NEREDE O ESKİ YAZLAR… O ESKİ SICAKLAR…
Kışın soğuğundan da, yazın sıcağından da şikâyet eden birine, “Hiçbir şeyden de memnun olmuyorsun?” diyenlere, “Bahara sözümüz var mı?” diye cevap vermiş. Şimdi yazın sıcağından da, kışın soğuğundan da hoşnut olan yok. Halbuki yaz, yazlığını; kış, kışlığını göstermezse olmaz.
Küfran-ı nimet
Eskiler yazın sıcağından da, kışın soğuğundan da yakınmaya müsamaha etmezlerdi. Suyun ve mahsulün bolluğu buna bağlı olduğu için, rahatsız da olsalar, memnuniyetsizliklerini bildirmezlerdi. Küfran-ı nimet etmekten çok korkarlardı.
“Sıcakla zenginlikten zarar gelmez” diye bir söz vardır. Ama insanoğlu, soğuktan korktuğu gibi, sıcaklarda da saklanacak gölge arıyor. Bir sıcak olmaya görsün, ahlamaya, puflamaya başlıyor. Hem de bu klimaların bol zamanında. Kim ne derse desin, dünya asırlar boyu aynı devirle dönüyor. Sıcak, hep aynı; soğuk, hep aynı; yalnız periyodlar değişik...
Mamafih yaz mevsimi iple çekilen; geçince de hemen herkeste saadetli hatıralar bırakan günlerdir. Şair, “Yaz günleri en tatlı hayaller gibi geçti” demiş. Gelişi, “Geldi yine güzelim yaz/Gönül eğlensin biraz” diye terennüm edilen yazın bitişi de, bazen bir hayal kırıklığıdır: “Yemenim benek benek/Ortası çarkı felek/Yazı beraber geçirdik/Kışın ayırdı felek.”
Yaz mekânı
Eski evlerde kış gelmeden korunaklı kış odaları hazırlandığı gibi, yazın da kuzeye bakan serin odalarda oturulup yatılır. Yerden ve duvarlardan halılar kaldırılır. Evin zemini taş ise, günde birkaç defa sular dökülür. Eski evler, zaten asırların tecrübesiyle, kışın sıcak, yazın serin olacak şekilde inşa edilmiştir. Şatafattan evvel, rahatlık aranır.
Her evin iyi kötü bir bahçesi vardır. Dibi taş döşeli bu bahçeye su serpildi mi, klimayı aratmaz. Yaz günleri ve geceleri hep bu bahçede geçer. Ehl-i keyfin bahçesinde fıskiyeli havuzu vardır. Haleb, Bağdad gibi şehirlerde evin içindeki süs havuzu serinlik verir.
Evlerde balkon âdeti yoktur. Ama bazı evlerin iç bahçeye bakan taraçaları bu işi görür. Mardin gibi sıcak beldelerde evin eyvan denilen ve içinden su geçen odaları yaz mekânıdır. Ev halkı, ayakları bu suyun içinde oturup sohbet ederler.
Eski Mekke ve Medine evlerinde kafesli pencere içlerine konan su dolu testiler, buharlaşma mantığıyla klima vazifesi yapar. Elektrik bulunan yerlerde, klimadan evvel, tavana asılı pervaneler vardı. Zaten sıcak Arap ve Akdeniz memleketlerde gündüzün panjurlar hiç açılmaz; içeride ışık yakarak oturulur. Gün ortasında hemen herkes istirahate çekilmiş, öğlen uykusu uyumaktadır.
Dondurmacı
Şerbetçi
Sayfiye-Yayla-Bağ
Yaz gelince, köylüler yaylaya çıkarlar. Zaten hemen herkesin davarı vardır. Bunlar yaylım ister. Yayla serindir. Hatta akşamları üşütür bile. Yayla günleri Temmuz ve Ağustostur. Daha evvel ve sonrasında soğuktan yaylada durulmaz.
Şehir ve kasaba halkı ise, umumiyetle Haziran ortasında şehrin yakınındaki bağlara göçerler. Eylül ortasına kadar kalırlar. Esnaf veya memur, ya ailesini bağa gönderip kendisi şehirde kalır; ya da her Allah’ın günü eşeği veya atıyla yahud tabana kuvvet işinin başına gider. Kayseriliye “Hayırlı olsun, bağa göçmüşsünüz” demişler de, “Sefasını çoluk çocuk sürüyor; cefasını da karakaçanla ben çekiyoruz” diye cevap vermiş.
İstanbul halkı da, yaz gelince, sayfiyeye geçer. Boğaz’da yalısı olan yalıya, Anadolu köylerinde köşkü olan köşke veya Ada’ya göçer. Mülkü olmayan kira ile tutar. Suriçi sıcaktan yanarken, buralar esintilidir. Hemen herkes kesesine göre bir sayfiye bulur. Bulamayan, şehirdeki evin bahçesinde yazı geçirir; fırsat buldukça mesirelere çıkar.
Sayfiyeye göçmek de bir merasimdir. Evvela hizmetkârlar gönderilip ev hazırlanır. Zamanı gelince, koçu arabalarına ve tatar yaylısına eşyalar yüklenip sayfiyeye geçilir. Bu seyahatin mühim bir kısmı denizden olur. Karşıya vapurla geçilir. Boğaz’a gidiliyorsa kayık tutulur. Çünki Boğaz köylerine karadan yol yoktur. Yüksek memurlar, padişahtan izin almadan sayfiyeye geçemez ve dönemez. Yazın, nazırları Boğaziçi'ndeki yalılarından toplayıp, Bâbıâli’ye getiren bir vapur bile vardı ki vükelâ vapuru derlerdi.
Yazlıkçılar
Sıcak günlerde günde birkaç defa serin su dökünmeden hayat geçmez. Denize girmek, serinlemek eskiden pek âdet değildi. Mütarekeden sonra (1918), Levantenler, yani Osmanlı memleketinde yerleşmiş Avrupalılar, bilhassa Beyaz Ruslar, deniz hamamı âdetini getirdiler. Bilhassa 1960’lardan sonra, sahillere hücum başladı. Yazlık ev edinmek bir imtiyaz sayıldı. Eskiden şu farkla ki, evvelce sayfiyeye serinlemek için gidilirdi. Ne gariptir, modern zaman yazlıkları, hep sıcağın şiddetli olduğu yerlerdedir.
Yazın hafif elbiseler giyilir. Şile bezi veya bürümcük kıvrım kıvrım dokumasıyla havayı geçirdiği için serin tutar. Çarşaflar bile bundan yapılır. Kışlıklar, naftalinlenip kaldırılmıştır. Güneşten herkes çekinir; kimse güneşe çıkmaz. Zaten hanımların beyaz tenlisi makbul oluğu için; güneşte dışarı çıksalar mutlaka şemsiye alırlar. Şemsiye zaten güneşlik demektir. Evlerin bile kapısı, penceresi, güneye doğru yapılmaz. Yelpaze, hem serinletir, hem zarafet verir.
Yaz yemekleri de hafif olur. Sıcaklar insanda iştah bırakmaz. Zeytinyağlı ve soğuk yemekler yenir. Serin şerbetler ve dondurma rağbete biner. Karpuz kavun insanın içini serinletir. Henüz evlerde buz dolabı yoktur. Sarnıçlar bu işi görür. O da her evde yoktur. Suyu soğutmak için testinin ağzına ıslak bez bağlanır. Meyveyi ve suyu serinletmenin yolu ise buz kullanmaktı. Buz satan buzhaneler vardı. Buz, yakın dağlardan getirilir, kalıplar halindedir. Bakkal bunu testere ile keserek veya keski üzerine çekiç ile vurarak satar. Buzun geleceği saatte bakkala gidip beklenir. Sıra gelip de buz alınınca, erimesin diye koşarak eve getirilir. Bir iki kiloluk buz parçası gazete kağıdına sarılı olsa da elleri dondurur. Onun için ikide bir el değiştirilir. Bir yandan da suylu akar, üstü başı ıslatır. Ama netice bütün zahmete değer.
Samiha Ayverdi anlatır: “Büyük Çamlıca Tepesi’nin eteğinde ağzı en az 15 metre genişlikte olan ve toprağın içine huni gibi kazınmış bir kuyuya kış aylarında dağdan çığlaştırılarak indirilen kar topları, dibi ızgaralı bu kuyuya itilir ve sıkıştırılırdı. Kuyu yarıya kadar doluncaya kadar devam eden bu ameliye tamamlanınca, buzlaşmış karların üstü kalın bir saman tabakasıyla kapatılarak, yaz aylarının sıcağıyla erimenin önüne geçilmiş olurdu. Mamafih alınan bu tedbirlere rağmen, gene de az çok bir erime olurdu ve bu sular da kuyudan daha alçak seviyede olan Selahaddin Bey ismindeki zatın bahçesine akardı ki sebze ve çiçekler için bir nevi nimet olan bu sızıntılar diğer bahçe sahiplerinin gıptasına sebep olurdu. Kuyucu, karı okka ile tartıp satardı. Saman tabakasından ufak bir delik açılır, oradan çıkarılan buz parçaları tartılarak müşteriye verilirdi. Fakat bu iş için kuyuya inmek icap ettiğinden, toprağı çente çente yapılmış merdiven basamaklarını inmek büyükler için oldukça güç idiyse de, biz çocuklar hoplaya zıplaya bir solukta kendinizi samanların üstünde bulurduk.” (Ne İdik Ne Olduk, 194)
Sıcakların insanın dimağına tesir ettiği muhakkaktır. İhtiras suçlarının nisbeti yazın artar. Eskiden hâkimlerin çok soğuk gibi, çok sıcakta da, hatta lodos eserken bile hüküm vermeleri yasaktı. Roma’da hâkimler, sıcak günlerde su dolu fıçıların içinde karar verirlerdi.
‘İlim serin yer ister’ derler. Biraz da bunun için yazın mektepler tatildir. Çok sıcak beldelerde gündüz, çalışılmaz. Dükkânlar, öğlene kadar; bir de akşamdan sonra açılır. Kâhire, Bağdad, Mekke gibi şehirlerde çarşı sabaha kadar canlıdır.
Hasad zamanı
Yaz, köylük yerlerde işin gücün çok olduğu zamanlardır. Bir kere buğday hasadı, Temmuz ve Ağustos aylarında yapılır. Orak ve tırpanlarla ekin biçmek, sonra dövenle buğdayı sapından ayırmak zorlu işlerdir.
Yaz, çoğu sebze ve meyvenin de toplanma zamanıdır. Sadece üzüm, kayısı, elma gibi meyveler değil, patlıcan; biber, kabak gibi sebzeler de kış için kurutulur. Meyvelerden reçeller yapılır. Pekmez kaynatılır. Yaz, uzun sürecek kışa hazırlanmanın mevsimidir.
Büyükada'da bir yaz
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024