Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

MEVLÂNÂ VE MOĞOLLAR

“Moğollardan korkuyorsanız, Allah’ı tanımıyorsunuz demektir. Siz onlara bakınca kâfir görüyorsunuz; ben ise aralarında yüz tane iman sancağı sayıyorum” diyordu Mevlânâ...
2 Temmuz 2018 Pazartesi
2.07.2018

Moğollardan korkuyorsanız, Allah’ı tanımıyorsunuz demektir. Siz onlara bakınca kâfir görüyorsunuz; ben ise aralarında yüz tane iman sancağı sayıyorum” diyordu Mevlânâ...

Eski zamanlarda Türklerle yakın coğrafyada yaşayan; ama akraba olmayan Moğollar, nüfus ve kültür cihetiyle komşularından çok geride kalmışlardır. Türkler, anavatanları olan bugünki Moğolistan’dan batıya doğru kayınca, Moğollar da güneye kayarak bu toprakları yurt edinmiştir. Kabile halinde yaşadıkları için, devlet kuracak çapta bir hareket olmamış; bir imparatorluk hanedanı çıkaramamışlardır. Ta ki 12. asra kadar…


Beylikten hanlığa

Cengiz (Çingiz), Kıyat adında bir Moğol kabilesindendir. Türkçe de bilmesi, sonraki bazı tarihçileri, Türk olduğu, ailesinin sonradan Moğollaştığı kanaatine sevketmiştir.

Asıl adı Temuçin’dir. Temuçin, babasının öldürdüğü Tatar şefinin adıdır. O zaman böyle isim vermek âdetti. Babası Yesügey, boy beyiydi. Genç yaşta ölünce, Cengiz ve kardeşlerini dirayetli bir kadın olan anneleri büyüttü.

Ailesinin karizması yanında, cesaret ve gücünü de kullanarak etraftaki Moğol kabileleri üzerinde hâkimiyet kurdu. Doğu Moğolistanı’nda han (kral) olarak tanındı. Çingiz adını aldı. Çing, Çince, hükümdar demektir.

Cengiz, sadakat ve liyakata kıymet verirdi. Kurduğu devleti, ileride Cengiz Yasası adı verilecek olan kaidelerle şekillendirdi. Eski Hun ordusunu takliden, her biri 10 bin kişilik tümenlerden müteşekkil muazzam bir ordu kurdu. Çetin muharebelerden sonra Çin’in payitahtı Pekin’i fethetti. Tarihin en güçlü hanedanlarından birini kurdu. Torunları, 17.asra kadar Çin’i idare ettiler.


Moğol Korkusu

Göçebe bir devletin hükümdarının, Türkistan tahtındaki Muhammed Harzemşah’a yazdığı bir mektupta “Oğlum” tabirini kullanması, bu büyük devletin hakanını çileden çıkarttı. Halbuki tarih boyunca göçebeler, büyük medeniyetleri yerle bir etmişlerdi. Otrar valisinin Moğol tüccarlarını öldürtmesi, üstelik Harzemşah’ın bunun için özür ve tazminat isteyen Moğol elçisini, an’aneleri hiçe sayarak katletmesi, sonunu getirdi.

Cengiz, 200 bin kişilik ordusuyla Türkistan’a yürüdü. Gaddarlıkta Cengiz’den aşağı kalmayan Harzemşah yenildi; Türk Hakanlığı çöktü. Moğollar, Türk şehirlerini yerle bir ettiler. Halkını katliama tâbi tuttular. 100 yıllık bu istila neticesi, milyonlarca Türk ve Müslüman öldürüldü. Bu felâketin tarihte bir eşi yoktur. Moğol korkusu, öyle yayılmıştır ki, İbn Esir’in rivayetine göre, bir Moğol, birine bekle geleceğim der; adam korkusundan bir yere ayrılamaz. Moğol bir kılıç bulup gelir ve adamı oracıkta öldürür.

Cengiz 1227’de ölünce, İran’dan Çin’e kadar uzanan imparatorluğu 4 oğlu arasında paylaşıldı. Bunlardan İran’a hâkim olan birinin başında, ilhan denilen vali/hükümdar vardı. O sebeple bunlara İlhanlılar derler. İlhanlılar, Cengiz’in yarıda bıraktığı işi tamamladılar. Torunu Hülagu 1258’de Bağdad’ı yakıp yıktı. Abbasi imparatorluğunu ortadan kaldırdı. 800 binden fazla Müslümanı öldürdü.

Sonra Anadolu’ya yönelen İlhanlılar, 1243’de Kösedağ’da 30 bin kişilik orduyla, 80 bin kişilik orduya sahip Selçukluları mağlup ederek Anadolu’ya çöreklendiler. Zaten çözülmüş olan Selçuklu iktidarı, istilâcılar önünde diz çöktü. Anadolu birliği bozuldu. Eline bir kasaba geçiren, kendini bey ilan etti. Vergilerini muntazaman ödediler. İlhanlılar da onlardan asker almadılar. 1335’te Ebu Said Bahadır Han ölene kadar, Osmanlılar dâhil hepsi Tebriz’deki İlhanlı tacına bağlı kaldılar.


Gazan Han'ın İslâmiyeti kabul edişi

Müslüman Türk Kültürünün Zaferi

Derken tarihte ender rastlanan bir şey oldu. İstilacılar, mağlupların yüksek kültürünün tesiri altına girdi. 3. ilhan Teküder Müslüman olup Ahmed adını aldı. Sonraki ilhanlar yine eski dinlerine döndülerse de, 1295’te 7. ilhan Gazan Han kati olarak Müslüman oldu, Mahmud adını aldı. Gazan Han’ı bir Selçuklu prensesi olan üvey annesi Hüdâbend Hatun yetiştirmişti.

Aralarında Gök tanrı dini mensuplarından başka Budist ve Hristiyanların da bulunduğu İlhanlılar, süratle müslümanlaştı. Sarayda Türkçe konuşurken, resmi yazışmalar Farsça yapıldı. İslâmiyete çok hizmet ettiler. Bugün İran ve Anadolu’nun pekçok şehrinde İlhanlılardan kalma camiler, medreseler, imaretler arz-ı endam eder. Erzurum’da Üç Kümbedler, Yâkutiye Medresesi; Sivas’ta Çifte Minareli Medrese; Niğde’de Sungur Bey Câmii, Bünyan Ulu Câmii, Amasya Sabuncuoğlu Dârüşşifası, Sivrihisar Âlemşah Künbedi hep bu cümledendir.

Anadolu halkı, İlhanlıları millî bir hanedan olarak görmemiştir. Tarihçiler, İlhanlıları atlayıp, Osmanlıların tacı, Selçuklulardan devraldığını yazmış; İlhanlıları lüzumundan fazla kötülemiştir. Halbuki İran’da tutunmak, Memlûk ve Altınordu baskısına mukavemet edebilmek için Türkistan’dan milyonlarca Türk’ü beraberinde getirmişlerdi. Böylece Anadolu, Azerbaycan ve Kafkasya’nın Türk yurdu olmasında İlhanlılar mühim rol oynadı.

Moğolların Türkleşmesi/Müslümanlaşması, Türk tarihinin en mühim hâdiselerindendir. Türk/İslâm kültürünün zaferlerindendir. Moğolistan haricindeki bütün Moğollar İslâmlaşmış; Türklerle karışarak Moğolcayı unutmuştur. Türkistan’daki Türklerde görülen çekik göz, işte bu hâdisenin neticesidir.

Gazan Han, Osman Gazi’nin muasırıdır. Sikkelerin üzerinde “kaan el-adil çengiz hannın yarlığı” yazardı. Türkçe ve Moğolca’dan başka, Farsça, Arapça, Sanskritçe, Keşmirce, Tibetçe, Çince ve Yunanca öğrenmişti. Askerlik, iktisat ve inşaat üzerine mütehassıs idi. Hem kahraman, hem de milli ananelere çok bağlıydı. Genç yaşta ölünce, İlhanlılar da çözülmeye yüz tuttu.


Yakutiye Medresesi - Erzurum

Moğol Ajanı?

Mevlânâ Celâleddin Rûmî hazretleri, aslen bugün Afganistan’daki Belh şehrindendir. Ailesiyle beraber Anadolu’ya geldiler. İki sene Erzincan’da yaşadıktan sonra Konya’ya yerleştiler. Moğol istilası üzerine Anadolu kargaşaya düşmüştü. Bu hengâmda Mevlânâ, Ehl-i sünnet prensipleri çerçevesinde, Moğollara zıt gitmedi; onlar aleyhine konuşmadı ve konuşturmadı. Böylece Moğol idarecilerinin itimadını kazandı. Onlarla iyi münasebet kurdu. Hatta ileri gelenleri Mevlânâ’nın sohbetlerine gelmeye başladı. Halk, artık anarşiden bıkmış, istikrar için Moğolların hâkimiyetine razı gelmişti.

Bu yüzden Mevlânâ’nın Moğol zulmüne göz yumduğu, hatta bir Moğol ajanı olduğu iddiası savurulmuştur. Bir zamanlar TV’de pek boy gösteren evlere şenlik bir ilahiyat fakültesi dekanının, Mevlânâ üzerine tez hazırlayan talebeyi, “Bırak şu Moğol casusunu” diyerek evrakını imzalamadan odasından kovduğuna şahid olmuştum.

Anlaşılan odur ki Moğolların Türkistan’ı istilasına şâhid olan Mevlânâ, onlara karşı mücadele etmenin bir fayda vermeyeceğini görmüş; memleketin tahrib edilmesini engellemek istemiştir. Cihâdı devlet yapar. Ferdlerin cihâdı, fitne çıkartmadan emr-i maruf yapmaktır. Mevlânâ da bir ferd ve bir âlim olarak bunu yapmıştır. Güçlü ve gâlip Moğollarla iyi geçinerek halkı ve dini korumuştur.[Mikail Bayram'ın Mevlana Moğol ajanı idi, Mesnevi'de sıkıntılı beytler var gibi ithamlarına, Hayri Kaplan "Tashih ve Tahrif" kitabında vesikaları ile cevap vermektedir.]

Manevî fetih

İlhan Keyhatu, Anadolu’yu işgal edip Konya önüne gelince, halk Mevlânâ’ya sığınmıştı. O ise Keyhatu’nun rüyasına girip, “Ey Tatar! Konya’yı işgalden vazgeç!” diye ihtar edince, büyük tesir altında kalan Keyhatu, “Bu sıradan birisi değil. Her şehirde böyle biri bulunsaydı, yenilmezlerdi” diyerek geri çekildi. Moğolların Şam kuşatması sırasında da kerâmet göstererek İslâm askerine yardım ettiği; böylece Moğolların geri çekildiği rivayet olunur. [Tatar, o zaman Moğollar için Batı’da kullanılan bir tabirdir. Şimdiki Tatarlar farklıdır.]

Mevlânâ, İlhanlıları istikbalin iyi müminleri olarak görüyordu. Divan-ı Kebir’de geçen, “Moğollardan korkuyorsanız, Allah’ı tanımıyorsun demektir. Siz onlara bakınca kâfir görüyorsunuz; ben ise aralarında yüz tane iman sancağı sayıyorum” beyiti, bu tavrının hikmetini aksettirir. 25 sene sonra Müslüman olan Gazan Han, bu beyiti, giydiği kaftana altın telle yazdırmıştır.

Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled ve torunu Ârif Çelebi, Gazan Han’ın Tebriz’deki sarayında büyük bir hürmetle karşılanmış; henüz Müslüman olmayan Moğol beylerini büyüleyerek kendilerine hayran bırakmışlardır. Hatta inançlı bir Budist olan İrenci Noyan’a İslâmiyeti üstü kapalı olarak öyle telkin etmiştir ki, Müslüman olmakla kalmamış; Mevlevî tarikatine girmiştir. Bu zâtlar, evliyalığa has incelikle psikolojiye vâkıftır.

Bu gibi hâdiseler, Müslüman Anadolu Türklüğü’nün, muharebede yenemediği müdhiş istilâcı bir düşmanı, manevî sahada fethettiğini gösterir.