Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

ADALET DAİRESİ’NİN İÇİ VE DIŞI

Adalet, devletin dayandığı esas prensip olarak görülür; devletlerin yıkılması da adaletten ayrılmalarına bağlanır. Şark kültüründeki adalet dairesi, bu prensibi ifade eden bir kanun hükmü gibidir.
23 Mart 2011 Çarşamba
23.03.2011

Adalet, devletin dayandığı esas prensip olarak görülür; devletlerin yıkılması da adaletten ayrılmalarına bağlanır. Şark kültüründeki adalet dairesi, bu prensibi ifade eden bir kanun hükmü gibidir.

Seneler evvel Erdal İnönü başbakan yardımcısı sıfatıyla Strasburg’a gitmişti. Kendisine Türkiye’de devletin dayandığı temel prensibi sordular. Adalet demeye dili varmadı ya da varamadı. Laiklik gibi sözler geveledi. Herkes şaşırdı. Bazısı güldü.

Adalet mülkün temelidir

Her aklı başında cemiyette adalet yüksek bir ideal olarak görülür. Âdiller övülür. Zâlimler kötülenir, ilahî cezayla tehdit edilir. Hazret-i Peygamber’in “Bir saat adaletle hükmetmek; kırk yıl nafile ibadetten hayırlıdır” sözü meşhurdur. “Hazret-i Ömer’in Adaleti” darbımesel olmuştur. Hele onun “Adalet mülkün temelidir” (el-Adlü esâsü’l-mülk) sözü bir şiar olarak vurgulanır. Buradaki mülk, yalnızca bildiğimiz mülkü değil, öncelikle devleti ifade eder. Halk arasında “Küfr devam eder; zulüm devam etmez!” (el-Mülkü yebkâ bil-küfri ve lâ yebkâ biz-zulm) derler. Bu söz “Halkı zâlim olmadıkça Allah bir yeri helâk etmez” meâlindeki Kur’an âyetine dayanır.

Kur’an-ı kerim, aynı zamanda bir devlet reisi bulunan Hazret-i Peygamber’e “Rabbinden vahyolunana uy!” diye hitap ederek hukuk devleti prensibine işaret eder. Söz ve fiilleri Kur’an ile beraber bizzat din ve hukukun kaynağı olduğu halde, kendisine indirilen hükümlere uymakla mükellef kılınmıştır. Sonra gelen devlet reislerinin hukuka uyması haydi haydi mecburîdir. Adalet böyle tecelli eder. Adalet “kendi mülkünde olanı kullanmaktır”. Zıddı zulüm, yani başkasının malına, mülküne, hakkına tecavüzdür. Bir âmir, bir hâkim, memleketi idare için konulmuş kanunların, kaidelerin, sınırların içinde hareket ederse adaletli davranmış olur.

Devlet reisi hukukun hüküm koymadığı hususlarda serbesttir. Ancak burada da keyfî davranamaz. Umumun menfaatini gözetecektir. Mecelle der ki: "Teb'a üzerine tasarruf maslahata bağlıdır". Hükümdara, Avrupa’da krala tanınan sınırsız salâhiyetler tanınmamıştır. "Kral hatâ yapmaz!" prensibi de kabul edilmemiştir. Halife hata yapabilir. Gerekirse icraatından mesul olur. Zira halifenin, hukuka uymakta diğer ferdlerden farkı yoktur. Hukuka uymayan halife meşruluğunu kaybeder, azli gerekir.

Kâbusnâme’de daha neler var…

Müslüman âlimler, hükümdara nasihat vermek üzere siyasetnâmeler yazmıştır. Hepsinde de şu misal verilir: “Ordusuz devlet olmaz. Hazinesiz ordu olmaz. Teb’asız hazine olmaz. Adaletsiz teb’a olmaz”. Tekerleme gibi bu söz zincirine Adalet Dairesi adı verilir. Pers mitolojisinde de geçen bu prensip, aynı zamanda Aristo’nun Büyük İskender’e nasihatidir.

X. asırda yazılmış Kutadgu Bilig’de der ki: “Memleketi elde tutmak için ordu lâzımdır. Asker beslemek için de mala ihtiyaç vardır. Mal elde etmek için halkın zengin olması gerekir. Halkın zengin olması için de doğru kanunlar lâzımdır. Biri ihmal edilirse dördü de kalır. Dördü ihmal edilirse devlet çözülmeye yüz tutar”. XI. asırdan kalma Kâbusnâme’de şöyle anlatılır: “Dünyanın düzeni hükümdarın hâkimiyeti iledir. Hâkimiyet, siyasetsiz olmaz. Siyaset askersiz olmaz. Asker teb’asız olmaz. Zira mal teb’a ile elde edilir. Teb’anın şenliği ise adaletle olur”. Kâbusnâme’de Şark hükümdarlarının eğlencelerine dair pasajları diline dolayan zamânenin “duayen” tarihçileri biraz da bundan bahsetmelidir.

Edirne'deki Adalet Kasrı. Halk dava istidalarını buraya verir, cezalar bunun önünde infaz olunurdu. Bir benzeri Topkapı Sarayı'ndadır.

 Korkuluğu devlet

Adalet Dairesi’nin Arapçası daha tantanalıdır: ed-Devletü sultânün tuhyâ bihi’s-sünne; es-Sünnetü siyâsetün yesûsühe’l-melik, el-Melikü râün ya’dudühü’l-ceyş; el-Ceyşü a’vânün yekfilühümü’l-mâl; el-Mâlü rızkun tecmeahu’r-raiyye; er-Raiyyetü abîdün yeteabbedühümü’l-adl; el-Adlü me’lûfün ve hüve salâhü’l-âlem; el-Âlemü büstânün siyâcetü'd-devle. Mânâsı takriben şöyledir: Devlet, sünneti ihya eden bir güçtür. Sünnet, esası padişah olan bir siyasettir. Padişah, askerin yardım ettiği bir çobandır. Asker, malı koruyan yardımcılardır. Mal, halkın topladığı bir rızıktır. Halk, adaletle itaat eden kullardır. Adalet dünyaya barış getiren bir dosttur. Dünya, korkuluğu devlet olan bir bostandır.

Osmanlı âlimi Kınalızâde Ali Efendi bu daireyi şöyle verir: “Adldir mûcib-i salâh-ı cihân. Cihân bir bağdır, duvarı devlet. Devletin nâzımı şeriatdir. Şeriate olamaz hiç hâris illâ melik. Melik zapteylemez illâ leşker. Leşkeri cem edemez illâ mal. Malı cem eyleyen raiyyetdir. Raiyyeti kul eder pâdişâh-ı âleme adl”.  Yani: Adalet dünyada barışın sebebidir. Dünya, duvarı devlet olan bir bağdır. Devletin nizamı hukuktur. Hukuku ancak hükümdar korur. Bunun için de ordu lâzımdır. Ordu toplamak için mal gerekir. Malı halk toplar. Halkın itaatini temin eden de adalettir.

İslâm ve Türk devletleri, bilhassa Osmanlılar, Adalet Dairesi’ni devletin temeli olarak görmüştür. Devlet ricâlinin adaletten ayrılması hâlinde, Adalet Dairesi onlar için bir ikaz kriteri olmuştur. Padişahlar, adaletnâmeler neşredip ülkenin en ücra köşesine göndererek bunu canlı tutmaya çalışmıştır. Devletlerin çöküşü de bu çerçevede izah edilmiştir. Adalet Dairesi, bilhassa ecnebilerin çok alâkasını çekmiş; hakkında kitaplar, makaleler yazılmış, tezler hazırlanmıştır.

 

Sultan III. Mehmed, aşağıdaki meşhur beytin sahibidir:

Yokdurur zulme rızâmız, adle biz mâilleriz

Gözleriz Hakkın rızâsın, emrine kâilleriz

(Zulme razı olmayız, adalete meylederiz,

Hakk'ın rızasını gözetir, emrine uyarız)