Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

MASONLAR DÜNYAYI YER ALTINDAN MI YÖNETİYOR?

Masonlar, dünyayı yer altından idare eden güçlerin lobisi mi? Kafayı çekmek için bir araya gelmiş şık ve zararsız erkekler mi?
17 Şubat 2010 Çarşamba
17.02.2010


Masonluk, son asırların üzerinde en çok tartışılan müesseselerinden birisidir şüphesiz. Dünya barışı, din ve ırka bakılmaksızın insanların kardeşliği, sosyal dayanışma gibi ulvî maksatlara hizmet iddiasındadır. Ancak halk arasındaki yaygın kanaat, masonluğun dünyayı yer altından idare etmek üzere kurulmuş gizli teşkilât olduğudur. Siyonizm’e hizmet ettiğine inananlar da çoktur.
Son iki asırdaki hâdiselerin hepsinin ardında masonluk aranmış; her ülkede iktidardaki kilit isimlerin mason olduğu hayretle görülmüştür. Kulübe giriş çok enteresan ritüellerle gerçekleşir. Mensuplar gözleri bağlı bir şekilde merkeze götürülüp, sadakati sınandıktan sonra mukaddes kitaba yemin ettirilir. Tantanalı kıyafet ve semboller kullanılır. Bu halleri de masonlara karşı umumî bir ürküntü hâsıl etmiştir. Bilinmez, belki cemiyetin arzusu da budur.
ATEŞTEN DOĞAN KULÜP 
Cemiyetin menşeini Haçlı Seferleri sırasında 1118’de Kudüs’teki Süleyman Mâbedi’ni Müslümanlara karşı korumak için kurulan Templier (Tapınak) Şövalyeleri’ne kadar götürenler vardır. Bunlar Hasan Sabbah ile Müslümanlara karşı iş birliği yapmış; dünyada ilk bankacılık faaliyetini yürütmüştür. Filistin’e gidenler, soyulma tehlikesine karşı paralarını tarikata teslim eder; bunlar yolcuya mühürlü bir kâğıt verir; parasını tarikatın Filistin’deki temsilcisinden alırdı. Bunların çoğu yolda öldüğü için tarikat çok zenginleşmiş; krallara bile borç verir olmuştu.
Böylece giderek güçlenip devlet içinde devlet hâline geldi. Artık kendilerini dine uymak zorunda pek hissetmemeye başlayınca, Papa bunları aforoz etti. Tarikata borcunu ödeyemeyen Fransa Kralı IV. Philippe 1314’te şövalyeleri muhakeme ettirip yaktırdı.
Rivâyete göre duvarcı kılığında İskoçya’ya kaçan bir grup sayesinde gizliden gizliye devam eden tarikat; tarih sahnesine masonluk olarak çıktı. Fransız ihtilâliyle Fransa krallarından; İtalyan ihtilâliyle de Papalık’tan intikamını aldı. Da Vinci Şifresi gibi kitaplar hep bu irtibatı mevzu edinir.
KÖKÜ ROMA'DA
Masonluk, kökü Roma‘ya kadar giden bir meslek dayanışmasıdır. Şark dünyasındaki benzeri âhiliktir. Orta Çağ’da zanaatkârlar hükümdarın emrinde faaliyet gösterirdi. XIII. asırdan itibaren bir grup zanaatkâr, kilisenin desteği ile hükümdarlarının kontrolünden çıkıp serbestçe faaliyet gösterme ve hür biçimde dolaşma imtiyazı elde etti. Bunların başında duvarcılar geliyordu. Farmason hür duvarcı demektir.
Zamanla zanaatkârların yanı sıra burjuvalar da masonluğa kabul edilince hür ve kabul edilmiş masonluk ortaya çıktı. Masonluk, mensuplarını bilhassa siyasî otoriteye karşı koruyup kollar; onlara elit bir hayat sağlardı. Siyasîler, kendilerine karşı hareketlerin odağı olabileceğinden korktukları için masonluğa karşı çıkardı. Ama zamanla masonlar ileri gelen devlet adamlarını aralarına alarak rahatladılar.
DÜNYAYI GÖREN GÖZ
Sembollerle dolu esrarlı ritüelleri çok kimseyi ürkütürken, masonları gülünç bulup, “kafayı çekmek için bir araya toplanmış zengin ve yakışıklı çocuklar” olarak alaya alanlar da az değildi. Rousseau, Voltaire, Diderot, Montesquieu gibi mason filozoflar, hürriyet savunucuları idi. Hükümdarların salâhiyetlerinin kısılması, faaliyetlerinin serbestçe yapılmasına imkân hazırlayacaktı. Lafayette, Danton, Mirabeau gibi Fransız İhtilâli’nin önde gelenlerinin ekserisi; Birleşik Amerika’yı kuranların üçte biri; Rusya’da komünist ihtilâlini yapanların çoğu masondu. Masonlar, bunu iftiharla açıklar. İtalyan ve Yunan ihtilâlcileri de masondu.
Washington’daki yapılarda hayli mason sembolleri vardır. Dolarlarda “dünyayı gören göz” sembolü bile, masonların “Evrenin Yüce Mimarı” adını verdikleri Tanrı’yı ifade eder. Masonlar popülaritelerini arttırmak için dünyada başarılı hemen herkesi mason olarak göstererek propaganda yapardı. Artık böylelerine fahrî mason rütbeleri verilmektedir.
İSKOÇ MU? FRANSIZ MI?
Masonlar, İskoç ve Fransız masonluğu olmak üzere bazen birbirine rakip iki grupta faaliyet gösterir. Birincisi geleneklere bağlı, ikincisi modernisttir. Ateistler mason olamaz. Bütün dinlere eşit mesafede bakılır; ama fiiliyatta Yahudiler ve kadınlar kulübe alınmaz. Yahudilere kapılar son asırda açılmıştır. Kadınlar için merkeze bağlı ayrı teşkilatlar (soroptimistler gibi) kurulur; ayrıca Rotary ve Lions gibi kulüpler vasıtasıyla da faaliyetler daha nötr biçimde yürütülür.
Masonluğun dünyadaki en büyük muhalifi Katolik Kilisesidir. Papa XII. Clementus, 1738’de masonları aforoz etmişti. Bununla beraber bugün yüksek rütbeli din adamlarından bile mason olanlar vardır. Hatta 1978’de kısa bir müddet papalık yapan I. Ioannes Paulus’un, mason karşıtlığı sebebiyle düzenlenen bir komploya kurban gittiği söylenir. 
Reşid Paşa'yı mason kıyafetleri içinde gösteren resim
OSMANLI ÜLKESİNDE MASONLUK
1721 yılında Paris’e Osmanlı sefiri olarak giden Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin oğlu ve kethüdâsı Said Çelebi, mason olan ilk Türk kabul edilir. Diplomatların, bilgi alabilecekleri elit çevrelere girebilmek için mason olması o zaman tabiî karşılanmıştır. İlk loca 1723’de Galata’da; sonra 1747’de Haleb, 1760’da İzmir’de açıldı. Sultan II. Mahmud, Yeniçeri ve Bektaşîlerle irtibatlı görüp masonluğu yasaklayınca, kulüp yer altına indi veya Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye gibi cemiyetler şeklinde teşkilâtlandırıldı.
Zamanla bütün dünyada olduğu gibi masonlar idarede söz geçirmeye başladı. Paris sefiri iken masonluğa giren Reşid Paşa, İngiltere’nin baskısıyla sadrazamlığa getirildi. Sadullah Paşa, Fuad Paşa, Mithat Paşa, Vefik Paşa masondu. Sultan Aziz zamanında meşrutiyet idealini ateşleyen Ziya Paşa, Şinasi, Ahmed Midhat Efendi, Namık Kemal, Besim Ömer Paşa gibi Genç Osmanlılar masonluğa girdi.
Kapitülasyonlar sebebiyle polisin bile giremediği ecnebi evlerinde toplanıldığı için, mason locaları serbestçe faaliyete imkân veriyordu. Bazıları için de din kaideleri ve geleneklerle biçimlenmiş cemiyet baskısından kurtulup rahatça içki içme, kumar oynama ve kadınlarla serbest münasebet kurmayı kolaylaştırıyordu.
Geçen asırda Avrupa hükümdar ve prenslerinin çoğu bu tesirli cemiyete mensuptu. O devirde masonluk, âzâlarını sosyal bakımdan destekleyen bir kulüp hüviyetinden öte bir imaja sahip değildi. Bugün bile masonluğa girenlerin çoğunun maksadı sosyal ve malî imkânlarını arttırmaktır. Hakikî misyonu bunları pek alâkadar etmemektedir. Bu bakımdan masonluğun dünya siyasetindeki rolü bugün hayli azalmış; skandallarla prestijini oldukça kaybetmiştir. Şurası bir gerçektir ki masonlar ne dünyayı yer altından idare eden güçlerin lobisi, ne de kafayı çekmek için bir araya gelmiş şık ve zararsız erkeklerdir. İkisinin arasındadır.
Sultan II. Abdülhamid, dünya siyasetindeki rolünü görüp masonluğa açıkça tavır almadı. Siyasetle uğraşmamak şartıyla serbest bıraktı. Hatta maddî yardım yaptı. Ama hep sıkı kontrol altında tuttu. Bununla beraber çoğu mason olan İttihad ve Terakki Cemiyeti mensupları Makedonya Risorta locasında toplanıp, mason ritüellerine uyardı. Mustafa Kemal Paşa 1907'de Risorta locasına girmişti.
Bunların çoğu cumhuriyet devrinde de siyaset sahnesinde rol aldı. Derken Kemalistlerden Turancılık idealine bağlı olanlarla (Mahmut Esat, Recep Peker gibi), milliyetçiliği reddedip mason kardeşliğini benimseyenler (Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü, Hasan Saka gibi) arasında şiddetli bir ihtilaf çıktı. Halkçılık prensibi, vatandaşların ancak Halk Partisi çatısı altında teşkilâtlanabileceğini öngördüğünden, 1935’te Türk Ocağı dâhil, bütün sivil cemiyetlerle beraber mason cemiyeti de kapandı. Masonlar bu devreye “uyku devresi” derler. İnönü, 1948’de mason faaliyetlerine dernekler kanunu çerçevesinde çalışmak üzere izin verdi.