Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

BİR ZAMANLAR BAŞLARA TAHT KURAN FES

Bir asır kadar millî serpuş olarak başlara taht kuran fesin de serüveni var. Şapka tarafından katledilip tarihin mahzenlerine gömülmeden evvel, günlük hayatımızda pek mühim yer tutardı.
8 Şubat 2016 Pazartesi
8.02.2016

 Bir asır kadar millî serpuş olarak başlara taht kuran fesin de serüveni var. Şapka tarafından katledilip tarihin mahzenlerine gömülmeden evvel, günlük hayatımızda pek mühim yer tutardı.



 

Deniz askerinin kıyafetinin çevik ve hafif olması lâzımdır. Buna kafa yoran kaptan-ı derya Hüsrev Paşa, Tunus taraflarında gördüğü fesi, bunlara giydirdi. Bunlar bir Cuma selâmlığında Sultan II. Mahmud’un gözüne çarptı. 1828’de bütün asker ve memurların giymesi istendi. Bir de fes nizamnâmesi çıkarıldı.

Serpuş ile inanç arasında irtibat kurulduğundan, sarık sarmaya müsait fes kabul gördü. Şimdi bazılarının iddia ettiği gibi reaksiyon doğurmadı; hiç değilse ayaklanan ve asılan olmadı. Nitekim Yahya Kemal der ki: “Cezayirliler fes giyiyor. Tersane acemioğlanları fes giyiyor. Alışıklık var. Padişah ve sadrazam sorguçlu fes giydi ve gavur elbisesi giydiler diye irtica ve reaksiyon olmadı.”

Fes, Fransız ihtilalinden sonra ortaya çıkan milliyetçilik cereyanının tesiriyle bir Osmanlı milleti meydana getirmek hayalinin de sembolüdür. Hangi dine mensup olursa olsun, evvela bütün Osmanlı idareci elitinin (efendilerinin), sonra da bütün halkın müşterek serpuşu oldu.

Evliya Çelebi, XVII. asırda Cezayir leventlerinin al fesli olduğunu yazar. İsmini Fas’ın Fes şehrinden alan bu serpuş, Anadolu’nun Frigya külâhı ile benzerdir. Akdeniz’in müşterek serpuşudur; Rum veya Macar işi değildir. Bunlara da sonradan girmiştir. Yabancı serpuşu olsa bile, dine ve âdete aykırı değildir. Zaten Osmanlı ıslahatı hep millî bünyeye uygun tezahür etmiştir.

Erkeği daha yakışıklı gösterdiği için hakkında şiirler yazıldı. Şair Dertli’nin fes kasidesi meşhurdur:

Al renkler bahşeder ruhsâre-i hûbâna fes/Benzemez mi şah-ı gülde gonce-i handâna fes

Kudret-i mevlâ ile günden güne şöhretlenip/Başların üstünde yer buldu gelip meydâna fes.

Fes değil medhiye-i fesden muradım Dertliyâ/Bir vesiledir dua-i Hüsrev ü Hâkâna fes

Rıfat Bey’in ‘Pek yaraştı eğri sarık eğri fes’ diye başlayan şarkısı dillerdedir. ‘Aman aman al fesli/Eşbeh civanım dal fesli’ diye başlayan Aydın ve ‘İstanbul’dan aldırayım fesini/Nerelerde işiteyim sesini’ diye başlayan İstanbul türküsü fesin erkeğe kattığı hüsnü cemali terennüm eder. Sadece erkekler mi? Osmanlı kadınları tâ XVI. asırdan beri başörtüsü altına kısa fino fes giyer, üstüne altın dizer veya süs takardı.


 

Püsküle bağlanan gönüller...

Bilhassa sofrada başı açık oturmak, hele büyüklerin yanına çıkmak pek ayıp olduğundan evde de fes giyilirdi. Bazısı eve gelince fesi kalıbına veya rafa koyar, pamuklu takkesini başına geçirirdi. Çuhadan yapılan fesin üstündeki tabla deliktir. Buraya ibik denen 2-2,5 santimlik çuha eklenir. Buna ibrişim püskül bağlanır.

Fes, evvelce Tunus’dan gelirken, sonra ekalliyetler [gayrımüslimler] de fes fabrikaları kurdu. Feshâne 1836’ya tarihlenir. Sultan Hamid’in Hereke Feshânesi kaliteli fes imal ederdi. Avusturya’dan da iyi ve pahalı fes gelirdi. Avusturya, 1908’de Bosna’yı ilhak edince, kısa bir zaman için Avusturya malları boykot edildi; yerli mamulât yetmediğinden, bazıları başına Arnavut usulü keçe külah geçirdi. Tuhafiyede veya kalıpçıda satıldığı gibi, Tunus feslerinin ayak satıcılarının câmi sergilerinde sattığı da olurdu.

Fesin de şekli, rengi, püskülü ve giyiş tarzına göre çok çeşitleri ve modası vardı. Sultan Mahmud uzun ve altı üstü aynı (Mahmudî), Sultan Aziz, kısa (Azizî); Sultan Hamid ise üste doğru incelen uzun (Hamidî) fesi tercih etmişti. Kaşın üzerine yıkan da, arkaya devrilen de vardı. En makbulü, ne öne, ne arkaya, bariz bir şekilde yana kulak üzerine eğdirilen festi.  Sultan Hamid, fesini kaşının üstüne yıkan oğlunu ikaz etmişti.




Üstü genişse tabla fes ve zuhaf; yukarı doğru daralan uzun feslere Arabî veya sıfır numara denirdi. Bazı gençler, fesin bir yanına hafifçe bastırıp çukur açardı. Bu fese ‘yar tekmesi’ veya ‘kuş yuvası’ denirdi. Kocaman ve kulaklara kadar inene ‘Ayıp Kapayan’ veya ‘Kel Örten’, ıslanıp büzülmüşse ‘Limon Kabuğu’, sıfır numara kalıba vurulmuşsa ‘Saksı Dibi’, ayrıca Yandım Allah, Horoz İbiği adıyla çok fesler vardı.

Renginden giyenin ne iş yaptığı, hatta siyasî görüşü anlaşılırdı. Nar çiçeği renginde feslerinden dolayı hafiyeler için ‘Ey kıpkızıl fesler, a köpek yüzlü asesler’ mısraı dile düşmüştü. Kırmızı fes giyene ‘Ciğer sanıp çaylak kapacak fesini’ diye alay ederlerdi. Nitekim mütâreke zamanında İnegöl kaymakamının fesini çaylaklar kapmıştı. Fes eğer kaliteli değilse, giyeni rezil ederdi. Yağmurda boyası alna akar, giyeni ‘apukarya maskarası’na çevirirdi. (Rumların apukarya karnavalında yüzlerini boyamasından kinayedir.)

Yaygın püsküllü fes, Sultan Mahmud devrinde devlet ricâlinin tercihiydi. Ama ekseriyet perçem püsküllü fes giyerdi.  Püskül, ekseri siyah ibrişimden, bazen de mavi olurdu. 1845’de bir püskül nizamnâmesi çıkarılmış; memurların püskülünün kaç dirhem çekeceği bile tayin edilmişti.

Vücudun hareketiyle bu püskülün dalgalanıp sallanması, bir zarafet ve mânâ taşırdı. Nikoğos Ağa’nın ‘Bir yana eğdir fesin ey nevcivan/Halka halka kâkülün olsun ıyân’ diye başlayan şarkısı dillerde dolaşırdı. İzzet Melih’in bir romanında, faytonla Pera’ya giden delikanlının habire sallanan püskülüne İngiliz kızları mestolurlar. Püskülün tam enseye düşmesi makbuldü. Öne getirmek, kabadayılara mahsustu. Püskülsüz gezmek, kravatsız gezmek gibiydi. Son zamanlarda Prof. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu gibi bazı aykırı ruhlu kişiler festen püskülü atmıştı.


 

Kahire'de bir fes imalathanesi