Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

CEZALI ŞEHİRLER

Merkezî hükümete isyan ettiği veya dikbaşlılık gösterdiği için bazı şehirlerin kara listeye alındığı; buraya yatırım yapılmayarak cezalandırıldığı kanaati halk arasında hâkimdir. İşte cezalı şehirler...
10 Eylül 2014 Çarşamba
10.09.2014

Batı hukuk tarihinde, çocuklar ve deliler fiillerinden dolayı cezalandırıldığı gibi; ölülere, hayvanlara, hatta cansız varlıklara ceza verildiği olurdu. Daha da garibi, bir savaş kaybedildiği zaman, silahlara ceza verilirdi. Toplar, zincirlenir; kılıçlar, pantolonun içine sokulurdu. Cansızların cezalandırılması geleneğine, cezalı şehirlerle biz de katkıda bulunmuşuzdur. Çoklarından “bu vilâyet cezalı”; “şu kasaba cezalı” diye duyarsınız. Konya, Bursa, Yozgat, Bilecik, Kütahya, Kırşehir, Maraş, Rize, Tunceli, Düzce, Zile, Menemen gibi şehirlerin ismi bu meyanda anılır.

Fransa ihtilâlinden sonra, kralcılara destek veren Vendée gibi şehirler, kara listeye alınmıştı. Bundan ilham alan Türkiye cumhuriyet hükümetinin de, cezalı şehirler listesi hazırladığı kanaati halk arasında hâkimdir. Bu şehirlerin büyük kısmı, merkezî hükümete karşı isyan veya dikbaşlılık sebebiyle kara listeye alınmış; mesul görülenler, İstiklâl Mahkemeleri vasıtasıyla sindirilmiş; şehirler de yatırımlar engellenerek cezalandırılmıştır. Ancak bu bilgilerin çoğu rivayetlere, hatta şehir efsanelerine dayalıdır.

 Konya'daki meşhur heykel

Şehre sırtı dönük heykel

Çapanoğlu isyanları sebebiyle Ankara’yı çok uğraştıran Yozgat, rivayete göre bir ziyaretinde halk zamanın reisicumhurunu protesto ettiği ve heykel yaptırmadığı için kara listeye alınmış; hiç bir yatırım yapılmadığı gibi; yol üzerinde olmasına rağmen demiryolu bile geçirilmemiştir. Nitekim Ankara-Sivas demiryolu, arazi müsait olduğu halde, Yerköy’den Kayseri’ye iner; sonra tekrar yukarıya çıkarak Sivas’a ulaşır. Yozgat, bugün bile milliyetçiliğin kalesidir.

İki defa patlak veren ve zor bastırılan Konya isyanı, bu şehrin kara listeye alınmasına sebebiyet vermiştir. Türkiye'nin en büyük vilâyeti Konya'da bulunmazken; Konya’nın kazâsı kadar şehirlerde sivil havaalanı vardır. Üstelik Konya'da devlete ait fabrika yok denecek kadar azdır. Yani devletten yeterince destek alamamıştır. Bugün bile Konya’daki fabrikaların tamamı hususi sektöre aittir. Sağ iktidarlar da, zaten Konya çantada keklik diyerek yatırım yapmamıştır. Yani Konya, Bursa gibi, kendi kendine zengin olmuştur. Ayrıca Konya’daki heykelin yüzünün istasyona, sırtının ise şehre dönük oluşu, bazılarınca Atatürk’ün şehre küskünlüğü olarak tefsir edilmiştir.

Anzavur taarruzu sebebiyle Biga kara listeye alınmıştır. İsmail Hakkı Sunata diyor ki: “2 Mayıs gününe kadar üç günlük korkunç dedikodular… Bandırma ve Biga taraflarında Kuvayı Milliye'nin, kendilerine karşı koyan halkı, çoluk çocuğuna bile bakmayarak topluca öldürdükleri, birçok kimseyi ve köyleri ateşe vererek yaktıkları, hatta bazı kimselerin üzerine gaz dökerek tutuşturdukları, Bandırma’da yaralı yatanları bile oradan alarak idam ettikleri söyleniyor. Biga’nın tamamen yandığı da bu söylentiler arasında.” (İstanbulda İşgal Yılları, 97) Halk, bu sebeple eskiden vilayet merkesi olan, ama sonradan kazaya dönüştürülen Biga’nın ve halkının yıllarca cezalı muamelesi gördüğü kanaatindedir.

Rize ve Maraş gibi şehirler, şapka inkılâbına isyan (1925) sebebiyle kara listededir. Hatta Hamidiye zırhlısı, bu sebeple Rize’yi bombardıman etmiştir.  Tunceli ve Palu, malum isyanlar sebebiyle mimlidir. Genç vilayeti, Şeyh Said hâdisesi sebebiyle harap hâle gelerek kazaya dönüştürülmüştür. Seyyid Abdülkâdir’in memleketi Şemdinli’nin Nehri kasabası, aynı tarihlerde topa tutularak haritadan silinmiştir. Şimdi yerinde Bağlar adında üç beş evlik bir köy vardır.

Tek sebep isyanlar değildir. Denir ki Kütahya, Yunan Harbi sırasında büyük bir mağlubiyete sahne olduğu için kara listeye alınmış; bütün yatırımlar, Kütahya’dan çok küçük olan Eskişehir’e kaydırılmıştır. Böylece, eski bir eyâlet merkezi olan Kütahya sönerken; Eskişehir, onu defalarca katlamıştır. Isparta, Nurculuğun merkezi olarak görüldüğü için, kara listede iken; Demirel sayesinde zincirini kırmıştır.

Menemen’i Yakın

 Birkaç esrarkeşin Kubilay’ı öldürmesi şeklinde vuku bulan Menemen hâdisesinde (1930), kayıtsız kaldığı düşünülen halkın sürgünü ve kasabanın yakılması bile mevzubahis olmuştur. Meclis reisi Kazım Özalp’in hatıralarında anlatıldığı üzere, Menemen hâdisesi üzerine, Gazi çok hiddetleniyor. “Bu ne haldir, mürteciler hükümet meydanında ordunun subayını din adına boğazlayabiliyorlar. Binlerce Menemenliden kimse çıkıp mani olmuyor, bilakis tekbirlerle teşvik ediyor. Yunan idaresi altındayken bu hainler neredeydiler? Onların namusunu ve dinini kurtaran ordunun subayına reva gördükleri bu saldırının cezasını yalnız hain katiller değil, hepsi en ağır şekilde çekmelidir. Bu Cumhuriyet'i ve bizim başımızı kesmektir. Bundan bütün Menemen sorumludur. Bu kasaba Vilmodit ilan edilmeye müstahaktır” diyor.

Vilmodit (ville maudite), Fransızca’da cezalandırılmış şehir manasına gelir. Fransa’da Kralcıları tutan Vendée vilmodit ilan edilmişti. Vilmodit ilan edilen şehir boşaltılır, halkı memlekete dağıtılıp sürgün edilir. Şehir de herkese ibret-i alem olsun diye ateşe verildikten sonra meydanına siyah bir taş dikilirdi. İşte Gazi, Menemen için bu cezayı münasip bulmuştu. Meclis reisi Kâzım Özalp’in anlattığına göre, çevresindekiler kanuni muameleleri uzatarak kendisine verdiği emri unutturdular. 

Yunan ordusuna yataklık ettiği gerekçesiyle Eskişehir’in Muttalib köyü için de “Muttalib’i yakın!” şeklinde benzeri bir dedikodu Eskişehirlilerin dilindedir. Bozdağ’a yerleştirilen topların aslında soba borusu olduğunu Yunanlılara ifşa ettikleri, ayrıca Yunan askerlerine evlerini açtıkları söylenir. Halbuki ordunun karargahı bu köyde idi, ama perakende birlikler birçok köye yayılmıştı. Ayrıca düşman askeri bir eve girmek isterse buna kim mukavemet edebilir?

Çerkes Edhem, Yozgat İsyanı'nı bastırdıktan sonra

Bizi köy de yapsanız...

Güyâ reisicumhurun Kayseri’ye 1930’daki ziyaretinde, imam-müezzin maaşlarının çok düşük olduğundan şikâyet eden müftü Kızıklı Kasım Hoca’ya, “Sizin peygamberiniz, namaz kıldırırdı, maaş mı alırdı?” diye sorduğunda, “Bizim peygamberimiz devlet idare ederdi; maaş mı alırdı?” diye cevap vermesi, infiale sebep olmuş; Kayseri kara listeye alınmıştır. Kayserililer, 4 sene sonraki gelişinde Atatürk’ün çok beğendiği bir heykel dikerek ve Anıt-Kabir’in taşlarını taşıyarak kendilerini affettirdiler. Gazi’nin o günlerde bu meseleye kafa yorduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Bursa’da Ali Osman (İrşadi) Hoca’ya, “Peygamber namaz kıldırır mıydı?” diye sorup “Kıldırırdı” cevabını alınca, bu sefer “Maaş alır mıydı?” diye sorunca, Hoca uyanık davranıp, “İmamlık yaptığını, kumandanlık ettiğini, devlet reisi olduğunu kitaplarda okuyoruz. Ama maaş alıp almadığını bilmiyorum” diye zekice bir cevap vermişti. (Bayram Sarıcan, Bursa’da Dinî Hayat, 77) Şehir, bez ve tayyare fabrikasına kavuştu. [Gazi’nin o günlerde bu meseleye kafa yorduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Bursa’da Ali Osman (İrşadi) Hoca’ya, “Peygamber namaz kıldırır mıydı?” diye sorup “Kıldırırdı” cevabını alınca, bu sefer “Maaş alır mıydı?” diye sorunca, Hoca uyanık davranıp, “İmamlık yaptığını, kumandanlık ettiğini, devlet reisi olduğunu kitaplarda okuyoruz. Ama maaş alıp almadığını bilmiyorum” diye zekice bir cevap vermişti. (Bayram Sarıcan, Bursa’da Dinî Hayat, 77)]

Bursa’nın kara listeye alınmasını Rıza Nur hikâye ediyor. Rivayete göre, 1930’da Mudanya iskelesine doğru giden çok sayıda otomobilin hikmetini soran Atatürk, “Kaplıcaya gelen meşâyıhdan Esad Efendi’yi karşılamaya gidenlermiş” cevabını alınca; “Beni karşılamaya bu kadar araba gelmedi” diyerek üzüntüsünü belli ediyor. Esad Hoca ve ailesi kabahatin cezasını, ertesi sene vuku bulan Menemen hâdisesi vesilesiyle öderken; Bursa, başta demiryolu olmak üzere devlet yatırımlarından mahrum kalmıştır.

Ama bir başka mühim sebep daha vardır. 1924 senesindeki ara seçimlerde Nureddin Paşa Bursa’dan müstakil milletvekili seçilmişti.  CHP’ye muhalif Terakkiperver Fırka, Bursa’da seçime resmen katılmamış; bu tavrı ile Nureddin Paşa’yı desteklediğini göstermişti. Muhalefetin Bursa teşkilatı, müstakil namzet sabık I. ordu kumandanının kazanmasında büyük amil oldu. Halk Fırkası’nın namzedi olan İstanbul şehremini operatör Emin Bey (Özkul), I. Ankara meclisinde Bursa milletvekili idi ve Bursa’nın eski ailelerinden birine mensuptu. Şahsen sevilen sayılan bir insandı.  Nurettin Paşa’nın seçilmesi, mecliste hadiselere sebep oldu. Paşa, askerlikten ayrılmasından sonra muayyen müddet geçmeden seçimlere katılmıştı. Bu sebeple seçim mazbatası reddedildi, intihabın yenilenmesine karar verildi. Neticeler Bursa için mahalli mevzu olmaktan çıkmış, bütün memlekette Halk Fırkası’na karşı milletin reaksiyonu havasına bürünmüştü. Neticede yapılan bütün propagandalara rağmen, Bursalılar Nureddin Paşa’yı birincisinden daha büyük ekseriyetle milletvekili seçtiler. (Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam) Bursa her zaman muhafazakâr bir şehir olmuştur. Meşrutiyet’e karşı 24 Ağustos 1908’de bir isyan patlak verdi. Müftü Ömer Fevzi Efendi riyasetindeki Bursa halkı, İstanbul’un yanında yer alarak, umumiyetle Kuva-yı Milliye’ye muhalif bir tavır aldı. 2 Eylül 1920 tarihinde Kuva-yı Milliye aleyhtarı bir miting bile tertiplendi.

Osmanoğulları’nın anavatanı Bilecik, Yunan işgali sırasında tamamen yanmıştı. Derler ki, yeniden kurulurken, Ankara, yeni şehrin istasyon yakınında olmasını istemiş; halk ise buradaki tarlalar yerine, bir tepe yamacına kurulmasını tercih edince, ipler kopmuştu.

Kiğı, Şebinkarahisar gibi şehirler ise, zelzele veya yangın sebebiyle yıldızı sönmüş şehirlerdendir. İki büyük şehir arasında kaldığı için inkişaf edemeyen bazı şehirler ise, bu geri kalmışlığı, cezalı olmaya bağlar.

Kırşehir, 1954 seçimlerinde reylerin tamamını Millet Partisi kurucusu olan hemşerisi Osman Bölükbaşı'na verdiği için kazâ hâline getirildi; üstelik vilâyet yapılan eski kazâsı Nevşehir’e bağlandı. Bunun üzerine Kırşehirliler, DP idaresine “Bizi köy de yapsanız, Osman’ı muhtar seçeriz” diye telgraf göndermişti. Ankara, hatasını çabuk anlamış; Kırşehir, 1957’de tekrar vilâyet hâline getirilirken, bu işten Nevşehir, kazançlı çıkmıştır.

 

  Osman Bölükbaşı

“İstanbul’a bu küskünlüğünüz niye?”

Yunan Harbi esnasında İstanbul-Ankara arasındaki gergin hava, inkılâptan sonra da devam etti. Ankara’nın başşehir yapılması, bazılarında hayal kırıklığına sebep oldu. Hatta, meşhur muhalif Gümüşhane Mebusu Zeki Bey “İstanbul’a bu küskünlüğünüz niye?” diye başlayan bir konuşma yaptı. Ankara’nın başşehir olmasının esas sebebi, İstanbul’un muhalif tavrı ve Anadolu’nun bundan çekinmesinden ziyade, Lozan Anlaşması ile İstanbul’un bir bakıma milletlerarası idareye verilmesidir.

İki şehrin birbirine soğukluğu bir müddet devam etti. İstanbul gazeteleri Ankara’yı küçümsemeye devam etti. 1925’te Şeyh Said hâdisesi vesilesiyle çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile bu gazeteciler tevkif edilerek hizaya getirildi. İstanbul basını susturuldu. Bundan sonra iki şehir arasındaki münasebetler düzeldi. Öyle ki şehir meclisinde, şehrin adının Kemalkent olarak değiştirilmesi bile konuşuldu. Reisicumhur bile gitmeye çekindiği bu şehre, ilk defa 1927 senesinde gitme imkânı buldu ve bir daha da merasimler haricinde ayrılmadı.

Sosyal hayattan mahrum mütevazı Ankara’ya; gençliğini geçirdiği canlı ve eğlenceli İstanbul’u; Çankaya’daki basit bağ evine de, Dolmabahçe Sarayı’nı haklı olarak tercih etti. Buna rağmen bozkırda Alman şehirlerine benzer mamur, fakat soğuk bir şehir inşa edilirken; eski payitahta bunun binde biri yatırım yapılmadığı için, İstanbul büyükçe bir köy hâline dönüştü.