“YA KÂTİP İSTERİM YA ZÂBİT!” Osmanlı memuru kimdir?
Selçuklu sisteminin vârisi olan Osmanlılarda Orhan Gazi devrinden itibaren muntazam bir bürokratik teşkilat vardı. Zamanla bürokrasi kendi elemanlarını kendisi yetiştirmeye başlamıştır.
Memur sayısı giderek artmış, XVI. asırda 100 civarında iken, XVIII. asırda 40 büroda memur sayısı binleri bulmuştur. 1893’te 20 milyonluk Osmanlı İmparatorluğu’nda memur sayısı 35-70 bin arasında idi.
2021’de 84 milyonluk Türkiye’de 5 milyona yakın memur vardır. Yani Osmanlı İmparatorluğu’nda 400 kişiye bir memur düşerken, Türkiye’de 17 kişiye bir memur düşer.
Osmanlı centilmeni
Hepsi padişahın mutlak vekili veziriazama bağlı bulunan üç tip memur vardır:
1-İlmiye (ulema). Şeyhülislâm riyasetinde, adliye ve maarif kadrosunu teşkil eder. Divan azası kazaskerler bu sınıftadır.
2-Seyfiye (kılıç ehli). Kara ve deniz ordusudur.
3-Kalemiye. Bürokratlardır. Hazine şefi defterdar ve divan ofislerinin şefi nişancı bu kadrodadır.
Sarayda enderun ve bîrun (iç ve dış) denilen kısımlarda doğrudan padişaha bağlı çeşitli memurlar vazife yapar.
Enderunda faaliyet gösteren mektep, yüksek Osmanlı bürokratlarının yetiştiği mutena bir müessesedir. Talebesi harblerde esir alınan veya gayri müslim halktan devşirilen fiziği düzgün, zeki ve istidatlı gençlerdir.
Bunlar Müslüman Türk terbiyesiyle ve sıkı bir disiplin altında yetiştirilerek şimdiki tabirle birer Osmanlı centilmenine dönüşür.
Böylece normal şartlarda medrese veya kalemde yetişerek devlet hizmetine girme imkânı bulamayan gayri müslim vatandaşların önü açılmış, devletin de işine gelmiştir. Köle (gulam) bürokrat istihdamı hemen bütün şark devletlerinde, ezcümle Abbasî ve Selçuklularda vardı. Osmanlılar bunu numune almıştır.
Kapı halkı
Bürolara kalem, memurlara kâtip, kalem amirine hâce, muavinlerine ise halife (kalfa) denir. Yüksek memurlar hâcegân diye anılır. Kâtip Çelebi, namı diğer Hacı Halife bunlardandır.
8-10 yaşında istidatlı gençler kaleme şakirt (çırak) alınır, yazışma inceliklerini öğrenerek zamanla kâtip olur. Çoğu zaman kâtiplik bir aile mesleğidir. Zira o zaman evlat her yerde babasının işini devralırdı. Kasabın oğlu kasap, kâtibin oğlu kâtip olurdu.
Merkez ve taşrada her yüksek memurun kendi sekreteryası vardır. Kapı halkı denen bu memurlar, o kişinin vazifeye başlamasıyla maiyetinde çalışmaya başlar. Maaşlarını da ondan alır. Onunla gelir onunla gider. Bugün ABD’de de böyledir.
Devşirmeden Türklere
Devşirmeler ya bürokrat olur ya asker. Acemi oğlanlar ya saraydaki enderunda yetişir ya yeniçeri ocağında. Sultan I. Ahmed zamanında acemi oğlan sayısı 9406 idi. 1633 yılından itibaren devşirme usulü zayıfladı. Enderun mektebine Müslüman halktan da talebe alındı. Askerî ve sivil bürokratların da etnik menşei değişmeye başladı.
Sultan II. Mahmud zamanında Enderun’un yerini Mâbeyn-i Hümayun aldı. Mâbeynci ve başkâtip buranın en önde gelen amirleridir. Dârüssaade ağası, hünkâr imamı, hazine-i hassa nâzırı, ıstabl-ı âmire (saray ahırları) müdürü de mâbeyn erkânındandır.
Enderun mektebi yerine Mekteb-i Mülkiye kuruldu. Acemi oğlanlar mektebi bilahare Galatasaray Sultanîsi’ne (liseye) dönüştürüldü. Basit memurlar için de Mekteb-i Maarif-i Adlî, bilahare rüştiye (ortamektep) mezunlarından memur yetiştirmek üzere Mekteb-i Mahrec-i Aklâm adında lise seviyesinde mektepler kuruldu. Ayrıca askerî rüştiye ve idadilerle (lise) Mekteb-i Harbiye kuruldu.
Babıali terbiyesi
Refik Halid der ki: “Eskiden memurlar hepsi mim ile başlayan şu derecelerden geçerlerdi: Evvela mübeyyiz, yani bir yazı müsveddesini temize çeken, arkadan müsevvid, yani müsveddeyi yazan, mümeyyiz o müsveddeyi tashih eden, müdür tashihli müsveddeyi tasvip eden. Mümeyyiz yükselir, müfettiş, müsteşar, sonra da mütekait olurdu.”(Bir Ömür Boyunca)
Ayrıca her memurun rütbesi vardı. Zamanla ve liyakatine göre yükselirdi. Memuriyet padişaha ve halka hizmet olarak görüldüğünden, sadrazamlık yapmış biri icabında valiliğe tayin edilebilir, “Bu benim rütbemden düşük iş, gitmem!” demek aklına gelmezdi.
Memurlar arasında, zamanla şarkılara, romanlara, filmlere mevzu olan kâtip tiplemesinin sembolize ettiği bir adap vardı ki, Babıali Terbiyesi diye bilinirdi. Asırlar boyunca devam edegelmiş ananelerden süzülen bu terbiye, Osmanlı memurunun nezaket ve nezahetinin alameti olmuştu. Kibar tavırlılara, “memur gibi” demek adetti.
Bu terbiyenin sahibi, büyüklerine hürmet ve emsallerine samimiyet gösteren, küçüklerine akran muamelesi yapan, mütevazı, ama vakarlı, eshab-ı mesalihin (iş sahiplerinin) dileğini ötelemeden tamamlayan, daire teamüllerine sadakat gösteren, oturmasını kalkmasını ve konuşmasını bilen, üstü başı hep düzgün bir numune-i imtisaldir. Kızların “Ya kâtip isterim ya zâbit!” diye hayal kurmasına şaşılmaz.
Düşük maaş yüksek itibar
Osmanlı memurunun işe girişi kolaydır. Daire amirlerinin elindedir. Vali kaymakamı, kaymakam da memurları işe alır. Nüfusun az olduğu bir zamanda, işe yarar adam boşta kalmaz.
Osmanlı memuru, teminat zırhına bürünmüş değildir. İngiltere’de de böyledir. Bir hata yaparsa, hatta işe yaramaz hale gelirse, gözünün yaşına bakılmaz, postalanır. Cumhuriyet memuru ise, hele tek parti devrinde, hangi seviyede olursa olsun, adeta bir kraldır.
Memurlara ya yevmiye ya da hazine gelirlerinden birisi tahsis edilir. Maaşı azdır, bazen gecikir, ama yine de memurluk itibarlıdır. Klasik devirde memur sayısı çok azdır. Tanzimat’tan sonra artmıştır.
Memurların bazısı kaleme gider, bazısı yer olmadığı için haftalık evrak torbalarını evine götürür, hazırlayıp getirir. Mesai esnekti, evi uzak olanlar geç gelip erken çıkardı. Ne servis vardı ne makam arabası ne lojman... Herkes yemeğini sefertasıyla yanında getirirdi. Cumaları tatildi. Ramazan’da işler hafifletilir veya tatil edilirdi.
Nereden nereye?
Tanzimat’tan sonra gayri müslimlere de memuriyet yolu açılmış, memurların statüsü çıkarılan kanunlarla yeni ve sağlam esaslara bağlanmıştır. Memurluğa girişte imtihan usulü getirilmiş, memurlara muntazam maaş bağlanmış, sebepsiz azil kaldırılmıştır.
Meşrutiyet’ten sonra iktidar partizanların eline geçmiş, idareci elitler, eski bürokratlardan çok daha aşağı seviyeye düşmüştür. Meşrutiyet ve cumhuriyet idareci eliti umumiyetle halktan gelme olmakla birlikte, umumen asker menşelidir.
Çoğu yüksek bir tahsil ve kültürden mahrum, bürokratik tecrübesi bulunmayan, dış dünyadan kopuk, ecnebi lisan ve Avrupa kültürüne uzak, Avrupa görmemiş, ama züppelikte bir numara kişilerdir. Böylece devlet görgü ve tecrübesi cihetiyle klasik Osmanlı bürokratlarının mukayese kabul etmeyecek kadar gerisindedir.
Yenilikçi-Gerici
Tanzimat bürokratlarını ikiye bölmek, alaturkacılar-alafrangacılar, gericiler-ilericiler, gelenekçiler-yenilikçiler diye ayırmak Jön Türklerin âdetidir. Onlar bu tasnifi sever, böylece kendilerine tarihte bir kök edinmeye çalışır.
Hakikatte bürokratların böyle ikiye bölündüğü doğru değildir. Mesela “Alaturka” Hüsrev Paşa, ıslahatları şekillendirecek olan Meclis-i Vâlâ reisiydi. Fesi getiren, yeni orduya ilk talimi yaptıran odur. Padişah’a modern çatal-bıçak seti hediye edecek kadar yenilikçiydi.
Osmanlı mülkî, ilmî ve askerî bürokratı tek tiptir. Muvaffakiyetlerinin sırrı da budur. Günlük yaşantı ve fikriyatta farklılıklar olması tabiidir. Aralarında var olduğu dile getirilen ayrılık, rekabetten başka bir şey değildir.
Önceki Yazılar
-
DÜŞMANIN YOKSA, KARDEŞİN DE Mİ YOK?13.01.2025
-
OSMANLI PADİŞAHLARI SADECE BİR HÜKÜMDAR DEĞİLDİ!6.01.2025
-
BİR İNGİLİZ POLİTİKASI: BEKLE ve GÖR!30.12.2024
-
İSLAM TARİHİNDE CASUSLUK23.12.2024
-
ŞAM’IN VE ŞEKERİN HAYALİYLE…16.12.2024
-
MEYVE VEREN AĞAÇ TAŞLANIR!9.12.2024
-
İNGİLTERE’Yİ İDARE EDEN GÜÇ ve ANKARA2.12.2024
-
TİCARET YAPACAKTINIZ DA KİM MÂNİ OLDU?25.11.2024
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024