Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

FİLİN KADAR KONUŞ!

Modern harblerde tank ne ise, eski ordularda da filler aynı işi görürdü. Hususi yetiştirilen harb filleri zaferi kazanmakta başlıca amil olurdu.
1 Ocak 2011 Cumartesi
1.01.2011

Tarih kitapları, fili ehlîleştirip, üzerine insan bindirerek harb etmeyi, ilk defa Pers hükümdarlarından Feridun Ferruh’un ihdas ettiğini söyler. Gerçekten eski devirlerde Asya’daki harblerde filler birinci derecede rol oynardı. Hususî surette yetiştirilen harb filleri zaferi kazanmakta başlıca âmil olurdu. Bir harb fili, müteharrik kale gibi kullanılırdı. Vücudu demirden ve boynuzdan bir zırh ile muhafaza edilirdi. Hortumuna da eğri bir kılıç bağlanırdı. Bununla üzerine gelen atlar ve develer ikiye biçilirdi.

Babürlü ordusuna ait bir fil
Babürlü ordusuna ait bir fil

BENİM ORDUMU KİMSE YENEMEZ!

İran hükümdarı Hüsrev Perviz’in bin tane beyaz fili vardı. Bunlardan bahsederken “Benim ordumu yenecek hiçbir kuvvet yoktur” derdi. Kartaca hükümdarı Hannibal, filler sayesinde Roma’yı titretmiş; Alp dağlarını bunların üzerinde aşmayı başarmıştı. Hint hükümdarları ihtişamlarını fazla mikdarda file malik olmakla gösterirdi. Hazret-i Peygamber’in dünyaya gelişinden bir sene evvel Yemen hükümdarı Ebrehe filleri ile Mekke’ye saldırmış; ama hikmet-i ilahî, mağlup olup geri dönmüştü.

AMAN ÜRKMESİN!

Kitabü’l-Hiyel müellifi Medâyini’nin bir rivayeti vardır: Ermeniye muharebeleri esnasında, düşman yanlarında dişi bir savaş filiyle taarruza girişti. Fil öyle kükrüyordu ki, atlar ürküyor ve önünde duramıyordu. İslam ordusu ise hep süvari idi, piyade yoktu. Hazret-i Ömer, muharebe esnasında filin önüne domuz çıkarıp vurmalarını tavsiye etti. Fil, vurulan domuzların çığlıklarını işitince ürküp geri çekildi. Müslümanlar zafer kazandı.

Emir Timur, Hindistan’ı istila ettikten sonra ordusunu kuvvetlendirmek için bu mühim silahtan çok faydalandı. Hatta Anadolu’ya yürüdüğü zaman ordusunda otuz iki tane fil vardı. 1402 yılında cereyan eden Ankara Meydan Muharebesi’nde bunları alayların önüne koymuş; Osmanlı ordusunda dehşet hâsıl etmek istemişti. Beklediği oldu. Rumeli ve Anadolu askeri, o zamana kadar görmedikleri bu muazzam harb vasıtasının önünde çözüldü.

1739’da Nadir Şah, Hindistan’ı istilâ ederken başta galip gelmişti. Sonra Babürlü ordusu filleri ileriye sürdü. Bunun üzerine Nadir Şah geri çekilmek zorunda kaldı. Buna bir çare düşündü. Harb meydanına ot yüklü develer gönderdi. Harb başlar başlamaz otlar ateşe verildi. Filler sırtında yangın çıkan develerden ürkerek kaçtılar. Fillerin küçük gözlü olması sebebiyle ateşten çok ürktükleri anlaşılıyor. Nadir Şah’ın bu tedbiri işe yaradı. Babürlü ordusu mağlup olarak geri çekildi.

II.Cihan Harbi'nde makine çeken bir ordu fili
II.Cihan Harbi'nde makine çeken bir ordu fili

FIKRA BU YA!

Emir Timur, Anadolu’ya getirdiği filleri, Ankara Savaşı’ndan sonra, beslenmek üzere şehir ve kasabalara dağıtmıştı. Akşehir’e de bir tane fil düşmüştü. Filin bakımı o kadar zor ve masrafları o kadar çok idi ki, kasaba halkı bizar oldu. Nasreddin Hoca’dan, gidip Emir Timur ile konuşmasını ve kasabayı bu mükellefiyetten kurtarmasını istediler. Nasreddin Hoca bir heyetle beraber gidip Emir Timur'un huzuruna çıkmayı teklif etti. Kabul ettiler. Korku belası, yola çıktıklarında her biri bir vesile ile sıvıştılar. Timur Han’ın huzuruna gelindiğinde heyette Nasreddin Hoca’dan başka kimse kalmamıştı. Selam ve tazimden sonra Nasreddin Hoca geliş sebebini Emir Timur’a arzetti. “Efendim, zat-ı devletlileri beslenmek üzere Akşehir kasabasına bir fil tevdi etmişti” dedi. Emir Timur : “Evet, ne olmuş bu file?” diye sordu. Nasreddin Hoca: “Efendim, fil yalnızdır. Eğer bir de eşini gönderirseniz, fil yalnızlıktan kurtulur” dedi.

İşin doğrusu, Nasreddin Hoca ile Emir Timur arasında bir asır vardır. Nasreddin Hoca fıkralarında adı sıkça geçen Timur , aslında o zamanlar Anadolu’yu işgal eden Moğol ordusu kumandanı Keyhatu idi. Nasreddin Hoca, müstevfi (defterdar) sıfatıyla zaman zaman kendisiyle görüşüp, itimadını elde etmeyi başarmış; zulümlerine engel olarak halkın şükranını kazanmıştır.

Resmi vazifeyle Afganistan’a giden Fahrettin Altay anlatır: Birgün Şah’ın kayınpederi Vezir Debbar (Saray Bakanı) bizi fille ördek avına davet etti. Kabil’in yakındaki bir göl kenarına otomobillerle gittik. Orada hazır bulunan fillere üçer üçer bindikten sonra resimlerimizi çektiler. Fillerin üzerine güzel birer kule yapmışlar. Filler yere çöktükten sonra kuyruklarına ince birer kayık bağladılar. Fiillere dayanan beş altı basamaklı küçük merdivenlerden çıkıp kuleye girdik. Emir subayımı yanıma aldım. Kulenin yanını tutmamı söylediler ve fili ayağa kaldırdılar. Fil önce ön sonra arka ayaklarını kaldırırken biz bir ileri bir geri yükseliyorduk. Nihayet iki katlı bir evin üstüne çıkmış gibi olduk. Yanımıza av tüfekleri ve fişekler koymuşlar. Filvan adını verdikleri filci ayağını filin hortumuna koyunca fil onu kaldırıp başının üstünden geçirerek boynuna oturtmuştu. Filde yular, gem gibi şeyler yoktu. Otuz santim boyunda bir demir çubukla başına dürtülmek sureti ile idare ediliyordu. Göle girdiğimizde filin kuyruğuna bağlı sandalı çözdüler. İçindeki bir kişi kürek çekerek vurulan ördekleri toplamak için arkamızdan geliyor. Göl yüksek kamışlı, mevsim dolayısı ile kamışlar sararmış halde idi ve içleri ördek dolu, attıklarımız boşa gitmiyor. Suyun derinliği ortalama bir metre kadar. İçeri doğru gittikçe gök yüzünden başka şey görülmüyor. Canımız file teslim. Bu suretle bir saat kadar filin karnına kadar çıkan su içinde dolaşıp bir hayli ördek vurduktan sonra döndük. Çadırda bir güzel ziyafet verdiler ve fillerle ilgili şu hikâyeyi anlattılar: İngilizlerle yaptıkları istiklâl savaşlarında dağ toplarını fillere yükleyerek patikalardan dağa çıkarırlarken en dik ve dar yollardan çok dikkatle ve muvazeneli yürüyorlarmış. Topları indirip yerleştirdikleri zaman filleri arkada oturtmuşlar düşman tayyareleri bombalar atıp geçtikçe filler hortumları ile yakınlarından aldıkları toprakları üzerine atıp örtüyorlarmış. İkincisi, bir bayramda meydan etrafında toplanan halkın önünde filleri dolaştırırlarken çocuklar bazı yiyecekler veriyorlarmış. Bir çocuk filin hortumuna bir iğne dokundurmuş. Fil tekrar o çocuğun önünden geçerken hortumunda sakladığı suyu onun yüzüne püskürmüş.” (On Yıl Savaş ve Sonrası, 475-476)