AİLE ADINDAN SOYADI MI OLUR?
934 tarihli Soyadı Kanunu’nun 3. maddesi yabancı ırk ve millet isimlerinin soyadı alınmasını yasaklıyor. Burada kastedilen belki İngiliz, Arnavut gibi ırk isimleriydi. Ama 6 ay sonra kanunun tatbikatı için çıkarılan nizamnamenin 5. maddesi “Yeni takılan soyadları Türk dilinden alınır” diyerek bu tevili boşa çıkarmaktadır. Türkçeye yerleşmiş Arapça, Farsça bir kelime bile buna dayanarak kolayca reddedilebilir.
İran Şahı örnek oldu
Osmanlılar zamanında her ailenin Hacıömeroğlu, Vidinligil, Dokumacızade gibi bir lakabı vardı. Türklerin uzaktan akrabası Macarlarda olduğu gibi lakap ismin önüne gelir. Ama lakap kullanmak mecburi değildi. Baba adı, memleket, hatta kör, topal gibi kişiyi ayırt etmeye yarayan bir lakap bile kabul edilirdi.
Avusturya’da 1787’de çıkarılan bir kanunla, Yahudilerin soyadlarını Almancaya çevirmeleri emrolundu. Memurlara rüşvet verebilenler iyi soyadı alabildi. Olmayanlara iğrenç ve gülünç soyadları takıldı. 1925’te İran Şahı Rıza Pehlevi bir kanun çıkartarak, herkesin Pers mitolojisine uygun soyadları almasını emretti. Bundan ilham alarak Türkiye’de de 1934’te Soyadı Kanunu çıkarıldı.
Her aile bir soyadı almaya mecbur edildi. Alınan soyadları Türkçe olacak, rütbe, memuriyet, aşiret, yabancı ırk ve millet isimleriyle umumî âdâba uygun olmayan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları alınamayacaktı. Ağa, hacı, hafız, molla, hoca, efendi, bey, beyefendi, hanım, hanımefendi, paşa, hazret gibi unvan ve lakapları soyadı almak yasaktı.
Aynı soydan gelenlerin aynı soyadını alması mecburî değildi. Bir nüfus kütüğünde bir soyadından ancak bir tane olabilirdi. İki sene içinde soyadı almayanlar beş lira para cezası ödeyecekler; bunlara mülkî amirler soyadı verecekti.
Vaktiyle bir kazada nüfus kâtipliği yapan birinden işitmiştim: “Soyadı almaya gelen olmadı. Ceza ödeyecek halde de değillerdi. Müdür oturdu, eline lügatı aldı, herkese rastgele soyadı yazmaya başladı. Sevdiklerine veya hatırlı kimselere güzel, hoşlanmadıklarına kötü soyadları verdi. İleride başa belâ olur dedi ve farklı kollarına farklı soyadları vererek geniş aileleri böldü. Bu ailelerin mensupları birbirleri ile akraba olduklarını zamanla unuttular.”
Yasak hemşerim!
Soyadı almaya gidenler, asırlardır ailelerine ait olan lakapları soyadı olarak almak istediklerinde itirazla karşılaştı. İnsanlar aileleri için hiçbir şey ifade etmeyen soyadları almak zorunda kaldı. Çin’de olduğu gibi yüz binlerce aynı soyadı ortaya çıktı. Karışıklığı önlemesi umulan soyadı, daha çok karışıklığa sebep oldu.
Kimi yerde aynı mahalle veya köyde yaşayanlara, alfabetik sıraya göre rastgele soyadı verildi. Bazı yerlerde de soyadları hep birbirine benziyordu: Demir, Özdemir, Tekdemir, Çekdemir, Tokdemir, Pekdemir, Demiröz, Demiriz gibi.
Muhacirlere ekseriya Yurdakul, Vatansever, Yurdatapan gibi soyadları takıldı. Türk olmayanlara umumiyetle içinde mutlaka Türk sözü geçen soyadları verildi. Şimdi bile Kürt milliyetçilerinin önde gelenlerinden birinin soyadının Türk olması ironiktir.
Manasız, gülünç, hatta iğrenç soyadları az değildir. Telefon rehberine rastgele bir göz atılsa, insan ne soyadlarıyla karşılaşıyor. Balık, Çekirge, Yılan, Çıyan, Tavşan, Horoz, Teke, Ot, Çayır, Simit, Gevrek, Tahta, Sinir, Deli, Delikafa, Çıplak, Ciddi, Otuzbir, Sımsıkı, Mayılmayıl, Pilav, Erik, Kiraz, Çilek, Ayva, Muz, Eşekçalan, Delidolu, Boynukara, Yanbakan, Açoğlu, Yavru, Sinek, Çakal, Barsakçı, Kazma, Keçi, Yanmış, Özdangalakoğlu, Neyaptı, Donsuz, Dönek gibi soyadları dikkati çeker.
Soyadı, bir şapka kadar reaksiyon doğurmamakla beraber, muhafazakâr çevre, bunun eski aileleri bölmek, soysuz kimselere soy bulmak ve maziyle bağı koparmak için yapıldığını iddia ettiler. “Soyadı kanununun Avrupa’daki örneği, muayyen bir grubun diğerlerinden ayırt edilmesi maksadına matuf idi; Türkiye’deki ise bunların kamufle edilmesine yaradı” dediler.
Nihal Atsız, soyadı inkılabına karşı çıkarak, “Ben devletin bana bahşedeceği soyadına muhtaç değilim, onu soysuzlar düşünsün” demişti. Halide Edib ve zevci Adnan Adıvar soyadı inkılabına muhalifi idiler. Zira onları cemiyette herkes tanıyordu. Bir soyadına ihtiyaçları yoktu. Adı sanı bilinmeyenler soyadı almalıydı. Sonradan aldıkları Adıvar soyadı bile bu fikirlerine delalet eder.
Ne o, ne bu!
Afyon’da birisi nüfus idaresine gidip, “Bize Veliağaoğlu derler. Soyadımız da o olsun” diyor. Müdür, ağa unvanın soyadı alınamayacağını hatırlatıyor. Adamcağız, “Peki o zaman Velioğlu olsun?” deyince, “öztürkçe” itirazıyla karşılaşıyor. “Veli’nin öztürkçesi eren. Öyleyse Eren olsun” deyince memur razı geliyor. Meşhur şair Yahya Kemal de, Şehsuvar olan aile ismini “öztürkçeleştirerek” Beyatlı soyadını almıştır. Şehsuvar, at binicilerinin başı demektir.
Herkes bu kadar şanslı değil elbette. İzmir’de dul bir kadın soyadı almaya nüfus memurluğuna giderken akrabaları aldıkları soyadını bir kâğıda yazarak kadıncağıza veriyor, o da mantosunun cebine koyup gidiyor. Nüfus memuru “Teyze, sen ne soyadı aldın?” diye sorunca kadıncağız bir yandan elini cebine sokup kâğıdı araştırırken bir yandan da “Dur bakalım” diyor. Memur hemen soyadı olarak Durbakalım yazıyor. (Amerika’ya muhacir giden Yahudi’ye Ellis Adası’ndaki memur ismini sorunca, yolculuk yorgunluğundan sersemlemiş adamcağız, "Fergessa" diyor. Yidiş lisanında "Unuttum" demektir. Memur hemen Ferguson olarak kaydediyor.)
Ahlat’ta soyadı alma sırası yaşlı ve kimsesiz olduğu anlaşılan bir kadıncağıza geliyor. “Teyze sana ne soyadı verelim?” diye soruyorlar. Kadıncağız boynunu büküyor. “Kocan yok mu?” diye soruyorlar. “Şehit düştü” diyor. “Önceden ne iş yapardı?” diyorlar. Adamcağızın bir katırı varmış, onunla yük taşırmış. Kadın boynunu bükerek, ağzını açıp, daha “Katır...” demeye kalmadan memur Katır diye yazıyor. Kadıncağız, Ayşe Hanım olarak girdiği nüfus dairesinden Ayşe Katır olarak çıkıyor.
Aziz Nesin anlatıyor: 1934 yılında soyadı kanunu çıktı. Herkes soyadını kendisi seçtiği için, insanların bütün gizli, aşağılık duyguları ortaya çıktı. Dünyanın en cimrileri "Eliaçık", dünyanın en korkakları "Yürekli", dünyanın en tenbelleri "Çalışkan" gibi soyadları aldılar. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için, güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Bana, ortada böbürleneceğim bir soyadı kalmadığından, kendime "Nesin" soyadını aldım. Herkes "Nesin" diye çağırdıkça, ne olduğumu düşürüp kendime geleyim istedim.
U harfini çok seven ve bu harfin bulunduğu bir soyisim almayı isteyen Mina Urgan’a, o zamanki arkadaş çevresinden Necip Fazıl, Urgan’ı tavsiye ediyor. Mina Hanım, manasını sorunca, gülerek, “Anadolu’da ip demektir. Solculuğundan ötürü günün birinde nasıl olsa asılacağın ip!” demişti.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024