Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

PADİŞAHA DOKUNULMAZ MIYDI?

Bugünlerde cumhurbaşkanının dokunulmazlığı konuşuluyor. Anayasada açık bir hükmün olmaması da hayli kafaları karıştırdı. Kral hata yapmaz! Bu, Avrupa’da bir anayasa kaidesidir. Kanun-ı Esasî’deki “Zât-ı akdes-i padişahî mukaddes ve gayrı mesuldür” ifadesi acaba ne mânâya gelir?
3 Haziran 2009 Çarşamba
3.06.2009

Bugünlerde cumhurbaşkanının dokunulmazlığı konuşuluyor. Anayasada açık bir hükmün olmaması da hayli kafaları karıştırdı. Kral hata yapmaz! Bu, Avrupa’da bir anayasa kaidesidir. Kanun-ı Esasî’deki “Zât-ı akdes-i padişahî mukaddes ve gayrı mesuldür” ifadesi acaba ne mânâya gelir?


Osman Gazi'ye ait bir resim

Osmanlılar zamanında padişahın dört türlü mesuliyetinden bahsedilebilirdi:

1. Dinî Mesuliyet

Herkes gibi, padişahın da, icraatın da öncelikle Allah’a karşı mesul olup; vazifelerini dine ve hukuka uygun yapıp yapmadığının hesabını mahkeme-i kübrâda vereceğine inanılırdı. İbâdet mükellefiyeti bakımından, hükümdarın, sıradan bir Müslümandan farkı yoktur.

2. Cezâî Mesuliyet

Padişah, ammenin hakkını ihlal eden bir suç işlemişse, buna cezâ verilmez. Çünkü bunları cezâlandırmak hükümdarın vazifesidir. Kendi kendisine cezâ vermesi düşünülemez. Padişah bir şahıs hakkını ihlâl etmişse, meselâ kısas suçu işlemişse; dâvâcı talepte bulunursa, bundan elbette mesuldür. Buna Divan-ı Hümâyun bakar.

3. Hukukî Mesuliyet

Malî haklarda da padişahın mesuliyeti tamdır. Nitekim padişahtan alacağı veya hakkı olduğunu iddia eden bir kimse, Divan’a müracaat ederek de hakkını isteyebilir. Bu takdirde mahkeme dâvâya bakıp; gerekirse padişah aleyhine karar verebilir. Sultan IV. Mehmed ile Üsküdarlı Mehmed Ağa arasında, Salacak’ta vakıf malı bir köşkün mülkiyeti hususundaki ihtilaf sebebiyle açılan bir dâvâya, Rumeli kazaskeri Çatalcalı Ali Efendi bakmış; Mehmed Ağa’yı haklı, padişahı haksız bulmuştur.


Sultan IV. Mehmed

4. Siyasî Mesuliyet

Bütün devlet memurları ve kâdılar padişahın vekilleridir. Padişah, bütün gücünü vekilleri vâsıtasıyla kullanırdı. Divan’a ve sadrâzama müdahale etmezdi. Buna salâhiyeti vardı ama, çok nâdir kullanmıştır. Sadrâzam da, padişahın telkini istikametinde hareket etmek istemediği zaman istifâ edebilirdi. Bu takdirde siyasî mesuliyeti de üzerinden atmış olurdu. Nitekim 1586 yılında sadrâzam Mesih Mehmed Paşa, reisülküttâbın değiştirilmesi hakkındaki tezkiresini zamanın padişahı Sultan III. Murad’ın reddetmesi üzerine “Kavli nâfiz olmayan vezirlerden olmayı irtikâb edemem” (yani sözünü geçiremeyen vezirlerden olma kabahatini işleyemem) diyerek istifa etmişti. Sadrâzamın icraatını tasvib etmeyen padişah; bunu imzâlamayabilir; gerekirse sadrâzamı da azledebilirdi. Memurlardan şikâyeti olan, Divan’a, en son padişaha müracaat edebilirdi.


Sultan III. Murad

PADİŞAH VATAN HÂİNİ OLAMAZ

Padişah vatana hıyânet suçunun da fâili olamaz. Çünki vatan padişahın mülkü, teb’a da âilesi gibidir. Vatan elden giderse, padişahlık da biteceğinden; bir insanın kendi mülküne ve âilesine hıyânet edeceği düşünülemez. Padişahın anayasayı ihlâli de mevzubahis olamaz. Çünkü anayasalar zaten padişah tarafından tek taraflı olarak ferman şeklinde bahşedilir. Hukukta kâidedir ki, bir idarî tasarrufta bulunan makam, onu geri almaya da salâhiyetlidir. Bu sebeple ihtilâller yoluyla padişahın tahttan indirilmesi meşru değildir.

Padişah, ömür boyu hüküm sürer. Ancak akıl hastalığı, dinden çıkma veya vücud selâmetini (meselâ iki gözünü) kaybetmesi sebebiyle tahttan indirilebilir. Tarihte 12 padişah tahttan indirilmiştir. Hemen hepsi bürokratlarla ulemânın el altından desteklediği askerî darbelerle olmuştur. Bir-ikisi hariç hiçbirinde hukukî şartlar tam olarak tahakkuk etmediği için tahttan indirme meşruluk kazanamamıştır.

MESULİYET SADRÂZAMDADIR

Hiçbir makam, hatta halk veya millet meclisi, icraatlarını beğenmediği gerekçesiyle padişahı tahttan indiremez. Padişahın üstünde hiyerarşik olarak hiçbir makam yoktur. İşte 1876 Kanun-ı Esasî‘sindeki “Zât-ı akdes-i padişahî mukaddes ve gayrı mesuldür” ifadesindeki dokunulmazlık, siyasî bakımdandır.

Bütün monarşilerde, kralın kararını başvekil veya vekiller imzâlar. Siyasî mesuliyet de imzâ sahibine aittir. Buna anayasa hukukunda karşı imzâ denir. Meclis veya halk, gerekirse o başvekili veya vekili düşürebilir; ama kralı düşüremez. Osmanlı Kanun-ı Esasî’sine göre, kanunlar meclis tarafından hazırlanır; padişahın imzâsıyla yürürlüğe girer. Dolayısıyla kanunların şekil ve muhtevâsından meclis mesuldür. İcrâyı padişahın tayin ettiği sadrâzam yerine getirir.

Padişah, sadrâzama bir emir verecek olsa, buna uymak zorunda değildir. İstifâ edip çekilebilir. Kalırsa, tabiatıyla yaptığından mesul olur. Sadrâzamın siyasî mesuliyeti padişaha karşıdır. 1909’dan sonra meclise karşı mesul kılındı.

Son devrin bahtsız siyasetçilerinden Ali Kemal Bey, hatıralarında, Sultan Aziz ve Hamid devrinin namlı balmumcu esnafından olan babasını tasvir ederken der ki: “Babam siyasetçe hissiyatına tabiydi, sade düşünürdü. Hükümetçe, idarece her türlü fenalıkları daima vükelaya atfeylerdi. Padişahı mutlak masum addederdi. Bazen umur-i devlette seyyiata kani olsa, yalnız etraftakilerin, baştakilerin gözü kör olsun, der, sine zat-ı şahaneyi her muahezenin fevkinde, her mesuliyetten beri tutardı.” (Ömrüm, 15). 


Sadrazamlık ofislerinin bulunduğu Bâbıâli'yi gösteren bir gravür

AMAN SACAYAĞI DEVRİLMESİN!

Osmanlı Devleti’nde, devlet idaresinde söz sahibi olan üç nüfuz grubu vardı: Ulemânın teşkil ettiği ilmiye, merkez ve taşradaki bürokratların teşkil ettiği kalemiye ve askerlerin teşkil ettiği seyfiye sınıfları. Sacayağını andıran bu üç sınıf arasındaki ahenk ve dengeyi saray temin etmeye çalışırdı.

Bu denge, sınıflardan birisi lehine bozulursa, sacayağı sarayın üzerine devrilirdi. Şehzâde katli, câriye evliliği ve devşirme vezirler istihdamı gibi tedbirlerle saray ülkede aristokrat sınıfının teşekkülüne izin vermedi. Böylece yeni bir nüfuz grubunun meydana gelmesini engelledi.

Sultan IV. Murad gibi kuvvetli padişahlar zamanında otorite saraya geçti. Ancak ekseriyetle üç sınıf da sarayın yanında varlığını ve padişah otoritesine karşı potansiyel güçlerini muhafaza etti. Sultan II. Mahmud, yeniçeri ocağını kaldırıp, ulemâ ve vüzerânın salâhiyetlerini kısarak merkezî otoriteyi güçlendirdi. Bu arada hâkimiyeti münhasıran sarayda topladı. Tanzimat Fermanı, Sultan Mecid‘in gençliği ve nazik tabiati sebebiyle bürokratların hâkimiyeti tekrar ellerine almalarına vesile oldu.

Bu otoriteyi kırmak isteyen Sultan Aziz, bir asker-bürokrat ittifakıyla tahttan indirilerek tesirsiz hâle getirildi. Sultan II. Abdülhamid, tahta çıktıktan iki sene sonra dedesi gibi otoriteyi sarayda topladı. 1908 Meşrutiyetinden sonra güç, bürokratlarla anlaşan askerlere geçti. O gün bu gündür hükümetler gelir gider, ama sivil ve askerî bürokrasi hükmünü yürütür.