MAZİNİN MAHZUN ŞAHİTLERİ: MEZARTAŞLARI
İnsanlar, doğar, yaşar ve ölür. Çok az kimse, dünyada bir eser bırakabilir. İslâm-Türk kültüründe heykel ve büst âdeti olmadığı için, sıradan insanlar için namlarını yaşatacak tek bir imkân vardır: Mezartaşı.
Edirne’deki eski mezartaşlarıyla alakalı araştırma yapan Cem Temizel, mezartaşlarına “Osmanlının soyut heykelleri” diyor. Bunlar, yapıldığı devrin ve çevrenin inançlarının, âdetlerinin, sosyal telakkilerinin, tabii, iktisadi ve içtimai şartlarının müşahhas vesikaları olarak Osmanlı şehirlerini anlamaya yardımcı oluyor. Fetihler, işgaller, askeri hareketlilikler, salgınlar, iktisadi durgunluklar, sanat temayüllerindeki geçişler, dini çatışmalar, devlet politikalarındaki değişiklikler ve daha pek çok hadisenin izini sürmeyi mümkün kılıyor. Fransız müellif Andre Malraux, “Mezarlıklar bir milletin kültürünün rengin ve medeniyetinin seviyesini gösterir” der.
Mevtanın cinsiyetini, sosyal statüsünü gösteren sembollerle işlenmiş mezartaşları, eski tabirle şâhideler, uzun bir tarihin canlı şahitleri; şehirlerin mermerden süsleridir. Hanımların, şâhidesi çiçeklidir. Erkekler yerine göre fesli, sarıklı, külahlıdır. Görenleri, düşündürüp hüzünlendiren, bazen de tebessüm ettiren nişânelerdir. Kasımpaşa mezarlığındaki bir mezartaşı bu kabildendir: “Bir zamanlar ben de Süleyman idim/Ateşe körüğe hükümran idim/Sanmayın Sultan Süleyman idim/Tersânede Körükçü Süleyman idim.”
Ruhun Evi
Her cemiyette ölü gömme âdetleri farklı. Ölüyü yakanlar, suya atanlar, vahşi hayvanlara terk edenler var. Semavi dinlerde ölü toprağa gömülür. Kâbil; öldürdüğü kardeşi Hâbil’i ne yapacağını düşünürken, avını gömen bir karga ona ilham vermiştir. Kur’an-ı kerim, ölüleri gömmeyi emreder. Resulullah aleyhisselâm, sütkardeşi Osman bin Ma’zun’u eliyle defnetmiş; bir taş getirip başucuna koyarak, “Bununla kardeşimin kabrini tanıyacağım ve ailemden vefat edeni yanına defnedeceğim” buyurmuştur.
Musa aleyhisselâm, ölüm meleğinin, dedelerinin yakınında gelince canını almasını; böylece salih insanlara yakın gömülmeyi dilemişti. Bu sebeple her yerde bir mübarek kişinin kabri etrafında mezarlık teşekkül etmiştir. Eyüp Sultan, Karacaahmed, Merkez Efendi kabristanı gibi. Mühim şahsiyetlere, onlar için değil, ziyaret edenler ibret alsın, güneşten/yağmurdan korunsun diye türbe yapılmıştır.
Vehhabiler, kabri belli etmeye düşmandır. Arabistan’da nice tarihi kabir ve türbeler, Suudi istilasından sonra yerle bir edilmiştir. Halbuki insan ölse bile ruh yaşar; kabri ile irtibatını sürdürür. Bir mezara sahip olmak, insanoğlunun dünyadaki son hakkıdır; mezartaşı da o insan için dikilmiş bir âbide. Mezar üzerine basmak, oturmak, ölüye hürmetten dolayı caiz değildir. Mezara mübalağalı masraf yapmak israftır. Ama mezartaşı dikmek; buna İslâm harfleriyle isim ve tarih yazmak meşrudur.
Tapu Senedi
Mezarlıklar, yurdun tapu senetleridir. Ermenilere muhtariyet verilmesi meselesini yerinde tedkik etmek üzere 150 sene evvel Anadolu’ya gelen Amerikan heyetinin, Erzurum’da Müslüman mezarlığının, Ermeni mezarlığından çok daha büyük olduğunu görünce, buranın Müslüman yurdu olduğuna olan kanaatini pekiştirdiği meşhurdur.
Kabristanlar, bir milletin atalarına olan hürmet ve minnet hissinin ifadesidir. Eskiler, mezarlıkları şehre bitişik yapmış; camilerin, mekteplerin yanına küçük kabristanlar kondurarak, ölümü devamlı hatırlamışlardır. Ölümü hatırlamak, kalbi yumuşatır; hırs ve egoizmi kırar. Osmanlı insanı, mezarlıktan korkmaz; önünde durup bir fâtiha okuyarak yoluna devam eder. Kabristanlar, aynı zamanda şehirlerin nefes aldığı ciğerleridir. Mezarlıklar, İstanbul’un en güzel panoramasına sahiptir.
Vakıf esere, kimsenin müdahale edememesi umumi bir hukuk kaidesi iken, Jön Türklerin iktidara gelişinin ardından, başta İstanbul olmak üzere Osmanlı şehirlerinin hemen hepsinde tarihi vakıf mezarlıkları talan edildi. Cumhuriyet devrinde bu furya hızla sürdü. Hatıralardan Osmanlı’yı silmek üzere, kabristanlar üzerine parklar, binalar, depolar, yollar yaptırıldı. Mezartaşları sökülerek kırıldı veya adi işlerde kullanıldı. Asırlık serviler kesilerek odun yapıldı.
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Evlere Şenlik romanında diyor ki: “Ecdadımız havanın ifsadını men için serviler diktirmişler. Biz şimdi onları da baltalıyoruz. Birkaç sene sonra mezarlıklarımız bu ziynetlerinden de soyulup kupkuru kalacak. Kabristanlara itina, meyyitlerden ziyade diriler içindir. Ölü, hayatın bütün müziç [rahatsız edici] endişelerinden ebediyen kurtulmuştur. Ölülerin de diriler gibi hassas olduklarına kanaatte bizim için çok teselliler vardır. Onlar bu hislerini gelip bize ifşa edemiyorlar. Lakin biz pek sevdiklerimizden bir ölünün mezarı başına gittiğimiz vakit, ondan adeta bilmübadele bir şey hissediyoruz. O bize pek derin şeyler anlatıyor ve sanıyoruz ki o da bizi anlıyor. Bir kabrin dinler görünen sükûtu ne beliğdir. Ne duygusuz, ne maddidir o insan ki, mezarlar ona bir şey söylemesin, her kabrin kitabe-i seng-i mezarından başka, çok uzun, çok hazin, çok ibretamiz birer ifadeleri olduğunu anlayamasın. Bunların "kimse"leri insaniyettir. Bilmez misiniz camilerde, kürsülerde hâk ile yeksân ve nesilleri münkariz olmuş, unutulmuş emvâta dualar edilir. Bir ölüye mutlak akrabamız olduğu için mi hürmet ve dua edeceğiz? Bütün insaniyet mezarda hemhâl ve kardeştir. Bir mezara tazim, bize bilahare son durağımızda hürmet beklemek istihkakını verir.”
Yahya Kemal, Madrid’de sefir iken Türkiye’nin nüfusunu soran birine tereddütsüz 80 milyon diyor. Davetlilerden biri, o günlerde Türkiye’deki nüfus sayımından bahseden bir gazetenin 15 milyon sayısını verdiğini söyleyince, yine tereddütsüz, “Ben ölenlerimizi de saydım. Zira biz onlarla bir arada yaşarız” cevabını veriyor. Her zaman “Milliyetini idrak eden millet, ölüleri ile birlikte yaşar” derdi. Nitekim Lamartine, “Vatan ecdadın küllerinden yapılmış bir topraktır” der.
Rus asıllı tabiat tarihçisi Prens Pierre de Tchihatchef, 1847-1858 seneleri arasında Osmanlı ülkesinde bulunmuş, İstanbul’u anlatan Le Bosphore et Constantinople isimli bir de kitap yazmıştır. İstanbul ve Türkler hakkındaki intibaları menfi olduğu halde, en çok beğendiği şey mezarlıklardır. “Bu ağaçlıkları ziyaret edenler, tabir yerindeyse, zaman zaman, yaşayanlarla ölülerin meskenlerini iç içe geçiren o törensi ve melankolik servi topluluklarının görüntüsünü unutamaz. Serviler sütunlar gibi yükselerek gökyüzünü arar. Bu mezarlıklarda insan kendisini daha hisli ve huzurlu hisseder” der.
Medine'de Bakî kabristanı
Büyük Talan
3 Nisan 1930 tarih ve 1580 sayılı Belediyeler Kanunu’nun 160.maddesi vakıf mezarlıkları belediyelere devretti. Belediyeler, bunları istediği gibi kullanabilecek; dilerse satacaktı. Talan, daha kanun çıkmadan başladı. 29 Haziran 1925 tarih ve 1836 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile eski TBMM arkasındaki vakıf kabristanın 25 dönümü, inkılabın en ateşli müdafilerinden Hâkimiyet-i Milliye gazetesi yazarı Siirt mebusu Mahmut Bey’e m2’si 25 kuruştan satıldı. Bunun devamı olan Çankırı caddesindeki kısmı, 24 Ocak 1926 tarih ve 3066 sayılı bakanlar kurulu kararıyla satıldı. Atatürk’ün ilk eşi Fikriye Hanım burada gömülüydü. Bu kabristan, türbesi Ulus 100.Yıl Çarşısının yerinde bulunan Kızılbey’in vakfıydı. Bunların yerine hanlar dikilmiş; ama yanı başındaki Roma mezarlığına el sürülmemişti. Talan edilen mezarlıklar Müslümanlara aittir. Gayrımüslim mezarlıklarını milletlerarası antlaşmalar korumaktadır.
Hacıbayram türbesi yanındaki tarihî kabristan, ev yapılmak üzere müteahhitlere satıldı. İstanbul Vatan caddesi üzerinde Guraba hastanesi civarındaki kabristan Türk Hava Kurumu’na, bir kısmı da Kızılay’a satıldı. Bu civarda başka bir kabristan Türk Ocağı’na, bir kısmı da Milli Eğitim Bakanlığı’na devredildi.
İzmit’te Ömerbey kabristanı, park yapılmak üzere Çocuk Esirgeme Kurumu’na; Çorum’da Piribaba kabristanı, içindeki câmi ve türbeyle beraber bir kısmı belediyeye, bir kısmı mektep yapılmak üzere özel idareye; Denizli vakıf mezarlığı ÇEK’na; Antalya’da Çöreklik ve Suzan vakıf mezarlıkları, hayvan, kömür ve odun pazarı yapılmak üzere belediyeye; Milas vakıf kabristanları, odun pazarı, rıhtım ve elektrik santralı yapılmak üzere çeşitli kimselere satıldı. Bunlar sadece birkaç misaldir.
İstanbul’da AKM’nin yerinde Kanuni devrinden kalma tarihi bir mezarlık vardı. Sık servilerle kaplı Beyoğlu mezarlığı, Kasımpaşa’dan Tophane’ye kadar uzanırdı. Evliya Çelebi, Meyyitzâde, Yeniçeri Ocağı’nı topa tutan Karacahennem İbrahim Ağa, Şair Şinasi burada gömülüydü.
Anadolu’da şehir ve kasabalarındaki tarihî vakıf kabristanlarının hemen tamamı, şehir parkı, Halkevi, mektep, depo vs yapılmak üzere söküldü. Yıllar evvel Konya’da, binalar arasında kalmış Sadreddin Konevî’yi ziyaretimde, türbenin karşısında birkaç eski mezartaşı dikkatimi çekmişti. Bir apartman önündeki hazirenin etrafı duvarla çevrilmiş; “Kaside-i Bürde müellifi İmam Busiri burda yatıyor” şeklinde bir de teneke levha asılmıştı. Şaşırdım; çünki İmam Busayrî’nin muhteşem türbesini İskenderiye’de ziyaret etmiştim. İlahiyat fakültesinden ahbabım rahmetli Hasan Özönder’e sorduğumda, hiç cevap vermeden arkasındaki kütüphaneye dönüp bir rulo çıkararak önüme yaydı. Bu, Konya’nın Osmanlıların son zamanındaki krokisi idi. Konevî türbesinin etrafı istasyona kadar Müslüman mezarlığı idi. Cumhuriyetten sonra sökülmüş; mezar taşları kaldırımlara döşenmişti. Uyanık ve hamiyetli bir zat, evinin önündeki birkaç mezarı çevirip başına uydurma bir levha yazdırarak o kadarını kurtarabilmişti.
Süleymaniye'de kabrinden kopmuş şahide başları
Yahya Efendi'de kabrini kaybetmiş mezartaşları
Tarih Müzesi
İstanbul’un ilk Müslüman mezarlığı Karacaahmed, eskiden Üsküdar’dan Söğütlüçeşme ve Kızıltoprak’a uzanırdı. Meşhur tarihi şahsiyetlerin medfun bulunduğu ve çoğu yok edilen kabristan, adeta Osmanlı tarihi müzesidir. Avrupa yakasının en eski kabristanı Rumelihisarı’ndadır. İlk fetih şehitlerinin gömülü olduğu kabristanın büyük bir kısmı ortadan kaldırılmıştır. Mübarek sahabinin hatırası sebebiyle çokları Eyüp Sultan kabristanına gömülmeyi arzu ederdi. Bakımsızlıktan harab olmuş; büyük kısmı ortadan kalkmıştır. Eskilerden Topkapı, Edirnekapı ve Merkez Efendi mezarlıklarının bir kısmı çevre yolu sebebiyle sökülmüştür.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024