Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

ŞARK DÜNYASINDA KADIN

Erkek ve kadın, her ikisi de insan olmak cihetinden Allah huzurunda eşittir. Ama fizikî farklılıklar sebebiyle, tarih boyunca bazı eşitsizlikler var olmuştur.
14 Aralık 2015 Pazartesi
14.12.2015


VII. asırda Arabistan gibi oldukça geri bir cemiyette parlayan İslâmiyet, adeta feminist bir kadın anlayışı getirmiştir. Bir başka deyişle kadının sosyal ve hukuki statüsünü inanılmaz bir seviyeye yükseltmiştir. O zamana kadar hemen bütün cemiyetlerde, atalarının ruhuna hizmet edeceği için erkek çocuk, kız çocuktan üstün tutulur. Kadınların hukuki ehliyeti yoktur. Mal edinemez, alış-veriş yapamaz. Malı olsa bile, bunda kendi iradesiyle tasarruf edemez. Evlilikte söz sahibi değildir.

Modern medeniyetin beşiği sayılan Antik Yunan’da kadın devamlı erkeğin velayeti altındadır. Medenî haklarını, ancak velisi vasıtasıyla kullanabilir. Erkek mirasçı varsa, kadın miras alamaz. Roma’da vaziyet farklı değildir. Evlenen kadın, baba hâkimiyetinden çıkar; koca hâkimiyetine girer. Kadın yoluyla akrabalık doğmaz; öyle ki çocuk bile, annesinin akrabası sayılmaz. Tevrat ve İncil, kadının statüsünde iyileştirme yapmışsa da; zaman içinde kısmen eskiye dönülmüştür.

Ortaçağ’da Avrupa’da kadının imajı hiç de müspet değildir. Decameron ve Canterbury Hikayeleri’nden ve Rabelais da hikayelerinden de anlaşlacağı üzere bu devirdeki kadın imajı 3 hususiyet etrafında döner: Şehvet düşkünü, zeki ve entrikacı. İktidar hırsına sahiptirler. Erkeklerden daha zekidirler. Bunun için erkekleri manipüle ederek herşeyi yapabilirler. Daniel Defoe’nin Moll Flanders romanı, fahişelikten hırsızlığa her türlü ahlaksızlığı yapan beş koca eskitmiş bir kadını anlatır. Evet 1001 Gece Masalları şarkta da böyle bir imajınv arlığını gösterir; ama unutulmamalıdır ki, bu hikayeler, İran mitolojisinin eseridir ve adapte edildiği Müslüman Arap cemiyetini aksettirmez.

Avrupa’daki kötü imaja, Yeniçağ’da bir de cadılık eklenmiş ve amansız bir cadı avı histerisi doğmuştur.  Cadı avı kadınlara karşı açılmış bir harb gibidir. Onları alçaltmayı, şeytanlaştırmayı, sosyal statülerini ellerinden almaya hedefleyen planlı bir teşebbüstür. Ortaçağ’da da kadın imajı çok parlak değildir ama cadı avı, Yeniçağ’ın mahsulüdür. 150 sene devre devre alevlenen bir çılgınlıktır. 1630’lara kadar ortalığı kasıp kavurmuştur.

Cadılık mefhunu 1484 senesinde Papalık tarafından bir dinden çıkma sebebi olarak ortaya atılmıştır. Cadı avının isteri krizine dönüşmesi, matbaanın bulunmasıyla olmuştur. Eskiden biri bir şey yazdığı zaman, elle duvarlara asılıyor, fazla yayılmıyordu. Ama matbaanın bulunmasıyla, binlerce basılan zırvalar bütün Avrupa’ya yayılıyordu. 1486’da basılan Heinrich Kramer’in Maleus Maleficarum (Cadı Çekici) isimli kitap, o zamanlar best-seller olmuştu.

Bu furyanın, eve bağlı burjuva kadınlık ideallerini tahakkuk ettirmek için kullanıldığı söylenir. nitekim. Kadın imajının olabildiğince düzelmesi, burjuvazinin hakimiyetini iyice kurduğu XIX. asırdadır.

  

İdeal evlilik

İslâm dinine göre herkes Allah’ın huzurunda eşittir. Kadının kendi serveti vardır ve üzerinde kimseye sormadan dilediği gibi tasarruf edebilir. Kocası onun mallarına karışamaz. Hazret-i Peygamber’in zevcesi Hadîce, İslâmiyetten evvel ticaretle meşguldü. Kâtipleri, memurları, hizmetçileri çoktu. 

Osmanlılarda vakıf kuranların % 36’sı kadındır. Bu da kadınların servet sahibi olduğunu ve bunda serbestçe tasarruf edebildiğini gösterir. Halbuki Roma İmparatoru Iustinianus’un hazırladığı kanunlarda, kadının statüsü, akıl hastalarıyla bir tutulmuştu. İngiltere’de kadın, ancak kocasının izniyle dava açabilirdi. Kadının mal varlığı kocasına geçerdi. 1870’de sonra kadına mülkiyet hakkı ve akid serbestliği tanındı. Evli kadın, ancak 1935’de kocasıyla eşit statüye gelebildi.

Kadın, serbestçe evlenebilir. Kur’an, sayısız kadınla evlenmeyi kaldırmış; bir yandan şartlarını yerine getirebilecek vaziyette bulunan bir erkeğin en fazla 4 kadınla evlenebileceğini hükme bağlarken, öte yandan tek kadınla evliliği tavsiye etmiştir.

Kadına boşanma hakkı verilmiştir. Dilerse anlaşarak; dilerse, evlenirken şart koşarak tek taraflı olarak boşanabilir. Kocasının hastalığı, nafaka vermemesi, terketmesi veya kaybolması, kötü muamele yapması gibi sebeplerle kadın mahkemeden boşanma isteyebilir. Kur’an, evliliğin gereklerini yerine getiren kadını incitmeyi yasaklar. İslamiyet’te evlilik ve boşanmak kolay olduğu için, zina ve benzeri suçlara fazla rastlanmaz. Bu suçların cezaları da çok ağırdır.

Bir kadın zengin de olsa, evlendiğinde onun geçimini kocası sağlamak mecburiyetindedir. Evlenen kadın, evliliğin kendisine getirebileceği dezavantajları bertaraf etmek için kocadan mehr adıyla bir para alır. Erkek, bir seyahate çıkmadan evvel, zevcesinin nafakası için kefil göstermek zorundadır.


 

Emânet

Yaşamak için çalışmaya muhtaç olmadığı halde, Kur’an kadına miras hakkı tanımıştır. Mirasta hususî hallere göre miras hissesi bazen erkeklerle aynı, bazen fazla ve bazen daha az olabilir. İngiltere’de 1938’e kadar sadece kız çocuğu olan adamın mirası, en yakın erkek akrabasına geçerdi. Kur’an’ın getirdiği sistem, dünyada büyük bir inkılâptır. Bu sistemin canlı numunesi, Hazret-i Peygamber olmuştur. Kendi ailesine muamelesi ideal bir manzaradır. Vefatından önceki son nutkunda da “Kadınlar, size Allah’ın emanetidir. Kim zevcesini döverse, âhirette davacı olurum” demiştir.

Kadının ilimle uğraşmasına engel yoktur. Tarihte, dinî ve beşerî ilimlerde söz sahibi olan kadınlara çok rastlanır. Hazret-i Peygamber’in sözlerini en çok nakledenlerin başında, bir kadın gelir: Zevcesi Hazret-i Ayşe. Osmanlılar, kadınların da erkeklere karışmadan ilim tahsil edeceği modern mektepler kurmuştur.

Fizikî zayıflığı sebebiyle, kadının dinî mükellefiyetleri daha hafiftir. Cuma namazı ve askerlik ile mükellef değildir. Fakir akrabasına nafaka verirken, erkek kardeşinin yarısı kadar katılır. Bir kadını öldüren, bir erkeği öldürmüş gibi cezalandırılır. Ama bazı suçları işlediği zaman, erkeklerden daha hafif ceza alır. Kolektif ceza tazminatına katılmaz.

Kadının amme hizmetlerine girmesine bir engel yoktur. Ancak Kur’an’ın getirdiği örtünme ve erkeklerle bir arada bulunmama mecburiyeti sebebiyle pratikte buna pek rastlanmaz. Bununla beraber İslâm tarihinde, erkek siyasî figürlerin yanında, nice isimli veya isimsiz kadın kahramanlar vardır. İslâmiyet, anneye, babaya ve bilhassa annelere hürmet ve itaati emreder.

Kadın, mahkemeye çağrılmaz; hâkim veya vekili, evine giderek iki şâhid huzurunda ifadesini alır. Kur’an-ı kerim, kocayı, ailenin reisi olarak ilan eder. Nitekim her müessesenin bir başı vardır. Ama kadın, erkeğin kölesi değildir.

Evlilik, karşılıklı eşit hak ve mükellefiyetlerle iki insanın bir araya gelmesi demektir. Kadın, zengin bir ailesinin kızı ise, kocasının ona hizmetçi tutması gerekir. Erkek fiziken güçlü olduğu için, evin dış işlerine bakar. Bedenen zayıf olduğu halde, kadının his dünyası zengindir; ev işleri ve annelik vazifesini en iyi yerine getirir. İslâmiyet, böyle bir sistem kurmuştur.