İSRAİLİYAT NEDİR? NE DEĞİLDİR?
İslâm kültüründe, İsrail oğullarının başından geçen ve sonraki nesillere nakledilen hâdiselere “İsrâiliyyât” denir. Kur’an-ı kerimde de geçtiği üzere, İsrail, Yakub aleyhisselamın ismidir ve onun soyundan gelenlere Beni İsrail adı verilmiştir.
İsrailiyat, ya Kur’an-ı kerim ve hadîs-i şeriflerde geçer, ya da semavi dinlerin metinleri ve ruhbanları tarafından beyan edilir. Ancak bunlar birebir aynı değildir. Zira Kur’an-ı kerim, bugün elde bulunan Tevrat ve İncil’in, tamamen değilse bile kısmen tahrife uğramış olduğunu beyan eder.
İsrailiyat çeşit çeşit
İsrailiyat haberleri mevzu itibariyle ya itikada veya amele dairdir yahut da vaaz (nasihat) cinsindendir. Sadece evvelki ümmetlerin başına gelenlerle alakalı değil, kâinata, gayba ve kıyamete dair İsrailiyat haberleri de çoktur.
Senet ve metin cihetiyle sahih, zayıf veya uydurma İsrailiyat vardır. Kur’an-ı kerim ve sahih sünnette zikredilen İsrailiyat haberleri makbul ve muteberdir. Senet, rivayet edenleri bildirir. Metin ise hadiseyi anlatır.
Mesela Resulullah aleyhisselamın geleceğinin evvelki mukaddes kitaplarda geçtiğine dair Abdullah bin Amr bin Âs’ın Buhari’de geçen rivayeti birinci kısımdandır, yani sahihtir.
Arşı taşıyan meleklerle alakalı, mesela meleklerin kanatlarını çarpmasıyla şimşeklerin meydana geldiğine dair haberler zayıftır.
İsrailoğullarına Buhtunnasr’ın ceza olarak gönderildiği ve 700 sene hükümdarlık yaptığı rivayeti uydurmadır.
Efsaneler?
Bazı İsrailiyat haberleri dinin aslına zıttır. Bunlar merduddur, kabul edilemez. Süleyman aleyhisselâmın yüzüğünü kaybetmesine, Lût aleyhisselâm’ın kızlarına, Davud aleyhisselâm ile Batşeba’ya dair anlatılanlar uydurmadır.
Nuh aleyhisselâmdan evvel doğup Musa aleyhisselâm zamanına kadar yaşayan, okyanus dibinden tuttuğu balığı güneşe tutarak kızartacak kadar uzun boylu Ûc bin Unk isimli inatçı kâfirin kıssası da bu kabildendir.
Bazı İsrailiyat haberleri ise meskûtün anh olup hakkında susulur. Ne tasdik ne de tekzip edilebilir. Bunlar ehl-i kitaptan gelen bazı uzun efsanelerden ibaret haberlerdir. Bakara suresinde geçen cinayete dair tefsirlerde ve tarihlerde anlatılanlar, ayrıca tarihlerdeki Nemrud ile Kârun’a dair haberler böyledir.
Ne tasdik ne tekzib!
Muhammed Aleyhisselam, “İsrail oğullarından nakletmenizde bir beis yoktur. Çünki onlarda çok hayreti mucip hâdiseler vardır” buyurdu. Beni İsrail’e dair anlattığı çok sayıda kıssa, hadis kitaplarında mevcuttur.
Bir başka hadis-i şerifte de “Eğer Ehl-i kitap, size bir şey anlatacak olursa onu ne tasdik ne de tekzip edin! Yani ne doğrulayın ne yalanlayın! Biz Allah’a ve peygamberlerine ve onlara indirilenlere inandık deyin!” buyuruldu.
Çünki eğer tasdik olunan şey tahrife uğramış bir şeyse, tahrife iştirak edilmiş olunur. Eğer tekzip edilen şey semavi kitabın aslına uygun ise, bu sefer ilahi kelâm tekzip edilmiş, yalanlanmış olur.
Eğrisi doğrusu
Resulullah, eshabından bazılarının eski mukaddes metinleri okumalarına müsaade etmiştir. Musevi iken Müslümanlığa geçen sahabi Abdullah bin Selâm, ayrıca Abdullah ibn Abbas, Abdullah bin Amr bin Âs, Temîm Dârî ile Tâbiîn’den Kâ‘bü’l-Ahbâr ve Vehb bin Münebbih gibi zâtlar, mukaddes kitaplardan haberdardı ve eski dinlerin hükümlerini bilirdi. (Ahbâr, hibrin çokluk hâlidir. Tevrat yazıcılarına verilen isimdir. Kur’an-ı kerimde geçer: Mâide, 44).
Abdullah bin Selâm’a Tevrat okuma izni bizzat Resulullah tarafından verilmiştir. Ebû Hüreyre’nin, Tevrat okumadığı halde, dinlemeye merakı ve ezber kuvveti sebebiyle, bundaki malumatı en iyi bilenlerden olduğu söylenir. Bunlar, eğriyi doğrudan ayırabilecek zâtlardı.
Mevâlî denilen ve Arap olmayan müslümanlar arasında çok âlim, bilhassa muhaddisler yetişmiştir. Bunlardan işitilen İsrailiyat rivayetlerinin, zaman içinde eğrisi ve doğrusuyla İslâmiyete sirayet ettiği söylenir. Sonraki âlimler bunlara dikkat çekmiştir.
Kardeşim Musa sağ olsaydı…
Buna mukabil Resulullah bir defasında Hazret-i Ömer’in, bir başka zaman da Hazret-i Hafsa’nın elinde Tevrat sahifeleri görüp bunları okumaktan menetmiştir.
Hâdise, muhtemelen Hazret-i Ömer’in yeni Müslüman olduğu sıralarda vuku bulmuştu. “Kardeşim Musa sağ olsaydı, bana tâbi olurdu” buyurmuştur. Çünkü bütün peygamberlerden buna dair misak (söz) alındığını Kur’an-ı kerim haber veriyor. (Âli İmran: 81)
Bu hâdiseler o mevzuda kabiliyeti bulunmayan ve henüz imanı derinleşmemiş kimselerin Yahudi ve Hristiyanlara ait mukaddes kitaplarla meşgul olmasının münasip olmadığını gösterir. Bu sebeple avamın bunları okumasına ulema cevaz vermemiştir.
Resulullah’ın Tevrat için ayağa kalktığı meşhurdur. Buradan semâvî kitaplar ve ezcümle Kur’an için ayağa kalkılacağına delil çıkarılmıştır. Fıkıh kitaplarında cünüp kimsenin Tevrat, Zebur ve İncil okumasının mekruh olduğunu söyler. Bütün bunlar gösteriyor ki, Tevrat, Zebur ve İncil’in tamamı tahrife uğramış değildir. Bunların içinde değiştirilmeyen kısımlar vardır. Ama malum değildir.
Ulema Kur’an-ı kerim ayetlerini ve Resulullah’ın sünnetini kâfi görmüş, şimdi eldeki Tevrat ve İncil’e müracaata ihtiyaç duymamışlardır. Kitab-ı Mukaddes’teki şer’î hükümlerin en doğru ve vâzıh şekillerini Kur’an ve sünnette bulmuşlardır.
Bahira hikayesi
Hazret-i Muhammed, Tevrat ve İncil’den okuduklarını ümmetine naklediyor değildi. Gerçi gerek Mekke ve gerekse şeriatın teşekkül devresi olan Medine devrinde bu şehirlerde ehl-i kitaptan kimseler vardı.
Meselâ ilk Müslümanlardan Varaka bin Nevfel Hristiyan idi. Resulullah’ın bi’setinden sonra, ama tebliğinden az evvel vefat etmişti. Medine’de büyük bir Yahudi cemaati vardı.
Bazı müsteşrikler Peygamber’in koymuş olduğu esasları ticaret için gittiği Şam’da Bahîra isimli bir rahipten işittiğini iddia etmişlerdi. Resulullah Şam’a iki defa gitmiştir ve birisinde çocuktu. Her ikisinde de Şam’a girmeksizin Busra’dan geri dönmüştür.
Kaldı ki o zamanlar hiçbir ecnebi lisan bilmeyen, hatta okuması ve yazması dahi olmayan genç bir zâtın bu kısa zamanlarda Yahudi ve Hristiyanlık esaslarını hâfızasına alarak söyleyebilmesi muhaldir.
Bunu öğrenmeye lüzum da yoktu, çünki bu seyahatler ticarî maksatlaydı. Bu, müşriklerin, Resulullah’ın Mekke’de görüştüğü iki Iraklı Hristiyan demirci köleden öğrendiklerini anlattığını söylemesine benzer. Onların bu kadar bilgisi vardı da, neden peygamberlik iddia etmediler, diye sorulmuştur.
Kültür transferi?
İbrahim aleyhisselamı büyük bildikleri için ‘İbrahimî dinler’ denilen Yahudilik ve Hristiyanlık ile İslâmiyetteki hükümlerde yer alan müşterek hususiyet ve benzerlikler, bir kültür transferi, kültürel tesir, ödünç alma ya da taklit sonrasında teşekkül etmiş değildir. Aynı kaynaktan beslenen mukaddes kültürel mirasın birbirini tasdik eden tezahürleri (görünüşleri) olarak değerlendirilmiştir.
Tevrat ve İncil’de bulunan malumatın doğrusu, Resulullah’a vahy ve ilham yoluyla bildiriliyordu. Vahy devrinden sonra, gerek Ehl-i kitabın kendi kitaplarından naklettikleri, gerekse Müslümanların bu kitaplardan çıkarttıkları hükümler İslâmiyet cihetinden hiçbir şey ifade etmez.
Önceki şeriatlerin hükümlerinin delil olabilmesi için Kur’an ve sünnette haber verilmiş olması ve neshedildiğine dair bir delil bulunmaması lâzımdır. İsrailiyat bilgileri Kur’an-ı kerimde naklediliyorsa veya sünnette haber veriliyorsa artık nass hükmündedir.
Bu mevzuya dair İslâm Hukuku ve Önceki Şeriatler kitabımı tavsiye ederim
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024