BEYAZ RUSLAR İSTANBUL’DA…
Bir Duma mensubu şöyle diyordu: “Rus mülteciler, Slav ülkelerinde bile, kendilerini İstanbul’daki kadar evlerinde hissetmemişti.”
Cihan Harbi ve yokluk, Rusya’nın sonunu getirdi. İstikbalin galipleri yanında yer aldığı halde, daha savaş bitmeden pes edip meydandan çekildi. 1917 Şubat’ında ılımlı sosyalistlerin darbesiyle çar devrilmiş; muvakkat bir hükümet kurulmuştu. Ekim’de ise radikallerin darbesi, memleketi iç savaşa sürükledi.
Kızıllar-Beyazlar
Kim derdi ki milyonlarca Rus’un küçük babası Çar tacını tahtını kaybedecek? Ama Ruslar, güneydeki komşularının yapacağı gibi, düşen hükümdarlarının ardından teneke çalmadılar. Onu kurtarıp tekrar tahta geçirmek için mücadeleye giriştiler. Memleket, Kızıllar (komünistler) ve Beyazlar (çar taraftarları) olmak üzere ikiye ayrıldı.
Beyazlar, amansız komünist muhalifi Kazakların yaşadığı Don Nehri civarında toplandı. Eski çar subayları, soylular, dindarlar, maceraperestler hep buraya akın etti. Başta 4 bin kişilik gönüllü ordusu, yüzbinlerce kişilik Beyaz Ordu’ya dönüştü. [Bunların şimdiki Slav ırkı Beyaz Ruslarla alakası yoktur.] Bu arada Çar’ın kurtarılması ihtimalinden korkan Kızıllar, 1918 Temmuz’unda Yekaterinburg’daki Çar ve ailesini kurşuna dizdiler.
Kafkasya’nın kuzeyinde hâkimiyet kuran Beyaz Ordu’nun başında General Denikin vardı. Ama Moskova’ya ilerlerken Ekim 1919’da yenildi. Beyazlar Kırım’a sığındı. Kumandayı, Çar’ın muhafız alayı kumandanı General Baron Piyotr Vrangel ele aldı. Mart 1920’de 600 bin kişilik Kızıl Ordu karşısında, 200 bin kişilik Beyaz Ordu çözüldü. Kızıllar, Kasım 1920’den itibaren Kırım’a girdi.
Bir ümit
İngiltere başta olmak üzere, müttefikler Çarlık için kıllarını kıpırdatmadılar. Ama Beyazlar’ın tahliyesine yardımcı oldular. Binlerce kişi, geride vatanlarını, mallarını, ümitlerini bırakarak Odesa, Sivastopol gibi limanlardan Karadeniz’e açıldı. Geride kalanlar, katledildi. Kaçanların sayısı 860 bin tahmin ediliyor.
Büyük ekseriyeti üst tabakadan mülteciler 3 gün sonra işgal altındaki İstanbul’a vardı. Bu maksatla yüzden fazla gemi limana yanaştı. Askerler Tuzla ve Gelibolu’ya; Kazaklar Hadımköy ve Mudanya’ya yerleştirildi. Geri kalan mülteciler, İstanbul’daki muhtelif çadır kamplara yerleştirildiler. Müttefikler, Beyaz Ordu gönüllülerini Ankara üzerine yollamayı nedense düşünmediler.
Sokaklar, Kızıllardan kaçan Rus, Ukran, Gürcü, Çerkes, Tatar ve Azerilerle doldu. Beyoğlu, bir Rus şehrine dönüşmüştü. Sadece Vrangelle şehre 185 bin kişi gelmişti. İstanbul nüfusunun % 20’si mülteciydi. Soylular, burjuvalar, sirk cambazları, uşaklar aynı gemide yan yana seyahat yapmışlardı. Burada da benzer bir kaderi paylaşıyorlardı: Maişet derdi.
Nasıl Yaşanır!
Zor şartlar altındaki Osmanlı hükümeti, bunlara elden gelen yardımı esirgemedi. Rus avukat ve Duma âzâsı Nikolay Çebişev hatıralarında, ‘Muhacir Ruslar, bize kucak açan Slav ülkelerinde bile, kendilerini İstanbul’daki kadar evlerinde hissetmemişti’ der. Bir mülteci sonradan şu sözleri söylemiştir: ‘Rusya’dan kaçarken hep şunları düşündük: 1492’te İspanyol engizisyonundan kaçan Yahudilere kapılarını açan tek ülke Türkiye’ydi. Bizi de geri çevirmeyeceklerdi.’
Çok sayıda kişi ve yardım müessesesi mültecilere yardım elini uzattı. Revir, kalacak yer, işsizlere iş ve mağdurlara yemek temine çalışıldı. Mültecilere yardım için sembolik bir Zemtsvo (mahalli meclis) kuruldu. Ayrıca Beyoğlu’ndaki Rus Haberleşme Bürosu, kayıp aileleri bir araya getirmeye çalıştı.
Çarlık Akademisi âzâlarından müteşekkil ‘Sürgündeki Rus Gençlerin Tahsili Komitesi’, çocuklara ders okutup, Avrupa üniversitelerine gidebilmeleri için lise sertifikası veriyordu. Böylece çoğu, tahsil için Avrupa ve Amerika’ya gidebildi. Kontes Vera Tolstoy der ki, ‘Fransız ihtilalinde soylular, cellatlara, asillerin nasıl öleceğini öğretmişti. Biz ise onlara nasıl yaşayacağımızı göstereceğiz’.
Kapıcı General
Bavullarını almaya muvaffak olanlar, getirdikleri mücevherleri, kürkleri, eşyaları ekmek alabilmek için satıyorlardı. Porselenler, gümüşler, masa örtüleri, yatak takımları, nişanlar, hançerler 2. el dükkânlarını süslüyordu. En çok getirdikleri eşya gramofon ve semaver idi. Beyaz Ordu’nun elindeki yerlerde basılan rubleler, mültecilerin elinde kalmıştı. İstanbul çocukları yıllarca üstünde Çar resmi ve çift başlı kartal bulunan bu ihtişamlı, ama geçmez banknotlarla oyun oynamıştır.
Genç subaylar, sokaklarda hamallık, tezgâhtarlık, uşaklık yapar; akşamları kamptaki ranzalarda uyurdu. Kendilerine çorba ve ekmekten mürekkep yemek verilirdi. Bazısı Kazak üniformasıyla İstiklâl Caddesi’nde düşünceli düşünceli volta atarken; Beyaz Ordu mekanize birliklerinden subaylar, taksicilik yapıyor; eski bir subay, gazinoda keman çalıyor; bir matematik profesörü, lokanta veznesinde oturuyordu.
Otelden çıkanların sırtına paltosunu getiren kapıcı, çarın yaveri; lokantada hizmet eden garson, bir kontes olabiliyordu. Seyyar satıcılık yapan, batakhanelere düşen, dilenen de az değildi. Şahane Züğürtler adlı piyes, bu günlerde yaşanan trajikomik hadiseleri tasvir eder.
İstanbul'daki Prenses Gagarin'e gönderilmiş bir mektup
Haraşo
İlk karışık deniz hamamını Beyaz Ruslar açtı. Avrupalılar, plajın müşterisiydi. İşgal polisi, plaja müdahale etmedi; Osmanlı polisini de ettirmedi.
Avrupaî manada lokantacılık, Beyaz Ruslar vâsıtasıyla girdi. Lahana ve pancardan yapılma borşç çorbasını Beyazlar öğretti. Açtıkları en meşhur restoran İstanbul’da, Muscovit, Rejans, Turkuaz; Ankara’da, Karpiç idi. Yaş pastaya da Beyazlar alıştırdı. 24 saat açık Petrograd pastanesi bohem havasıyla entellektüellerden çok rağbet görürdü.
Gemide bitlenmemek için saçlarını kısacık kesip bez bağladıklarından, Rus başı adındaki bu saç stili moda oldu. Mültecilerin en çok söyledikleri, Rusça ‘güzel, iyi’ manasına gelen haraşo, Beyaz Ruslara, bilhassa kızlara halkın taktığı isimdir. Bazı hanımlar, kocalarını duru beyaz tenli, sarışın mavi gözlü Ruslara kaptırmak korkusuna kapıldı. Gazeteler buna dair karikatürlerle doldu.
Beyaz Ruslar, en çok, en iyi anladıkları işte, eğlence sektöründe tanındılar. Rus şarkılarına, Türkçe aranjman yapılıyordu. ‘Rus geldi aşka, Rus’un aşkı başka’ sözleriyle oynanan Kazaska oyunu meşhur olmuştu. ‘Hatırla Sevgili’ diye tanınan şarkı, aslında ‘Hatırla Margarit’ diye başlayan bir Beyaz Rus şarkısıdır.
Hadi artık
Lozan imzalanıp, İstanbul, Ankara hükümetinin eline geçince, Beyazlar’ı bir endişe aldı. Zira Ankara, Bolşeviklerin dostuydu. 1923’te Beyoğlu’ndaki Rus sefareti, Kızıllar’ın eline geçti. Ankara hükümeti Beyazlara memleketi terk etmeleri için baskı yapmaya başladı. Oturma izinleri için 1927 son tarih idi.
Kendilerini kara günler beklediğini düşünen Beyazlar vize alabildikleri, Macaristan, Polonya, Fransa, İngiltere, Amerika gibi memleketlere göç ettiler. BM, mültecilere, Nansen (vatansız) pasaportu dağıttı. 1930’lara kadar hâlâ şurda burda Beyaz Rus kalmıştır.
Vrangel’in gönüllüler ordusu bu esnada hâlâ Gelibolu’da talim yapıyordu. Ankara hükümeti bunları da def etti. Sırbistan ve Bulgaristan’a gönderilen bu subay ve erler, orada inşaatlarda çalıştırıldılar. Vrangel, Brüksel’de öldü. Putin, Amerika’da ölen Denikin’in na’şını yıllar sonra Moskova’ya getirtti.
Gelibolu Beyaz Rus Âbidesi
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024