KANA BOYANAN ALTINLAR - SULTAN MEHMED V. REŞAD
Sultan V. Mehmed Reşad, Sultan Abdülmecid’in peş peşe tahta çıkan 4 oğlundan üçüncüsüdür. 1844’te doğdu. Çok güzel bir hanım olduğu rivayet edilen annesi Gülcemal Kadınefendi’yi 7 yaşında kaybetmişti.
Seçilmiş hükümdar
Reşad Efendi, 33 senelik veliahdlikten sonra, 27 Nisan 1909’da bir askeri darbe ile tahttan indirilen Sultan II. Abdülhamid’in yerine tahta çıktı. Saltanatı, tarihte ilk defa, Küçük Said Paşa’nın işgüzarlığıyla, mecliste reye sunulmuş; güya seçimle hükümdar olmuştur.
Tahta çıktığında 65 yaşında idi. En yaşlı tahta çıkan padişahtır. İttihatçılar, yeni padişahın maiyetini, itimat ettikleri kişilerden teşkil ettiler.
Yurt dışına seyahatler yapmış, iyi yetişmiş, çok okumuş, genç yaşta tahta çıkıp çok tecrübe kazanmış olan ağabeyinin müktesebatından (donanımından) mahrumdu. Şair Akif gibi amansız bir Sultan Hamid muhalifi bile der ki, “Abdülhamid, kardeşinin boynuna bir ip takıp halkın içinde gezdirse, ey millet, benden sonra başa geçecek budur deseydi, belki tahtından olmazdı!”
Kukla
Saltanatı, İttihatçıların diktatoryasına rastladığı için hakkıyla hüküm sürmüş değildir. İhtiyar ve sessizdi. Ortalığı kana boyayanların hâlini görüyordu. Ama bunlar karşısında âciz bir kukla hâlinde idi.
Bununla beraber 1911 tarihinde Arnavutluk’ta isyan çıkıp, İttihatçı hükümet isyanı önleyemeyince, hasta hâliyle Kosova’ya gidip, 522 sene evvel dedesinin zafer kazandığı Kosova sahrasında 100 bin Arnavut ile Cuma namazı kılarak huzuru temin etmeye muvaffak oldu. Böylece İttihatçıların 82 taburla yapamadığını Sultan Reşad, bir gövde gösterisi ile temin etti. Ama hükümet bu fırsattan istifade edemedi.
Müstebid diye suçlanan Sultan Hamid, hak edenler hakkında bile tek bir idam hükmü imzalamamışken, karıncayı incitmekten çekinen meşrutiyet padişahının devrinde, suçlu-suçsuz niceleri darağaçlarında sallandırılmış; siyasî cinayetlerle muhalifler temizlenmiş, kötü idare edilen muharebelerde yüzbinlerce vatan evladı can vermiştir.
“Çok kan döktü” diye dedesi Sultan II. Mahmud’u, “kardeşlerini bir günde idam ettirdi” diye büyük dedesi Sultan III. Mehmed’i kınayan padişahın aksakalı, milyonlarca masumun kanıyla boyandı.
Bıraksalar da ölsem…
Zamanı harpler, mağlubiyetler ve felâketlerle geçti. 1911’de İtalya, Libya’ya saldırdı. Ardından Romanya, Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan ittifak edip Osmanlı Devleti’ne saldırdı (1912). Balkan Harbi denilen bu muharebelerde, partizanlık ve kötü idare sebebiyle Türk ordusu ağır mağlubiyete uğradı. Rumeli kaybedildi. On binlerce Müslüman mülteci vaziyetine düştü. Buna misilleme olarak 1912’de Rumlar ve 1915’te de Ermeniler bulundukları yerden sürgün edildi.
1908’den beri iktidarı fiilen elinde tutan İttihat ve Terakki cemiyeti, 1913’te Babıali’yi basarak iktidarı tamamen eline aldı Harbiye Nazırı Enver Paşa 1914’te Rus mevzilerinin bombardımanı emrini vererek ülkeyi harbe sürüklediğinde bundan ne sadrazamın ne de padişahın haberi vardı. Ardından cihad-ı mukaddes ilan edilerek bütün Müslümanlar harbe çağırıldı.
9 yıllık saltanatı felâketlerle geçtikten Sultan Reşad, son günlerinde imza için gelen kâğıtlara bakıp, “Bıraksalar da haysiyetimle ölsem” dermiş. Nihayet Türk-İslâm tarihinin en büyük felaketlerinden biri olan nihai mağlubiyet haberi gelmeden az evvel şeker hastalığından vefat etti. Eyüp’te yaptırdığı ilk mektebin yanındaki türbesine gömüldü. Memleketteki son padişah cenazesi budur. Sur dışında medfun tek padişah da Sultan Reşad’dır.
Ne yapayım?
Mabeynci Lütfi Simavi der ki: “Temiz kalbli, iyi niyetli idi; zayıf idareli, dünya siyaset ve ahvalinden habersizdi. Yalnız padişah değil halife olduğunu ve milletin kendisinden çok şeyler beklediğini takdir ederek devlet işlerine gerektiği zamanlarda el koysaydı, birçok felaketlerin önüne geçebilir; hataları önlerdi.
Yazık ki bunları yapabilecek biri değildi.” Padişah kendisini, “Ne yapayım, beni dinlemiyorlar” diye kendisini müdafaa etmiştir.
Jön Türk gazeteci Süleyman Nazif, “9 sene 2 ay zarfında hakiki hükümdar Talat Paşa idi. İstediği gibi emretti, nehyetti, yıktı, yaktı. Ne kendisinden hesap soran bir padişah vardı, ne yaptıklarının aslını anlamaya cüret eden bir millet. Şiddeti hem padişahı korkutmuştu, hem de mebusları” der.
Refik Halid’in de dediği gibi, arada Sultan Reşad olmayıp da Sultan Hamid’den sonra Sultan Vahîdeddin tahta çıksaydı, belki de İttihatçıların hatalarını önleyecek, felâketlerin önüne geçip, devleti asrının güçlü devletleri arasına sokacak kudret ve kıymette idi.
Yakından tanıyanlar, “Sultan Reşad ölümden değil, fakat tahttan indirilmekten çok korkardı” diyor. Üç padişahın tahttan indirildiğini ve başlarına gelenleri gördüğü için bu tabiidir. Ama bu sebeple, haysiyet kırıcı derecede irade gevşekliği göstererek, İttihatçıların kötü emellerine âlet olmuş; tarihte çok kötü bir nam bırakmıştır.
İttihatçıları sevmediği muhakkaktır. İdaredeki zaafı, siyasi hadiselerin kendisini aşması kadar, şahsiyetinden de kaynaklanır. Ülkenin dağılmasında aslî mesul olmamakla beraber, aczi ve gevşekliği sebebiyle makamını hakkıyla dolduramamıştır.
Oturduğu yerde gazi
Orta boylu, mavi gözlü ve sarışındı. Halim, selim, müşfik idi. Hafızası ve şuuru kuvvetli olmakla beraber, hareketlerinde bir ağırlık vardı. Herkese iltifat eder, güler yüz gösterirdi. Protokole pek meraklıydı. Ceketsiz ve fessiz kimseye çıktığı görülmemişti. Huzuruna kim girse, ayağa kalkıp önünü iliklerdi.
Beylerbeyi’nde mahpus bulunan ağabeyi Sultan Hamid’e gönderdiği habercilere, kendisinden “zât-ı şâhâne” değil de “biraderiniz” diye bahsetmelerini isteyerek incelik göstermişti. Zeki miydi, saf mıydı; tanıyanlar bu suale kolay cevap verememiştir.
Düzgün ve edibane konuşurdu. Latife yapmayı severdi. Bu sebeple görenlerde hep müspet intiba uyandırmıştır.
Avusturya imparatorunu istasyonda karşılarken, “Bu yaştan sonra genç imparatoriçe ile aynı arabaya binerek kendime güldüremem” diyerek, imparatoru yanına almış; imparatoriçe, veliahd ile aynı arabaya binmiştir.
Masadan kaldırma!
Şiirden anlardı. İyi Farsça, orta derecede Arapça ve Fransızca bilirdi. Tarihî hâdiseleri teferruatına kadar bilirdi.
Trakya askerî manevralarında, yorucu ve bunaltıcı seyahate rağmen, kendisini hep neşeli ve memnun gören başkâtip Halid Ziya der ki: “Bu ihtiyar padişahın ecdaddan gelme öyle bir azim ve inad sermayesi vardı ki, her zorluğa tahammül kuvvetini veriyordu.” Monarşi, işte böyle bir şeydir.
Mevlevî tarikatine mensuptu. Dindardı. Ailesinin ve maiyetinin de dinî vecibeleri yerine getirmelerini isterdi. Sultan Reşad, saray imamına, “Elhamdülillah Cenab-ı Hakk’a bir rek’at bile namaz borcum yoktur” demiştir.
Birer levhaya “Namaz kılmayana ekmek ve tuzumu haram ediyorum” yazdırıp, sarayda her odanın kapısına astırmıştı. “Sarayda eskiden iki şey iyiydi, şimdi ikisi de bozuldu: Namaz ve yemekler” sözü de ona aittir.
Sağlığı iyi değildi. Müzmin şeker hastasıydı. Vaktiyle yarım felç geçirmişti. Padişah iken mesanesindeki taşı aldırmış; böylece tarihe ameliyat olan tek padişah olarak geçmiştir. Ameliyat masasına yatarken, “Ey büyük Allahım, eğer ben milletim ve vatanım için hayırsız ve bahtsız isem, beni şu ameliyat masasından kaldırma!” diye dua etmiştir. Milletin başına daha gelecek belâlar varmış ki, duası kabul olunmamıştır.
İçlerinde Alman ve Avusturya hükümdarlarının da bulunduğu çok ecnebi misafiri kabul etti. İlk bayramlaşma merasiminde bazı ilerici! meb’uslar, padişahın tahtının saçağını âdet olduğu üzere öpmeyi reddedip, başlarını eğmekle iktifa etmişti. Herkesin ayıpladığı bu tavrı, Padişah sineye çekti. Rıza Tevfik yıllar sonra kaleme aldığı manzumesinde, “Saçak öpmeyenler secde ettiler âsi bir zâbitin pis külahına!” mısralarıyla terennüm edecektir.
Önceki Yazılar
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024
-
HANEDANIN MALI POLİS NEZARETİNDE YAĞMALANDI!9.09.2024
-
DİKKAT, DÜŞMAN DİNLİYOR!2.09.2024
-
HEYKEL ve İDEOLOJİNİN SESİ26.08.2024
-
TÜRK ALEMİNDE TARİHE GEÇEN RÜYALAR12.08.2024
-
MAĞRUR OLMA PADİŞAHIM SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR!5.08.2024