Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

MEYVE VEREN AĞAÇ TAŞLANIR!

Tarih boyunca İmam Ebu Hanife’den İmam Rabbânî'ye, İmam Gazâlî'den Mevlânâ Hâlid'e kadar büyük âlimlere çeşitli iftiralar atıldı. Ancak onların şanlı namı hâlâ yaşarken müfterilerin habis isimleri unutuldu.
9 Aralık 2024 Pazartesi
9.12.2024

Zamanında cahil ve ahmaklar, hasetleri kalplerini kör ve vicdanlarını yok etmiş olacak ki, İmam Ebu Hanife’ye iftiralar attılar. Kendilerinde bulunmayan şeylerin başka salih kimselerde bulunmasını istemediler.

Hadis bilgisinin zayıf olduğunu, hadis dururken kıyasa gittiğini, aklı, naklin önüne aldığını söylediler. Hatta halkın kendisinden uzaklaşmasını temin için “sapık” ve hükümete karşı müşkül vaziyete düşürmek için “hain” dediler.

İmam Muhammed Bâkır, yüksek meziyetli olduğu için, bu sözlere hemen inanmadı. Nitekim âyet-i kerimede mealen, “Size bir fasık haber getirdiği zaman itibar etmeyin” buyuruldu. Bizzat kendisiyle görüştü. Söylenenlerin iftira olduğunu anladı, “Ceddimin dinini bozanlar çoğaldığı zaman, sen onu canlandıracaksın. Korkanların kurtarıcısı, şaşıranların sığınağı olacaksın! Sapıkları doğru yola çevireceksin! Allah yardımcın olacak!” dedi.

Harem’de seccadeyle namaz kılmasına itiraz eden ukala bir Harzemli’ye, “Bizden öğrenirsiniz, sonra bize öğretirsiniz” demişti. Ona haset edenlerin, cahil, sapık ve hain diyenlerin habis isimleri unutuldu; ama İmam Ebu Hanife’nin şanlı namı, asırlardır yaşamaktadır.

Aleyhinde konuşan birine bir kese altın gönderip, “Bize verdiği sevapları arttırırsa, biz de karşılığını arttırırız” demişti. “Cehaleti sebebiyle aleyhimde konuşanları affederim. Ama hasedinden yalan ve iftira atanların hâli zordur. Hem kendilerine hem başkalarına zarar vermişlerdir” derdi.

Rivayet olunur ki, Şeyh-i Ekber’i rüyada yüksek derecede görmüşler. “Aleyhimde konuşanlar sayesinde, Allah bana o kadar sevap verdi ki, hak ettiğimin üzerinde yüksek bir mertebeye kavuştum” demiş. 

En çok düşman kimin?

Cüveynî, Kuşeyrî, Şirazî gibi âlimler, Vehhabilerin o zamanki mümessilleri olan mutaassıpların şerrinden Bağdad’da kalamayıp Hicaz’a hicret ettiler. Bu kişiler, din cahili ve akıl noksanı idi. Böyleleri kolayca taassuba kapılır. Hariciler gibidirler. Müminleri hemen bid’ata, hatta şirke nispet ederler.

Müslümanların gözbebeği ve Anadolu’nun medar-ı iftiharı Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Moğol isitlası üzerine, Ehl-i sünnetin fitne çıkarmama işarına uyarak ve ileride hepsinin müslüman olacağını keşfen anlayarak bunları idare etmiş, böylece halkı ve memleketi muhafaza etmişti. Ona bile hain diyen kendini bilmezler çıktı.

İslam âlimlerinin en büyüklerinden İmam Gazalî hep hakikati söylediği için felsefecilerden Şiilere, Vehhabilerden modernistlere kadar çokları kendisine düşmandır. Buna şaşılmaz. Allah ve peygamberlerine yapılan iftira, kimseye yapılmamıştır.

Peygamberler insanlara iyiyi ve güzeli anlatıp, ebedî saadet yolunu gösterdikleri halde, hasetçiler kabul etmeyip düşman oldular. Dünyada en çok düşmanı olan, bütün mahlukatı yaratan ve onların rızkını veren Cenab-ı Hak’tır.

Âlimler Peygamberlerin vârisi ve Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış olduğundan, onların da hasetçisi ve düşmanı çoktur. Hizmet edene haset eden çok olur. Meyveli ağaç taşlanır. İlim ehlini çekemezler.
“Erbâb-ı kemâlî çekemez nâkıs olanlar
Rencîde olur dîde-i huffâş ziyâdan!”

(Ziya Paşa)
(Ayak takımı çekemez kemal sahiplerini / Yarasanın ışıktan kamaşır gözleri)

Ayak takımının ehil zatlara husumetini Şeyhülislam Ahmed ibni Kemal Paşa güzel hülasa etmiştir:
Muârız-ı ehl olur her nâehil
Her Ahmed'e bulunur bir Ebu Cehil!

Âlimin eti

İkinci bin yılın müceddidi İmam Rabbânî hazretlerine daha yaşarken akıl almaz iftiralar atılmıştır. Tasavvuftaki hallerini anlamayanlar, sapık, hatta kâfir demişlerdir.

Iraklı Seyyid Muhammed Berzencî, çok bilgili olduğu halde, tasavvuftan nasibi bulunmadığı için, İmam Rabbani hazretlerinin büyüklüğünü bilemedi. Mektubat’ın yalan yanlış bir Arapça tercümesini okudu. Onun yüksek manalar taşıyan sözlerini anlayamadı. Şöhret ve itibarını kıskandı.

Oturdu, anlamadan, sormadan, “Serhend Cahillerine Reddiye” risalesini yazdı. Bununla kalmadı. İmam Rabbânî’nin torunlarından Ferruh Şah hacca gittiğinde, onu mahcup etmek için yanına giderken denizde boğuldu.

Hadis-i şerifte, “Âlimlerin etleri zehirlidir” buyuruldu. Onlara iftira edenlerin dünya ve ahireti yıkılır. Nitekim iftira büyük günahtır, bunu helal sayan ve duyup da beğenenin imanı gider. Şah-ı Nakşibend der ki: “Mürşidin kılıcı kınından çıkmıştır. Daha eline almadan, belasını arayanlar onunla vurulmak için sıraya girmiştir.”

İmam Rabbânî, Molla Kâsım Bedahşî’ye yazdığı ve Allah adamlarına dil uzatmanın felaket olduğunu bildirdiği 118. mektubunda der ki: Câsiye suresi 15. ayetinde mealen, ‘İyi iş yapan, kendine iyilik etmiş olur. Kötülük yapan da kendine etmiş olur’ buyuruldu. Hâce Abdullah Ensârî, ‘Ya Rabbi! Her kimi kovmak istersen, bizim üzerimize saldırtırsın!’ buyurdu.” Kendini bilmezler tarih boyunca böylelerine saldırmışsa, onların yolundaki ilim erbabına neler yapmazlar! Şair der ki:
Taşlarlar meyveli ağacı
Ağaç hiç aldırmaz bu hâle
Devam eder meyve vermeye
Taşları sayar başkaları

Sultan Fatih huzurunda bir ilmi münazara

Ne kendi etti rahat

Mevlânâ Hâlid hazretlerinin şöhret kazanması ve etrafında taliplerin toplanması hasetçileri rahatsız etti. Sözlerinden ve yazdıklarından cımbızla çekerek bid’ata, hatta şirke nispet ettiler. Zamanın ileri gelen devlet ricalinden Halet Efendi kendisini çekemeyerek, Sultan II. Mahmud’a “On binlerle adamı vardır. Memleket için tehlikelidir. İcabına bakılmalıdır” telkininde bulundu. Padişah, “Din adamlarından zarar gelmez!” diyerek sözüne aldırmadı.

Mevlânâ Hâlid bunu işitince, halifeye dua eyledi ve “Halet Efendinin işi, piri Celâleddin Rûmî’ye havale olundu” buyurdu. Az zaman sonra Sultan Mahmud, Mora isyanı vesilesiyle onu Konya’ya sürdü. Orada idam olundu. “Ne kendi etti rahat, ne aleme verdi huzur / Yıkılıp gitti cihandan dayansın ehli kubur” beyiti onun için söylenmiştir.

Hadis-i şerifte, “Ateş odunu yok ettiği gibi, haset de iyilikleri yok eder!” buyuruldu. Hasetçi, haset ettiğini çekiştirir (gıybetini yapar). Onun malına, canına saldırır. Böylece sevapları ona gider, onun günahlarını ise yüklenir. Haset edilen tertemiz olur. Haset ettiğindeki maddî ve manevî nimetleri gördükçe dünyası azap içinde geçer. Uykuları kaçar. “el-Hasûd lâ yes’ûd" (Hasetçi asla mesut olmaz) sözü meşhurdur.

Bari müselman olsa!

Tefsir-i Kebir’de der ki, “Haset on kısımdır, dokuzu din adamlarında bulunur.” Abdülhakîm Arvasi hazretleri, İstanbul’a gelip, Medresetü’l-Mütehassisin’e müderris tayin edildikten sonra, gördüğü hürmet ve itibarı çekemeyen bazı hocalar, kendisine "Kürt Hoca" namını taktılar. Seyyid olduğu halde, İstanbul camilerinde Hazret-i Muaviye’yi müdafaa etti, ona yapılan iftiraları çürüttü. Bu sebeple “Muaviyenin Avukatı” dediler.

Bununla da kalmadılar. Etrafında entelektüel bir çevre toplanmasından rahatsız oldular. Gelip gidenler sadece cahiller olsa, rahatsızlık duymazlardı. “Münevverler arasında din neşrediyor” diye zamanın hükümetine şikâyet ettiler. Muhbirler arasındaki Hafız Şaban’ın, Eyüp’te meyhanesi vardı. Futbol klübü çalıştırırdı. Şeyhülislam Bahâî Efendi’nin “Dahleden dinime bari müselman olsa!” mısraı meşhurdur.

Berika’da der ki: “İlimle ve alimlerle istihza (alay) etmek, onları tahkir ve tahfif etmek (aşağılamak) küfürdür. Zevcesi boş düşer. Tecdid-i iman ettirildikten sonra o beldeden sürülür.”

Merhum Hilmi Işık Efendi derdi ki: “Allah bazılarına cemal bazılarına celal sıfatıyla tecelli eder. Cemal sıfatıyla tecelli ettikleri iyilik yapar, celal sıfatıyla tecelli ettiklerinden ise hep kötülük sadır olur.” Âyet-i kerimede mealen “Herkes kendisine layık olan işi yapar” buyuruldu. Öyleyse, “Her küpten, içindeki sızar.”

Bedbaht kimmiş?

“Cahil cesur olur” demişlerdir. Zira insan az bir şey öğrense, kendini âlim zanneder. İlmi arttıkça çok şey bilmediğini anlar, mütevazı olur. İmam Ebu Yusuf “Ben bildiklerim için maaş alıyorum, bilmediklerime hazine yetmez” buyurmuştur. Ya âlim görmemiş, Arabi bilmeyen, kitap kapağı açmamış, elifi görse mertek sananlar?

İlim ehli, Allah’ın dostu düşmanı ayırmamayı emreden rahman sıfatı mucibince, herkese faydalı olmaya çalışır. Şinasî’nin “Bedbaht ona derler ki elinde cühelanın / Kahrolmak için kesb-i kemal ü hüner eyler” sözü bunlar için söylenmiş olsa gerektir. Yani kıymet bilmez cahillere bir şeyler anlatmaya çalışandan talihsiz kim vardır?

bir ilmi münazara
Sultan Fatih huzurunda bir ilmi münazara

Ya hırsız ya hain

Peygamberlerden başka kimse masum değildir. Âlimler de yanılabilir. Bunun yolu cahillerin hırlaması değil, kendisi gibi bir âlimin onunla münazara edip, ilmî delilleri önüne sermesidir. Kitaplarda münazaranın âdâbı yazılıdır. Münazara, ilim ve usul icap ettirir.

Bir âlimin pabucu bile olamayacak kişilerin reddiyeye kalkışması, trajikomiktir. Haddini bilmek en büyük fazilettir. Birine cahil demek için ondan fazla ilme sahip olmak icap eder. Birine hain/casus diyenin kendisi de öyledir ki bunu bilmektedir.

Bir sözden cımbızla cümle çekip, ona safsatalar bağlamak, beynamazın “Kur’an-ı kerimde ‘Namaza yaklaşmayın’ buyuruluyor” demesinden de çirkindir. “İyi de ayetin gerisinde ‘sarhoşken’ ibaresi var” dense, “Ben hafız değilim” deyip işin içinden sıyrılmaya çalışır. “Zannın çoğu kötüdür” ve “İyi bilmediğin şeyin ardına düşme” mealindeki ayet-i kerimeler, ağır birer tehdittir.

“Hain korkak olur” derler. Bu sebeple hakiki hain, ismini saklayıp ortaya iftiralar atar, sonra sipere kaçar. Tıpkı vampirin kan emmekle beslenip, ışığa çıkamadığı gibi, bazıları da insanlara saldırmaktan zevk alır.

İlmî söze ilimle cevap veremeyenler, hırçınlaşarak karşısındakine cahil, sapık, hain, sütü bozuk gibi belden aşağı söver. Hele ilim erbabı bunları muhatap alıp cevap vermeyince hırçınlıkları artar. Bu, acizlik alametidir. Esas derdi, kendi saçmalıklarının revaç bulmasına mâni teşkil edenleri bertaraf etmektir.

Rahmetli Enver Bey söylerdi ki, “Bir topluluk birini istemezse ya hırsız der ya hain!” Osmanlılar gaza ederken, diğer bazı Türk beylikleri fitne ile meşgul olurdu. Osmanlı kazandı, diğerleri yok oldu. Nitekim “it ürür kervan yürür!” demişler.