Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

KOMŞU KOMŞUNUN KÜLÜNE MUHTAÇ

İyi komşu, dünyanın en iyi şeyi ise; kötü komşu da büyük bir musibettir. Kötü komşu ev sattırır sözü meşhurdur.
27 Kasım 2017 Pazartesi
27.11.2017

İyi komşu, dünyanın en iyi şeyi ise; kötü komşu da büyük bir musibettir. Kötü komşu ev sattırır sözü meşhurdur.

Eskiler, “er-Refik, Sümme’t-Tarik ve’l-Câr Sümme’d-Dâr”, yani “Önce arkadaş sonra yol, önce komşu sonra ev!” hadis-i şerifini prensip edinmiştir. Komşuluk mühim bir iştir. “Taşınmam lazım ama, komşularımdan ayrılamıyorum” diyenler çoktu. Dünyada en kıymetli şeyin, iyi komşu olduğunu söylerlerdi. Burhan Felek der ki: “Eskiden aileler komşularıyla yaşarlardı. Bu, Osmanlı cemiyetinin başlıca hususiyeti idi.” (Hayal Belde Üsküdar, 91)

Seyyar satıcıları, dilencileri, davulcusu, kalaycısı, sakası, arabacısı, düğünleri, çocuk oyunları, bayram yerleri, taziyeleri, yangınları ile mahalle hayatı, şimdi yüz daireli bloklarda yaşayıp dibinde oturanı tanımayanlar için, hayal bile edilemeyecek bir devrin hatıralarıdır.

Vazgeçilmez komşu

Suriye’de reisicumhurluk yapmış olan Şükrü Kuvvetli’nin babası Abdülgani Efendi, cömert bir zattı. Şam’da Hayrü’l-Kameriyye mahallesinde bir komşusunun para darlığı sebebiyle evini satmak istediğini duyunca, kendisini yemeğe davet edip, “Sen benim komşuluğumu bırakmak istiyorsun, ama ben senin komşuluğundan vazgeçemem” demiş ve borcu kadar parayı kendisine vererek evini satmaktan vazgeçirmişti.

Din kitaplarında der ki: “Zevceyi salih komşular arasında barındırmak, erkeğin vazifeleri arasındadır. Zira bu komşular, bu kadının din ve dünya işlerine yardım ederler. Zevcin zulüm yapmasına mani olurlar.” Kötü komşu, büyük bir musibettir. “Kötü ev sahibi ev aldırır; kötü komşu ev sattırır” sözü meşhurdur.

Osmanlı hayatının en mühim unsuru, mahalle idi. eskiden zengin ve fakir mahalleleri kati sınırlarla ayrılmış değildi. Bir mahallede en zenginden bir paşanın konağı da vardı, fakir bir esnafın evceğizi de; bir sarıklının konak yavrusu da vardı, dul bir kadıncağızın kulübesi de… Böylece zengin, fakiri himaye eder; hatırlı, garibanı kollardı. Servet düşmanlığı yoktu. Zira servet sahipleri, bunu nefsini tatmin ve gösterişten ziyade, başkalarına iyilik için kullanırdı.

Herkes komşusunun kefili idi. Komşu evde ne olup bitiyor, takip eder; anormal bir şey görünce lüzumlu mercilere haber verirdi. Haberim yok demekle kendisini kurtaramaz.  Bitişik komşu sahte para basıyormuş; felanca komşunun evine uğursuz suratlı kişiler gelip gidiyormuş; ötedeki kadın uygunsuz kişileri eve alıyormuş, bunların hepsi komşunun mesuliyetinde idi. Bana ne! diyemezdi. Hazret-i Peygamber, “Kendisinin iyi mi, kötü mü olduğunu anlamak isteyen kimse, hâlis komşularının kendisi hakkında ne dediklerini öğrensin!” buyurmuştur.

Zaten komşulardan gizli kapaklı bir şey yapmak mümkün değildi. “Huu, dün gece evde yoktunuz?” veya “Geçen gün gelenler kimlerdi?” sualleri normal karşılanırdı. Bir evde olup biten herşey, hastalık, misafir, görücü, kavga, hastalık, hatta pişen yemek bile komşuların malumuydu. Saklamak ne mümkündü…

Komşuya hürmet

Kaç ev komşu sayılır? Zamanın şartlarına ve insanın yardım kudretine göre değişir. Her cihetten birer, ikişer ve nihayet kırk ev komşuluk hakkına sahiptir.

Hazret-i Peygamber komşuya hürmeti tavsiye eder. Komşuya hürmet, onunla iyi geçinmektir. Onun olduğunu bilerek, kendisi tok yatmamaktır. Allah’ın ihsan ettiği rızklardan ona da vermektir. Onu incitecek söz ve iş yapmamaktır. Nitekim hadis-i şerifte, “Komşusu, şerrinden emin olmayan kimse, Allah’a hakkıyla iman etmiş sayılmaz” buyuruluyor. Hatta komşu gayrı müslim bile olsa, hakkını gözetmek emrolunmuştur.

Resulullah aleyhisselâm, “Gayrı müslim komşunun bir, Müslüman komşunun iki, akraba olan Müslüman komşunun üç hakkı vardır” buyurunca, komşu hakkının bu kadar mühim olduğunu öğrenen sahâbîler, “Neredeyse komşunun miras alacağını zannettik” demişlerdir.

Sabır

Eskiler, komşusunun evine, pencerelerine bakmayı ayıp sayardı. Komşunun yaptığı eziyet ve cahilce hareketlere sabreder; karşılık vermezdi.  Evliyadan Mâlik bin Dinar’ın Yahudi bir komşusu vardı. Evinin helâ çukurunu, Mâlik hazretlerinin evinin yanına yapmıştı. Zamanla sızıntı ve pis koku Mâlik hazretlerinin evine sirâyet etti. O her gün sızıntıyı temizler ve pis kokuyu gidermek için güzel kokulu şeyler yakardı. Komşu bir gün Mâlik hazretlerinin evine gitti. Pis kokuyu duyunca; "Bu ne?" dedi. O; "Kokulu şeyler yakıyorum." dedi. "Hayır bu lağım kokusu. Bak duvardan sızıyor. Niye bana söylemiyorsun?" deyince, Mâlik hazretleri; "Eğer söyleseydim, üzülebilirdin. Dinimizde komşuyu üzmek yoktur." buyurdu. Bu söz karşısında sarsılan Yahudi komşu, müslüman oldu.

Komşunun kusurunu gören, nazikçe nasihat ederdi. Ebu Ali Sekafi’nin kuşçulukla uğraşan bir komşusu vardı. Kuşları taş atarak uçururdu. Birgün attığı taş, Ebu Ali’nin başını yardı. Polise şikâyet et diyenlere aldırmadı. Bir çubuk yapıp oğlunun eline verdi, “Şu çubuğu komşumuza götür; kuşları taş atarak değil de, bu çubukla uçurmasını söyle!" buyurdu. Komşu da yaptığına pişman olup özür diledi.

Komşunun köpeği

Hazret-i Peygamber, “Evinizde pişen yemekten, komşunuzun hakkını veriniz!” buyurduğu için, bilhassa her zaman pişmeyen bir yemek olduğunda, imkânına göre komşusuna da verirdi. Ona veremeyeceği turfanda meyve, tatlı gibi şeyler varsa, evine ondan gizli getirirdi. Komşunun çocuklarını görünce eli ile okşar; güler yüzle muamele ederdi. Komşusunun köpeğini bile incitmekten sakınırdı.

Komşusu bir şey ödünç istediğinde, varsa mutlaka verirdi. Kendisinin de bir zaman böyle ihtiyacı için komşusunun kapısına gideceğini bilirdi. Komşu komşunun külüne muhtaç derler. Hadis-i şerifte, “Sıkıntıya düşen komşusuna yardım edene, Allah kıyamet günü kıymetli elbise giydirecektir” buyurulmuştur.

Seni ziyan etmedik

İmam Ebu Hanife’nin, bir kıza âşık olup her gece içerek, “Ben ziyan edilecek adam mıyım?” diye bağıran genç bir komşusu vardı. Bir gece polisler bunu tutup hapse attılar. İmam, her geceki sesi duymayınca merak etti. Hapse düştüğünü öğrenince, komşu hakkıdır diyerek gitti; polis müdüründen affını istedi. Eve dönerken kendisine, “Bak biz seni ziyan etmedik” buyurdu. Af dileyen çocuk, tövbe etti ve İmam Ebu Hanife’nin talebeleri arasına girdi.

Komşusu hasta olunca, ziyaretine gider; sıkıntıya düşünce, imdadına yetişir; ölüsü olunca cenaze işleriyle alakadar olurdu. Komşu sefere gidince, evine göz kulak olur; ailesine nezaret ederdi. Komşu evin havasını, güneşini men edecek inşaat yapmaz; zaruret varsa anlatıp rızasını aldıktan sonra yapardı. İnşaat, halı yıkama ve silkeleme gibi işleri önceden haber verirdi. Evini satacağı veya kiraya vereceği zaman, komşusuna danışır, onun izin verdiği kimseye verirdi. Eskiler bir mahalleden taşınsa bile, eski komşularının hakkını ve hatırını gözetirdi. Osmanlı kanunu Mecelle’de komşu hakları uzun sayılmıştır.