7 BELDEYE 7 MUSHAF
Hazret-i Ebû Bekr zamanında Kur’an-ı kerîm âyetleri Hazreti Peygamber’in işâretine göre dizilip kitap hâline getirilmiş; bu mushaf on binlerce sahâbînin önünde okunup ittifak sağlandıktan sonra Hazret-i Ömer’e tevdi edilmişti. Vefatından sonra kızı ve Hazret-i Peygamber’in hanımlarından Hazret-i Hafsa’ya intikal etmiştir.
Kureyş lehçesini esas alın!
Hazret-i Osman zamanındaki Ermeniyye muharebelerinde Şamlılarla Iraklılar arasında kıraat bakımından bir farklılık müşahede edildi. Sefer dönüşü Huzeyfe hazretleri, halîfeye müracaat ederek bu farklılıkların önüne geçmesini istedi. Hicretin 25. senesinde Halîfe Hazret-i Osman, vahy kâtiplerinden Zeyd bin Sâbit riyâsetinde ve Abdullah bin Zübeyr, Said bin Âs ve Abdullah bin Hâris bin Hişâm’ın da iştirak ettiği bir heyet topladı. Bunların Zeyd hâriç tamamı Kureyşli sahâbedendi. Hazret-i Osman heyettekilere, lehçe hususunda Zeyd ile ihtilâfa düşülecek olursa, Kureyş lehçesinin tercih edilmesini söyledi.
Kur’an-ı kerîm Arapça’nın yedi lehçesine (Kureyş, Huzeyl, Hevâzin, Yemen, Temîm, Tay ve Sakif) uygun okunabilecek bir şekilde indirilmişti. “Kur’an-ı kerîm yedi harf üzere indirilmiştir” hadîs-i şerifinin mânâsı budur. Önceleri hareke ve nokta olmadığından ilk Müslümanlar kendi lisanlarının yazısını kolayca, ama biraz farklı okuyabilirdi. Meselâ Temîmîler sin yerine te söyler, nâs kelimesini nât okurdu. Bu bir çeşitlilik ve kolaylık olup, mânâyı değiştirmezdi. Zamanla lehçe farklılıkları kaybolduğu için Kureyş lehçesi hepsinin yerini almıştır.
Heyet Hazret-i Hafsa’daki mushafı getirtti. Bu mushafta sûreler birbirinden ayrılmış değildi. Sûreler, Hazret-i Ali’deki mushafta iniş sırasına göre, İbni Mes’ud’unkinde ise uzunluklarına göre dizilmişti. Şimdi âyetler Kureyş lehçesiyle yazıldı. Meselâ tâbut kelimesi kapalı te ile değil, Kureyşlilerin yaptığı gibi açık te ile yazıldı. Sûreler, birbirinden ayrılıp, uzunluk sırası ve birbirleriyle münasebetine bakılarak sıraya dizildi. Sûrelerin tertibi, âyetlerin tertibinden farklı olarak, Hazret-i Cebrâil’in bildirmesi ve Hazret-i Peygamber’in işâretine değil, Sahâbe-i kirâmın icma’ına (ittifakına) dayanır.
İleride ihtilâf çıkmasını önlemek için bu eski nüsha ve diğerleri imhâ edilerek, yeni nüshadan ayrıca parşömen üzerine birer mushaf daha yazdırılıp, birer kâri ile beraber Bahreyn, Şam, Basra, Kûfe, Yemen ve Mekke’ye gönderildi. Mısır ve Cezîre’ye de gönderildiği rivayet olunur. [Bunu bahane ederek bazı Şiîler Hazret-i Osman’ı Kur’an-ı kerîmi değiştirmekle itham eder.] Bu mushaflara Mesâhif-i Osmâniyye denir. Halîfenin yanında kalana ise imam mushaf dendi. Bugün dünyâdaki mushafların tamamı bunlardan çoğaltıldığı için aralarında fark yoktur.
Özbekistan’ın başkenti Taşkent’teki Barak Han Medresesi Kütüphanesi’nde ve Topkapı Sarayı’ndaki Mukaddes Emanetler bölümünde muhafaza edilen mushafların, Hazret-i Osman efendimizin şehid edildiği sırada okuduğu mushaflar olduğu iddia ediliyor.
Hazret-i Osman, ayrıca Kur’an-ı kerîm mektepleri açıp maaşlı muallimler vazifelendirilerek, Kur’an-ı kerîmin öğrenilmesini temin etmiştir. Bu mekteplerde kâri’ler (Kur’an-ı kerîm hâfızları) yetiştirilir; ayrıca Kur’an-ı kerîmin doğru okunması için gereken âlet ilimleri öğretilirdi. Hazret-i Osman’a mecâzen câmiü’l-Kur’an (Kur’an-ı kerîmi toplayan) denilmiştir. Aslında bu pâye Kur’an-ı kerîmi ilk defa kitap hâlinde toplayan Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Ömer ve Zeyd bin Sâbit için kullanılsa yeridir. Fakat Hazret-i Osman’ın hizmeti de inkâr edilemez büyüklüktedir.
Orijinal mushaflar bugün nerede?
Medine’deki nüshanın üzerinde sahâbenin icma’ının bulunduğunu ve arkasında da heyet âzâlarının isimlerini bildiren birer yazı vardı. Topkapı Sarayı’ndaki mushafın bu olduğu zannediliyor. Mekke’deki nüsha Kâbe-i Muazzama’da saklanmaktadır.
Şam’a gönderilen nüsha, Sultan II. Abdülhamid zamanına kadar Ümeyye Câmii’nde saklanmakta iken, çıkan bir yangında kurtarılamamıştır. Londra’daki mushafın bu olduğu da söyleniyor.
Kûfe’deki mushaf bir ara Hums kalesinde muhafaza olunuyordu. Emir Timur’un Irak’tan Taşkent’te getirdiği mushafın bu olduğu zannediliyor. 1923’te Bolşevikler tarafından Moskova’ya götürülen bu mushaf sonra iade edilmiştir. Bunun Medine mushafı olduğu da söyleniyor.
Basra’daki nüsha Kurtuba’ya, buradan da Muvahhidî Sultanı Abdülmü’min tarafından İşbiliyye’ye (Sevilla) naklolunmuştur. Bunun ölümünden (1163) sonra çıkan karışıklıklarda Portekiz’e götürülmüş; bir tâcir tarafından alınarak Fas’a getirilmiş; burada uzun müddet devlet hazinesinde muhafaza edilmiştir. Faslı seyyah İbni Battûta, Hazret-i Osman’ın şehid edilirken okuduğu mushafın bu olduğunu ve üzerinde kan lekelerini gördüğünü söylemekte ise de yılların sarartması olsa gerektir. Zira her eski mushaf için aynı iddia ileri sürülmektedir. Ancak bugün fennî muayenelerle bunu anlamak mümkündür. İstanbul Türk-İslâm Eserleri Müzesi’ndeki mushafın Basra mushafı olduğu söyleniyor.
Mısır’daki nüsha Amr bin Âs Câmii'nde iken, Mısır’ın fethinden sonra Yavuz Sultan Selim’e takdim olunarak Topkapı Sarayı’na getirildi.
İstanbul’da bugün ikisi Hazret-i Osman ve üçü Hazret-i Ali’den kalma beş mushaf bulunmaktadır. Bunlardan biri Hazret-i Osman’ın, ikisi Hazret-i Ali’nin el yazısı iledir. Sahâbe devrine ait başka mushaflar, İstanbul, Kâhire, Mekke, Paris, Londra, Petersburg gibi dünyanın çeşitli beldelerinde mevcuttur.
Önceki Yazılar
-
MEYVE VEREN AĞAÇ TAŞLANIR!9.12.2024
-
İNGİLTERE’Yİ İDARE EDEN GÜÇ ve ANKARA2.12.2024
-
TİCARET YAPACAKTINIZ DA KİM MÂNİ OLDU?25.11.2024
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024