Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

EĞİTİM ŞART (MI?)

Eğitim, bugün terbiye yerine kullanılıyor. Terbiye, pürüzleri gidermek manasına gelir. Eğitimde ise, boyun eğdirmek manası vardır. Osmanlılarda mekteplerin bağlı olduğu müessesenin adı milli eğitim değil, maarif (öğretim) nezareti idi.
14 Mart 2012 Çarşamba
14.03.2012

 

Eğitim, bugün terbiye yerine kullanılıyor. Terbiye, pürüzleri gidermek manasına gelir. Eğitimde ise, boyun eğdirmek manası vardır.

Osmanlılarda mekteplerin bağlı olduğu müessesenin adı milli eğitim değil, maarif (öğretim) nezareti idi.

İnsanların ilim ve sanat öğrenmeleri bir haktır. İslâm kültüründe, ilim ve sanat sahipleri övülür. Çocuğu terbiye etmek (eğitmek), âilesinin hakkıdır. Devletin ferdleri terbiye etme (eğitme) vazifesi ve hakkı yoktur. Antik Yunan şehirlerinden Isparta’da çocuklar küçük yaşta ailelerinden alınıp devlet için yetiştirilirdi. Nazi Almanya’sında, Mussolini İtalya’sında ve Sovyet Rusya’da da vaziyet böyledir. Ailelerin an’anevî ve manevî kültür aşılamasına fırsat bırakılmadan, çocuklar devletin ideolojisi istikametinde “eğitilir!”.

                                               Füyûzât-ı Hamidiye İlkmektebi

Eği(ti)len nesil

Eğitim, terbiye yerine kullanılıyor. Terbiye, Arapça pürüzlerini gidermek mânâsına gelir. Sonradan uydurulmuş eğitim kelimesinde ise insanı eğmek maksadı açıkça anlaşılıyor. Osmanlı Devleti’nde mekteplerin bağlı olduğu müessesenin adı milli eğitim değil, maarif (öğretim) nezareti idi. Maarif Nezâreti 1846 yılında kuruldu. Cumhuriyetten sonra Maarif Vekâleti oldu. Sonra ne akla hizmet bilinmez, 1946 yılında Milli Eğitim Bakanlığı adını alıverdi. 1950-60 arası gene Maarif Vekâleti dendi.  “Milli eğitim” insan haklarına aykırıdır. Bu utanç verici iddiadan bir an evvel vazgeçmek, terbiyeyi aileye bırakmak; maarife odaklanmak gerekiyor.

Mektepleri, devlet kurmaz

Osmanlı Devleti, ailenin çocuğunu terbiye hakkına ilişmeyi aklının ucundan geçirmemiştir. Herkes tahsil imkânlarını kendisi hâsıl etmekte hürdür. Devlet, bu hususta yardımcı olabilir; ancak ferdî teşebbüsü engelleyemez. Bu bakımdan Osmanlılarda klasik devirde devlet eliyle kurulan maarif müessesesine rastlanmaz. Mektep ve medreseleri ferdler kurar; vakıflar yoluyla işletir. Binâları kendisi yapar, hocaları kendisi bulur, talebeyi kendisi seçer ve müfredatı kendisi tesbit eder. Devlet de bunları destekler ve kontrol eder. Padişah, hânedan ve devlet ricâlinin yaptırdığı medreseler de böyledir. Hepsi şimdiki özel okullar gibidir. Meslekî tahsil, hatta doktorluk bile usta-çırak münasebetiyle olur. Bugün İngiltere’deki sistem de buna benzemektedir.

Tanzimat’tan sonra devlet eliyle mektepler kurulmuşsa da, bu sistem değişikliği olmayıp, devletin memur ihtiyacını karşılamak içindir. Nitekim hususî maarif müesseseleri varlığını devam ettirmiş; devlet mektepleri de terbiye (eğitim) değil, maarif (öğretim) rolü üstlenmiştir. Kanun-ı Esasî’nin 15. maddesi Osmanlı vatandaşlarının umumî ve hususî tedrisatta serbest olduğu; 16. maddesi de mekteplerin devlet nezâretinde olduğu; ancak bunun çeşitli milletlerin dinlerini öğretmesine halel veremeyeceği esasını hükme bağlamıştır.

                                       Mercan Sultanîsi hoca ve talebeleri

Kim demiş Avrupa böyle diye?

Mecburi tahsil hususunda Avrupa misal alınıyor. Ama laikliğin beşiği ve sistemimizin modeli Fransa’da bile dindar aileler çocuklarını kilise mekteplerine verebilir. Burada rahip veya laik kişiler hocalık yapar. Tedrisat çok kalitelidir. Elit aileler, uyuşturucu, fuhuş ve çeteye pek rastlanmayan bu mekteplere çocuklarını vermekte yarışır. Üstelik bu memleketlerde erkek ve kızlar için ayrı mektepler vardır. Çocuğunu mektebe göndermek istemeyen aile, evinde ders aldırır, umumi imtihanlara sokar. Devlet mekteplerinde isteyen başını örter. Yüzme gibi derslere girmeyebilir. Bizde türban yasağı aleyhine kıyameti koparanların, bu meseleyi görmezden gelmeleri şaşırtıcıdır. Zira üniversite tahsili mecburi değildir. Ama dindar bir aile, bulûğa ermiş mükellef çocuğunu, hem karışık tedrisat yapan mekteplere, hem de başı açık olarak göndermeye mecburdur.

              Trablusşam Mekteb-i İdadîsi talebesi

Millî demekle millî olunur mu?

Devletin, bir an evvel aileye ait eğitim rolünden vazgeçip, öğretim işine bakması gerekiyor. Belki de devlet eliyle mektep kurup işletmek yerine, bu iş ferdlere bırakılsa, daha kolay olacak. Üstelik bir millî demekle millî olunmadığı da yakın geçmişte çok görüldü. Bu işe gönül verenler ne kadar iyi niyetli ve kabiliyetli olursa olsun, işin mahiyeti gereği devamlı çıkan pürüzler, onları engellemeye yetiyor.

Osmanlılardan kalma rüşdiye (ortamektep) mezunu insanlar gördüm. Şimdiki üniversite mezunlarından daha kültürlü, en mühimi edep ve irfan sahibiydiler. Bir komşumuz vardı. Eski bir milletvekilinin kızıydı. Babası, kıskançlığından mı, dindarlığından mı bilmem, kızını hiç mektebe göndermemişti. Hayatımda o hanım kadar kültürlüsünü tanımadım.

Şimdi sıkı tahsil görmüş gençlerin çoğu, ne dilinden haberdar, ne kültüründen… Gördüğü rüyayı anlatacak kelime bulamıyor. Üniversitede talebelerin kâğıtlarını görünce, ümitsizliğe kapılmamak elden gelmiyor. Koca koca mektepler, âdetâ gözleri ışıl ışıl, zekâ pırıltısıyla dolu gençleri, köreltmek üzere faaliyet görüyor. Evinden aldığı bir güzellik kaldıysa, ustaca yok ediyor. Çocuk, mekanizmanın sıradan dişlilerinden biri hâline getiriliyor. Ona rağmen bu sistem, ben başarılıyım diyebiliyorsa, varlığını sürdürmekte ısrarcı ise, ne mutlu ona! 

Milli Eğitim Bakanlığı denince nedense akla hep, Fransız şairi Voltaire’in, bugünki Avusturya ile etrafındaki bir avuç toprağa hükmeden Mukaddes Roma Cermen İmparatorluğu için söylediği söz geliyor: “Ne mukaddes, ne Roma, ne de imparatorluk!”