KÂHİRE İLE MÜNASEBETLER HEP BİR KARAR OLMADI
Son zamanlarda Ankara ile Kâhire arası pek de iyi değil. Türkiye’nin Kahire sefiri, iade edildi. Aradan su sızmadığı zamanlar da olmuştu.
Osmanlı Devleti kurulduğunda, Mısır’da Memlûk Sultanlığı hüküm sürüyordu. Haçlıları ve Moğolları durdurarak, İslâm âleminde haklı bir şeref ve şöhret kazanan bu devlet, hem mukaddes beldeleri elinde tuttuğu, hem de sembolik bir halifeyi bünyesinde barındırdığı için, hürmet görürdü. Osmanlılar, Memlûk Devleti ile hep iyi münasebet içinde olmuştur. Sultan I. Murad Kosova’da şehid düştüğünde, Mısır Sultanı Berkuk, şehid sultanın Bursa’daki türbesinde okunmak üzere 30 cüz Kur’an-ı kerim vakfetmişti. Yıldırım Bayezid’in yaptırdığı hastanede vazife yapmak üzere mahir bir tabib göndermişti. Osmanlılar bir zafer kazandıklarında, Kahire’ye müjdeci ve ganimetten de hisse yollardı. Hele İstanbul’un fethi, Kahire’de büyük coşkuyla kutlanmış; Sultan’ın sarayı önünde bandolar çalmıştı.
Ah bu kıskançlık
Ancak Anadolu’daki bu küçük devletin gitgide büyümesi ve kendisiyle sınır olması, Memlûkleri kıskandırdı. Sultan Fatih zamanında Kahire’ye gönderilen bir elçiye usule aykırı muamele yapılması, İstanbul’u gücendirdi. Üstelik Memlûklerin, Osmanlı düşmanı beylere yardım etmesi, gerginliği arttırdı. Sultan Fatih’in, Hindistan hükümdarı Mahmud Şah’a gönderdiği sefir, vazifesinden dönerken Cidde’de Memlûklerce tutuklandı; üstelik getirdiği hediyeler de gaspolundu. Tam bu sırada Sultan Fatih göçmüş; yerine geçen Sultan II. Bayezid, şimdilik ses çıkarmamayı tercih etmişti. Ağabeyine ayaklanan Cem Sultan’ı, Memlûk hükümdarının himaye etmesi, işi bozdu ve savaş çıktı. İki taraf da, askerin gevşekliği sebebiyle yenişemedi ve mesele diplomatik yoldan halloldu. Ancak sonraki yıllarda Kahire’nin, Şah İsmail ile ittifak yapması, sonunu getirdi. Tarihte hiç bir Memlûk sultanı muharebe kaybetmemiş ve harb meydanında ölmemiş iken, bu defa Yavuz Sultan Selim’e yenilen iki sultan, harb meydanında maktul düştü.
1798’de Mısır’ı Fransız işgalinden kurtarmak üzere toplanan gönüllülerden Kavalalı Mehmed Ali, zekâ, kabiliyet ve talihi sayesinde yükselerek, nihayet yarı müstakil Mısır vâlisi olmuş; Fransızlarla harb hâlindeki Osmanlı hükûmeti bu emrivâkiyi kabul etmek zorunda kalmıştı. Yunan İsyanı’nın bastırılmasında büyük yararlığı görülen Mehmed Ali Paşa, bir vesileyle Sadrazam Koca Hüsrev Paşa tarafından tahkir edilince, bunu kendisine yediremedi. Bunu fırsat bilen Fransa’nın da tahrikine aldanıp ayaklandı. Kütahya’ya kadar geldi. “Denize düşen yılana sarılır” fehvâsınca Osmanlı hükûmeti bu isyana karşı İngiltere’nin desteğini elde edebilmenin yollarını aradı. Mehmed Ali Paşa’ya Mısır’a ilaveten, Suriye Vâliliği de verilerek mesele çözüldü. Koca Hüsrev Paşa’nın lüzumsuz bir itimad-ı nefs gösterisi ile aşağılamaya kalktığı Mehmed Ali Paşa, hiç de küçümsenecek bir adam olmadığını gösterdi. Hüsrev Paşa’yı hatırlayan kalmadı ama Mehmed Ali Paşa, hâlâ yakın tarihin en meşhur simalarından biridir. Bundan sonra Mısır, görünüşte itaatli, ama aslında başına buyruk bir eyalet olarak yaşadı. Akdeniz ile Hind Okyanusu’nu bağlayan Süveyş Kanalı, memlekete uğur getirmedi. Hindistan yolu üzerinde olmak talihsizliği sebebiyle, 1882’de İngilizlerce işgal edildi; 1914’de de ilhak olundu.
“Terpuş” krizi
Cumhuriyet devrinde iki memleket arasında ciddi krizler yaşandı. Başlarda Mısır amme efkârında, emperyalizmle mücadele eden bir mücahid olarak tanınan Mustafa Kemal çok popülerdi. Ancak başta Osmanlı hanedanı olmak üzere rejim muhaliflerinin sınır dışı edilmesi ve bunların Mısır’a sığınması, Mısırlıların Türkiye’de olup bitenlere daha gerçekçi bir gözle bakmasına yol açtı. İlk kriz pek komik bir sebebe dayanır. Mısır’ın Ankara Sefiri Abdülmelik Hamza’nın başındaki terpuş (fes), kriz çıkarmaya yetmiştir. 29 Ekim 1932’de Ankara Palas’da verilen 250 kişilik resepsiyonda, reisicumhur M. Kemal, Mısır sefirinden başındaki fesi çıkartmasını istedi. Şaşıran sefir, Mısır’ın resmî serpuşu olan ve Türkiye’de 7 senedir yasaklanan fesini istemeyerek çıkardı. Fes, kesilmiş baş gibi garsonun taşıdığı bir tepsiye konup götürüldü. Kıpkırmızı kesilen sefir de resepsiyonu terketti. İngiliz gazeteleri hâdiseyi günlerce manşete taşıdı. Kâhire, bunun üzerine Ankara’ya protesto notası gönderdi. Böylece iki ay devam eden gerginlik, sonradan Ankara’nın özür dilemesiyle çözüldü. Daha sonra Mısır gazeteleri Mustafa Kemal’i alaya alan yazılara yer vermeye başladı. Ankara da bunu protesto edince, Kahire, “mizah” deyip geçmelerini tavsiye etti. Bu gerginlik, Mısır’da malları bulunan Türklerin zararına oldu.
Bir başka kriz de 1954’de çıktı. Zamanın Kahire Sefiri Fuad Hulusi Tugay, Sultan Hamid devri ricâlinden meşhur Deli Fuad Paşa’nın oğluydu ve babası gibi sert mizaçlı idi. Mısır hanedanından Prenses Emine ile evliydi. Mısır’da askeri darbe olup, kraliyet devrilince, gazeteler Türk sefirin zevcesi hakkında edepsizce neşriyat yapmaya başlamış; Fuad Bey, diplomaside âdet olduğu üzere, Türkiye’ye dönmek istemişse de, Ankara taleplerini geri çevirmişti. Nihayet talebi kabul edildi. Sefarette verdiği veda davetine Mısır hâriciyesinden kimseyi çağırmadı. Üstelik davet esnasında, “Beni bu pis yerde bir daha göremeyeceksiniz” dedi. Bununla kalmadı; iki gün sonra, yeni hükümetin Kâhire Opera Binası’nda kordiplomatiğe verdiği resepsiyonda darbeci Nâsır’ın elini sıkmadı; “Ben ancak centilmenlerin elini sıkarım” dedi. Mısır’ı felâkete sürüklediğini söylemeyi de ihmal etmedi. Bunun üzerine Fuad Bey, ertesi gün “persona non grata” (istenmeyen adam) ilan edildi ve Mısır’ı terketmesi için 48 saat verildi. Dönerken de havameydanında tahkire maruz bırakıldı. Diplomatlara mahsus salona alınmadı; eşyası didik didik arandı ve bütün bunlar fotoğraflanıp ertesi gün gazetelerde boy boy yer aldı. Mısır ile Türkiye arasındaki münasebetler senelerce düzelmeden kaldı.
Bir Mısır gazetesinde Türk sefirinin tardına dair haber
Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ve Türkiye’nin İslâm liderliğinden vazgeçmesi, Mısır’ı heveslendirmişti. Hep Orta Doğu’nun ağabeyi olmak istedi. Krallık devrildikten sonra sosyalist bir rejimin kurulması; gitgide bir Sovyet peykine dönüşerek, Orta Doğu’da ciddi bir güç hâline gelmesi ve Suriye, Irak, Yemen gibi diğer küçük Arap devletlerini nüfuzu altına alması, Amerika’yı ve müttefiki olan Türkiye’yi her zaman endişelendirmiştir. Nâsır’ın düşüşü, çoklarını ümitlendirmiş; Enver Sedad’ın gelişi ile Mısır, Sovyet tesirinden kurtularak esaslı bir rotaya oturmuştur. Ancak Sedad’ın öldürülmesi üzerine Mısır, kıyasıya Amerika ile Alman-Fransız çekişmesine sahne oldu. Amerika’nın, Mısır’da İsrail’e meydan okuyan bir İhvan iktidarına asla sıcak bakmayacağı belliydi.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024