Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

OSMANLI DEMOKRASİSİ

“İslâm ve Demokrasi”, “Osmanlı ve Demokrasi”… Bu tabirlerin bir arada kullanılması çoklarını şaşırtmaktadır. Gerçekten, bunların bir araya gelmesi mümkün müdür? Osmanlı Devleti, Avrupa’daki emsallerinden çok önce demokrasiyle tanışmıştır. Hele modern demokrasinin bizdeki tarihi 1840’lara kadar gider.
15 Ocak 2014 Çarşamba
15.01.2014

“İslâm ve Demokrasi”, “Osmanlı ve Demokrasi”… Bu tabirlerin bir arada kullanılması çoklarını şaşırtmaktadır. Gerçekten, bunların bir araya gelmesi mümkün müdür?
Osmanlı Devleti, Avrupa’daki emsallerinden çok önce demokrasiyle tanışmıştır. Hele modern demokrasinin bizdeki tarihi 1840’lara kadar gider.
Demokrasi, halkın hâkimiyeti manasına geliyor. Aslı Yunancadır. Ama Yunan filozoflarının pek beğendiği bir sistem değildir. Onlar, oligarşi denen seçkinler iktidarını tercih eder; demokrasinin demagojiye dönüşme tehlikesine dikkat çeker. Demagoji, becerikli politikacıların, laf kalabalığı ile halkı dilediği yöne sürüklemesidir. Yine de demokrasi, bugün için insanların bulduğu en iyi rejim olarak görülüyor. Aydınlanma çağında, Eski Yunan’a alâka uyandı. İnsanlar demokrasiyi baskıcı idarelere karşı bir kurtarıcı olarak gördüler. Halbuki Yunan demokrasisinde, muayyen bir zümrenin hâkimiyeti vardı. Ama insanlar bu teferruata aldırmadı. XX. asır demokrasi çağı oldu.
Aristo hocası Eflatun ile
Seçilmiş hükümdarlar
İslâm devletinde yaşayan Müslümanlardan, asgarî şartlara sahip herkes hükümdar seçilebilir. Bu seçime herkesin iştirak etmesi mümkün ve faydalı olmadığından, hükümdarı merkezde bulunan ulemâ ve devlet ricâlinin seçmesi kâfidir. İlk devir padişahları, boybeyleri, âhî denilen esnaf tarikatlerinin ileri gelenleri veya kumandanlar tarafından seçilirdi. Aynı aileden bir seçim mevzubahistir. Osmanlı padişahının salâhiyetleri, Avrupa’daki emsallerinden, hatta bugünki Amerika başkanlarından fazla sayılamaz.
Sultan Abdülhamid'in Osmanlı parlamentosunu açışı, 1876
Osmanlılarda demokrasi macerası eskidir. 1840’dan itibaren taşralarda malî, idarî ve adlî salâhiyetlere sahip memleket meclisleri teşkil olunmuştu. Bunlar halkın seçtiği, yarısı Müslüman, yarısı gayrımüslim âzâlardan müteşekkildir. Mahallî demokrasinin, pek çok Avrupa ülkesinden önce burada tatbik olunması dikkat çekicidir. 1876’da Osmanlı Devleti, demokrasi rejimini benimsedi. Memleket meclislerinin âzâları, Osmanlı parlamentosuna iştirak ettiler. 1877 Osmanlı-Rus Harbi sebebiyle seçimler askıya alındı.
Çok partili Osmanlı demokrasisi
1908’de parlamento tekrar toplandı. Padişahın salâhiyetleri iyice tahdid edildi. Osmanlı Devleti yıkıldığı zaman, sosyalist partinin bile faaliyette olduğu çok partili bir demokrasi idi. 1925’e kadar bu sistem devam etti. Çok partili hayatı ve basın hürriyetini yasaklayan CHP, harap ekonomiyi düzeltmek için Amerikan yardımı alabilmek uğruna 1945’te demokrasiye razı oldu. Ancak iktidarı, bir daha geri gelmemek üzere elinden kaçırdı. O zamandan beri güdümlü de olsa, kesintilere de uğrasa, demokrasi varlığını sürdürdü.
Beyoğlu Aya Triada Kilisesi'nde seçim sandığı
İslâm devletinin idaresinde tek kişi ömür boyu söz sahibidir. Ancak hükümdar, kendisi dışında konulan ve değiştirmeye salahiyeti bulunmayan hukukî esaslara tâbidir. Bu bakımdan İslâm devleti, bir meşrutiyet ve hukuk devletidir. Hükümdar, icraatında İslâm hukuku prensiplerine uymaya mecburdur. Nitekim çeşitli Kur’an âyetlerinde Hazret-i Peygamber’e “Rabbinden vahyolunana uy!” hitabı vardır. Şeriatın hüküm koymadığı hususlarda serbesttir. Ancak burada da keyfî davranamaz. Maslahatı, yani umumun menfaatini gözetir. Maslahat, demokratik anlayıştan da ileridir. Zira çoğunluk bazen kendi menfaatine aykırı bir şeyi isteyebilir; ama maslahat prensibi, çoğunluğun iradesini değil, bütün cemiyetin rasyonel menfaatini gözetmek demektir.
Meşveret et!
Hükümdar, vazifelerini yerine getirirken bilenlerle meşveret eder. Meşvereti, Kur'an-ı kerim emreder. Ancak halkın tamamının istişareye katılması mevzubahis olmadığı gibi; meşveret eden de ortaya çıkan görüşlere uymaya mecbur değildir. Kendisi doğru gördüğü bir kararı verir ve bunu tatbik eder. Hazret-i Peygamber ve eshâbı bu yolda hareket etmiştir. Şûrâ, meşveret, istişâre, müşâvir, müsteşâr hep aynı kökten kelimelerdir.
1876 Osmanlı Meclisi Meb'usan'ını tasvir eden gravür
Osmanlı Devleti’ndeki meclisler meşveret prensibine dayandırılır. Ancak “Ve şâvirhüm fi’l-emr=İşlerinde onlara danış!” meâlindeki âyet-i kerîmede geçen hüm (onlar) zamirinden kimin kastedildiği üzerine münakaşalar yaşanmıştır. İslâm hukukunda ekseriyetin değil, ilim ve tecrübe sahiplerinin reyi mühimdir. Zira çoğunluk, bazen kendisi ve bütün insanlar için kötü olanı tercih edebilir. Çeşitli Kur’an âyetleri, ekseriyetin bir kıymet ifade etmediğini söyler: İnsanların çoğuna uyan sapıtır! (En’âm: 116); çoğu kâfirdir! (Nahl: 83); çoğu fâsıktır! (Mâide: 49); çoğu müşriktir! (Rûm: 42); çoğu iman etmez! (Ra’d: 1); çoğu inkârcıdır! (İsrâ: 89); çoğu gâfildir! (Yûnus: 92).
İlk Meclis: Arkada 'Onların isleri meşveret iledir' mealindeki ayet-i kerime yazıyor
Osmanlı parlamentosu, bir meşveret meclisi değildir. Zira şûrâ, bağlayıcı değildir. Osmanlı meclisleri, ister Şûrâ-i Devlet, ister Meclis-i Meb’usan, Avrupa’daki millî meclis örneklerine göre, yasama salâhiyetine sahiptir. Hazırladıkları kanunlar, padişah imzasıyla yürürlüğe girer. Bu bakımdan belki istediği kanunu yapamaz; ama istemediği kanunu da yapmama hakkı vardır.
Osmanlı Meclis-i Meb'usan'ı
Osmanlı Meclisi Ayan azaları
Son Osmanlı Meclisi Meb'usan'ı azaları,  12.1.1920