Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

HÂFIZLIK ESKİ BİR GELENEK

Bizdeki mukabele geleneğinin esası Asr-ı Saadete dayanır. Hazret-i Cebrâil her sene bir defa gelip, o zamana kadar inen âyet-i kerimeleri okur, Hazret-i Peygamber de tekrar ederdi. Buna ‘arza’ denir.
18 Ağustos 2010 Çarşamba
18.08.2010

Bizdeki mukabele geleneğinin esası Asr-ı Saadete dayanır. Hazret-i Cebrâil her sene bir defa gelip, o zamana kadar inen âyet-i kerimeleri okur, Hazret-i Peygamber de tekrar ederdi. Buna ‘arza’ denir.


Eskiler “Kur’an-ı kerîm Hicaz’da indi; Kâhire’de okundu; İstanbul’da yazıldı” derler. Hakikaten İstanbul’da padişahlar dâhil olmak üzere çok kıymetli hattatlar, enfes mushaflar vücûda getirdiği gibi, en iyi hâfızlar da ekseriyetle Kâhire’de yetişmiştir. Türklerin Arap radyolarından tanıdığı Halil Husarî bunlardan en iyisi bilinirdi. Bakla yiye yiye göğüs kafesleri genişlediği için Mısırlıların ince sesli ve geniş nefesli hâfızlar yetiştirmeye yatkın olduğu söylenir.

Osmanlılar zamanından beri ramazan ayında Türkiye’ye Mısırlı hâfızların gelip, terâvihten evvel büyük câmilerde maharetlerini göstermesi âdetti. Bir defasında câmiden yan yana çıktığımız hâfızın “Ne yaptıysak Türklere yaranamadık” dediğine kulak misafiri oldum. Arap ülkelerinde âdettir, yanık sesle Kur’an-ı kerim okuyan hâfızlar arada durdukları zaman cemaat aferin makamında “bârekallah, hayyâkallah” gibi övgü cümleleri haykırır. Hâfız nereden bilsin, o da böyle alkış beklemiş. Bizde Kur’an-ı kerimi ciddiyet ve derin bir sessizlik içinde dinlemek âdettir. Dayanamayıp bunu kendisine söyleyerek özür beyan ettiğimi hatırlarım. Bazı Mısır hâfızları ne kadar mâhir olursa olsun, bizim kulağımıza hitap etmekten biraz uzaktır. Çünkü iki memleket arasında kıraat usulü farklıdır.

Her beldeye bir muallim

Kur’an-ı kerîmi ezbere bilene kâri’ denir. Bizde yanlış olarak hâfız deniyor. Hâfız, çok sayıda hadîs-i şerif ezbere bilene denir. Şimdi bunlar kalmadığı için kâri’lere hâfız denmektedir. Kur’an-ı kerîm nâzil oldukça Hazret-i Peygamber ile beraber sahâbiler de hepsini veya bir kısmını ezberlerdi. Kimi diğerinin ezberlemediğini ezberlemişti. Hiç ezberlemeyen yok gibiydi. Hazret-i Cebrâil her sene bir defa gelip, o zamana kadar inen âyet-i kerimeleri okur, Hazret-i Peygamber de tekrar ederdi. Buna arza denir. Bizdeki mukabele geleneğinin esasıdır. Vefat edeceği sene iki defa geldi. Artık ilahî metin belli oldu. Hazret-i Peygamber bundan o sene vefat edeceğini anladı.

Hazret-i Peygamber her beldeye Kur’an-ı kerîmi öğretmek üzere muallimler gönderirdi. Hazret-i Ömer, ganimetleri Kur’an-ı kerîmden ezberledikleri nisbetinde arttırırdı. Hazret-i Osman Kur’an-ı kerîm mektepleri kurdu. Sahâbe-i kiram gittikleri yerlerde yeni Müslümanlara Kur’an-ı kerîm öğrettiler. Müslüman hükümetleri, bu arada Osmanlılar kıraat ilmine ve hâfız yetiştirilmesine ehemmiyet verdiler. Bu iş için Dârülkurrâ adıyla yüksek mektepler kurdular. Çünkü bir beldede bir hâfız bulunması bütün Müslümanlara vecibedir. Âmâların bu hususta daha kabiliyetli olduğu mâlumdur. Bilhassa Arap ülkelerinde çok sayıda âmâ hâfız câmilerde durmaksızın Kur’an okur ve öğreterek geçinir.

Mısır kıraat geleneği Mısır müftüsü Abduh’un reformist faaliyetleri ile zayıfladı; Nâsır gibi sosyalistlerin iktidara gelişi ile iyice geriledi. Zamanla dini aslına döndürme iddiasındaki Vehhabîlik tesiri ile ruhsuz bir kıraat şekli yayıldı. Mısır’da da, bütün İslâm dünyasında da hâfızlık ve tertil (güzel ses ve ahenk) ile okuma rağbetten düştü. Bizde Of kazâsının bu gidişe mukavemeti takdire değer. Bayezid imamı merhum Abdurrahman Gürses bizim zamanımızın şeyhülkurrâsı idi. Dinlemeye doyamazdık.

Her sahabinin bir üslûbu var

Kur’an-ı kerîm, bütünü itibariyle Hazret-i Peygamber’den yalan söylemesi mümkün olmayan bir topluluk tarafından tevâtüren nakledilmiştir. Ancak bazı âyetlerin tilâvetinde ve bazı harflerin telâffuzunda Hazret-i Peygamber’den sözbirliğiyle gelen ve mânâya fazla tesir etmeyen bazı farklı rivâyetler vardır. Bunlar yedi tanedir ve kıraat-i seb’a diye bilinir. Bunlar Nâfi’, İbn Kesîr, Ebu’l-Amr, İbn Âmir, Âsım, Hamza ve Kisâî hazretlerinin kıraatleridir. “Kur’an-ı kerîm yedi harf üzerine indirilmiştir” hadîs-i şerifindeki geleneğe uyarak yedi kıraat denmiştir. Yoksa yedi harfin buradaki kıraatle alâkası yoktur; bazı âyetlerin ilk zamanlar Arapça’nın yedi lehçesine göre okunabildiğini ifâde eder.

Bunlardan başka üç kıraat daha vardır ki, bazı âlimler bunların da tevâtüren geldiğine kâildir. Bunlar Ebû Câfer, Yakub ve Ebû Muhammed kıraatleridir. Böylece hepsine birden kıraat-ı aşere denir. Bunlardan başka üç kıraat daha vardır ki, Basrî, İbn Muhaysin ve A’meş kıraatleridir. Bunlar şâz kıraat olup, kuvvetli yollarla rivayet edilmediği için namazda okunması câiz değildir. Kıraat imamlarından her biri Tâbiîn veya Tebe-i tâbiîndendi. Kıraati, Sahâbeden veya Tâbiînden öğrenip icâzet almışlardır.

Dünya Müslümanlarının dörtte üçü, Türkiye de dâhil olmak üzere, Kur’an-ı kerîm’i İmâm Âsım kırâatinin Hafs rivâyetine göre okumakta, mushafları da böyle yazmaktadır. Iraklı İmam Âsım kıraati sahâbeden öğrenmiştir. Âmâ idi. 745’te vefat etti. İmam Hafs, talebesinin önde gelenlerindendir. Kuzeybatı Afrika’da (Fas, Tunus, Cezâyir) ve Mısır‘ın bir kısmında İmâm Nâfi' kırâatinin Verş rivâyeti yaygındır. Afrika’nın bir kısmında (meselâ Sudan‘da) ise İmâm Ebû Amr kırâati ile Kur’ân-ı kerîm okunmaktadır.

Meselâ Bakara Sûresi 265. âyetinde geçen ve içinde ırmakların akmadığı yüksekçe yer mânâsına gelen rabve kelimesini, İbn Kesir, Hamza, Kisaî, Nâfi’ ve Ebû Amr rubve; Âsım, İbn Âmir ve Hasen rabve; İbn Abbas ve Ebû İshak es-Sebiî ribve; Ebû Ca’fer ve Ebû Abdurrahman rebâve; Eşheb el-Akilî de ribâve şeklinde okumuştur.