Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

NARGİLEMİN MARPUCU GÜMÜŞTENDİR GÜMÜŞTEN

Nargile şarkta sosyal hayatın sembolü olmuş bir alışkanlıktır. “Yalnız nargile içilmez, Karaköy köprüsü geçilmez” derler.
21 Nisan 2025 Pazartesi
21.04.2025

Nargilenin tarihi yolculuğu, XVI. asırda Hindistan’da başlar. Babür İmparatorluğu asilleri tütünün keyfini çıkarmak için kullanırdı.

İlk nargileler, umumiyetle narçil denilen bir cins büyük Hindistan cevizinin kabuğu oyularak yapılan basit bir hazne ve bambu borulardan müteşekkildi. Suyla temas eden tütün dumanının içimi yumuşuyordu.

Nargilenin sonraki durağı, İran oldu. Fars zanaatkârları, nargileyi muhtelif artistik formlarla süsleyerek nargileyi bir statü sembolü ve artistik bir nesne haline getirdiler. Mısırlılar, adına nargil dediler. Zira, Mısır’da c harfi g sesine dönüşür.

Şark sembolü

Osmanlı ülkesine nargilenin gelişi muhtemelen Sultan IV. Murad’ın saltanatı zamanına (1623-1640) rastlar. İstanbul Bayezid’de sadece nargile ikram eden ve nargileci kahvesi diye bilinen kahvehaneler vardı.

Sadece kahvehanelerde değil, evlerde de nargile içilir, hatta mesireye çıkıldığında nargilesini yanına almak ihmal edilmezdi. Bazı Avrupalı ressamlar, kadınları bile nargile fokurdatırken tasvir etmiştir. Nargile o kadar Şark kültürünü sembolize eden bir obje olarak görülmüştür ki, ecnebiler Türk elbiseleri giyip ellerinde nargile marpucuyla ressamlara poz vermekte yarışmıştır.

Beykoz ve Yıldız çini fabrikalarında gerçek birer sanat eseri olan nargileler imal edilmiştir. Türkler her şeyde olduğu gibi, nargileye de estetik zevklerini katmışlar, bir Osmanlı nargile kültürü meydana getirmişlerdir. Cevabı nargile olan muamma (bilmece) bile düzülmüştür:

Ol nedir su içinde seslenir
Leblerimin busesine yaslanır
Dem çeker yanar tüter hem sinesi
Üfledikçe gark olur sefinesi

Loti’nin seyyar nargilesi

XVIII. asırda seyyahların Osmanlı topraklarına yaptıkları ziyaretler sırasında nargileyle tanışmaları, bu alışkanlığın Avrupa’ya taşınmasına yol açtı.

İstanbul’da bir müddet yaşayan ve Sultan Abdülmecid’in iltifatına mazhar olan meşhur bestekar Ferenc Liszt, ayrılırken iftihar nişanı ile taltif edilmiş, kendisine Sultan tarafından kıymetli mücevherlerle süslü bir enfiye kutusu ve gümüş bir nargile hediye edilmişti.

İstanbul aşığı Pierre Loti, bütün seyahatlerinde alıştığı nargilesini yanında taşırdı.

Alman general von Moltke anlatır: “Türk, tütünün içine bir gül ya da kiraz atar ve bunların her nefeste suyun kaynaşan yüzünde oynamasından masum bir neşe duyar. Böyle bir nargile, gölgeli bir ağaç, şakırdayan bir fıskiye ve bir fincan kahve Türk’e günün 10-12 saatinde zevkle vakit geçirmek için yetişir.”

Kimler yok ki...

Hangi sınıftan olursa olsun Osmanlı erkeği, hatta hanımı gerek zevk almak gerekse dinlenmek için nargileyi tercih ederdi. Memur, mesaisi bitince, esnaf, dükkanını kapatınca, işçi, boş vakit bulunca bir yere oturup çubuğunu veya nargilesini tüttürerek açık havada vakit geçirmekten hoşlanırdı. Zenginlerin işi sadece nargile hazırlayıp takdim etmek olan hizmetkarları vardı.

Nargile tiryakisi yüzünden belli olurdu. Ahmed Rasim, Darüşşafaka’daki hocalarından İskender Efendi’yi, “çokça nargile içmekten bıyığının burun delikleri hizasına tesadüf eden kısımları tönbeki gibi sararmış” diye tasvir eder.

XIX. asır sonlarından itibaren gençler arasında, memurlar, hatta tekke mensupları arasında tütün, enfiye ve nargile alışkanlığı yaygındı. Aşçı Dede İbrahim Efendi hatıralarında der ki, “Tarikat tespihlerini çektikten sonra kahve ve bir defa olmak üzere nargile içerim. Çünkü üstadımız Şeyh Fehmi Efendi ara sıra nargile isterdi. Zira nargilenin faydası dimağda olan fenalığı izale ile zihne zekâ bahşeder. İşte bu aralık yani kahve, nargile içer iken, şuradan buradan biraz dünya kelamı ve muhabbet ederim.”

Meşhur İshak Hoca, çoğu zamanını evinde eser yazmak veya tercüme etmekle geçirirdi. İçmeyi adet edindiği nargilenin marpucu ağzında olduğu halde, dizlerini dikip arkasını yastığa dayar, tercüme olunacak kitabı dizlerine koyar, bütün sahifeyi iyice gözden geçirir, sonra durmaksızın yazmaya başlardı.

Yine de nargile, diğer tütün mamulleri ve enfiye gibi, ağır başlı kişilerin uzak durduğu hafif birer alışkanlık olarak görülmüş, biri övülecek olsa, “Ağzına içki koymaz, hatta tütün, enfiye, nargile ile ülfeti yoktur” derlerdi. Ömer Seyfeddin’in “Kurbağa Duası” isimli hikayesinde nargileden bir şahsi kusur olarak bahsedilir.

Suphi Paşa konağında Mısırlı bir misafirin geç vakit istediği nargileyi içerken uyuması üzerine yere düşen bir ateş parçası keçeyi, keçeden perdeyi, perdeden tavanı, hülâsa odayı ve binaenaleyh koca konağı yakmış, kül etmişti.

Türk dokunuşu

Umumiyetle bir gövde, su haznesi, marpuç ve lüle olmak üzere dört ana parçadan meydana gelir. Tütün, lülede yakıldıktan sonra, duman su haznesinden geçerek soğutulur, nikotini alınır ve hortum vasıtasıyla içilir.

Gövde, umumiyetle metal, pirinç veya paslanmaz çelik ya da çini ve porselen gibi malzemeden zarif şekilde yapılır.

Su haznesi (şişe), şeffaf camdan yapılır ve nargilenin alt kısmında yer alır. Böylece içindeki su ve dumanın hareketi görülebilir. Hazne genişse daha fazla duman birikir, darsa daha kesif bir çekim hissi verir. Süleymaniye Camii’nin akustik hususiyetlerini bizzat Mimar Sinan’ın kubbenin altında fokurdattığı tönbekisiz nargilenin sesiyle kontrol ettiği söylenir.

Marpuç, uzun ve esnek deri hortumdur. Gövdenin üst kısmına geçirilmiştir. Nargilenin içindeki dumanı, içenin ağzına kadar götürmeye yarar. Uzun marpuçlar, dumanı soğutarak içimi yumuşatır. Farsça mar+piç, yılan gibi büklümlü demektir. En iyisi ve yumuşağı Humus’ta yapılırdı. İstanbul Mahmutpaşa’da hususi çarşısı vardı.

İmame veya ağızlık, marpucun ucuna takılı kısımdır. Çoğu zaman kehribardandır. Gümüş, altın, mineli, elmaslı, yakutlu, zümrütlü zarif bileziklerle süslenir. Bunun sıcak suda iyice yıkanması icap eder.

Lüle veya ateşlik, nargilenin en üst kısmında yer alan ve tütünün konulduğu kısımdır. Kil, ince beyaz toprak, seramik veya cam gibi mukavemetli malzemeden yapılır. Oymalı gümüş, pirinç, bakır bir mahfazayla çevrilidir. Tablası deliklidir. Tönbeki içine konulur ve üzerine kor konup tütünün yanması temin edilir. İstanbul’da Tophane’de Lüleciler Çarşısı vardı.

Maşa, ateş tutmaya yarardı. Arapça’ya Türkçe’den “mahşe” şeklinde geçmiştir. Demirden, çelikten, pirinçten, bakırdan hatta gümüş ve altından yapılanları da vardır. Bunların içerisinde antika olanları yoksa da dipçik, baston ve büyük bıçak sapları içerisinde gizli olarak yerleştirilmiş nargile maşaları kıymetli idi.

Türkler nargileye başka bir itina gösterip bir zevk-i selimle çalışarak billurdan, beyaz ve renkli şişeler ve gümüş çiçekli ve meyvelerle süslü başlıklar ve yaldızlı toprak lüleler ile imal ettiler. Hatta bazen şişesini de gümüşten son derece zarif nargileler yaptılar.

Antakya ve Konya’da hususi tönbeki (nargile tütünü) yetiştirilirdi. Ama Isfahan’dan gelen tönbeki en makbulü idi. XX. asrın ortalarına gelindiğinde, içimi daha hoş hale getirmek için tütüne aromalar eklenmeye başlandı. Bu safhada, muassel (ballı) olarak bilinen aromalı tütün türü ortaya çıktı. Muassel, tütün yapraklarının meyve esansları, melas veya gliserin gibi tatlandırıcılarla karıştırılmasıyla elde edilir. Bu ameliye, tütünün daha az keskin ve daha aromatik yanmasını temin eder. Sonradan elma, üzüm, nane, vanilya, çikolata, Hindistan cevizi, anason ve kahve gibi aromalar işin içine girdi.

Nargile raconu

Tiryaki raconunda, nargile içmenin dört şartı olduğuna inanılır: Maşa, meşe, köşe ve Ayşe. Tönbeki üzerindeki ateşi maşa ile kontrol etmek, ayrı bir zevktir. Tönbekinin kömürü meşe kömürüdür. Meşe kömürü, kaliteli ve mukavemetlidir. Nargile ortalıkta içilmez, bir köşeye çekilmek lazımdır. Nargile içene hizmet eden biri lazımdır, Ayşe de onu sembolize eder.

Tiryakiler kahvecilerin hazırladığı nargileyi hemen içivermezlerdi. Kollarını dirseklerine kadar sıvar, nargilenin sürahisini, lülesini, marpucunu bizzat ovuşturarak temizler, sürahisine suyu kendi koyar, lüleyi kendi doldurur, kendi ateşler, hatta bazıları marpuç başlığını ağızlarına değdirmemek için bir kâğıt parçasını zıvana gibi başlığın deliğine sokmuş olduğu halde içerlerdi.

Kahvehanelerin çubuklarını içmek istemeyen tütün tiryakileri, kendi çubuklarını beraber taşırlardı. Lülesi ve imamesi beraber olarak, çuhadan bir kese içinde olduğu halde kaput, cübbe gibi elbiselerin altında kaytan ile belde asılı olarak sallanırlardı.

Nargile şarkta misafire ikramın da vazgeçilmez unsurlarındandır. Muharebeler esnasında bile askerler nargilelerini tüttürmeyi ihmal etmemiştir.

Nargile fokurdaması hem bir melodi hem de bir ihtişam gösterisidir. Abdülhak Şinasi Hisar, kedisinin, “çekilen bir nargile gibi haşmetle homurdandığını” söyler. Refik Halid Karay, nargilenin ıslığını etrafı saran fabrika düdüğüne benzetir.

Nargile Ritüelleri

Nargile, insanları bir araya getiren ve sosyal bağları güçlendiren bir vasıtadır. Ahmet Rasim, “Yalnız nargile içilmez, Karaköy köprüsü geçilmez” der. Kahvehanelerde nargile içenler bir tarafta otururdu.

Nargile ritüelleri, aynı zamanda hürmet ve nezaket kaidelerini de ihtiva eder. Mesela, marpuç (hortum) bir kişiden diğerine geçerken muayyen bir adabın takip edilmesi, topluluk içindeki ahenk ve hürmetin muhafazasına yardımcı olur.

Modern zamanlarda bilhassa gençlik hareketleriyle nargile global bir fenomen haline geldi. Ananevi kullanılmanın ötesine geçerek, artık gençlerden yaşlılara kadar geniş bir kitle tarafından tercih edilen sosyal bir aktivite halini aldı. Mamafih Ahmet Rasim’in tespit ettiği gibi, 1850’lerden sonra tütün merakının ilerleyip sigaranın yayılmasıyla nargile merakı azalmıştır.

Halk kültüründe nargile içenlere dair darbımeseller türetilmiştir.
“Nargile içene şeytan yaklaşmaz.” Çünki nargile içen yerinden kalkamaz ki günah işlesin.
“Nargile içenin evine hırsız girmez.” Çünki öksürüğü hırsızı kaçırır.
“Nargile içeni köpek ısırmaz.” Çünki tütün kokusundan yanına yaklaşamaz.
“Nargile içen tabibe gitmez.” Çünki çok yaşamaz.
Lezzetsiz içeceğe “nargile suyu” derler. Çünki nikotin karışmıştır.

Duman Duman

Yeni Türkü grubunun 90’larda meşhur ettiği şarkı, Yedikule zindanlarında beş sene hapse mahkûm olan nargile tiryakisinin ağzından yazılmıştır.

Nargilem duman duman
Bayıldım aman aman
Beş yıl bana yaraştı
Nargilem buna şaştı
Nargilemin marpucu da
Gümüştendir gümüşten
Beş değil on beş yıl olsa
Ben vazgeçmem bu işten