MEHTER’İN HİKÂYESİ
Yeniçeri Avrupa’yı yeniden fethetti!
Selçuklu Sultanı III. Alâeddin Keykubad, Osman Gâzi’ye 1289’da beylik alâmeti olarak sancak ile beraber davul ve tuğ göndermişti. Bando, hükümdarlık alâmetlerindendir. Sulh zamanında halkın maneviyatını ayakta tutmak; seferde ise askeri yüreklendirmek ve düşmanın moralini bozmak fonksiyonunu yerine getirir. Kaşgarlı Mahmud’a bakılırsa, Türkistan hükümdarları nezdinde kös, davul, zurna ve zil bulunan bir mızıka vardı. Osmanlılar zamanında mehter adı verilen mızıka takımı, sulhta saray, seferde otağ-ı hümayun (padişah çadırı) önünde nevbet vurur (konser verir); padişah da Selçuklu Sultanı’na hürmeten ayakta dinlerdi. Sultan Fatih, “İki yüz sene evvel vefat etmiş bir padişah için ayağa kalkmak lüzumsuzdur” diyerek bu âdeti kaldırdı.
İki sadrazam çıkardı
Mehterhâne, saraya bağlı bir ocak ve koğuşları da Topkapı Sarayı yanında meşkhâne denilen yerde idi. Sultan I. Ahmed, Sultanahmed’de şimdi tapu dairesi olan yeri mehtere tahsis etti. Mevcutları 150-200 efradı bulurdu. Türkler rağbet etmediği için, ekserisi yeni devşirilmiş acemî oğlanlarından veya muhtedi Rum ya da Ermenilerden olurdu. Sultan IV. Murad’ın meşhur nedimi Melek Musa Çelebi, mehter mensubu ve Ermeni muhtedisi idi. Saray müezzinleri de umumiyetle mehter içinden gelirdi.
Mehter-i Hâkânî veya hassa mehterleri denilen padişah mehterleri her ikindi namazını müteakip Bâbüsselâm, (sarayın orta kapısı) önünde nevbet vururdu, yani konser verirdi. Cuma gecesi hariç her gece yatsıdan sonra üç fasıl ve sabah vakti saraylıları namaza kaldırmak üzere üç fasıl nevbet vurmak, Sultan Fatih kanunu idi. Ayrıca bayram ve Cuma namazından sonra nevbet vurulurdu. Saray düğünleri ve doğumlarında, arefe divanlarında, elçi kabulünde, vezir ve vâli tayin merasimlerinde, kılıç alaylarında ve zafer haberi ulaştığında da nevbet vurulurdu. İstanbul’un muhtelif semtlerinde, ayrıca başka şehir kalelerinde mehter vururdu. Mehterin esas işi, seferdedir. Cenk meydanında, askerî yüreklendirmek için muazzam ordu mehteri çalınıp gülbank çekilirdi (dua edilirdi). Mehterin sedası, top ve tüfek velvelesiyle birleşince yer ve gök inlerdi.
Bir kat mehter takımı 1 tabl (davul), 1 zurna, 1 nakkâre (çiftenâre), 1 boru ve 1 zil olmak üzere beş sazdan müteşekkildir. Nakkâre, birbirine bağlı tek yüzlü küçük davullardır, kendilerine mahsus çubuklarla çalınır. Süvari sınıfında, emirleri boru yerine bununla vermek âdettir. Zil, birbirine vurularak çalınan iki büyük zilden ibarettir. Çevgân, ucuna küçük zil, çıngırak ve zincirler bağlanmış sopa şeklinde bir çalgıdır; nevbet vurulurken çevgânîler ellerinde dik tuttukları çevgânları sağa sola ve yukarı aşağı sallar ve “ala hey, ala hey” diye tempo tutarlar. Bu sazları çalanlara da Farsça çalan manasına –zen eki kullanılarak tablzen, zurnazen, nakkârezen, boruzen ve zilzen adı verilir. XVIII. asır sonunda çevgân eklenmiştir.
Mehter, 3, 7, 9 ve 12 kat olmak üzere tertiplenmiştir. Mehter-i Hakanî (Padişah mehteri) 12 katlıdır, yani her âletten 12 tane çalınır ki takriben 90 kişiliktir. Seferde iki misline çıkar. Sadrazamın 9, diğer devlet ricalininki 7 veya 3 katlıdır. Şeyhülislâmın mehteri yoktur; ancak gülbank okuyan çevgenleri vardır. Sultan Selim, Çaldıran Seferi’nde düşman ordusundaki filleri ürkütmek üzere mehtere kös ilâve etmiştir. Kös yalnız padişah mehterinde vardır. Kös vururken, efrad “Yektir Allah!” diye bağırır. Sefere giderken atlara, fillere veya develere yüklenir. Her çalgı sınıf bir bölük teşkil eder. Alemdarlar ve talebeler de ayrı birer bölüktür. Talebeler, saray akademisi olan Enderun mektebinden yetişir. Bunlar çalıcı mehter (tablü âlem mehteri, yeniçeri mehteri) diye de bilinen resmî mehter takımıdır. Esnaf mehteri denilen, sivil mehterler de vardır. Ekseri para ile tutulmuş Çingene müzisyenlerden teşekkül eder. Bunlar halk cemiyetlerinde eğlence için çalgı çalar; ama harb zamanında mehterbaşının riyasetinde sefere iştirak eder.
Nevbet vurulacağı zaman mehter yarım ay şeklini alırdı. İsmi de buradan gelir. Meh-ter, yeni ay demektir. Mehterân, bu kelimenin çokluk hâlidir. Mehterhâne ve Tablhâne tabirleri de kullanılır. Mehter takımı ayakta durur; yalnız nakkâreciler bağdaş kurup yere oturur. Peşrevler, besteler, yürük semailer çalınır, şarkı çalınmaz. Elçi Peşrevi, Hünkâr Peşrevi, At Peşrevi, Sancak Peşrevi, Kadırga Peşrevi, Ceng-i Harbî gibi havalar meşhurdur. Marş şeklinde eser o devirde yoktur. Meydana evvelâ nekkâreci gelir ve içoğlan çavuşu mehterbaşını davet eder. Nakkâre sedaları esnasında mehterbaşı gelip takımı selamladıktan sonra, önce peşrev, sonra bu makamda ağır ve hareketli havalar çalınır. Arada taksim ile başka makama geçilip bu makamda hareketli eserler seslendirildikten sonra dua edilir ve mehter çekilir.
Mehter takımının kendine mahsus yürüyüşü vardır. Şimdiki “Bir, ki, üç, sol!” temposu yerine, “Kerim Allah, Rahim Allah” diye ağır adımlarla yürür; üç adımda bir durup, yarım sağa ve sola döner. Osmanlı temkin ve vakarının bir ifadesidir. Hâkimiyet alâmeti olduğundan mehtere ve mehterbaşına ehemmiyet verilirdi. Sultan IV. Murad zamanındaki bir ordu geçit merasiminde, mimarbaşı ile mehterbaşı arasında protokol ihtilafı olmuş, padişah ehemmiyetine binaen mehterin mimarlardan önce geçmesine karar vermişti. Mehterhâne iki de sadrazam çıkarmıştır: Zurnazen Mustafa Paşa ve Daltaban Mustafa Paşa, mehterden yetişmiştir. Ekmeğin okkası 9, etinki 10 paraya satıldığı bir zamanda (XVIII. asır sonları), mehterbaşına 140, saz başlarına 60, sazcılara da 15 kuruş maaş verilirdi. (Bir kuruş, kırk paradır.) Mehter takımının kıyafeti de göz alıcıdır. Saz başları kırmızı çuha kaput ve çakşır ile sarı sahtiyan (keçi derisi) papuç, başında da beyaz tülbend sarılmış al kavuk giyer; efrad ise lacivert kaput, al çakşır, beyaz sarık sarılı yeşil kavuk ve kırmızı papuç giyerdi.
İşte musiki buna derler!
Budapeşte ve Viyana vasıtasıyla mehtere âşinâ olan Avrupalı bestecilerdan Mozart, Haydn, Gluck ve Beethowen, bu ilhamla Türk Marşları bestelemişlerdir. Wagner, mehter konserini dinledikten sonra heyecandan kendisini tutamayarak “İşte musiki buna derler” demiştir. Cumhuriyet devrinde dünyanın pek çok şehrinde verilen konserler fevkalade alaka çekmiş; gazeteler “Osmanlı Avrupa’yı fethetti” diye başlık atmışlardır.
1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması üzerine, bu ocağa duyulan nefret sebebiyle mehter de kaldırılarak yerine Avrupaî usulde Mızıka-i Hümâyun (askerî bando) kuruldu. 1911’de Ahmed Muhtar Paşa ve Celal Esad (Arseven) himmetiyle mehter Askerî Müze bünyesinde ihya edildi. Hatta Muhtar Paşa, “Gafil ne bilir” diye başlayan marşı besteledi. Takımın elbiseleri, Ârif Paşa’nın Osmanlı resmî kıyafetlerini anlatan kitabındaki resimlere göre tertiplendi ki bu kıyafetler XVIII. asra aittir. Yunan Harbi sırasında Bozüyük ve Maraş’da mahallî mehter takımları kuruldu ise de, ömrü kısa oldu.
Mehter, Cumhuriyetin ilanını müteakip, Milli Müdafaa Vekili Bakanı Zekai Bey tarafından Osmanlı’yı hatırlattığı için tekrar lağvedildi. 1952’de Reisicumhur Celal Bayar, kralın cenazesine iştirak için gittiği Londra’da İskoç tarihî bandosuna hayran kaldı. Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut’a “Bizde de böyle bir şey kurulamaz mı?” dedi. Bunun üzerine dönüşte Nuri Yamut’un vazifelendirdiği tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı mehterin ihyasını teklif etti. Bu teklif kabul gördü. İstanbul Harbiye’deki Askerî Müze’de orduya bağlı olarak yeniden kuruldu. Mehterbaşılığa getirilen Cemal Cümbüş, “Tarihi çevir nal sesi kısrak sesi bunlar” marşını bestelemekle işe başladı. Mehter, Pazartesi, Salı hariç haftanın her günü nevbet vurmakta; merasimlere iştirak etmektedir. Son zamanlarda başka resmî ve sivil mehter takımları kurulmuştur.
Aman Osmanlı geçmesin!
Mehter tekrar kurulduğu zaman, 1826’dan önceki parçaların çoğunun notası bulunamadı. Zamanın icabınca yeni marşlar bestelendi. Bugün çalınanların ekserisi bunlardır. Hücum Marşı, Amed Nesim-i Subh-Dem gibi parçalar eskidir. Sonradan eski bazı eserlere ulaşıldı. Ayrıca Mızıka-ı Hümayun için bestelenen marşlar da şimdi mehter repertuarındadır. Cumhuriyetten sonra eski marşlardaki bazı ifadeler değiştirildi. Askerlerin Hazır Silah diye başlayan Devlet Marşı’ndaki “Sultan Aziz” kelimesi, “Türk milleti”; Ordumuz Etti Yemin diye başlayan Ordu Marşı’ndaki “Osmanlı” kelimesi, “Şanlı Türk”; Sivastopol Önünde’deki “Arab Binbaşı” terkibi, “Yaman Binbaşı”; Artar Cihadla Şanımız marşındaki “Osmanlıyız” kelimesi, “Pek Şanlıyız”; İzzeddin Hümâî Bey’in meşhur “Kafkasya Dağlarında Çiçekler Açar” mısraı; “İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar”; “Yaşa Ey Şanlı Ordu Binler Yaşa” mısraı da “Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa” şeklinde değiştirildi. Umarız artık bütün bu mehter marşları, orijinal güftesine uygun olarak icra edilir.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024