HÜRRİYET GEYİĞİ ve ÖLDÜRÜLEN BASIN HÜRRİYETİ
Sarı Ceket, Fransa’daki halk ayaklanmasının sembolü oldu. Son devirde sembolsüz ne isyana, ne ihtilale rastlanıyor. Fransız ihtilalinde kırmızı külah; Portekiz’de kırmızı karanfil, Ukrayna’da turuncu kaşkol ihtilal sembolüydü. Jön Türk isyanının da garip bir sembolü vardı: Geyik.
Hürriyet Kahramanı
Rumeli ordusu zabitlerinden Kolağası Resneli Niyazi, emrindeki 200 asker ve kumandanlık kasasından çaldığı 550 altınla beraber isyan ederek dağa çıkmış; padişaha telgraf çekerek meclisi toplamasını istemişti. Onu Enver ve Eyüp Sabri takip etti. Padişah Meşrutiyet’i ilan etti.
Niyazi, “Hürriyet Kahramanı”; geyik de “Rehber-i Hürriyet” ilan edildi. Hakkında “Enverle Niyazi unutulmaz bu isimler” diye marşlar bestelendi. İstanbul’a geldiklerinde bilhassa Arnavut kıyafetleri içindeki Niyazi Bey, büyük sükse yaptı. Çocuklara ismi konuldu; mekteplere ismi verildi.
Ama daha ziyade yanında gezdirdiği geyik, alaka çekmişti. Güya dağa çıktığı sırada, peşine bir geyik takılıyor; bu “hürriyet fedaileri”nin yanından ayrılmıyor. “Gazâl-ı Hürriyet”, yani Hürriyet Geyiği adını verdikleri bu zavallı hayvan, Jön Türk isyanının sembolü oluveriyor. Nereye gitse yanında götürür; çektirdiği resimlerde yanından ayırmazdı. O devre ait Meşrutiyet kartpostallarında, Niyazi ve geyiği hep yan yanadır.
Resneli Niyazi ve geyiği Manastır'da
Geyiğin dilinden…
Resneli, İstanbul’a geyiğiyle beraber geldi. Geyik, evvela Gülhane Parkı’nda arz-ı endam etti Veliahd Reşad Efendi bile görmek istedi. Beyoğlu’nda Letafet Apartmanı’nda on para mukabili halka seyrettirildi. Apartmanın alt katında, loş, kirli, kokmuş bir ahır bölmesinde, boynuna geçirilmiş kalın bir iple dipteki kazığa bağlı; önünde bir tutam rutubetli kuru ot ve suyu çamurlanmış, boyaları dökülmüş porselen eskisi bir leğen; iri gözleriyle mahzun canından bezmiş bir halde hürriyetten nasibim bu muydu der gibi etrafa bakardı.
Kim bilir belki de hürriyetçilere çatacağıma, padişahın hizmetine gireydim, Yıldız Sarayı’nın hayvanat bahçesinde, ayrı bir dairem, tellerle bölünmüş hususi bahçem, her daim önümde taptaze yonca bulunurdu; altın yaldızlı boynuzlarımı narin elleriyle saraylılar okşardı, diyordu.
Geyik bu mahbeste öldü. Kesilip afiyetle yendiği şayiası çıktı. Genç muhalif gazeteci Ahmed Samim’in yazılarından biri, “Gazâl-ı Hürriyet” başlığını taşıyordu. İsyancıların pek popüler olduğu bir zamanda çıkmış müthiş bir tenkit yazısı olduğu için, halkı hayrete düşürmüş; çoklarının hislerine tercüman olmuştu.
"Hürriyet" Kahramanları Niyazi ve Enver
Ensesine bir kurşun
Hürriyet, eşitlik, kardeşlik gibi o zamanki Osmanlı cemiyetine yabancı Masonik sloganlarla ayaklanan Jön Türklerin maskesi çok çabuk düştü. Sansürün kaldırılmasıyla gelen serbesti vasatında gazeteler var gücüyle komitacıları tenkit etmeye başladılar. Cevap gecikmedi. “Hürriyet fedaileri”, böyle tenkitlere tahammül edemezdi. Peşpeşe üç gazeteci Makedonya usulü susturuldu: Enselerine bir kurşun sıkılarak.
Evvela Serbesti gazetesi muharriri Hasan Fehmi Bey’i parti fedaileri iki tarafında iki polisin beklediği Galata Köprüsü’nün ortasında öldürdüler. Cenazesi, heyecanlı bir kalabalık tarafından kaldırıldı. Öldürüldüğü 6 Nisan, Öldürülen Gazeteciler Günü’dür.
Ardından Ahmed Samim Bey, Bahçekapı Fırını önünde ensesine bir kurşun yedi. 26 yaşındaki Sada-i Millet gazetesi yazarı Ahmed Samim Bey, İttihatçıların Divan-ı Harb işkencelerini; Soma-Bandırma demiryolu yolsuzluklarını yazmıştı. Bunun üzerine parti kendisini mutasarrıflıkla uzaklaştırmak istemiş; kabul etmeyince de idamına hükmetmiş; üstelik bunu yarı resmî bir tehdit şeklinde kendisine bildirmişlerdi. Zamanın hükümeti, kendisine mükellef bir cenaze alayı yapılır da galeyana sebep olur diye halkın elinden aldı; sessiz sedasız gömdürdü.
Nihayet brom madeni imtiyazı için yapılan dış borçlanmadaki yolsuzlukları ve maliye nazırı Cavid Bey’in yeni kurulan banka ortaklığı ile alakalı bir yazı kaleme alan Serbesti yazarı Zeki Bey Bakırköy’de aynı şekilde öldürüldü. Üç cinayette de faillerin kaçmasına göz yumuldu.
Hasan Fehmi Bey
Yeni usuller
İttihatçılar sonra akıllandı. Artık faili meçhul cinayetler yerine, muhaliflerini sindirecek başka yollar buldu: Bayezid’de Bekirağa Bölüğü denilen zindana kapattığı muhaliflerinden, çeşitli işkenceler vasıtasıyla itiraflar alıp hapiste veya sürgünde süründürmek.
Mesela evvela “Şehzade Vahideddin Efendi ile görüşüyormuşsunuz?” diye kibarca suale muhatap olan birisi, “Aman efendim, kendilerini tanımam” diye cevap verirse, kış günü, bahçede bir ağaca bağlanır; başından aşağı soğuk su dökülürdü. Adamcağız titreye titreye, dişleri birbirine vura vura bir gece geçirir; elbiseleri donar; buz keserdi. Ertesi gün yine sorguya alınırdı. Böylece üçüncü günü ithamı kabul eder; tıpış tıpış sürgüne giderdi.
Ama komitacılar, iflah olmaz muhalifleri faili meçhulle ortadan kaldırma usulünü büsbütün terk etmediler. Mahmud Şevket Paşa suikasti, bu vesilelerden biridir.
Refik Halid, matbuat umum müdürünün kendisini çağırıp, yazılarına devam ederse, “bazı ateşli zabitlerin galeyanına mani olamayacağını” nazikçe tebliğ ettiğini söyler. Daha ileri gidenlerin, “komploya katılmıştır” ithamıyla darağacında sallandırıldığı çokça görülmüştür. Böylece hürriyet iddiasıyla ayaklanan Jön Türkler, Sultan Hamid devrini mumla aratmışlardır. Evet, o devirde gazeteler her şeyi yazamazdı. ama neyin yazılıp yazılmayacağını herkes bilirdi. Üstelik rejim hürriyetçilik iddia ederek milleti kandırmazdı.
Ahmed Samim Bey
Ne şehiddir ne gazi
Arnavutköy’ün Şahintepe, Kayabaşı, Şamlar, Güvercinlik ve Altınşehir’i içine alan kısmına eskiden Azatlık denirdi. İçinde baruthane vardı; burada çalışan Ermeniler yaşardı. 1908’den sonra Resneli Niyazi araziyi ele geçirip bunları sürdü. Toprağı sahiplendi. 1950’ye kadar Resneliler çiftliği diye bilindi. Şimdi yerinde modern siteler yükselmektedir.
Dar görüşü ve kaba saba halleriyle kendi arkadaşlarının da mesafe koyduğu Niyazi, popularitesini arttırmak adına şehir şehir dolaştı. Hükümet bundan rahatsız oldu; Mahmud Şevket Paşa, turların iptalini ve İstanbul’a dönmesini kendisine bildirdi. İstanbul’da yüz görmeyince veya sevenlerinin tabiriyle makamda gözü olmadığı için, Rumeli’ye geri döndü.
Tekaüde ayrılıp Resne’de göl kenarında bir saray yaptırdı. Ancak maaşını bile doğru dürüst alamamaya başladı. Balkan Harbi’nden sonra İstanbul’a dönerken İttihat ve Terakki Fırkası'nın yanına kattığı ve Arnavut millicilerin adamı olan kendi muhafızı tarafından öldürüldü. “Ne şehiddir, ne gazi, hiç yoluna gitti Niyazi” sözü bu hâdise üzerine söylenmiştir.
Resneli Niyazi
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024