Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

Su testisi su yolunda kırılır!
ESRARENGİZ MAHMUD ŞEVKET PAŞA SUİKASTİ

Sokak ortasında bir sadrazamın öldürülmesi, tarihin dönüm noktalarından biri sayılabilir mi?
29 Aralık 2025 Pazartesi
29.12.2025

Osmanlı Devleti’nin son devrinde cereyan eden Mahmud Şevket Paşa suikastı, devrin siyasî atmosferini kökünden değiştiren sarsıcı bir hadisedir. 11 Haziran 1913 öğle vakti Bayezid Meydanı’nda işlenen bu siyasî cinayet, sadece bir sadrazam ve harbiye nâzırının hayatına son vermekle kalmamış; aynı zamanda İttihat ve Terakki’nin iktidarını mutlaklaştırması için bir dönüm noktası teşkil etmiştir.

Öte yandan derinleştirilen tahkikat neticesinde muhalif çevrelere mensup birçok ismin bu komploya dahil olduğu iddiasıyla tutuklanıp mahkemelere çıkarıldığı, hatta alelacele idam edildiği görülmüştür. Bütün bu cihetleriyle suikast, hürriyet rüyasını istibdat kâbusuna dönüştüren bir kırılma anı olarak tarihe geçmiştir.

Mahmud Şevket Paşa Hareket Ordusu erkanıyla - Arkada İsmet İnönü ve Enver Paşa
Mahmud Şevket Paşa Hareket Ordusu erkanıyla - Arkada İsmet İnönü ve Enver Paşa

Alman malı değilse asla!

Osmanlı tarihinde eşi görülmemiş vak’anın kahramanı Mahmud Şevket Paşa, 1856 yılında Bağdat’ta dünyaya geldi. Dedesi Çeçen köle Talip, Bağdad valisine satılmış; valinin kethüdası olmuştu. Bunun oğlu Süleyman Faik Bey, valinin sarayında tahsil görüp Basra ve Müntefik mutasarrıfı oldu. Çırağan darbesine katıldığı için Sakız adasına 3 yıl hapse mahkûm oldu.

Bunun oğlu Mahmud Şevket küçük yaşta tahsil için İstanbul’a geldi. Kuleli Askeri İdadisi, Mekteb-i Harbiye ve Erkân-ı Harbiye Mektebi’ni (harb akademisi) bitirdi. Zeki, çalışkan ve teknik mevzulara meraklıydı. Askerî mekteplerde matematik dersi verirdi. Almanca ve Fransızca öğrendi. Mekanik ve silahlara dair birkaç kitap yazmış, Fransızca’dan romanlar tercüme etmiştir. Çocuğu olmamıştır. Kardeşinin torunu Ayser Hanım, Prof. İhsan Doğramacı’nın zevcesidir.

1880’lerde Osmanlı ordusunu modernleştirmek üzere davet edilen Alman askerî heyeti ile yakın mesai yaptı. Goltz Paşa’nın muavini oldu, Alman generallerin takdirini kazandı. 1890’larda yeni silahların temini maksadıyla Almanya ve Fransa’ya gönderildi, silah satın alma komisyonlarında bulundu. Bu hususta hep Almanya’yı tercih etti ve Alman askeri çevreleriyle güçlü münasebetler kurdu. Bu da dedikoduyu mucip oldu.

Goltz Paşa, daha dün tanıdığı kısa da olsun mazisi olmayan bu genç zabit için Padişah’a şu tavsiye mektubunu vermiştir: “Ordunun hayatına taalluk eden bu işte en sadıkane hizmette bulunacak birisi varsa, o da bu yüzbaşıdır. Fabrikatörler böyle satın alma salahiyetini haiz kimseleri tatmin ederek suistimale sevk ederler, bu yüzbaşı, menfaat temini gayretine düşmeyecek derecede seciye sahibidir.”

Kısa bir müddet sonra Mahmut Şevket Bey bu komisyonun azası değil, Almanya’ya satın alma işiyle her giden heyetin reisi sıfatıyla başta görülür. Adeta bundan sonra silaha ait her iş ve teklif bu adama sorulur. Onun reyine göre, ‘alınır’ dediği alınır, yaramaz dediği reddedilir. İşte Mahmud Şevket Bey yüzbaşılığından paşalığına kadar borç harç devletin altınlarını muhtelif satın alma sebepleriyle Alman varlığına akıtan eldir. (Hasan Amca, Doğmayan Hürriyet)

Askeri müzede Mahmud Şevket Paşanın otomobili
Askeri müzede Mahmud Şevket Paşanın otomobili

Kuyumcu vitrini

1901’de ferik (korgeneral) oldu. Sultan II. Abdülhamid tarafından Hicaz Demiryolu inşası çerçevesinde Mekke-Medine arasına telgraf hattı döşenmesi ile vazifelendirildi. Ancak 6 ay kaldığı bu vazifeyi bir nevi sürgün addetti ve Padişah’a düşman oldu. 1905’te terfi ederek Kosova valiliğine gönderildi. Bu kritik mevkii sayesinde İttihat ve Terakki Cemiyeti ile temas kurarak rejim muhalifi illegal hareketlere göz yumdu.

1908 darbesinde Selanik’teki III. Ordu kumandanlığına getirilmişti. Bu orduya mensup avcı taburlarının Meşrutiyet’i korumak gayesiyle İstanbul’a sevki Paşa’nın yıldızını parlattı. Bu avcı taburlarının çıkarttığı 31 Mart karşı darbesini bastırmak üzere Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu’nun başında İstanbul’a yürüdü. Ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırıp örfî idare (sıkıyönetim) ilan etti.

Selanik’te ordusuna hitaben yaptığı ve sonra plağa da alınan nutkunda, velinimetine ağır hakaretler etmektedir: “Meşrutiyetimizi mahvedip yerine yine istibdadı ikame etmek üzere İstanbul’da, o köhne Bizans’ın Yıldız burcunda ikamet eden baykuş, insan kanı emmekten, öksüz yetimlere gözyaşı döktürmekten mütelezziz olan haris, 600 senelik muhteşem, muzaffer bir milletin tarihini, ecdadın namusunu lekeleyen o insan kıyafetindeki canavar, İstanbul’da avcı taburlarını iğfal ettirmiştir. Makarr-ı hilafet kan ağlıyor. Payitaht bizden imdat bekliyor. Vatan gidiyor, millet mahvoluyor. Ne duruyoruz!”

Mahmud Şevket Paşa, Sultan Hamid’in hal’inde mühim rol oynadı. Herhangi bir mukavemet ihtimaline binaen askerî tedbir aldı. Maiyetindeki birlikler Yıldız Sarayı’nı yağma ederken, o da vaktiyle Padişah’a verdiği jurnallere vasıta olan Cevher Ağa’yı, foyası ortaya çıkmasın diye astırdı. Bununla kalmayarak Padişah'ı ölümle tehdit etti. Ölünce de hükümete kalacağını küstahça ihtar etti. Böylece bankadaki parasına el koydu.

Bu yüzbaşı 19 senede paşa olmuş, göğsü eteklerine kadar Sultan Hamid’in murassa nişanları ile kuyumcu vitrine dönmüştü. Bu adam olsa olsa Sultan Hamid’in hareket ordusu üzerine sevkedeceği bir ordunun kumandanı olabilirdi. Padişaha karşı hareket eden bir ordunun değil! (Hasan Amca, Doğmayan Hürriyet)

Ben de meşgul oldum ama…

Ordu içindeki pozisyonu iyice güçlendi. Üç Ordu Müfettişi sıfatıyla I, II ve III. Orduların kumandanı oldu. Bu sayede hükümet ve meclis üzerinde nüfuz tesis ederek sert tedbirleriyle bir nevî askerî vesayet rejimi kurdu. Goltz Paşa tekrar çağrıldı. Bir grup Alman zabiti talim heyeti olarak geldi. Osmanlı zabitlerinden bir grup da Almanya’ya tahsile gönderildi. Paşa, Almanya ve Fransa’ya ziyarete gitti. Göğsü Alman ve Fransız nişanlarıyla dolu döndü.

1910’da harbiye nazırı oldu. 1910 Arnavutluk ayaklanması sırasındaki kanlı icraatları, Osmanlıların Rumeli’deki ileri karakolunun elden çıkmasına sebep oldu. Trablusgarp’taki askerleri çekmesi, İtalyan işgaline zemin hazırladı. Bu hatalar büyük felaketlere yol açtı. Balkan Harbi mağlubiyetiyle Rumeli kaybedildi. Buhranı çözebilmek adına tarafsız bir kabine kuruldu, ama İttihatçılar bunu kabullenemedi. 1913’te Babıali Baskını denen bir darbeyle iktidarı resmen ve fiilen ele alarak Mahmud Şevket Paşa’yı sadrazam yaptırdılar.

Almanlarla yakın irtibatı, kendisine politik ve diplomatik avantajlar temin etti. Le Temps muhabirinin Almanya ile ittifak anlaşması yapılacağına dair sualine, “Ben hükümetin işlerini bilmem. Bugüne bugün Türkiye gayet mükemmel bir orduya malik olduğu için her iki taraf devletler paylaşamıyorlar. O, bizden ol diyor. Beriki bizden ol diyor. Ben hükümet olsam müstakil kalırım” diyerek herkesi kendisine güldürmüştür.

Askerin siyasete karışmasına karşı çıkmasıyla tanınırdı. II. Ordu manevralarında askerin siyaset yapması aleyhinde çok parlak bir nutuk vermişti. “[Fransa’da] St. Cyr harbiye mektebini gezdim. Mektebin kütüphanesinde tam 80.000 cilt kitap vardı. Siyasi kitap değil, bir tek mecmua yoktu. Siyasi mecmua ve gazete koleksiyonlarını sordum. Askerin bu mevzularla hiçbir alakası olamaz, yasaktır, dediler. Koca bir ordu kalabalığı karşısında nihayet kendini büsbütün unutamayan paşa itirafa mecbur oldu: ‘Ben de siyasetle meşgul oldum ama o gayrimeşru hükümete karşı idi” dedi.

Çocuk oyuncağı mı?

Paşa’nın basiretsiz idaresi ve Alman taraftarlığı Üçlü İttifak’ı (İngiltere, Fransa ve Rusya) tahrik etti. Bunlar Balkan ittifakını Türkiye aleyhine olmak üzere teşkilatlandırdı. İtalya’ya Trablusgarp’ı göstererek onu Almanya ve Avusturya’dan ayırdı. Romanya’yı da kendi safına çekti. Paşa ise, düşmanı cesaretlendirmekten fazla bir şeye yaramayan manevraların belki kendini de inandıramayacak parlak neticeleriyle övünüyor, bir yandan da istikraz (borç alma) işleriyle meşgul oluyordu. Bu parayla da Almanya’dan mal satın alıyordu.

İttihatçılar bu korkunç adamdan kurtulmanın çaresini bulmak zaruretini hissettiler. Nihayet bir gün Talat Bey Harbiye Nezareti’ne giderek, Paşa’ya meclisin çok ciddi bir tahkikatla karşı karşıya geleceğini, askerî levazımat reisi Topal İsmail Hakkı Paşa’nın yolsuzlukları dolayısıyla kendisini çok ciddi sualler karşısında bulacağını, şeref bozucu bu hadiseye meydan vermemek adına kısa bir müddet çekilmesini parti namına teklif etti. Telaşlanan Paşa istifa etti. Kendisini âyân azası yapıp aktif vazifeden uzaklaştırdılar.

Hadise türlü tefsirlere uğradı. Bazıları onun bu hassas zamanda vazifeden çekilmesini tasvip etmediler. Paşa ise kendisini “askerî şöhretimi nasıl feda ederim” diyerek biraz egoistçe müdafaa etti.

Hareket Ordusu’nda Paşa’nın kurmay başkanı olan ve vaziyeti Trablus’ta haber alan M. Kemal der ki: “Harbiye nazırının terk-i mevki etmesini ağreb (çok garip) bulurum. Hamiyetli ve fedakâr idiyse ve ötede beride savurduğu gibi kellesini koltuğuna almış idiyse asıl ibraz-ı hamiyet ve fedakârî ve sebat (fedakârlık ve sebat gösterme) zamanı şimdi idi. Za’f-ı kalb göstermeye ne hacet vardı! Daha on ay evvel makasıd-ı hafiyyesini (gizli gayelerini) temin için etrafını saran bir sürü beyinsizlere kafa sallamakla demgüzar olmaya (zaman geçirmeye) ve budala bir alık gibi kukla vaziyetinde entrika cereyanlarına teslim-i nefs eylemeye rıza göstermektense, daha o zaman makamını ehline terk etmek elbette doğru olurdu. Umur-i miham-ı devleti (devletin mühim işlerini) çocuk oyuncağı mı zannediyordu!” (Son Sadrazamlar)

Üniforma giydirilmiş iskelet

Askerin siyasetle uğraşmasının memleketi batıracağını söyleyip durmuş olan Paşa, Bâbıâli Baskını’nda Hafız Hakkı’nın peşinden saraya koştu. Sadrazamlık mührünü aldı. Soluk soluğa Bâbıâli’ye gelerek yerde yatan beş askerin kan içinde yüzen cesetlerinin üstünden atlayarak sadrazamlık koltuğuna kuruldu. Bu işe hem İttihatçılar hem de muhalifleri şaştı. Ama hadiseden tam iki gün önce, 21/I/1913 günü Paşa’nın Alman sefaretine gidip, Alman sefiri Wangenheim ile iki saat baş başa kalarak konuştuğunu bilenler bu işe şaşmadılar.

Paşa’nın ilk icraatı merkezde bulunan Osmanlı ordusunu Liman von Sanders ve maiyetindeki sekiz Alman zabitine teslim etmek oldu. Paşa’nın hamisi Goltz Paşa, ta uzaktan, Neue Freie Press’te neşrettiği bir makalede, “Hükümetin riyasetinde, memleketin mükemmel ve muktedir bir adamı bulunuyor. Muhalifler ona karşı itimat göstermelidir. Böyle yapmaları hem âdilâne, hem de âkilâne olur” diyerek tehditle karışık desteğini gösteriyordu.

İttihatçılar, Edirne'yi Bulgarlara verecek iftirasıyla Kâmil Paşa’yı düşürmüşlerdi. Ama Edirne de dahil olmak üzere bütün Rumeli’yi düşmana veren anlaşmayı Mahmud Şevket Paşa kabinesinin imzalamış olması pek ibretliktir.

Adeta bir üniforma giydirilmiş iskelete benzeyen Paşa, bir çukurdan bakan gözleri ve fırça şeklindeki sakalıyla ürkütücü bir tipti. Ali Fuad Türkgeldi der ki: “Zât-ı şâhâne (Padişah), Mahmud Şevket Paşa’nın çehresinin korkunçluğu ile beraber sert ve süratli adımlarla sofadan geçerek ve ayağındaki mahmuzlu çizmelerle parkeleri çatırdatarak huzuruna gelişinden adeta ürkerdi. Hareket-i sâbıkasını tahattur ve sadaretle harbiye nezaretinin uhdesinde içtimaından tevahhuş ederek (korkarak) ara sıra, ‘Başkâtip, bu adam sadaret ile harbiye nezâretini birlikte idare edemiyor; bari sadaretten çekilse de harbiye nezâretinde kalsa’ derdi. Mamafih yüzüne karşı hüsn-i muamele ve iltifat gösterirdi. Müşârünileyh (o) hadd-i zatında faal, kârgüzâr (işgüzar) bir adam olmakla beraber göründüğü gibi korkunç değildi. Bilakis cesareti az ve bazı hususta ihtiyatı fazla olup eğer hayatta ve mevki-i iktidarda kalmış olsaydı Edirne’yi istirdad (geri almak) için teşebbüste bulunmaya cesaret edemezdi.”

Halid Ziya, elinde Çerkez kamçısıyla gezen Mahmud Şevket Paşa için der ki: “Hareket ordusunun başında gelen bu adam bütün varlığıyla da bizzat bir hareketti. Onu her yerde görürlerdi. Her tarafa uğrar, sanki bir harb idare eden bir ordu âmiri telâşıyla her uğradığı yerde hemen o sırada zihnine gelen fikirlerle emirler verir, tavsiyeler yapar, velhasıl idare çarkının her parçasına daha iyi işletebilmek ümidiyle efkârından akan yağlardan damlatırdı.”

Hatıralarında İttihatçılar için “beyinsiz adamlar” tabirini kullansa da kendisini iktidara getiren bu grupla paralel hareket etmiştir. Yine hatıralarında bizzat itiraf ettiği gibi, padişahı bile baskı altına almış ve devlet sırlarının hükümdara bildirilmesini yasaklamıştı. Dünyada görülmemiş bu tedbir Kanun-i Esasi’ye aykırı idi. Fakat İttihatçılar çoktan bunu rafa kaldırmıştı.

Domdom kurşunu

Orduda da İttihatçı muhalifi zabitler Halâskâran grubunu kurmuştu. İttihatçıların iktidarı ele geçirmesinden rahatsız olan ve içlerinde Prens Sabahaddin, Kürt Şerif Paşa, Damat Salih Paşa’nın da bulunduğu Hürriyet ve İtilâf Fırkası mensupları, gizliden gizliye hükümete karşı bir hamle arayışına girişti. Paşa ortadan kaldırılmadıkça bunun mümkün olmadığı düşünülüyordu. Suikast planı, Yüzbaşı Talat Bey ve arkadaşlarınca hazırlandı.

11 Haziran 1913 günü Paşa her zamanki gibi gece yattığı Harbiye Nezareti’nden öğlene doğru Babıâli’deki Sadaret makamına gitmek üzere makam otomobiline bindi. Saat 11 sularında Bayezid Meydanı’ndan Çarşıkapı’ya doğru ilerlerken dar bir sokakta önüne çıkan bir cenaze sebebiyle yavaşlamak mecburiyetinde kaldı. Bunun suikastçilerce tertiplenen uydurma bir cenaze olduğu söylenirse de, merhum Samiha Ayverdi kendi akrabasından hakiki bir cenaze olduğunu anlatır.

Tam bu esnada evvelden pusuya yatmış suikastçiler harekete geçti. Sokak kenarında bozulan bir tramvayın tamiratını yapıyor süsü verilmiş kişiler, birdenbire tabanca ve tüfeklerini çekerek Paşa’nın arabasını çapraz ateşe tuttu. Paşa’nın yaveri İbrahim Bey ile hizmetkârı Kâzım Ağa yaralandı. Paşa ise göğsüne ve karnına isabet eden kurşunlarla ağır yaralandı. Hadise mahalline yakın devriye polisler hemen karşılık verse de suikastçiler “Yaşasın millet!” diye bağırarak ve kargaşadan istifadeyle kalabalığa karıştılar. Kısa bir kovalamacanın ardından içlerinden biri vuruldu, diğerleri izini kaybettirdi.

Paşa yakındaki Serasker Kapısı’na (Harbiye Nezareti’ne) geri götürüldü. Tabipler müdahale ettiyse de kurtulamadı. 57 yaşındaki Paşa, Osmanlı tarihinde makamında suikasta kurban giden ender sadrazamlardan biridir. Daha evvel 1853’te Ali Paşa da silahlı suikastten kurtulmuş, Sokullu Mehmed Paşa kurtulamamıştı. Nevşehirli İbrahim Paşa ile Alemdar Mustafa Paşa ise darbecilerce linç edilmiştir

Hadise mahalline yapılan ilk tetkikte, Paşa’ya isabet eden mermilerden birinin domdom çekirdeği olduğu anlaşıldı. Domdom, tesirini artırmak için ucu açılmış, insan vücudunda büyük tahribat yapan yasaklı mermi türüdür. Paşa’nın cenazesi merasimle kaldırıldı. Şişli’de Hürriyet-i Ebediye Tepesi’ne defnedildi. Burası 31 Mart ayaklanması sırasında ölen İttihatçıların hatırasına dikilen abidenin bulunduğu yerdir.

İsmail Hami Danişmend diyor ki: “Her halde böyle bir suikasta kurban gitmiş olması, Mahmud Şevket Paşa’yı tarihî mesuliyetten temize çıkartmış olmaz. Mecliste Trablusgarp meselesinden dolayı Divan-ı-Ali’ye verilmesi istenildiği halde komite tarafından meclis feshettirilerek cezadan kurtarılmış olan Hakkı Paşa kabinesinin harbiye nazırı sıfatiyle Libya’nın kaybının en büyük mesulü işte bu adamdır. Çünki birçok ihtarlara rağmen Trablus’taki askeri Yemen’e göndermiş, mühimmatı İstanbul’a getirtmiş, kumandanı kaldırmış ve işte bu suretle o zavallı vilayeti kuvvetsiz bırakarak İtalya’nın fırsattan istifade etmesine sebep olmuştur. Balkan harbinde de Ahmed Muhtar Paşa kabinesi tarafından Yunanlılara karşı Alasonya cephesi kumandanlığına tayin edilmişse de menfi vaziyet alarak kabul etmemiş, bu suretle o cephenin jandarmadan yetişme ferik Hasan Tahsin Paşa gibi ehliyetsiz bir adamın eline verilmesine ve netice itibariyle de İttihatçıların Kâbe-i Hürriyet dediği Selanik’in tek kurşun atılmadan teslimine yol açmıştır.”

Peki ama niye?

Mahmud Şevket Paşa suikastı, gazete ve amme efkârında büyük akis buldu. Suikaste şahit olan bir kadınla bir erkek sayesinde polis, şüphelilerin hüviyetlerini süratle tespit edebildi. Paşa’nın makam otomobiline refakat eden jandarmalar, arkadan birkaç kişinin polise doğru ateş açarak kaçışı kolaylaştırdığını rapor ettiler; bunun üzerine organizasyonun genişliği anlaşıldı.

Topal Tevfik yakalanınca sorguda diğerlerinin adını verdi. Yakalanan Hakkı, polisin elinden kurtulup arkadaşlarına haber verdi. Faillerin bulunduğu ev tespit edildi. Cemal Bey’in adamları zorla eve girmek isterken müsademe çıktı. Cemal Bey’in yaveri öldü, bir polis yaralandı. Jandarmalar dama çıkarak ateş açıp içerdekileri dışarı çıkmaya mecbur ettiler.

Suikast sonrası teşkil edilen tahkik heyeti ve divan-ı harb, yüzlerce şahit ve zanlıyı sorguya çekti. Suikastı yapanlar ve onlara yardım-yataklık edenler hakkında süratle tahkikat yürüttü. Kısa zamanda birçok kişi tevkif edildi.

Bu sırada enteresan diyaloglar ve ithamlar gazetelere sızdı. Mesela yakalananlardan Yüzbaşı Kazım Bey’in ifadesinde “İttihatçıların farmason ve Siyonizm taraftarı olduklarını, bunun milli menfaatlere aykırı düştüğünü” dile getirdiği, bu sebeple onları devirmek istediklerini söylediği zabıtlara geçti.

Bir diğer zanlı Hasan Şevki Efendi, İttihatçıların memleketi felakete sürüklediğini, vatanı kurtarmak için Paşa’yı öldürmeye niyetlendiklerini anlattı. Ancak mahkeme heyeti, bu tür müdafaaları hıyanet olarak gördü ve zanlıları daha ağır cezalara çarptırdı.

Sakalın kana boyansın!

Mahkemede gıyaben ve vicahen muhakeme edilenler 37 kişidir. Sekizi beraat etmiş ve geri kalan yirmi dokuzundan on dördü gıyaben ve on beşi vicahen mahkûm olmuştur. Bunlardan vicahen idama mahkûm olup Bayezid meydanında sıralanan darağaçlarına asılanlar şu on iki kişidir:

Damad Salih Paşa, miralay (albay) Fuad Bey, yüzbaşı Çerkez Kazım Bey, sabık polis kısm-ı siyasi müdürü Muhib Bey, bahriye yüzbaşılığından müstafi Şevki Bey, Topal Tevfik, Çerkez Ziya ve kardeşi Hakkı, mülazım (teğmen) Mehmed Ali, Gelenbevi idadisi sermubassırı Abdullah Safa Efendi, şoför Cevad ve jandarma Kemal. Evvela Çerkez Kazım, en son Salih Paşa asıldı.

Prens Sabahaddin, sabık sefir Kürt Şerif Paşa, sabık dahiliye nazırı Reşid Bey, sabık mebus Gümülcineli İsmail, Mithat Paşa’nın oğlu Kemal Mithat, Osmanlı Demokrat Fırkası kurucularından Pertev Tevfik, Sultan Vahîdeddin’in kayınbiraderi kaymakam (yarbay) Zeki Bey, mütekait jandarma yüzbaşısı Mehmed Efendi, kaçan iki suikastçi Çerkez Nazmi Bey ve Abdurrahman, Kavaklı Mustafa ve yüzbaşı Çerkez Kazım'ın kardeşi Hikmet Efendi yurtdışında oldukları veya yakalanamadıkları için gıyaben idama mahkûm oldular. Veliaht Vahîdeddin Efendi’nin de hadiseyle irtibatı olduğu söylenmiş, ama kendisine ilişilememiştir.

Damat Salih Paşa, tekliflere kulak asmayıp kaçmadı. Divan-ı harbde idama mahkûm edildi. Hanedana damat oluşu dahi onu kurtaramadı. Bu, hem saray çevresinde hem de Avrupa’da şok tesiri yaptı. Fransa, Sadrazam Tunuslu Hayreddin Paşa’nın oğlu olması itibarıyla Salih Paşa’nın idamının Tunus’ta çok fena tesirler yapacağını ve halifenin otoritesini zedeleyeceğini bildirdiyse de kulak asan olmadı. Talat Bey’in tehdidi üzerine Padişah, cezayı tasdik etmeme salahiyetini kullanamadı. Talat Bey’in, “Salih Paşa’nın idamına müsaade buyurulmadığı halde iş daha yakınlarınıza kadar sirayet edecektir!” demişti. Bu ısrarın sebebi Cemal Bey’in şu sözü olsa gerektir: “Eğer Zat-ı Şahane Salih Paşa’nın idamına irade vermezse, ben irade olmaksızın onu asarım, sonra siz beni asınız!”

Münire Sultan, amcası Sultan Reşad’a çıkarak zevcinin masumiyetini arz ile affını talep etti. Padişah “Bunlar seni de asarlar beni de!” deyince, “Sakalın kana bulansın inşallah” diyerek saraydan ayrıldı ve ölene kadar matem elbisesini çıkartmadı. Sultan Reşad’ın sakalı değilse bile saltanatı birkaç sene içinde boydan boya kana bulandı.

Bunların dışında suikastla irtibatlandırılan pek çok kişi de cezalandırıldı. Divan-ı Harp, geniş bir liste hazırlayarak suikast tertibine karışan veya zımnî destek veren memurları, subayları ve sivilleri çeşitli cezalara çarptırdı. Kimi sürgüne gönderildi, kimi kalebentlik (ağır hapis) cezası aldı, kimileri devlet memuriyetinden çıkarıldı. Böylece onlarca kişi idam, yüzlerce kişi sürgün ve hapis cezalarına mahkûm oldu.

Şüpheliler kanunu

Suikast, İttihatçıların memlekette mutlak tahakküm kurmalarıyla neticelendi. İstanbul ve çevresinde örfî idare (sıkıyönetim) ilan edilerek ordu ve polis salahiyetleri genişletildi. Mecliste muhalif milletvekilleri sustu. Zira her muhalif ses, suikastçılara arka çıkmakla itham riskini taşıyordu.

Muhalif gazeteler sıkı sansür ve baskıya maruz kaldı. Suikastten evvel hükümeti tenkit eden neşriyat yapan Hürriyet ve İtilâf Fırkası’na yakın İttihad-ı Millet gazetesi hükümet kararıyla kapatıldı, yazarları tevkif edildi. Suikastle alakalı hükümet tezine aykırı görüş beyan etmek veya suikastçilerin iddialarına temas etmek vatan hainliğine teşebbüs sayıldı.

Fransız ihtilalinin meşhur Loi des Suspects, yani Şüpheliler Kanunu’na benzeyen böylesine şümullü bir cezalandırma furyası, suikasta iştirak etmeyen muhaliflere de gözdağı verdi. Nitekim Hürriyet ve İtilâf Fırkası fiilen dağıtıldı; azalarından bir kısmı hapsedildi, bir kısmı yurt dışına kaçtı. İstanbul’da ve taşrada İttihat ve Terakki’ye muhalif ses çıkarabilecek kimse kalmadı dense yeridir.

Hürriyet ve İtilâf Fırkası mensuplarının mühim bir kısmı suikastla irtibatlandırılarak Sinop, Çorum, Çankırı gibi uzak yerlere sürgüne gönderildi. Suikastle alakası olmadığı halde sadece rejim muhalifi olduğu için sürgün yiyenler oldu. Bu sert tedbirler, birer gözdağı idi. Refik Halid (Karay), Osman Cemal (Kaygılı), Refi Cevad (Ulunay) gibi yazarlar, istikbalin komünisti Mustafa Suphi de dahildi. Resmi sayı 322 kişiydi.

Ordu içinde tasfiye harekâtı yapıldı. Paşa’nın öldürülmesinde ihmali olabileceği düşünülen ya da muhaliflerle bağlantısı olabilecek zabitler tasfiye edildi. Bilhassa İstanbul garnizonundaki bazı zabitler tekaüte sevk edildi, yerlerine İttihatçılar tayin olundu. Bu sayede ordu, bütünüyle fırkaya sadık unsurlardan müteşekkil hale getirilmeye çalışıldı. İleride Teşkilat-ı Mahsusa adıyla anılacak yarı resmî bir istihbarat ve operasyon teşkilatı kurularak İttihatçı tahakkümü farklı bir ebada taşındı.

Falih Rıfkı diyor ki: “Gerçek İttihatçı rejimi, Eminönü Meydanı’na ikinci defa sıralanan bu darağaçları üzerinde tutunmuştur. Birincisi 31 Mart Vak’asını müteakip kurulmuştu.” (Batış Yılları)

Mahmud Şevket Paşanın mezarı
Mahmud Şevket Paşanın mezarı

Aralanmayan esrar perdesi

Suikasti tezgahlayanlar, Çatalca ordusu kumandanı Ahmed Abuk Paşa ile ittifak yapmıştı. Ama suikastten sonra Ahmed Abuk Paşa İstanbul’a girmeye cesaret edemedi ve suikastin muhalefete hiçbir faydası olmadı. Olsaydı sadrazam namzedi Kâmil Paşa, olamazsa Prens Sabahaddin Bey idi. Kâmil Paşa, bu sırada İstanbul’a geldiyse de yine sınır dışı edildi. Sabahaddin Bey pusudaydı.

Sultan Reşad’ın Hüseyin Hilmi Paşa’yı istemesine rağmen, İttihatçılar Mısırlı Prens Said Halim Paşa’yı sadarete getirdiler. Kendisini hıdiv yapmadığı için Sultan Hamid’e husumet besleyen ve Mahmud Şevket Paşa kabinesinde hariciye nazırlığı yapan bu İttihatçı milyoner prens, hariciye nezaretini de uhdesinde tuttu. Ancak hakiki iktidar, Talat - Enver - Cemal üçlüsüne geçti.

Paşa’nın ölümü İttihatçılarda gayrı samimi bir keder manzarası doğururken, Alman matbuatı hakikaten yasa büründü. Ancak kısa bir zaman sonra, Enver Bey, tıpkı Mahmut Şevket Paşa gibi, hatta ondan da süratli bir şekilde ikbal basamaklarını çıkarak ülkenin bir numaralı hâkimi olacak ve Almanların yüzünü bir müddet güldürecektir.

Suikastin perde arkası bugün bile açıkça malum değildir. Tetiği çekenler bellidir, ama yolu açanlar muhtemelen daha yukarıdaydı. Suikast yalnızca ferdi bir iş gibi durmaz. En ortalama netice, alt kademe muhalifler yapmış, ama üst seviyede ise göz yumulmuş olma ihtimali güçlüdür.

Vakadan bahsedenler ya Divan-ı Harb zabıtları ya da İttihatçı gazetelerdir. Mevzuya dair sıhhatli malumat azdır. Suikastta yabancı istihbarat servislerinin parmağı olabileceği iddia edilmiştir. Cemal Paşa’ya göre iş, İngiliz sefareti tercümanı Fitzmaurice ve ataşemiliter Binbaşı Tyrell’in tertibatıdır.

Paşa’nın Almanlarla yakın, İngilizleri dengeleyen bir siyaset izlemesi bazı şüpheleri doğurmuştur. İngilizlere göre fail Almanlardır. Alman Genelkurmayı, Paşa’nın fevri ve kontrol edilmesi güç mizacından rahatsız olup, yerine kendi nüfuzlarına daha açık olan İttihatçı genç liderlerin geçmesini arzulamıştır. Nitekim Paşa’nın suikastından hemen sonra hükümete gelen, Said Halim, Enver ve Talat Paşa, Almanlarla çok daha yakın münasebetler tesis etmiştir. Her neyse, Paşa’nın ölümü en çok İttihatçı Almancı kanadın işine yaramıştır.

Çokları, Paşa’yı İttihatçıların ortadan kaldırdığına inanıyordu. Zira Paşa’nın parti içerisindeki bazı unsurlarla anlaşmazlık yaşadığı biliniyordu. İttihatçıların suikasti bildikleri, ama onu kendileri için bir engel olarak gördükleri için müdahale etmedikleri de ileri sürülmüştür. Nitekim suikasttan sonra parti merkezinde Talat Bey’in “Su testisi su yolunda kırılır. Bunda da elbette bir hayır vardır” dediği bilinmektedir.

Üstelik darbe hazırlığı yapan bir grup, suikastten evvel yakalanmıştı. Darbe teşebbüsçüleri, “İttihatçılardan iktidarı zorla almak niye suç olsun? Onlar böyle almadı mı?” diyordu. Mahmud Şevket Paşa’nın süratli yükselişi arkasında esrarlı bir gizli el olduğu anlaşılmaktadır. İttihatçılar bu adamdan neden çekinmesin?”

O günün sabahında kendisini ziyarete gelen Cemal Bey suikast istihbaratını haber verdiğinde, “Adam, iş olacağına varır. Ne yapalım! El-hükmü lillah” demişti. Buna rağmen Cemal Bey hiçbir tedbir almadı, işi oluruna bıraktı. Böylece fırkanın çok arzusuna karşı gelen birinden kurtulacaktı. Beş seneden beri içlerinde sadrazamlık yapacak adam olmadığı için fırka hükümete dolaylı baskı yapmaktaydı. Artık doğrudan iktidarı ele almanın zamanı gelmişti. Suikast, İttihatçıların iktidarı ele alma yolunda kat ettikleri 1908, 1909 ve 1912 darbelerinden sonraki nihai merhaledir.

Mahmud Şevket Paşa’nın ortadan kaldırılması, İttihat ve Terakki fırkasına beklediği fırsatı altın tepsi içinde sunmuş oldu. Bir taşla yüz kuş vurdular.

Bu istibdad rejimi, devleti cihan harbine götüren şartları şekillendirdi. İttihatçı liderler Almanya ile ittifak yaparak imparatorluğu topyekûn bir harbe soktular. Bu karar elbette pek çok faktöre dayanıyordu. Ancak eğer Mahmud Şevket Paşa yaşıyor olsaydı farklı bir siyaset takip edilirdi diye düşünenler de vardır. Zira Paşa her ne kadar Alman taraftarı olsa da, aşırı temkinli ve kontrollü biriydi. Belki harbe girmekte bu kadar acele etmezdi. Paşa’nın ortadan kaldırılmasında bu faktörün de rol oynadığını düşünenler vardır.

Netice itibariyle, Mahmud Şevket Paşa suikastı İttihat ve Terakki’nin mutlak hakimiyet devrini başlatan bir katalizör oldu. Fırka suikastın hasıl ettiği korku atmosferini sonuna dek kullanarak muhalefeti sindirdi, iktidarını perçinledi. Bu baskı ve tahakküm, kısa vadede İttihatçıların idarede kalmasını temin etse de uzun vadede Osmanlı cemiyetinde derin fay hatları hasıl etti. Devlet bürokrasisinde ve askeriyede Fırka’dan olmayanların dışlanması, gayrimemnun bir kitle meydana getirdi. Sultan Hamid’den memnun olmayanlar, onun devrini mumla aradılar.

İbrahim Çiçek Mahmut Şevket Paşa Suikastı
Süreyya Engin, Mahmut Şevket Paşanın Katli Hâdisesi, Resimli Tarih Mecmuası