TÜRKİYE İÇİN BAŞKANLIK SİSTEMİ
Başkanlık sistemi bizde 1960’lardan beri tartışılır. Osmanlı Devleti yıkıldığı zaman parlamenter demokratik monarşi idi. Atatürk, İnönü, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve hâlihazırda Tayyib Erdoğan gibi karizmatik liderlerin devri, fiilen başkanlık sistemini andırır.
Demokrasi de üç çeşit: İsviçre’den başka misaline pek rastlanmayan meclis hükümetinde, devleti parlamento idare eder. Parlamento reisi, devletin de reisidir. Bizde 1920-1923 arası böyle idi. İngiltere’de tıkır tıkır işleyen parlamenter sistem ise, yumuşak kuvvetler ayrılığına dayanır. Hükümet, parlamentodan çıkar. Parlamento, isterse, hükümeti düşürür. Devlet reisi, semboliktir. Çünki parlamenter sistem, krallıklara uygundur. Hükümdar, millî birliğin sembolü olarak muhafaza edilir; devleti, seçilmiş hükümet idare eder. Katı kuvvetler ayrılığına dayanan başkanlık sisteminde, birbirine müeyyide tatbik edemeyen parlamento ve seçilmiş başkan vardır. Biri, kanunları yapar; bütçeyi tasvip eder; diğeri, memleketi idare eder. Yarı başkanlık sisteminde, ikisi de salahiyetli ve mes’ul cumhurbaşkanı ve başbakan vardır. Bu sistemde devamlı tıkanmalar olur; hele ikisi farklı partiden ise…
Seçilmiş krallar
Başkanlık sistemi, ABD’de mükemmel bir şekilde tatbik olunmaktadır. 1848 Fransız anayasası başkanlık sistemini kabul etmişti. 1851’de hükümet darbesiyle neticelendi. İmparator Napoléon’un yeğeni olan başkan Louis Napoléon Bonaparte başkan seçildiği için değil, ismi sebebiyle darbe yaptı. Latin Amerika ülkelerinde bunun kötü birer taklidine rastlanır. Bu cihetle başkanlık sistemi denince, akla ABD gelir. Hatta “Başkanlık sistemi ABD’ye hastır; başka memleketlerde tatbik olunamaz” deniyor. Halbuki dünyada demokrasinin gidişi başkanlık sistemine doğrudur.
Parlamenter sistemde hiçbir parti ekseriyeti elde edemezse sistem tıkanır. Koalisyon kurulur. Başbakan ile meclisin uyumlu çalışması zorlaşır. Hatta Belçika’da olduğu gibi aylarca hükümet kurulamayabilir. Başkanlıkta sistemin tıkanması çok zordur. Başkan ile meclisteki çoğunluk aynı partiden değilse, başkan istediği kanunları çıkartamaz. Hükümetin icraatı sekteye uğrayabilir. Başkanın kudreti “yağmurda eriyen tuz yığınına” döner. Fakat tarih boyu Amerika’da böyle bir şey vuku bulmamıştır.
Parlamentolar, tarih boyunca yürütmeden bir şeyler kemirerek teşekkül etmiştir. Ama artık zaman eskisi gibi değildir. Teknoloji, yürütmenin güçlü ve çabuk olmasını gerektirmiştir. Parlamentolar, eskiden kralların düştüğü hale düşmüştür. I. Cihan Harbi, parlamenter hükümet devrini kapatmış, icranın güçlü olduğu bir devri açmıştır. Kıta Avrupası’nın Amerika karşısında gerilemesi, güçsüz hükümetler ve koalisyonlarla izah edilmiştir.
Bugün parti disiplini sayesinde, iktidar şahsîleşmiştir. Parlamenter sistemlerdeki başbakanlar için, “seçilmiş krallar” veya “diktatörün dik âlâsı” tabirleri kullanılmaktadır. Hele meclis ekseriyetine de sahipse, memleketin tek hâkimi odur. Akıntıyı tersine döndürmek mümkün gözükmediğine göre, bunun adını koymak yerinde olur.
Bizde fiilî başkanlık devreleri
12 Eylül ihtilâlinde ihtiyar bir ahbabımız “Şimdi ne oldu?” diye sorduğunda; damadı, “Eskiden 450 kişi karar veriyordu; şimdi 5 kişi verecek” diye hülâsa etmişti. Bu sefer amcamız gülerek “Beş çok efendim, bir kişi karar vermelidir!” dedi. Bu söz, bizdeki lider telâkkisinin bir ifadesidir. İslâm kültüründe halifenin seçimle başa gelmesi idealdir. Başa geldikten sonra istişare eder; ama kararı yalnızca o verir. Tenkit edilebilir; ama kararları yerine getirilir. Hukuka aykırı veya keyfî davranamaz. Yasama salahiyeti esas itibariyle yoktur. Şer’î hukuk her şeyi tanzim etmiştir. Ölüm, istifa, vazifesini yapamayacak şekilde sakatlık ve dinden dönme dışında makamından alınamaz. Türk devlet geleneğinde, “Bir kişinin eli kalkar, bir kişinin eli iner!”
Osmanlı Devleti 1908’den itibaren parlamenter demokratik monarşi idi. 1925’te demokrasi askıya alındı. Ebedî/millî şeflik adıyla, fiilen Latin Amerika modelinde başkanlık sistemi kuruldu. Cumhurbaşkanı G. M. Kemal, ordudan 1927’de emekli olmuştur. Meclis ve başbakan vardır; ama ipler Çankaya’nın elindedir. 50’lerde Adnan Menderes, 60’larda Süleyman Demirel, 80’lerde Turgut Özal ve hâlihazırda Tayyip Erdoğan gibi karizmatik liderlerin devri, fiilen başkanlık sistemini andırır. Lider karizmasını kaybettiği zaman, meselâ 70’ler ve 90’larda, memleket kaosa sürüklenmiştir.
Başkanlık sistemi bizde 1960’dan beri tartışılır. Turgut Özal, Süleyman Demirel ve şimdi de Tayyib Erdoğan tekrar dile getirdi. Başkan ekseriyetle seçildiği için, ülke çapında rey nisbetleri düşünüldüğünde, bu sistemden en çok rahatsız görünen sol partilerdir. Kenan Evren zamanında fiilen başkanlık sistemi yaşandı. Sonrasında ise Turgut Özal ile uyumlu çalışmaları sebebiyle parlamenter sistemde pek aksaklık yaşanmadı. Ama daha sonra güçlü cumhurbaşkanı ve seçilmiş başbakan arasında sistem devamlı kilitlendi. Şu halde mantıklısı, şu anda câri yarı başkanlık sisteminden derhal vazgeçip; mahzurlarına rağmen, ya başkanlık sistemini kabul etmek; ya da bütün şartlarıyla parlamenter sisteme dönmektir.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024