İSTİKRARIN SEMBOLÜ MONARŞİ
Monarşi, insanlık tarihinin en eski idare tarzıdır. Asırlarca hemen her ülkede belli bir aileden gelen çeşitli isimlerde hükümdarlar hüküm sürmüştür. XX. asrın başlarında Avrupa’da Fransa ve İsviçre dışında monarşiyle idare edilmeyen ülke yoktu. Cumhuriyet meçhul olmamakla beraber, çok kimseler için ürkütücü bir rejimdi.
Vaktiyle eski Yunan ve Roma’da tatbik edilmiş; ama sonu fiyaskoyla biterek yerini krallığa bırakmıştı. Venedik gibi İtalyan cumhuriyeti olarak bilinen ülkeler, aslında seçkinler oligarşisi ile idare olunuyordu. Meselâ asillerin, kendi arasından seçtiği bir doç, Venedik’i idare ederdi. Sağlam bir hanedana sahip bulunmadığı için Polonya ve Macaristan istiklâlini bile kaybetmişti.
İngiltere, Avrupa monarşilerinden ilk akla gelenidir. Şimdiki kraliçe II. Elizabeth'in babası Kral George VI ve (ana) kraliçe Elizabeth 1937'deki taç giyme merasiminde.
Kim kendi eliyle kafasını keser?
Eski devirde monarşinin, Allah ile kullarının arasındaki münasebeti yeryüzünde sembolize ettiği düşünülürdü. Hükümdarın, Allah’ın iradesi ve ondan aldığı güç ile tebasını idare ettiğine inanılırdı. Nitekim Hazret-i Peygamber’in “Sultan yeryüzünde Allah’ın gölgesidir; mazlumlar ona sığınır” sözü bunu ifade eder. Hükümdar, Allah’ın kanunların tatbikine, ilahi iradenin yeryüzünde tecelli etmesine vesile olur.
Daha XI. asırda Fransa’da yaşamış rahip/keşiş Abbon de Fleury der ki: “Kim kendi elleriyle kafasını kesecek kadar delidir?! Kendi selametini unutan bu halklar, bizzat kendi kuvvetlerini krallarına çevirerek yok olacaktır.”
XVI. asırda İngiltere’de kralın idamı üzerine kurulan Cromwell’in diktatör cumhuriyetinde vazife yapan John Milton, 1667’de Paradise Lost adında şeytana övgü temalı bir kitap yazdı. Orada der ki: “Kurulan her cumhuriyet Tanrı’ya karşı kazanılmış bir zaferdir. Yıkılan her kral ve kurulan her cumhuriyet, Şeytan’ın Allah’tan ve Âdemoğlundan aldığı bir intikamdır.”
Baba, evinin kralı; kral, tebaasının babasıdır. Her iki otorite de çocuklarının iyiliğini ister. Doğrusu, “Allah’ı tahtından indirmek” isteyenler, kralları tahtında bırakamazdı. Krallar varken halklara tesir etmek, cemiyeti istediği gibi evirip çevirmek kolay değildir. Bu yüzden kralları indirip, idareyi kalabalıklara, hiç değilse elitlere (bilgelere değil) vererek, halkları sahipsiz bırakmak icap ediyordu.CHP milletvekili Refik Ahmed Sevengil, 1929’da, “Padişahla beraber Allah’ı da tahtından indirdik” diye yazmıştır.
Monarşiyi sarsan deprem
Avrupa’nın o zaman en ehemmiyetsiz ve fakir ülkelerinden olan İsviçre bir tarafa bırakılırsa, cumhuriyet tecrübesini ilk yaşayan İngilizler oldu. Ayaklanıp kralı idam eden Cromwell’in birkaç senelik diktatörlüğünden sonra hemen vazgeçti. Uyuyan cumhuriyet ondan bir buçuk asır sonra Fransa’da 1789 ihtilâlinin çocuğu olarak ortaya çıktı. Bu sebeple hep ayaktakımının idaresi olarak görüldü.
15 sene geçmeden, Napoleon Bonaparte’ın imparatorluk tacını başına geçirmesiyle cumhuriyet rüyası son buldu. 1848 yılındaki uyanışı da üç sene sürdü. 1870 yılındaki Alman işgalinden bu yana Fransa cumhuriyettir. Ama kralcılar da politik hayatta yer alırlar. Hem kralcı parti, hem de Bonapartçı parti serbesttir.
I. Cihan Harbi, dünyayı öyle bir sarstı ki, bir çırpıda Avrupa’nın çoğu ülkesinde hükümdarlar tacını kaybetti. Yerlerini cumhuriyete terk etmek zorunda kaldı. Kaç asırlık Almanya, Avusturya ve Osmanlı monarşileri şaşırtıcı bir şekilde yıkıldı. Bunlar gibi harbin mağlupları arasında olmayan Rus çarlığı bile Bolşeviklerce tarihe gömüldü. Monarşistlerin mukavemeti üzerine Çar ve ailesi katledildi. Arta kalan Arnavutluk, Yugoslavya, Romanya ve Bulgaristan tahtlarını da II. Cihan Harbi boşalttı. Buralarda Rus peyki rejimler kuruldu.
Mağlup İtalya tahtı, ülkede birliğin kurulduğu 1860 tarihinden bu yana kendisine tarihî bir kin tutan papalığın da yardımıyla devrildi. Yeni kurulan İrlanda, Çekoslovakya, Macaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Finlandiya gibi devletçikler, hem millî hanedanları bulunmadığı için, hem de zamanın modası icabı mecburen cumhuriyeti kabullendiler.
Krallık Avrupa’da ilk olarak 1908’de Portekiz'de; en son da 1974’te Yunanistan'da tarihe karıştı. 1936’da İspanya diktatörü olan Franco, ülkesinde krallığı ismen muhafaza etti. Ölümünden sonra da monarşinin ihyasını vasiyet etti. 1975’te İspanya tekrar fiilen krallıkla idare olunmaya başlandı. Kral, fakir ve ehemmiyetsiz ülkesinde ekonomik ve demokratik cihetten akıl almaz bir ilerleme temin ederek onu Avrupa Birliği’ne soktu. Cumhuriyetle idare olunan Avrupa ülkelerinin hepsinde mühim miktarda monarşi taraftarı vardır ve siyasî hayatta faaliyet gösterirler.
KÜÇÜK İMPARATOR
Asya'nın ihtişamlı tahtları
Bugün Avrupa’da İngiltere, İsveç, Norveç, Danimarka, İspanya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Liechtenstein ve Monako monarşiyle idare olunur. Hepsinde de demokrasi tıkır tıkır işlemektedir. Bu ülkelerde hükümdar, hem millî birliği temin etmekte; hem de ananelerin canlı sembolü olarak kültür ve turizme mühim katkıda bulunmaktadır. Sanat, edebiyat, ilim, müzecilikte sarayın ehemmiyetli desteği bahis mevzuudur. İngiltere’de kraliyetin ülke ekonomisine katkısı yılda 1,8 milyar pound civarındadır.
Asya’da dünyanın en eski ve namlı monarşilerinden Çin, 1917 tarihinde cumhuriyet oldu. Son imparator Pu Yi, bahçıvan yapıldı. Az zaman sonra da ülkede kanlı bir komünist rejim kuruldu. Küçük imparatorun dramatik hayatı filmlere mevzu olmuştur. Türkistan’da Buhara, Hiyve gibi hanlıklara Bolşevik Ruslar son verdi. Maldiv Adalarında sultanlık 1968’de yıkıldı. Hind yarımadasındaki irili ufaklı monarşiler, 1948’de Hindistan Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sona erdi.
Ancak kimin aklına gelirdi ki, dünyanın en eski monarşilerinden İran‘ın tavuslu tahtı devrilecektir? Zamanın en popüler hükümdarı Rıza Pehlevî, 1979’da ülkesini terk etmek mecburiyetinde kaldı. Afganistan'da Zâhir Şah da, 1973’te bir sol darbeyle tahtını kaybetti. Amerikan işgalinden sonra hem Afganistan, hem de Irak’ta monarşinin tekrar kurulacağı umuldu. Ama dünyayı iyi tanımayan ve monarşi ananesine uzak olan Amerika, buna yanaşmadı. Halbuki bu gibi ülkelerde, monarşinin birleştirici ve istikrar temin edici bir rol oynayacağı düşünülüyordu.
Bugün Asya’da Japonya, Tayland, Malezya, Brunei ve Bhutan monarşiyle yönetilir. Hemen hepsi de Asya’nın en zengin ve istikrarlı ülkeleridir. İç harbden kurtulan ve komünist gerillalardan temizlenen Kamboçya'da monarşi birkaç sene evvel ihya edildi. Monarşinin son yıllarda yükselen trendinin aksine, Nepal'de krallık 2008'de Maocular tarafından yıkıldı.
Orta Doğu’da Ürdün, Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn, Umman ve Körfez Emirlikleri monarşiyi muhafaza etmektedir. 1958 Irak'ta ve 1962 Yemen'de monarşinin yıkılış tarihidir. Irak meliki Şerif II. Faysal, solcu Baas partisinin kanlı darbesiyle devrildi ve ailesiyle beraber öldürüldü. Son Yemen meliki Muhammed dağa çıkıp cumhuriyetçilerle mücadeleye devam ettiyse de muvaffak olamadı.
İran Şahı Muhammed Rızâ Pehlevî ve Şahbânu Farah Diba.
Sömürgeciler, Afrika monarşilerine karşı
Afrika’da monarşi, Mısır'da 1952, Tunus'ta 1956, Libya'da 1969, Habeşistan'da 1975 tarihinde yıkıldı. Mısır kralı Faruk ülkesinde monarşiyi dejenere etmekle haksız yere suçlandı. Libya meliki İdris Sünûsî sevilen bir hükümdar olduğu halde, kaplıca tedavisi için Bursa’da bulunduğu sırada o zamanlar yüzbaşı olan marksist Kaddafî tarafından sürpriz biçimde devrildi.
Hazret-i Süleyman ile Belkıs’ın soyundan geldiğine inanılan Habeş imparatoru ihtişamlı Hâile Selâsiye sol bir darbeyle tahtını kaybetti. Orta Doğu ve Afrika’da cumhuriyet ilan edilen Irak, Yemen, Tunus, Libya ve Habeşistan, komşuları gibi birer Sovyet peykine dönüştü. Kongo, Madagaskar, Uganda gibi Afrika ülkelerinde monarşiyi sömürgeciler yıktı.
Umman sultanı ile aynı hanedandan olan Zengibar sultanı 1964’te tahtını kaybetti. Fas, bugün monarşi ile idare olunan az sayıda Afrika ülkesindendir. Burada Ürdün gibi Hazret-i Peygamber soyundan bir hanedan hüküm sürer. Swaziland, Lesotho, Botswana gibi ehemmiyetsiz bazı Afrika ülkelerinde de monarşi hüküm sürer.
Amerika’da yalnızca Brezilya geçen asırda bir ara monarşi ile idare olundu. Buna Meksika da ilave edilebilir. Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda ile bazı küçük adalar, İngiltere hükümdarını devlet reisi olarak tanır. Okyanusya’da Tonga adası krallıktır. Yemeğe düşkünlüğüyle meşhur tombul ve sevimli kralları geçen senelerde öldü. Hawai, Tahiti, Samoa adalarındaki hanedanlar, sömürgecilerce devrilmiştir.
210 kiloluk Tonga kralı mahalli kıyafetlerle
Romantik hatıralar
Düşük krallar ve aileleri, sürgünde veya kendi ülkelerinde hayatlarını sürdürüyorlar. Haylisi saltanat davasından çoktan vazgeçmiş görünüyor. İçlerinde bir gün tekrar tahta çıkacaklarını hayal edenler de az değil.
Son Bulgar kralı Simeon, geçen yıllarda ülkesine dönerek başbakan bile seçildi. Bulgarlar, eski çarlarına el konulmuş mülklerini iade ettiler.
Arnavutluk’ta monarşi geri gelmedi ama, ilk ve son kral Ahmed Zogu’nun torunu, genç prens İskender Leka ülkesine döndü. Hükümet, 10 sene kadar hükümdarlık yapan dedesinin kışlık ve yazlık sarayını kendisine iade ederek maaş bağladı. XXI. yüzyıla gelindiğinde görünen o ki, monarşiler çok kimsede parlak sahneleri ve romantik hatıraları zihne getirmektedir.
Niye monarşi?
Monarşiyi modası geçmiş ve fonksiyonsuz bir rejim olarak gören bazıları için hükümdarlar masallarda kalması gereken figürlerdir. Bununla beraber XXI. asırda bile monarşilerin değerli bir rol oynadığını söylemek mümkündür.
Hükümdar, seçilmiş bir devlet reisinin yapamayacağı bir şekilde siyasetin üzerine çıkabilir. Memleketi, seçilmiş liderin yapamayacağı bir şekilde temsil edebilir. Politika, para, medya ve sair güçlerin tesirinde kalmadan bunu yapabilir.
Tayland ve Belçika gibi nispeten suni memleketlerde, memleketi iç harbden uzak tutan umumiyetle bir hükümdarın varlığıdır. Hükümdar, birbirine düşman çeşitli etnik ve sosyal grupları, müşterek sadakat şemsiyesi altında bir araya getirebilir. Afganistan’da hemen her grup Zahir Şah’a hürmet duyardı. Sovyetler kovulduktan sonra kendisine tahtının geri verilmemesi, memleketi içinden çıkılmaz bir istikrarsızlığa düşürmüştür.
Monarşiler, rejimi sabitleyerek, memleketlerinde aşırı hükümet şekillerinin ortaya çıkmasına mani olur. Tüm siyasi liderler, -en azından titr itibariyle- hükümdarın başbakanları veya bakanları ve muhalefeti olarak hizmet eder. Gerçek kudret bunlarda olsa bile, bir hükümdarın varlığı bir ülkenin siyasetini kökten veya tamamen değiştirmeyi zorlaştırır. Ürdün ve Fas’ta hükümdarların varlığı, ülkelerindeki siyasi liderlerin veya hiziplerin en kötü ve daha aşırı temayüllerini engeller.
Monarşi, rejimlerin tabiatında aşırı dalgalanmalar yerine yavaş, kademeli değişmeyi teşvik ederek ülkeleri istikrara kavuşturur. Arap devletlerinin monarşileri, çoğu Arap Baharı boyunca bu tür sismik değişmelerden geçen ve monarşik olmayan Arap devletlerinden çok daha istikrarlı cemiyetler kurmuştur.
Monarşiler, zor ve gerekli kararları, başka hiç kimsenin veremeyeceği kararları son çare olarak verecek ağırlık ve prestije sahiptir. Mesela İspanya’da Juan Carlos, ülkesinin demokratik monarşiye geçişini bizzat temin etti ve bir askeri darbe teşebbüsünü engelledi. İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda, Japon İmparatoru Hirohito, ordusunun savaşma isteğine karşı çıktı ve Japonya’nın teslim olmasını müdafaa ederek sayısız insanın hayatını ve belki de memleketi mutlak bir felaketten kurtardı.
Monarşiler, sürekli değişen zamanlarda ananenin ve devamlılığın hazinesidir. Bir ülkeye neyi temsil ettiğini ve nereden geldiğini, hızla değişen siyaset cereyanlarında sıklıkla unutulabilecek gerçekleri ve gayeleri hatırlatırlar.
Monarşi, paranın satın alamayacağı tek idare şeklidir. Rüşvet verilemez. Rey istemez. Allah’a hesap verir. İnsanlara hizmet eder. Halkı mazisine bağlar; istikbalini korur.
Fransız tahtının sürgündeki vârisi Paris Kontu Henri, annesinin kucağında.
Paraya cumhuriyet gelmez
Fransa nüfusunun %10’u kararlı monarşist, %15’i monarşi sempatizanı, %50’si cum¬huriyetçi ve %25’i ise ortada kabul edilir. Kralcıların L’Aurore adlı bir gazeteleri vardır. Le Figaro da kralcılara hitap eder. Fransa’da 1899’da kurulan Action Française, gazete ve konferans gibi vasıtalarla bugün bile monarşinin ihyasına çalışır.
François Partuier adında bir Fransız yazarı, 1963 yılında Le Figaro’da çıkan bir yazısında, banknotların üzerine ve turistik tesislere verilmiş adlara bakarak, Fransızların zevkleri ve siyasî temayülleri hakkında bir teşhis ortaya koymaya çalışmıştır. Yazar hülasaten diyor ki:
"Fransa’nın çeşitli köşelerindeki tanınmış lokantaların tabelalarına ve buralarda satılan şarapların etiketlerine bakınız. Çoğunda kralların, eski rejim idarecilerinin veya şatoların adlarını göreceksiniz. Cumhuriyet uğruna mücadele etmiş kahramanlardan bir tekinin hatırasını canlandıran bir ticaret unvanı ile belki karşılaşmayacaksınız. Hürriyetçilerin ve devrimcilerin adları, yalnız okul ve sokak levhalarında yer almaktadır.
Dünyaca meşhur Bordeaux şaraplarında bile, bölgenin coğrafî ve tarihî hususiyetleriyle alakalı olduğu halde, Girondins diye bir markaya rastlamazsınız. [Girondins, Fransız ihtilâlinde ismini Bordeaux şehrinin Gironde bölgesinden almış bir siyasî gruptur.] Fransızlar, zevkle karınlarını doyurmak istedikleri vakit, monarşi devrinin hatıralarını yaşatırmış gibi görünen yerleri tercih etmektedirler.
Ya buralardaki masraflarını hangi paralarla ödemektedirler? Üzerinde IV. Henri, Richelieu ve Bonaparte gibi müstebit iktidar sahiplerinin, yahut Moliere ve Racine gibi eski rejim edebiyatçılarının yahut Victor Hugo gibi bir Napolyon hayranının resimleri bulunan franklarla... Niçin paraların üzerinde Danton, Clemenceau veya Foch gibi Fransa’yı kurtarmış bir cumhuriyetçinin resmi yoktur ve neden Fransa’da buna itiraz eden tek kişi çıkmamıştır?
Sebebini açıklayayım: İhtilallerin hatırası, devrim heyecanlarının tazelenmesi ve cumhuriyetin sembolü, Fransızlara rahatlık ve emniyet hissi telkin etmemektedir."
Amerika, İngiltere’nin eyaleti mi?
Amerika’da Yale Üniversitesi’nde, siyasi klüpler (political clubs) vardır. Bunlar, üniversitenin en mühim faaliyet merkezlerindendir. 100 yılı aşkın bir mazisi vardır. Talebenin yüzde 50’si buraya azadır.
Bu klüpler, sosyalist, liberal, muhafazakâr ve monarşist olmak üzere dört tanedir. Her biri adeta bir siyasi parti gibi çalışır. Her türlü lobi faaliyeti yürütülür. Programlar hazırlanır. Toplantılar yapılır. Kararlar alınır. Belli fasılalarla meclis toplanıp idareciler seçilir. Amerika ve Amerika dışından dünyanın en ciddi ve mühim kararlar alma pozisyonunda bulunan kişiler konferans vermesi için davet edilir.
Monarşi klubü, Amerikan istiklal harbinin, monarşiye ve dolayısıyla devlete karşı bir hıyanet olduğu, liderlerinin muhakeme edilmesi lazım geldiği, ABD’nin hukuken İngiliz monarşisine bağlı eyaletler olduğu deklare edilir. Aristokratik unvan ve makamların ihyası dile getirilir. Her sene Kraliçe’nin doğum günü büyük merasim ve partiyle kutlanır.
Bu biraz gayrı ciddi görünse de her şey büyük bir ciddiyetle cereyan eder. En klas ve kültürlü insanlar buradadır ve dünyaca mühim kişilerin huzurunda rahatça monarşiyi müdafaa ederler.
Yapılan anketlere göre İngiltere’de monarşi taraftarları nüfusun % 75’ini teşkil ediyor. Avustralya’da 1999’da monarşi muhaliflerinin nispeti % 45 iken, şimdi % 37’e düşmüştür.
Almanya'da son senelerde yapılan anketler, devletin başında bir hükümdar görmek isteyenlerin nisbetini % 8-10 arasında vermektedir. Aargauer Zeitung, Kral III. Charles’ın Almanya ziyareti münasebetiyle 30 Mart 2023’de açıkça belli etmeseler de Almanların içten içe aristokratları sevdiğini yazdı: “Alman medyası, kraliyet ailesi mevzubahis olduğunda umumiyetle cumhuriyet muhalifi bu ihtişama duydukları hazdan utanıyormuşçasına hafif ironik bir ton benimsese de, Büyük Britanya kraliyet ailesi, kıtanın başka hiçbir yerinde, Almanya’daki kadar büyük coşku meydana getirmiyor. Ona aşıklar, ancak kimsenin bilmesini istemiyorlar.”
Son asırda felsefe, akademi, medya hep cumhuriyetçilerin elinde olduğu için, hele cumhuriyetçiliğin kalesi olan ve monarşiye her zaman antipatiyle bakan ABD, XX. asırda dünyanın yegane süper gücü olunca, masallardan filmlere kadar her yerde monarşi ve aristokrasi aleyhtarı bir tasavvur hakim olmuştur.
Demokrasi ve Refah
Monarşinin mukabili ve zıddı cumhuriyettir. Devletin idaresi bir hanedanın elinde ise monarşi, halkın elinde ise cumhuriyet (res publica) vardır. Ama cumhuriyet ile demokrasi aynı değildir. Demokraside hükümet, halkın ekseriyetinin reyiyle başa gelir.
Demokratik monarşi olabilir. İngiltere, İsveç, Japonya birer demokratik monarşidir. Cumhuriyet diktatörlük olabilir. İran, Kuzey Kore, Sovyetler Birliği, Küba birer cumhuriyettir.
40 sene diktatörlük altında yaşayan İspanya’ya 1975’ten sonra demokrasi ve refahı getiren monarşi olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığı sırada, aralarında sosyalist partinin de bulunduğu çok partili bir demokrasi idi.
Nitekim bugün monarşilerin çoğu demokrasi, cumhuriyetlerin çoğu ise diktatörlüktür. XX. asırda kurulan hemen bütün cumhuriyetler, demokrasi getirmek şöyle dursun, diktatörlüğe dönüşmüştür: Rusya, Almanya, İspanya, Portekiz, Türkiye, Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Macaristan…
Cumhuriyet kilisesi
Cumhuriyet eşitlikçidir. Herkese eşit (bazılarına daha eşit) muamele yapar. Monarşi, adaletçidir. Herkes hakkını alır. Monarşide halk idareci olmadığını bilir. Cumhuriyette bilmez, bu sebeple halkı kontrole daha elverişlidir. Halk kendisini idareci zannettiği için isyana daha az meyillidir.
Mümtaz Soysal, sosyalist olduğu halde, bundan 30 sene evvel bir yazısında şöyle demişti: “Monarşilerde karizması, asırlar evvelinden gelmiş kahramanlıklara dayanan, oturmasını kalkmasını bilen (Hoca’nın tabiriyle çatal bıçak tutmasını bilen) kişi başa geçer. Ötekinde ise, dört sene ne yapacağını bilemeyenler...”
Cumhuriyetin dünyaya yayılmasında monarşi ve aristokrasi aleyhtarı burjuvaların kurduğu Masonluğun büyük katkısı olmuştur. Hatta eskiden Mason localarına cumhuriyet kilisesi diye isim takılmıştı. (Daniel Ligou, Histoire des Francs-Maçons en France)
Tocqueville der ki: “1789 ihtilalindan sonraki devirlerin hiçbirinde milli refah, ihtilalden evvelki 20 sene zarfındaki kadar büyük süratle artmamıştır.” Monarşileri deviren ihtilallerin halk ile alakası yoktur. Halkın krallarla bir problemi olmamıştır. Monarşiden ve halktan hoşlanmayanlar aristokratlarla burjuvalardır. Ignazio Silone Fontamara romanında Michele Zompa’dan şöyle nakleder: “İntihaba dayanan bir hükümet daima bu intihabı yapan zenginlerin emri altındadır. Fakat bir tek kişinin hüküm sürmesi zenginleri ürkütür. Bir kralla bir köylü arasında kıskançlık çekememezlik olur mu? Böyle bir şey gülünç olurdu. Fakat bir kralla Prens Torlonia arasında bunlar mümkündür.”
Ah bilseler…
Enteresandır, Türkiye’de sağcısından solcusuna, laikinden dincisine hemen herkes cumhuriyetçidir. Halbuki cumhuriyetin beşiği Fransa’da bile, monarşistlerin nispeti az değildir. Monarşist siyasi partiler bile vardır. Monarşiyi tutan gazetelerin okuyucu kitlesi fazladır.
Fransız İhtilali’nden sonra tarihi hep cumhuriyetçiler yazdığı gibi; edebiyat ve medya da cumhuriyetçilerin elinde olduğu için, monarşi ve aristokrasi aleyhinde alabildiğince neşriyat yapılmıştır. Sadece tarih kitaplarında değil, romanlarda, filmlerde, hatta masallarda bile bütün krallar zâlim, asiller ise hep kötüdür. Öyle ki, kimse monarşi ve aristokrasinin demokrasiye, hiç değilse sanat ve estetiğe büyük katkısından bahse cesaret edemez. Prens Philip, “Ah bilseler, monarşinin faydası soylulara değil, halkadır” derdi.
Önceki Yazılar
-
ŞAM’IN VE ŞEKERİN HAYALİYLE…16.12.2024
-
MEYVE VEREN AĞAÇ TAŞLANIR!9.12.2024
-
İNGİLTERE’Yİ İDARE EDEN GÜÇ ve ANKARA2.12.2024
-
TİCARET YAPACAKTINIZ DA KİM MÂNİ OLDU?25.11.2024
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024