Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ VE TÜRKLER

Her halk, milliyetçiliği kendisine mahsus bir imtiyaz, müstakil bir vatanı da hak sayar. Ama bunu başkalarına çok görür.
16 Ekim 2023 Pazartesi
16.10.2023

Trablusgarb’in 1911’de İtalyanlarca işgali hususunda hükümetin gösterdiği acz, 400 sene sessiz sedasız ve hilafet makamına itaatkâr yaşayan Arapları uyandırdı. Merkeziyetçilik politikasının iflâs ettiği ve Türklerin elindeki hükümetin Arap vilâyetlerini er geç dağıtacağı kanaatine vardılar. Böylece adem-i merkeziyetçi cereyan güçlendi. Adem-i merkeziyette, vilayet halkına kendi iç idarelerinde bir takım salahiyetler tanınır.

Balkan mağlubiyetinden sonra, Jön Türklerin elinde Türk olmayan unsurların yaşadığı Arap vilâyetlerinden başka toprak kalmadı. Onlar da bunları elde tutabilmek için evvela İslâmcı propagandaya ağırlık verdiler. Buralara Arap asıllı, ama İttihatçı idareciler tayin etmeye çalıştılar.

Osmanlıcılık ve İslâmcılıktan sonra güya Türkçülük ideolojisini sahiplenip Tetrîk (Türkleştirme) politikasına kayınca, üzerlerindeki ekonomik, politik ve sosyal baskıdan bizar olan münevverler ve basit halk arasında ıslahat talepleri ve milliyetçilik fikri giderek arttı. Araplar arasında adem-i merkeziyetçi cemiyetler kuruldu.

İngilizler, öteden beri Osmanlı hilâfetine alternatif bir Arab hilâfeti propagandasıyla Arap vilâyetleri üzerinde nüfuz kurmaya çalıştılar. Buna mukabil Alman Mareşal von der Goltz; Haleb’in payitaht yapılmasını teklif etmiş; Fransa da bunu desteklemişti.

Türklerle Araplar beraberken
Türklerle Araplar beraberken

Çifte Monarşi

Hizbu’l-Lâmerkeziyyeti’l-İdâriyyeti’l-Osmânî (Osmanlı İdari Adem-i Merkeziyetçi Cemiyeti), Kâhire’deki Suriyeli sürgünler arasında, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu vaziyetin, adem-i merkeziyetçi bir sistemle çözüleceği kanaatini taşıyanlarca 1912 yılında kuruldu. Arap entelektüellerinin çok alâka gösterdiği cemiyet, zamanla Arap milliyetçilerinin ve ayrılıkçıların da bünyesine sızmasıyla, Bâbıâli’nin en çekindiği cemiyetlerden biri oldu.

1909’da İstanbul’da Aziz el-Mısrî ve Selim el-Cezâirî’nin kurduğu el-Kahtâniyye, hilâfet çatısı altında Avusturya-Macaristan gibi Arap-Türk çifte monarşisini müdafaa ediyordu. Bir Arab hükümdarın idare edeceği Arab Krallığı’nda mahallî bir parlamento ve hükümet bulunacak, resmî lisan Arapça olacaktı. Türk-Arab birliği ancak bu şekilde temin ve idame olunabilirdi.

Kahtâniyye, 1910’da dağıtıldı. Buna mensup Arap subaylar İstanbul’da 1913’te el-Ahd Cemiyeti’ni kurdu. Bu cemiyet, Suriye ve Lübnanlı münevverlerin Kâhire’de kurduğu Ellâmerkeziyye otorite krizi yaşadı ve dağıldı.

Bunun devamı mahiyetinde Cemiyetü’s-Sevriyyeti’l-Arabiyye (Arap İhtilâli Cemiyeti), artık ayrılıkçı bir teşkilat manzarası vermektedir. Paris’te 1911’de kurulan Cemiyyetü’l-Arabiyyeti el-Fetât da kayda değerdir. Osmanlı meclisinde mebusluk da yapmış olan Tâlib en-Nakîb, Basra’da öteden beri adem-i merkeziyetçi fikirlerin lideri olmuştur.

Osmanlı ordusunda Arap zabitler
Osmanlı ordusunda Arap zabitler

Zıtlaşmanın sonu

Meşrutiyet devrinde, sadece Araplar arasında değil, Kürdler ve Arnavutlar arasında da adem-i merkeziyetçi, ama hilâfete bağlı cemiyetler kurulmuş; ancak Jön Türklerin zıt politikası sebebiyle zamanla hepsi ayrılıkçı birer teşkilata dönüşmüştür. İmparatorluğun çözülmesinden sonra da bu memleketlerdeki tesirleri devam etmiştir.

Lübnan merkezli Cemiyyetü’l-Islâhi’l-Âmm fî Vilâyeti Beyrut (Cemiyyet-i Islâhiyye) ve en-Nahdatü’l-Lübnâniyye isimli teşekküller, hep Osmanlı hilâfetine bağlı bir Lübnan muhtariyeti için faaliyet göstermiştir. Cemiyyet-i Islâhiyye, 31 Ocak 1913’te Sünnî, Şiî, Hristiyan, Yahudi ve Dürzî azaların iştirak ettiği bir içtimada, Lübnan’da adem-i merkeziyet idaresinin tesisi için 14 maddelik bir program ilan etmişti.

Merkezi hükümet askerlik, vergi, hariciye, gümrük, posta işlerine bakacak; geri kalanı mahalli meclis yürütecekti. Arapça, Türkçe ile beraber resmî dil olacaktı.

Hemen bütün Arapların tasvip ettiği bu program, Bâbıâli Baskını ile iktidarı resmen ele alan Jön Türkleri memnun etmedi. Cemiyeti dağıtarak azalarını tevkif ettiler.

Bir yandan da Rumeli’de merkeziyetçi politikanın nasıl zararlı neticeler verdiğine şahit oldukları için, 1913’te göstermelik bir adem-i merkeziyetçi vilayetler kanunu çıkardılar. Bu kanunu tatbik etmemekte direnen Beyrut Vâlisi Hâzım Bey’e karşı protestolar ayyuka çıktı. Hükümet, buna sert bir şekilde mukabele ederek milliyetçi cemiyetleri kapattı.

Kudüs surlarında Osmanlı bayrağı
Kudüs surlarında Osmanlı bayrağı

İki yüzlü politika

Bunun üzerine halk sokaklara döküldü. Protestolar ve pasif mukavemet giderek yayıldı. Bâbıâli’ye, Dâhiliye Nezâreti’ne ve gazetelere protesto telgrafları yağdı. Bu hadise, Arap milliyetçiliğini körüklediği gibi, Lübnan ve Suriye’nin Fransızların idaresine girme taraftarlarının da elini güçlendirmiştir.

Rumeli’nin kaybı ile Osmanlı İmparatorluğu artık bir Türk-Arap Birliği manzarası arzediyordu. Mutedil Arap entelektüelleri, mekteplerde tedrisatın Arapça olması, mahkemelerde muamelelerin bu lisanda yapılması, vâlilerin Arapça bilmesi gibi makul taleplerde bulunuyordu.

Paris’te faaliyet gösteren el-Fetât’ın 18-24 Haziran 1913’te tertiplediği ve Mısır, Suriye, Lübnan ve Irak’tan delegelerin iştirak ettiği Arap Kongresi’nde buna dair bir karar neşretti. Bâbıâli bunları kabul etti. Cemiyet azaları İstanbul’a gelip Padişah’ı ziyaret ederek hilafet ve saltanata sadakatlerini ilan ettiler.

Jön Türk hükümeti başta bu taleplere sıcak baktı. 1913 baharında mekteplerde tedrisatın mahalli lisanlarda yapılması kaidesi tatbikata sokuldu. Ardından Arap beldelerindeki memurlara Arapça bilme şartı getirildi. Resmi yazışmalarda Türkçe ve Fransızca’nın yanında Arapça’nın da kabulü esası getirildi. Hatta Araplara hoş baktığını göstermek adına Mısır hıdiv ailesinden (ama Arap olmayan) Said Halim Paşa Haziran 1913’te sadrazamlığa getirildi.

Cemal Paşa ve Arap liderler
Cemal Paşa ve Arap liderler

İntikam

1914’te harbin kopması üzerine de politikasını tamamen değiştirdi. Türk olmayan unsurlara karşı adeta intikamcı bir tavır takındı. Harb çıkınca Arapça konuşmak, gazete neşretmek yasaklandı. Arapça tedrisat yapan mektepler kapatıldı.

Enver Paşa harbiye nâzırı olur olmaz, ordudaki tensikat çerçevesinde ordudaki Arap zabitlerin çoğu tekaüde sevk edilerek yerine Türkler getirildi. Hükümet, merkeziyetçiliğe döndü. Bunu yerleştirmek için de bu sefer Arap matbuatından istifadeye teşebbüs etti. Buna rağmen harb esnasında Osmanı ordusundaki zabit ve neferlerin % 30'u Arap asıllıydı.

Mayıs 1915’te fevkalâde salahiyetlerle Suriye Vâlisi olan Cemal Paşa, Kanal Seferi’nde küçük düşmesine sebebiyet veren bozgunun intikamını almak istercesine Suriye ve civarında sıkı bir sindirme harekâtına girişti. Lübnan’a asker sokarak, sancağın imtiyazını kaldırdı.

Gıda sıkıntısı ve ardından büyük bir kıtlık doğdu. Cemal Paşa, yerli halkı, Ermeniler gibi başka mıntıkalara sürmek istediyse de halk direndi. Nüfusun çoğu açlık ve hastalıktan öldü.

Beyrut Şehitler Meydanı
Beyrut Şehitler Meydanı

Yağlı ip

1915 yaz başında, Şam’daki Fransız konsoloshanesinde ele geçirilen bazı vesikalar, güya Fransa’nın Suriye üzerindeki emellerine hizmet edebilecek yerli halktan şahısların isimlerini ihtiva ediyordu. Cemal Paşa, bu kişileri tevkif ettirip, Beyrut ve Âliye’de divan-ı harb-i örfîye (sıkıyönetim mahkemesine) çıkarttı.

Mahkeme zanlıların yarısını idama mahkûm etti. Ancak Cemal Paşa’nın baskısı üzerine, halka gözdağı vermek için, aralarında Osmanlı mebusları, büyük ve küçük memurlar, erkân-ı harb zabitleri, gazeteciler ve Mekke şerif ailesinden şahısların da bulunduğu 34 kişinin hepsi yağlı ipe çekildi.

Cezaların bazısı Beyrut’ta, bazısı Şam’da hemen infaz edildikten sonra, tasdik için İstanbul’a arzedildi. Bir yandan da Lübnan ve Suriye ileri gelenlerinden 3000 kişi aileleriyle beraber Anadolu içlerine sürüldü.

Bu icraat, büyük bir infiale sebep oldu. Fransız konsolosluğunda bulunduğu söylenen vesikalar gerçek olsa bile, umumî aftan evvelki devreye aitti. Dolayısıyla burada ismi yazan şahıslar, zaten affa uğramışlardı.

Suriye Hükümeti, sonradan 6 Mayıs 1916 gününü, Şehitler Günü ilan etti. Şam’da Merci Meydanı’nda bir şehitler âbidesi dikildi. Lübnan hükümeti de infazların yapıldığı meydana Şehidler Meydanı adını verdi.

O zaman Beyrut Vâlisi olan Bekir Sami Bey, “Cemal Paşa bu icraatıyla Arap meselesinin hallolduğunu söylüyor. Bilakis bu meseleyi alevlendiren Cemal Paşa’dır. Bekleyip göreceğiz” demiştir. Hadise, Arap ihtilalinin kıvılcımı olmuştur. Arap beldeleri isteyerek veya istemeyerek Türklerden kopmuş; ama bu sefer emperyalistlerin pençesine düşmüştür.