OSMANLI AİLE KANUNU
II.Meşrutiyet, yakın tarihimizde yeniliklerin yaşandığı bir devredir. Bunlardan biri de Hukuk-ı Aile Kararnâmesi diye anılan Osmanlı aile kanunudur. Çıkarıldığında çok gürültüler koparmış; kısa ömrüne rağmen, tesiri uzun olmuştur.
Bu kanundan evvel Osmanlı mahkemelerinde Hanefî fıkıh kitaplarından en meşhuru olan Mülteka’ya göre hüküm verilirdi. 1869’da hazırlanan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye ile, şer’î hukukun borçlar, eşya ve muhakeme usulü bahislerini Avrupa kanunları modeline göre kanunlaştırılmıştı. Ancak burada aile hukuku tanzim edilmemişti. Çünki aile davalarına, her Osmanlı vatandaşı kendi dinine tâbiydi. Gayrı müslimler davalarını kendi din adamlarının bulunduğu cemaat mahkemelerine götürür; Müslümanlar ise kadıya arzederdi. Bu, İslâmiyetin tanıdığı din hürriyetinin icabıdır.
İttihad ve Terakki iktidarı, her şeyde olduğu gibi, hukuk hayatında da ehemmiyetli değişikliklerin habercisi oldu. Jön Türkler, şer’î hukuku tamamen ilga etmekten kaçındılarsa da, dinin siyasî ve sosyal hayattaki tesirlerini azaltmaya çalıştılar. En başta halifenin salahiyetleri tamamen elinden alınarak, partinin kuklası vaziyetine düşürüldü.
Bu devirde cemiyet ve devlet yapısının gittikçe daha çok Avrupa’ya benzer hale geldiği görülür. Kadının cemiyet içindeki yeri değişmeye başlamış; erkek nüfusun cepheye sürülmesi üzerine çalışan bir kadın kitlesi doğmuştu.
Batıcı, Türkçü ve İslamcı yazarlar, kadın ve aile problemleri üzerinde çok durmuş; bilhassa taaddüd-i zevcat, yani birden çok kadınla evlenme meselesi gündemden hiç inmemiştir. Günlerce gazete ve mecmua sütunları bu konularla dolmuş taşmış, bu sahada pekçok kitap kaleme alınmıştı.
Hükümet bir aile kanunu hazırlamakla hem bu ihtiyaçlara cevap vererek sosyal çalkantıları durdurmayı; hem de cemaat mahkemelerini kaldırarak gayrı müslim vatandaşları sindirmeyi düşünmüştür.
Meşrutiyet devrinde postanede çalışan kadınlar
Aile Komisyonu
1916 yılında çalışmalarına başlayan Hukuk-i Aile Komisyonu, Isparta meb’usu Seydişehirli Mahmud Es’ad Efendi, Fetvâhâne Mümeyyizlerinden Hâfız Şevket Efendi, Menteşe meb’usu Sa’id Bey, Şurâ-i Devlet âzâsı Ali Başhampa Efendi ve Mahkeme-i Evkaf Kâdısı Akhisarlı Mustafa Fevzi Efendi'den müteşekkildi.
Mahmud Esad Efendi
Mahmud Es’ad Efendi, zamanın en popüler hukukçularındandı. Tapu mevzuatının hazırlanmasında da rolü olmuştur. (Cumhuriyet hukuk inkılabının mimarı Mahmud Esad Bozkurt başkadır.)
Akhisarlı Mustafa Fevzi, ilmiye sınıfından yetişmekle beraber son derece serbest fikirliliğiyle tanınmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra milletvekilliği ve bakanlık yapmış, Atatürk'ün çok değer verdiği bir hukukçu olarak laik hukukun kabulü ve Avrupa kökenli kanunların alınmasında mühim rol oynamıştır.
Komisyon, İslam, Hıristiyan ve Yahudi aile hukuklarına dair hükümleri ihtiva eden 157 maddelik bir proje hazırladı. Muhtemelen ekseriyetin tasvibini alamayacağından korkularak Meclis-i Meb’usan'a getirilmedi; muvakkat bir kanun (KHK) olarak 25/X/1917 tarihinde Hukuk-ı Aile Kararnâmesi ismiyle neşredildi.
Kimin zaferi?
Kararnâme İslam tarihinde aile hukukuna dair ilk kanundur. Hıristiyan ve Yahudi aile hukukuna dair hükümler, bu dinlere mensup ruhanî reislerden sorularak Kararnâme’ye alındı. Böylece kararnâme üçlü bir birlik taşır hâle geldi. Hukuk tarihinde nâdir olan bu hususiyete, bir de 1830 tarihli Rusya medenî kanununda rastlanır.
Kararnâme ile asırlar boyu devam eden cemaat mahkemeleri kaldırıldı. Gayrı müslim vatandaşlar aile meselelerini kadı mahkemelerine götürmeye mecbur kılındı.
Kararnâme eklektik (telfikçi) bir vasıf taşır. Asırlardır resmî mezhep mevkiindeki Hanefî mezhebi, 20 kadar meselede terkedilerek bunun yerine diğer mezheplere ait hükümler getirildi. Hatta mezhebi yaşamamış müctehidlerin kavillerinden de istifade edildi. Bu da o devirde çok güçlü olan ve telfiki müdafaa eden İslâmcı cereyanın tesirini gösterir.
Kimseye Yaranamadı
Hazırlanışında Mecelle'de olduğu gibi Ahmed Cevdet Paşa gibi dirâyetli ve muktedir bir hukukçunun bulunmadığı kararnâme, pekçok cihetten İttihatçıların karakter izlerini taşır. Bu sebeple kimseyi memnun edememiştir.
Bir taraftan asırlardır sahip bulundukları adlî imtiyazları kaybeden gayrı müslim vatandaşlar; bunun Kanun-ı Esasî'ye aykırı olduğuna dikkat çektiler. Dindar kesim ise, mezheplerin telfikiyle hazırlandığı için tenkit ettiler.
Muhteva cihetiyle şer’î hukuka istinad ettiği ve sistematik olarak mükemmel bir kanun tekniğine sahip olduğu halde, yukarıda sayılan sebeplerle çok reaksiyon doğuran Hukuk-ı Aile Kararnâmesi, zamanın icapları ve memleketin şartları nazara alınmaksızın âdeta bir komitacı mantığıyla hazırlandığı için uzun ömürlü olamadı.
İttihatçılar düşer düşmez, 19/VI/1919’da Kararnâme ilgâ edildi. Ancak İstanbul hükümetinin aldığı kararları kabul etmeyen Ankara hükümetine bağlı yerlerde 1926’ya, yani İsviçre medenî kanununun kabulüne kadar hükmünü sürdürdü.
Çıkarıldığı tarihte Osmanlı Devleti'ne bağlı, ancak kaldırıldığında ayrılmış eski Osmanlı vilâyetlerinde, meselâ 1951'e kadar Ürdün’de, 1953'e kadar Irak ve Suriye’de Hukuk-ı Aile Kararnâmesi tatbik edildi. Bu memleketlerin hazırladığı yeni aile kanunlarına da tesir etti. Bugün Lübnan, Filistin ve İsrail’de Müslümanlara ait mahkemelerde hâlâ tatbik edilir.
Yenilikler
Kararnâme Münâkehat (evlenmeler) ve Müfârakat (ayrılmalar) olarak iki kısma ayrılır. Her bir kısımda İsevîler (Hıristiyan) ve Musevîler (Yahudiler) ile alakalı hükümler yeri geldikçe zikredilir.
Bir aile kanununda bulunması icab eden nafaka, hıdâne (çocuk terbiyesi), neseb (bir çocuk ile babası arasında kurulan bağı), vesâyet (malını idare etmekten âciz olanların mallarına bir idareci tayini) gibi hususlara kararnâmede her nedense yer verilmemiştir. Bunların muhtemelen sonra tanzimi düşünülmüş, ancak buna imkân olmamıştır.
Kararnâme nikâh akdinin kurulması ve neticeleri cihetinden devletin kontrolünü barizleştirdi. Mesela nikâhtan evvel bir nikâh mânisinin bulunup bulunmadığının tesbiti mahiyetinde vaziyetin ilanı mecburiyeti getirildi. Nikâhların kâdı veya vekili huzurunda kıyılıp tescil edilmesi emredildi.
Kararnâmede bazı yeniliklere rastlanır. Mesela nikâh esnasında kadına kocasının bir daha evlenmemesini şart koşabilme hakkı verildi. Mahkeme kararıyla boşanmanın imkânı genişletildi. Çocukların velileri tarafından evlendirilmesi yasaklandı. Evlenme yaşı kızlarda 17, erkeklerde 18 olarak tayin edildi. bu yaşı doldurmamış biri, bâliğ olduğunu iddia ederse, kâdı vaziyeti tahkik edip nikâha izin verebilir.
Hürmet-i müsahare evlenme mânisi olarak kabul edilmedi. Mükrehin nikâhı ve sarhoşun talâkı muteber sayılmadı. Kocası kaybolan kadının 4 sene sonra nikâhı feshettirebileceği kabul edildi. Geçimsizlik hâlinde, her iki tarafın ailesinden birer hakemin teşkil edeceği bir aile meclisi arabulucuk yapacak; geçimsizlik çözülmüyorsa, nikâh feshedilecektir. Kölelikle alakalı hiçbir hüküm getirilmemiştir.
Kararnâmedeki yenilikler o zaman halk arasında hayli akis buldu. Muhtevası da iyi bilinmediği için, çok evliliğin yasaklandığı ve kadınların da kocalarını boşayabileceği şâyiası yayıldı. Hüseyn Rahmi (Gürpınar) gibi yazarların romanlarında bundan biraz da alaylı bir şekilde bahsedilir.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024