Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

OSMANLILAR OKUR-YAZAR DEĞİL MİYDİ?

Geçen meşhur bir tarihçi çıktı, Osmanlılarda okur-yazarlığın çok düşük olduğundan bahsetti. Bunu da bağnazlığa bağladı. Ama ilk Kur’an emrinin “Oku!” olduğundan bahsetmedi. Ama rakamlar yalan söylemez.
24 Nisan 2013 Çarşamba
24.04.2013

Cumhuriyet istatistikleri 1927’de Türkiye’deki okur-yazar nisbetini % 8,1 verir. Fakat bu sayı hayli problemlidir. Acaba kasıt Latin harflerini bilenler midir? Zira 1903 Maarif Salnamesi’ne (yıllığına) göre, 19.929.168 nüfusun, 1.375.511’i talebedir. Bu sayının 868.879’u da ilkmekteptedir.

Şu halde nüfusun %5’i ilkmektebe devam etmektedir. Orta, lise ve yüksek tahsilde veya gayrı resmî mekteplerde okuyan, hususi ders alan talebeler de vardır. Memur sayısı yüzbinleri bulur. 5-10 yaş arası çocuklar, nüfusun %10’u olduğuna göre, her 2 çocuktan biri talebedir.

1903’deki topraklardan 1923’te TC elinde kalanlar üzerinden hesap yapılırsa nispet artar. Zira burada yaşayan 12.516.308 nüfusun, 981.442’si ilkmektep talebesidir. Bu da nüfusun %8’i eder. Yeni rejimin verdiği okuryazar nisbeti, sadece ilkmektebe devam edenler kadardır. İstatistik mantığına göre geriye kalan nüfusun yarısının daha evvel mektebe gittiği düşünülecek olursa, okuryazar nisbeti %50’den aşağı olamaz. Çeyreği gitmişse, bu nisbet %30’lardadır. Şu halde iki istatistikten biri yalan söylüyor.

Prof. Dr. Kemal Karpat, Sultan Hamid devri istatistiklerine dayanarak kaleme aldığı Osmanlı Nüfusu kitabında (s.449), Osmanlı Devleti'nde 1894 senesindeki okur-yazar nisbetini %54 olarak verir. Hocaya her hususta  itimat edenlerden bazısı, bu tablo üzerine feryadı basmış; nisbete itiraz etmeye kalkışmıştır.

1908-1914 arası sadece İstanbul gazetelerinin günlük tirajı 100 binin epeyce üzerindedir. Taşra gazeteleri de canlıdır. 1928’de İstanbul ve Ankara gazetelerinin (zaten yeni rejim, yüzlerce gazeteden sadece üçüne izin vermiştir) tirajı 19.700’dür. Bu, Osmanlı devrinden daha düşük bir seviye demektir. Cihan Harbi’nde okumuş kitlenin cephelerde eritilmesi bir yana; harf inkılâbı sayesinde “okur-yazar” kesim, bir günde “okumaz-yazmaz” hâle gelmiştir.

Arab alfabesi zor mu?

Cemiyette okur-yazarlığın çok şey ifade etmediği; soyluların, papazların, hatta kralların bile okuma-yazma bilmediği, buna ihtiyaç duymadığı, okuma ve yazmanın bir zanaat olarak görüldüğü ve gerekirse ücret mukabilinde yaptırıldığı bir devirdir bu. Üstelik Şark kültüründe yazı değil, söz kıymet ifade eder. Sözlü kültür, yazılı kültürün önündedir. Her ne kadar “Hatırdan çıkar, satırdan çıkmaz” dense de, “İlim sudûrdan sutûra (kalbden yazıya) intikal edince zâyi olur” sözü tercih edilmiştir.

1927’de 13.650.000 nüfusun, okuryazar olmayan 1.347.007’si on yıl içinde yeni harflerle okuma yazma öğrenmiştir. Okur-yazarların nüfusa nisbeti, 1935’de %15; 1960’ta %32; 1970’te %46’dır. Bu da yeni harflerin okur-yazar nisbetini arttırmakta yetersiz kaldığını gösterir. Bu nisbetin düşük olmasının sebebi, Arab alfabesinin zorluğu ve imkânsızlıklar değil; okuma-yazma istek ve ihtiyacının bulunmamasıdır. Zira normal zekâlı bir insan 3 ayda okuma ve yazmayı öğrenir. Arab alfabesinde bu müddet, Latin alfabesindekinden daha uzun değildir. Bu satırların yazarı Latin alfabesini 3 ayda sökmüş, üstelik sınıfın ilklerinden olduğu için kırmızı kurdele almış; Kur’an-ı kerim okumayı ise 15 günde öğrenmiştir.

Bir meselede hüküm verirken, hem zamanın şartlarını nazara almalı; hem de mukayese yapmalıdır. Acaba aynı yıllarda Avrupa’daki vaziyet nedir? 1890’da bu nisbet Rusya’da % 17’dir. İspanya, %39; İtalya, %45; Belçika, %74; Fransa, %78; Amerika’da %89,3; İngiltere, %92 okuryazara sahiptir. Osmanlı Devleti, şarklı bir imparatorluk olmasına rağmen, kendisine en çok benzeyen Rusya’dan çok ileride, İspanya ve İtalya ile aynı seviyededir.

1830’da subay olan babası ile İstanbul’a gelen ve 1 yıla yakın yaşayarak cemiyetin her sınıfından insanla görüşen Julie Pardoe, “Dünyada Büyük Britanya müstesna, belki de Türkiye’den daha okur-yazar bir memleket yoktur” diyor (The City of the Sultan, Domestic Manners of the Turks, Londra 1851, sayfa 71; Sultanlar Şehri İstanbul adıyla tercümesi, İstanbul 2011, sayfa 146).

Şifre harfleri

Câmi olan her köy ve mahallede bir hoca, dolayısıyla bir ilkmektep vardır. Erkek ve kız çocukların buraya gönderilmesi mecburidir. Sultan II. Mahmud’un bu yolda bir fermanı vardır. Câmi olmayan köyler, kışın veya Ramazan’da bir hoca tutar; bu, çocuklara okuma-yazma öğretir. 2-3 sene süren bu mekteplerde Kur’an-ı kerim ve tecvid, imlâ ve inşâ (yazı), ahlâk ve ilmihâl (din dersi), hesap ve biraz da tarih okutulur.

Eski yazıda okumak başka, yazmak başkadır. Bazısı okur ama yazamaz. Çin’de böyledir. Fransızca gibi Avrupa lisanları da yazıldığı gibi okunmadığı için, alfabeyi bilenler için bile doğru okunması zordur. Yemen’de, okuma ve yazmanın beraber öğretildiği bir usul sayesinde, okur-yazar olmayan yok gibiydi. 1862’den sonra kurulan ibtidaiyelerde (ilkmekteplerde) bu usul tatbik olundu.

Osmanlı yâdigârı binlerce yaşlı insanla görüştüm; okur-yazar olmayana rastlamadım. Hele rüşdiye (orta) tahsili yapanları, bugünki üniversite mezunlarının çok fevkinde bulurum. O devri anlatan hatırat ve seyahatnamelerden bunu anlamak mümkündür. Mesela 1814’te Osmanlı Devleti’ni ziyaret etmiş antik çağ mütehassısı Polonyalı Kont Edward Raczynski der ki: “Aşağı tabaka hariç,  hemen herkes okuma yazma biliyor.” (1814’de İstanbul ve Çanakkale’ye Seyahat, sayfa 160)

Osmanlı coğrafyasında okur-yazarlık nisbetinin düşük olduğu iddiası, inkılâbı haklı göstermek için yapılmış normal karşılanacak bir propagandadır. Fransız ihtilâlinden beri, bu böyledir. Ama bunu söyleyen meşhur tarihçinin, devletçe neşredilen ve kendisinin de editörlerinden olduğu Osmanlı istatistiklerini okumaması şaşılacak bir husustur.