SUYA AKSEDEN OSMANLI MEDENİYETİ
Osmanlı şehirlerinin meydanlarını süsleyen çeşmeler, adeta birer sanat âbidesidir. Topkapı Sarayı önündeki Sultan Ahmed Çeşmesi için ecnebiler, “Bunu cam fanus içine almak lâzım” demiştir.
Eski evlerde, şimdiki gibi su akan musluklar yoktu. Herkes, su taşıyan bir sakaya abone idi. Saka, çeşmeden doldurduğu suyu, sırtındaki meşin tulumlarla evlere taşırdı. Suyu, evin avlusundaki küpe boşaltır; aybaşında hesaplaşmak üzere kapıya tebeşirle bir çentik atıp giderdi. İyi suları taşıyan sakalar ayrıydı. Bunlar menbalardan doldukları damacanaları, at arabalarıyla mahallelere getirirdi.
Çok evde, kuyu veya yağmur suyunun biriktirildiği sarnıç bulunurdu. Bu sular ancak kullanmaya yarardı. Ayrıca buzdolabının olmadığı bir zamanda, bunlara yiyecekler sarkıtılıp serin muhafazası temin edilirdi. İstanbul’da 1874’te sonra Terkos Şirketi’ne şehre su getirmesi imtiyaz verilmiş; evlere su bağlanması böylece başlamıştır. Diğer şehir ve kasabalarda evlere su bağlanması 1950’lerden sonradır.
Akarsu pislik tutmaz
İnsanlara su ikram etmek, dinen makbuldür. Hazret-i Peygamber’in, “Günahı çok olan, bol su dağıtsın!” emrine uyarak, üç-beş kuruş biriktiren, çeşme yaptırır veya susuz bir beldeye künklerle su getirtirdi. Onu da yapamayan, sıcak günlerde evinin ya dükkânının önünde gelip geçene serin su dağıtırdı. Yol kenarlarına tahta su olukları konur; gelip geçenin içmesi için, yakında oturanlar içine muayyen aralıklarla su eklerdi.
Köylük yerler bir yana, şehirlerin su ihtiyacı hep bir mesele olmuştur. İstanbul’da, Bizans zamanından beri etraftaki ormanlardan şehre su getiren kemerler yapılmış; her padişah yenilerini yaptırıp, eskilerini tamir etmiştir. Su bendleri ile gelen su şehrin dört bir yanındaki çeşmelere dağıtılır.
Çeşmeler, kullanılış maksadına göre, çok değişik yerlerde ve şekillerde inşa edilir. Saray ve bazı büyük evlerde, iç mekânda duvar çeşmelerine rastlanır. Topkapı Sarayı’nda bunların numunelerini görmek mümkündür. Bunun dışında çeşmeler, ya müstakil bir binadır; ya da câmi gibi başka bir eserin tamamlayıcısıdır. Bu takdirde çeşme, avlu ya da bahçe içinde inşa edilir.
Mahallelerde, bir meydan çeşmesi; bir de köşebaşı (sokak) çeşmeleri bulunur. Halk buradan suyunu doldurur. Yemek, içmek, çamaşır, yıkanma, temizlik hep bu suyla olur. İlk zamanlardaki çeşmelerin mimarî karakteri birbirine benzer. Hepsi kesme taştandır. Arkalarında su haznesi vardır. Üstleri çatılı ve kiremitlidir. Süslü değil; fonksiyonel olması mühimdir. Tek veya birkaç muslukludur. Taş cepheye, kalaylı bir tas zincirle asılır. Gelip geçen bununla su içer. Hayvanların da su içebilmesi için, hepsinin önünde hazne bulunur.
XVIII. asrın başından itibaren, Avrupa’ya paralel şekilde, İstanbul başta olmak üzere imparatorluğun her köşesi, başka bir zarafet, başka bir şıklık kazandı. Çeşmeler de bu değişmenin izlerini aksettirir. Artık taşın yerini mermer almış; gövde, küp yerine çokgen şeklinde yapılmış; dış cephe alabildiğince süslenmiştir.
Su Sarayları
Meydan çeşmeleri daha ziyade ileri gelen şahsiyetler tarafından yaptırılır. Bir itibar sembolüdür. Daha ziyade gelip geçenin içmesi ve meydanın süslenmesi için yapılmış birer âbidedir. Topkapı Sarayı önündeki Sultan III. Ahmed Çeşmesi, emsalsiz güzelliktedir. Adeta bir su sarayıdır. Hatta bir ecnebi seyyah, “Bunu cam fanus içine almak lâzım” demiştir. Küçük bir modeli, Üsküdar meydanını süsler. İki oğlu padişah olan Gülnûş Vâlide Sultan, Üsküdar’daki Yeni Câmi’yi yaptırdı; fakat çeşmeyi tamamlamaya ömrü yetmedi. Onu da oğlu, Lale Devri padişahı Sultan III. Ahmed yaptırdı. Suyu boldu, devamlı akardı. Parayla sattıkları için, sakaların bu vakıf çeşmesinden su almasına izin verilmezdi. Çünki bu tip vakıflardan, zengin-fakir herkesin parasız istifade etmesi esastır. Şimdi bu çeşme yerinde; ama ne yazık ki çok emsalleri gibi suyu çekilmiştir.
“Açılmış bir kitabı andıran” Azapkapı Meydan Çeşmesi’nin enteresan bir de hikâyesi vardır: Vâlide Sultan, şehirde arabasıyla gezerken, yol kenarında ağlayan bir kız çocuğu görüyor. Derdini soruyor. Kız, eve su getirmek üzere taşıdığı testiyi kırmıştır. Vâlide Sultan, bir testi için üzülmemesini söylüyorsa da, “Ben testiye ağlamıyorum. Bana verilen işi doğru dürüst yapamadığıma üzülüyorum” diyor. Çocuktaki müstesna karakteri sezen Vâlide Sultan, ailesinin rızasıyla onu saraya alıyor. Bu kız, geleceğin padişahı ile evlenip, bir padişahın da annesi oluyor: Saliha Vâlide Sultan. Testiyi kırdığı yere, çok güzel bir meydan çeşmesi yaptırmıştır.
Beykoz’da sıradan bir Osmanlı memurunun yaptırdığı İshak Ağa Çeşmesi, XVIII. asır Osmanlı estetiğinin nadide numunelerindendir. Üç cephesi açık, öne doğru uzayan cephesi sütunlarla örülü ve üstü de çatıyla kaplıdır. Sanki padişah çadırının içinde, bir nehrin şelalesi çağlamaktadır. Koca Mustafa Paşa Câmii avlusundaki 1737 tarihli Beşir Ağa Çeşmesi, silindir şeklindedir.
Son meydan çeşmelerinden biri, Sultanahmed’deki Alman Çeşmesi’dir. O zamanlar moda olan Osmanlı-Alman dostluğunun hatırasına Kayzer Wilhelm tarafından hayli masraf edilerek somaki yeşil mermerden arabesk üslupta yaptırılmış; içi altınlı mozaiklerle bezenmiştir. Maçka Parkı’ndaki Sultan II. Abdülhamid Çeşmesi, Osmanlı çeşme mimarîsinin kendine has son numunelerindendir. Sultan Hamid, Bursa’da Ulu Cami yanında 1903’te bir çeşme yaptırdı. Açıldığı Cuma günü çeşmenin içine üç büyük kazan konarak, birine limonata, birine süt ve birine de ayran dolduruldu. O gün camiye gelenler akşama kadar içtiler. Bu çeşme, caminin tamirattan geçtiği 1950’de camiyle alakası yok diye yıktırıldı. 1994’ten sonra aynı şekilde tekrar yapıldı.
Beykoz İshak Ağa Çeşmesi
Çeşmelerin Hazin Sonu
Hemen her çeşmenin kitâbesi vardır. Bunlarda yer alan şiirler, birer edebiyat şaheseridir. Bunlarda su hayrının faziletleri, çeşmeyi yaptıranın hüviyeti ve yapılış tarihi anlatılır. Topkapı Sarayı önündeki Sultan Ahmed Çeşmesi’nde, “Aç besmeleyle iç suyu, Hân Ahmed’e eyle dua!” yazar.
Anadolukavağı’ndaki Hasan Paşa Çeşmesi’nde, cennet hurilerine mehr olsun diye yaptırıldığı yazılıdır. İslâmiyette evlenirken kadına verilen paraya mehr denir. Hasan Paşa, bu çeşme sayesinde cennete girme arzusunu, böyle dile getirmiştir.
İmparatorluğun gerilemesiyle, vakıfların da gelir kaynakları kesildi. Nice vakıf eserleriyle beraber de çeşmeler kurudu, harab oldu veya yıkıldı. Şehirlerde evlere su bağlanınca, çeşmelerin mühim bir fonksiyonu kalmadı. İçme suyunun şişelerde satılmaya başlamasıyla, çeşmelerin son hizmeti de ortadan kalktı.
Şehirler büyüdükçe, bu çeşmeleri başka bir yere taşımak yerine, yol genişletme gibi bahanelerle çoğu yıktırıldı. Artık suyu bedava dağıtmak mümkün olmadığı için; ayakta kalan çeşmeler, eski güzel günlerin sessiz şahitleri olarak şehirleri süslemeye devam etmektedir.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024