çarşamba
  • Sual: İman etmeyenlerle iman etmiş kadınların evlenmesi caiz olmadığına göre, iman etmemiş olan Ebu Tâlib'in Müslüman olan zevcesi Fâtıma binti Esed ile evli kalışını nasıl anlamak gerekir?
    Cevab: Şeriatin hükümleri tedricen gelmektedir. Bu evlilik o hükmün gelişinden evvel olup bitmiş idi. Ebu Tâlib'in öldükten sonra diriltilip iman ettiğine dair bir haber-i vâhid de vardır.
    17 Şubat 2013 Pazar
  • Sual: Müslümanların Medine’deki Beni Kurayza Yahudîlerinin erkeklerini öldürdüğü, kadınlarını savaş ganimeti yaptığı doğru mudur?
    Cevab: Hazreti Muhammed, Medinelilerin daveti üzerine bu şehre gelip, bir İslâm site devleti kurulduğunda, burada yaşayan Müslüman Araplar, Müşrik Araplar, Yahudiler ve Hıristiyanlarla bir anlaşma yapmıştır. Bu anlaşmaya göre adı geçen topluluklar bir arada müttefik olarak yaşayacak, birbirlerine yardım edecek, can, mal ve din hürriyeti teminat altına alınacak, aradaki ihtilaflarda Hazreti Peygamber hâkim sıfatıyla hükmedecekti. Medine Sözleşmesi’ni, hukukçular, tarihin bilinen en eski yazılı anayasal metni kabul ederler.
    Ancak bu sözleşmenin ömrü uzun olmadı. Birinci sebebi Medine’deki Müşrik Arapların Müslüman olmasıydı. İkincisi ise Yahudilerin ahdini bozması oldu.
    Medine’de şehrin içinde az bir Yahudi topluluğu yaşardı. Şehrin yakınında Beni Kaynuka, Beni Nadîr ve Beni Kurayza adlı üç Yahudi topluluğu vardı. Medine’nin köyü mesabesindeki Hayber’de de Yahudiler yaşardı. Medine’ye ayrım konak (takriben 15 km) mevkide müstahkem bir kalede yaşayan Beni Kurayza Yahudileri, Hendek Savaşı’ndan önce bu sözleşmeyi ihlal ederek Mekkelilere yardım ettiler. Bu sebeple Hendek Savaşı kazanıldıktan sonra Beni Kurayza üzerine sefer yapıldı. Kale düştü. Beni Kurayza erkek ve kadınları esir oldu. Kendilerine bir hakem seçmeleri teklif edildi. Onlar, eskiden beri dostları olan Medineli Sad bin Muaz’ı hakem seçti. Sa’d, Tevrat’ı iyi bilirdi. Bunlara Tevrat’a göre hükmetti. Bu hüküm gereği erkekler idam edildi. Kadınlar esir yapıldı. Öldürülenler şehir halkından değildi.
    Bütün savaşlarda yenilen esir edilir ve esirlere yapılan muamele tarih içinde çeşitli yerlere göre değişir. Ortaçağ, esirlerin tamamen öldürüldüğü bir devirdir. İslâm hukuku bu hususta devlet başkanına üçlü bir obsiyon tanımıştır: Esirleri öldürmek, esirleri köle yapmak, esirleri fidye karşılığı serbest bırakmak. Bunların daha insanî olduğunu takdir edersiniz.
    Müslümanlar Yahudilere karşı böyle bir tavır takınsaydı, Beni Kaynuka, Beni Nadîr ve Hayber Yahudilerine de aynısını yapardı. Beni Nadîr Yahudileri, kendileriyle görüşmek üzere gelen Hazreti Muhammed’e suikast tertipledikleri için bulundukları yerden Şam’a göçmeye zorlandılar. Hiç biri öldürülmedi. Halbuki yakın tarihimizde devlet başkanlarına suikast teşebbüsünün bile idamla cezalandırıldığını bilirsiniz.
    Beni Kaynuka Yahudileri ise Bedir galibiyetinin ardından Müslümanlara taarruz ettiler. Yapılan muharebede yenildiler. Hiç birisi öldürülmedi. Hepsi Şam havalisindeki Ezriat’a göçtüler. İslâm dini müşriklere karşı, Yahudi ve Hıristiyanlara dikkate değer bir yakınlık gösterir. Ehl-i kitap adı verilen bu topluluk, hukuk önünde Müslümanlarla eşittir. Can ve mal emniyeti, din ve vicdan hürriyeti güvence altındadır. Kestikleri yenebilir, kadınları ile evlenilebilir.
    16 Mayıs 2013 Perşembe
  • Sual: Piyasada dolaşan ve Sakal-ı şerif denen hatıraların ziyareti ve öpülmesi meşru mudur? Bunların hakikaten Hazret-i Peygamber’e ait olduğu nereden bellidir?
    Cevab: Hazret-i Peygamber traş olduğunda, Sahabiler saç ve sakal kıllarını paylaşır; hatıra olarak saklarlardı. Hasta oldukları zaman bu kılı suya koyup bu suyu içerlerdi. Vefat ettiklerinde gözlerinin üzerine konmasını vasiyet ederlerdi. Sahabe-i kiramın tatbikatı delildir. Bu bakımdan sakal-ı şerif ziyareti meşrudur. Resulullah aleyhisselâmı hatırlamaya ve kalbin rikkatine vesile olur. Bugün elde bulunan sakal-ı şeriflerin bazısının şeceresi vardır. Hepsine hüsn-i zan etmek lâzımdır. Maksat Resulullah’ı hatırlamaktır, sakal değildir. Öpmek lâzım değildir. Hatta sırayla öpülürse, sıhhî bakımdan muvafık olmayabilir. Önüne gelip hürmetle bakar, salavat getirir.
    19 Mayıs 2013 Pazar
  • Sual: Resûlullah aleyhisselâmın günde 70 ve 100 defa istiğfar etmesinin sebebi nedir? 
    Cevab: Peygamberler masumdur. Günah işlemezler. İstiğfar ve tevbe etmeleri de icab etmez. Şu kadar ki, istiğfar zikrdir; peygamberler de insanlık itibariyle manevi derecelerinin yükselmesi için istiğfar ederler. Resulullah aleyhisselâm, “Kalbimde envâr-ı ilâhiyyenin gelmesine engel olan perde hâsıl oluyor. Bunun için her gün, yetmiş kere istigfâr ediyorum” buyurdu. Mektubat-ı Rabbânî’de böyle geçiyor. Veya ümmetin günahları için istiğfar eder. Nitekim Taberânî’nin bildirdiği hadîs-i şerifte buyruldu ki: “Kimseden bir şey isteme, sana Cennet var. Kızma, gene Cenneti hak edersin. Güneş batmadan günde yetmiş kere istiğfar et. Allah senin yetmiş senelik günâhını affeder. Dedi ki, "Benim yetmiş senelik günâhım yok. Buyurdu ki, baban için! Dedi ki, babamın da yetmiş senelik günâhı yoksa? Buyurdu ki, ev halkın için. Dedi ki, ev halkımın da yoksa? Buyurdu ki, komşuların için”. Bu da gösteriyor ki, bir kişinin istiğfar etmesi, yalnız kendisine değil, başkalarına da fayda temin etmektedir.
    21 Haziran 2013 Cuma
  • Sual: İslâmiyet denilince akla neden hemen yeşil renk gelmektedir?
    Cevab: Yeşil renk, dinin şiarı olarak görülür. Resulullah’ın en çok giydiği ve sevdiği üç renkten biridir. Cenneti, sukûneti, istikrarı sembolize eder. Eskiler, pabuç, paspas, lazımlık gibi hakaret mahalli eşyanın yeşil olmamasına dikkat ederdi.
    26 Temmuz 2013 Cuma
  • Sual: Harem-i Şerif’e gayrı Müslimlerin girememesi hangi hükümden kaynaklanmaktadır?
    Cevab: Âyet-i kerimede (Tevbe: 28) mealen, “Bu yıldan sonra müşrikler Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar!” buyurulmaktadır. Bu âyet-i kerime, hicretin 9. senesinde gelmiştir. İmam Ebu Hanife, bu yasağı ibadet için anlamış ve ibadet dışında gayrı müslimlerin Mescid-i Haram’a girmesine cevaz vermiştir. Eskiden müşrikler çıplak olarak Mescid-i Haram’a girer ve el çırparak Kâbe’yi tavaf ederlerdi. Âyet-i kerime bunu yasaklamıştır. Diğer mezheplerde farklı hükümler vardır. İmam Mâlik ve Şâfiî’ye göre ancak seyahat gibi bir ihtiyaç sebebiyle girebilir. Bazı âlimlere göre, âyet-i kerimenin öncesinde gelen müşrikler necistir (pistir) sözünden; bunların cünüplüğü sebebiyle girmesinin yasak olduğu neticesini çıkarmışlardır. Halbuki ekseri ulema, bu necisliğin itikat bakımından olduğunu, maddî değil, manevî pisliğin kast edildiğini söyler. İbni Abidin der ki: Zimmînin mescide, hangisi olursa olsun, girmesi câizdir. İmam Malik hangi mescide olursa olsun girmesi mekruhtur, demiştir. İmam Muhammed, İmam Şâfiî ve İmam Ahmed, Mescid-i Haram'a girmesi mekruhtur, demişlerdir. Âyet-i kerimedeki nehy (yasaklama) teklifî değil, tekvinîdir. Nitekim fakihler yolcunun cünüb olarak mescidden geçmesini câiz görmüşlerdir. Hal böyle iken ibarenin mânâsı, çıplak olarak, bu senenin haccından sonra hacca veya umreye gelmesin demektir. Bu sene hicretin 9. senesidir. Resul-i Ekrem, Hazret-i Ebû Bekr’i hac emiri kılmış ve Hazret-i Ali de hac ahkâmına dair Berâet (Tevbe) suresini ilan etmekle memur edilmiştir. Hazret-i Ali: “Dikkat edilsin, bu seneden sonra herhangi bir müşrik hacca gelemez; çıplak tavaf edemez” buyurmuştur. (Buhâri, Müslim) Resulullah aleyhisselâm, Sakif heyeti gibi gayrı müslim elçilerini mescidde kabul etmiştir. Müşrikler, zimmîler, Mekke ve Medine'de yerleşmekten de menedilirler. Çünkü Resulullah aleyhisselâm “Arab arazisinde iki din bir araya gelmez” buyurdu. Eğer gayrı müslim ticaret için Mekke ve Medine’ye gelirse câizdir. Fakat ikameti uzatamaz.
    28 Temmuz 2013 Pazar
  • Sual: Peygamber Efendimizin üvey çocukları hakkında malumat verebilir misiniz?
    Cevab: Hazret-i Hadice, daha evvel iki defa evlenmiş; iki kocası da vefat edince, çocuklarını büyütmek endişesiyle kendisine talib olanları reddetmişti. Atîk bin Hâlid el-Mahzûmî ile evliliğinden Hind adında bir kızı oldu. Sonra Ebû Hâle Zürâre bin Nebbâş et-Temîmî ile evlendi. Bundan da Hâle, Hind ve Tahir bin Ebî Hâle adında üç oğlu oldu. Bu evliliklerden birinin diğerinden önce olduğuna dair rivayetler de vardır. Bunları Hazret-i Peygamber büyüttü. Müslüman oldular. Hind bin Ebî Hâle, Mekke’nin fethinde Resulullah’ın devesinde yedekte idi. “Ben, hem baba, hem anne, hem de kardeş bakımından insanların en üstünüyüm. Babam Resulullah, annem Hadice, kardeşim Kâsım, Abdullah, Fâtıma vs dir” derdi. Cemel Vak’ası’nda veya Basra’da taundan vefat etti. Cenazesinde bütün şehir halkı hazır bulundu. Çok beliğ ve fasih konuşurdu. Resulullah’ı böyle medheden sözleri vardır. Hind’in yine aynı isimde bir oğlu oldu ve Carif vebâsında vefat etti. Tahir bin Ebî Hâle, Hazret-i Peygamber tarafından Yemen’deki Ak ve Eş’ar kabilelerine hâkim tayin edildi.
    24 Nisan 2014 Perşembe
  • Sual: Bir şahıs, Hazret-i Peygamber’in hükmünü duyduktan sonra bir de Hazret-i Ömer’e müracaat edip, Hazret-i Ömer’in de öldürmesinin sebebi nedir?
    Cevab: Bir müslüman için Peygamberin hükmüne râzı olmamak küfrdür. Hazret-i Ömer bunu, mürted olduğu için öldürmüştür. Ancak bu gibi menkıbelerin sıhhat derecesi mühimdir.
    20 Ekim 2014 Pazartesi
  • Sual: Sahabe-i kiram arasında muhannesler varmış. Sayısı 6 kadarmış. Bazı kimseler bunları homoseksüel olarak vasıflandırıyor. Doğru mudur?
    Cevab: İkisi aynı şey değildir. Muhannes, kadınsı hareketler yapan efemine kimse demektir. Bu kişiler, doğuştan hormonal bozukluğu bulunan kimseler olabilir veya başka maksatlarla böyle davranıyor olabilirler. Sahabe devrindeki muhanneslerin böyle olduğu malum değildir.
    5 Eylül 2015 Cumartesi
  • Sual: Kimi tarih kitaplarında nakledilen ''Garanik Hadisesi'' uydurma mıdır?
    Cevab: Uydurma olduğunu söyleyenler vardır. Doğru bile olsa tefsiri farklıdır. Şeytan bu şekilde fısıldadı. Yani bu sözü Hazret-i Peygamber değil, şeytan tekrar etti. Cebrâil aleyhisselâm hemen bunu bildirdi. Hazret-i Peygamber de vaziyeti anlayınca men etti.
    5 Eylül 2015 Cumartesi
  • Sual: Hazret-i Peygamber’in cenazesine kaç kişi katılmıştır?
    Cevab: Pazartesi vefat etmiş. Çarşamba günü defnedilmiştir. Cenaze namazını üç gün boyunca yüzlerce kişi münferiden kılmıştır. Defninde kaç kişinin bulunduğu malum değildir. Gaslinde 8-10 kişi bulunmuştur.
    6 Eylül 2015 Pazar
  • Sual: Peygamber efendimiz, vahiy çeşitlerinden biri veya ilham olmadan, kendi aklına istinaden dini bir hüküm vaz eder mi?
    Cevab: İctihad yoluyla edebilir ve etmiştir.
    26 Nisan 2016 Salı
  • Sual: Hazret-i Peygamber’in cenaze namazını sadece 17 kişinin kıldığı doğru mudur?
    Cevab: Hazret-i  Peygamber Pazartesi günü vefat etti. Çarşamba günü defnedildi. Bu arada sahabiler parça parça gelip namazını kıldılar. Bu zaman zarfında yüzlerce, binlerce kişi ayrı ayrı cenaze namazı kıldılar.
    10 Haziran 2016 Cuma
  • Sual: Hazret-i Aişe’nin sahabeye gusl gibi mahrem bir meseleyi rivayet etmesini nasıl değerlendirmek lazımdır?
    Cevab: Hazret-i Aişe müminlerin annesidir. Hazret-i Peygamberin hususi hayatına dair pek çok mesele onun vasıtasıyla öğrenilmiştir. “Dininizin üçte birini Hümeyradan alınız” hadis-i şerifi ile medhedilmiştir. Dini bilgileri öğrenmek ve öğretmekte utanma olmaz.
    19 Şubat 2017 Pazar
  • Sual: Ebu Talib’in aslında iman edip, takıyye yaptığı doğru mudur?
    Cevab: Ebu Talib müslüman olmadı. Diriltilip iman ettiğine dair zayıf da olsa bir haber vardır. Bu kadarı bile kafidir. Zira dinin esası değildir. Buna göre, Ebu Talib’in cehennemde olduğuna dair hadis, diriltilmeden evveline aittir. Peygamberi üzen şeyler üzerinde durmamalıdır.
    19 Şubat 2017 Pazar
  • Sual: Emir Timur’un Hazret-i Muaviye için zâlim dediği, sahabe saymadığı, Teftazânî'nin de böyle olduğu; hatta Yezid ve Velid'e laneti caiz gördüğü doğru mudur?
    Cevab: Sahabeyi sevmek, Ehl-i sünnetin kaidesidir. Emevî halifelerinin hiçbirinin İslâmiyete zararı olmamıştır. Mü’mine lanet edilmez. Ne büyük bir âlim olan Teftazânî’den, ne de dine hürmeti meşhur olan Timur’dan beklenecek bir harekettir. Teftâzânî Şerhu’l-Makâsıd’da hülâsaten der ki: “Sahabe´ye ta’zim göstermek ve onlara ta’n etmekten kaçınmak lâzımdır. Zâhiriyle onlara ta’n etmeyi icab ettiren hususları da güzelce te’vil etmek icabeder. Hazret-i Ali´ye muhalif olanlar, hak imama bir şüpheye –Hz. Osman´ın katillerine kısas yapılmamasın– istinaden başkaldırdıkları için bâğîdirler; fâsık, kâfir veya zâlim değildirler. Çünkü bir te’vilden hareket etmişlerdir. Eğer onların bu te’villeri bâtıl ise, olsa olsa, ictihadda hata ettikleri söylenebilir. Bu ise –tekfir şöyle dursun– onların fâsık olduklarını söylemeyi dahi icab ettirmek. Bu sebeple Hazret-i Ali, Şam ordusuna la’net okuyan arkadaşlarını men etmiş ve ‘Kardeşlerimiz bize karşı ayaklandı (bu onların lanetlenmesini gerektirmez)’ buyurmuştur.” Şerhu’l-Akâid’de de der ki: “Sahabe arasında cereyan eden anlaşmazlıklar ve harblerin hamledileceği mânâ ve te’viller vardır... Hâsılı müctehid seleften ve ulemâ-ı sâlihînden Muâviye ve yardımcılarına la’net ettikleri nakledilmemiştir. Çünkü onların yaptıkları son tahlilde hak imama itaatten çıkıp isyan etmekten ibarettir. Bu ise laneti gerektirmez”. Görülüyor ki zamanımızda Muâviye düşmanlarının Teftâzânî’yi delil göstermelerinin aslı yoktur.
    27 Mart 2017 Pazartesi
  • Sual: Peygamberimizin Medine’de kurduğu devlete Medine Devleti demek mahzurlu mudur?
    Cevab: İlk ve ortaçağda devletlerin adı yoktur. Başkaları bunlara birer isim vermiştir. Osmanlı Devleti’nin de adı yoktu. Devlet-i Aliyye olarak anılırdı. Avrupalılar Osmanlı Devleti demişlerdir. Resulullah aleyhisselamın kurduğu devlet, diğerleriyle mukayese edilemez ki bir ismi olsun. Devlet-i Muhammediyye gibi bir tabir kullanılmış değildir. Devlet-i İslâmiyye olur. Şer’î hukuka göre idare olunan bütün devletlere bu isim ıtlak olunur. Medine Devleti demenin de mahzuru yoktur. Melmeketlerin coğrafyaya göre ayrı ismi olması tabiidir.
    29 Mayıs 2017 Pazartesi
  • Sual: Asr-ı Saadet’te Hicaz’da hangi paralar kullanılıyordu?
    Cevab: Hazret-i Peygamber zamanında Bizans, İran ve eski Arap altın ve gümüş paraları tedavül ederdi. Altın paraya dinar; gümüş paraya dirhem adı verilmiştir. Meskukat denen bu basılı paralar yanında, basılmamış altın ve gümüş parçaları da tartarak kullanılırdı. Hazret-i Ömer ortalama ağırlıkta tek bir dirhem kabul etti ve önceleri çekirdek şeklinde çıkan dirhemlerin de, bilinen şekilde ilk yuvarlak baskısını yaptırdı. Hazret-i Osman, hicretin 28. senesinde Taberistan’ın Hertek şehrinde bu hesap üzere ilk altın ve gümüş İslâm parasını bastırdı. Üzerinde bastıranın ismi yazan ilk parayı, Emevi halifesi Abdülmelik kestirtti.
    29 Mayıs 2017 Pazartesi
  • Sual: Hazreti Ömer'in “hasbuna kitabullah” (Bize kitap yeter!) sözünü nasıl anlamalıyız?
    Cevab: Resulullah Aleyhisselam hastalığı esnasında “Bana kâğıt getirin, size vasiyet yazayım da benden sonra yoldan çıkmayın” buyurup kâğıt istediğinde Eshab-ı kiram şaşırdılar. O zamana kadar yazı yazmamıştı. Tereddüt ettiler. Hazreti Ömer de o sırada “Bize Kur’an-ı Kerim ve peygamber efendimizin sünneti yeter” buyurdu. Bundan kasıt, dinin iki kaynağıdır. Zira sünnetin meşruluğu da Kur’an-ı kerimden gelir.  Bunun sebebi, Peygamber Efendimizin bu sözü hastalığın şiddeti ile söylediğine zâhip olmalarıydı. Onu üzüp yormak istemediler. O da zaten vazgeçti. Lazım olsa, muhakkak isterdi. O zaman getirirlerdi. İmam-ı Rabbânî Hazretleri, Mektubat’ında bu kırtas hâdisesini güzel anlatıyor.
    23 Kasım 2017 Perşembe
  • Sual: Resulullah aleyhisselamın anne, baba, dede ve ninesi cennetlik midir?
    Cevab: Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, Resulullahın aba ve ecdadının hepsinin imanlı ve ahlâklı şahsiyetler olduğu bildirilmektedir.
    28 Aralık 2017 Perşembe
  • Sual: Hazret-i Hadice ticaret yapar; erkek ve kadın herkesle irtibat halinde iken, Peygamberimiz kendisiyle evlenmiştir. Bunu nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Hazret-i Hadice ile bi’setten çok evvel evlenmiştir.  O zaman İslâm şeriatı gelmemişti. Şeriatın pekçok hükümleri, Hadice validemizin vefatından sonra gelmiştir. Bu bir. İkincisi, Hazret-i Hadice’nin ticaret hayatı yaparken, erkeklerle görüştüğünü nereden çıkardınız? Kendi kölesi Meysere vâsıtasıyla yapar; yabancı erkeklerle asla görünmez ve konuşmazdı. Tesettüre dikkat ederdi. Zaten bi’setin başında, gelenin Cebrail aleyhisselâm olup olmadığını da böyle anlamıştır. Melek geldiği zaman başörtüsünü indirmiş; melekler avret yeri açık olanların bulunduğu yere gelmeyeceği için, melek kaybolmuştur. Hazret-i Hadice, gelenin Cebrail aleyhisselam olduğunu kati olarak anlamıştır.
    15 Nisan 2018 Pazar
  • Sual: Hazret-i Hadice ticaret yapar; erkek ve kadın herkesle irtibat halinde iken, Peygamberimiz kendisiyle evlenmiştir. Bunu nasıl anlamalıdır?
    Cevab: Hazret-i Hadice ile bi’setten çok evvel evlenmiştir.  O zaman İslâm şeriatı gelmemişti. Şeriatın pekçok hükümleri, Hadice validemizin vefatından sonra gelmiştir. Bu bir. İkincisi, Hazret-i Hadice’nin ticaret hayatı yaparken, erkeklerle görüştüğünü nereden çıkardınız? Kendi kölesi Meysere vâsıtasıyla yapar; yabancı erkeklerle asla görünmez ve konuşmazdı. Tesettüre dikkat ederdi. Zaten bi’setin başında, gelenin Cebrail aleyhisselâm olup olmadığını da böyle anlamıştır. Melek geldiği zaman başörtüsünü indirmiş; melekler avret yeri açık olanların bulunduğu yere gelmeyeceği için, melek kaybolmuştur. Hazret-i Hadice, gelenin Cebrail aleyhisselam olduğunu kati olarak anlamıştır.
  • Sual: Gadir-i Hum meselesi hakkında bilgi verir misiniz?
    Cevab: Bazıları Hazret-i Ali'nin bazı icraatları hakkında dedikodu yaptılar. Peygamber Efendimiz bunu duyunca Gadir-i Hum denilen mevkide “Ali benim mevlâmdır; ben onu mevlâsıyım. Yani Ali benim dostumdur; ben onun dostuyum” buyurdu. Mevlâ kelimesi, Arapçada vâris manasını da geldiği için Şiîler bu kelimeyi öyle tefsir ettiler ve kendisinden sonra onun halife olacağına işaret ettiğine inandılar.
  • Sual: Yazınızda “Peygamberler masumdur; günah işlemedikleri gibi, hatada sâbit kalmaları da caiz değildir” diye yazmışsınız. Bedir’deki esirler hususunda hata etmemiş midir? Niye Ömer’i değil de, Ebu Bekr’i dinledi?
    Cevab: Yazıda zaten anlatılıyor. Hazret-i Peygamber, burada kendince daha doğru olan görüşü seçti. O da esirlerin fidye karşılığı serbest bırakılmasıydı. Fakat o zaman için  bundan daha doğrusu, öldürülmesi idi. Hazret-i Peygamberin içtihadı yanlış değildi ama ondan daha doğrusu vardı. Kastettiği ceza işte bu daha doğruyu seçememenin mukabili olarak gördüğü husustur. Bundan sonra pek çok harpte esirleri fidye karşılığı serbest bırakmış ve bundan dolayı ikaz edilmemiştir. Böyle yapmak halifenin ihtiyarındadır.
    26 Temmuz 2018 Perşembe
  • Sual: Peygamberlerin ismet sıfatına mekruhlar da dâhil midir?
    Cevab: Bir şeyin haram ve mekruh olması peygamberin sözü ve hareketi ile anlaşılır. Hazret-i Peygamber kendi haram ettiği bir şeyi yapmaz. Mekruh olan bir şeyi yapabilir. Çünki bir şeyi men edip de yapmışsa, bunun mekruh olduğu, haram olmadığı anlaşılır. Mesela namazda çocuk taşımak mekruhtur. Hazret-i Peygamber’in torunlarını namazda sırtına alıp sonra yere indirdiğine dair rivayet vardır. Bu, o hareketin namazı bozmadığını gösterir. Ama mekruh olmasına mani değildir.
    8 Haziran 2019 Cumartesi
  • Sual: Annesi babası Budist olan biri onların cenaze törenine katılabilir mi?
    Cevab: Caizdir. Peygamber Efendimiz anne babası Müslüman olmayan sahabilerin onların cenaze işlerini görmelerine, diğerlerinin de cenazeye iştirakine izin vermiştir. Ebu Talib öldüğünde, Hazreti Ali’ye yıkayıp kefenleyip defnetmesini emir buyurmuştur. Hâris bin Rebia’nın Hıristiyan annesi ölünce cenaze işlerini gördü; bir grup sahabi de cenazesine katıldı.
    12 Ocak 2020 Pazar
  • Sual: Kısas, diyet, hırsızın elinin kesilmesi gibi cezalarının hepsi cahiliye devrinde de vardı. Kur’an sadece Arap zihniyetine göre şekillenmiştir. Bu iddiaya ne cevap verilir?
    Cevab: Cenab-ı Peygamber, İslâmiyetten önce cari olan âdetlerin çoğunu kaldırmış, bazısını yerinde bırakmıştır. Hırsızın elinin kesilmesi ve benzeri cezalar sadece Arabistan’da değil, diğer bazı cemiyetlerde de vardı. İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler kitabıma bakınız.
    22 Şubat 2020 Cumartesi
  • Sual: Ashabımı kötülemeyin hadisini peygamber efendimiz kime hitaben söylemiştir? Zira yanında bulunanların hepsi zaten sahabe idi?
    Cevab: Onların da birbirlerine karşı kötü konuşmasını istemedi. Böylece sonra gelecek olanlara da ikazda bulundu.
    3 Mayıs 2020 Pazar
  • Sual: Babasının soyuyla böbürlenip ırkçılık yapan birine Cenab-ı Peygamber’in “babanın şeyini ısır” dendiği doğru mudur?
    Cevab: Müsned’de geçen bir hadis-i şerifte, “Bir kimsenin cahiliye âdetince kavim ve kabilesine intisap ederek ve onlarla şereflendiğini duyacak olursanız ona: ‘Babanın bilmem nesini ısır!’ deyiniz” buyuruldu. Bu, Araplarda bir tabirdir. Hadis-i şerifte, elhenu geçer. Bilmem neresi demektir ve cinsi uzuvdan kinayedir. Âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde, söylenmesi hoş olmayan müstehcen şeylerin kinaye yoluyla söylendiği vakidir. Bu, insana bir edep dersidir.
    15 Aralık 2020 Salı
  • Sual: Cenab-ı Peygamber’in, Hazret-i Ali için söylediği, “Sen bana; Harun’un Musa’ya olan mevkii mesabesindesin” sözü ne manaya geliyor?
    Cevab: Bir gazaya giderken geride Hazret-i Ali’yi vekil bıraktı. O ise buna memnun olmadı. Onun üzerine bu sözü söyledi. Tur dağına giderken Musa da kardeşi Harun’u bırakmıştı, demek istedi. Bunun başka manası olamaz. Hele halifeliğe hiç hamledilemez. Harun, Musa’nın halifesi değildi. Peygamberdi. Daha evvel vefat etti.
    7 Şubat 2021 Pazar
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
  • TR
  • EN
© 2019
  • Anasayfa
  • Biyografi
  • Kitaplar
  • Makaleler
    • - Aktüel
    • - Akademik
    • - English
    • - Arabic
    • - Diğer Diller
  • Programlar
    • - Televizyon
    • - Radyo
    • - Youtube
  • Yazışmalar
    • - Tüm Sualler
    • - Sual Başlıkları
    • - Sual Gönder