AMAN NAZAR DEĞMESİN!
Eskiden çocuklara dillerinden düşürmemeleri lazım geldiği öğretilen tabirler arasında maşallah da vardı. Güzel bir şey gördüklerinde, bir şeyi beğendiklerinde mutlaka böyle söylemeleri telkin edilirdi. Boş bulunup da demezlerse, yanındaki büyükler yüksek sesle söyleyerek bunu hatırlatırlardı.
(Diğerleri bir işe girişince bismillah, vadedince inşallah, aksırınca elhamdülillah, aksırana yerhamükellah, musibet duyunca inna lillah... rüya görene hayırdır demekti.)
Bazı kimselerin, canlı veya cansız bir şeye baktığında, ona zarar verdiğine inanılır. “Nazar değdi” veya “göz isabet etti” denir. İslam kültüründe nazarın tesiri kabul edilmiştir.
Müminlere güzel bir şey gördüklerinde, nazarın tesirini önlemesi için, mâşâallah (Allahın dilediği olur) veya bârekallah (Allah mübarek etsin) ya da hafazanallah (Allah seni muhafaza etsin) demeleri hadis-i şeriflerde tavsiye edilmiştir.
Din uluları, nazarları ile insanlara faydalı olup ruhları temizledikleri gibi, bazı kimseler de nazarları ile isteyerek veya istemeyerek zarar verebilirler. Hiç fena kastı bulunmasa bile, bazıları bir şeyi görüp beğenirse, imrenirse, hatta kıskanırsa, ona zarar verebilir. Kendine bile nazarı değebilir.
Nazar iki türlü olur: Ya gözlerindeki elektromanyetik şualar doğrudan zarar verir. Ya da hasedinden tuzak kurar, böylece kötü nazar hedefine ulaşır.
Az kalsın…
Müşrikler, Peygamber aleyhisselama zarar vermek üzere, Benî Esed kabilesinden birini bulmuşlardı. Bu kişi, meditasyonla birkaç gün nefsini aç bıraktıktan sonra, mesela bir deveye bakıp beğense, gözleriyle onu deviriyordu. Resulullah, bu kişinin gözlerinin tesirinden korunmuştur. Meali, “Az kalsın seni gözleriyle devireceklerdi” olan Kalem suresinin son âyeti bunu haber verir.
Kur’ân-ı kerimde hikâye edildiğine göre, evlatları Mısır’a giderken Yakub aleyhisselâm nazar değmesin diye şehre ayrı ayrı kapılardan girmelerini tavsiye etti. Çünki bunlar güçlü ve yakışıklı idi.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “el-Aynü tudhili’l-cemeli ile’l-kıdri ve tüdhili’r-reculi ile’l-kabri.” Yani nazar deveyi kazana adamı mezara sokar. Cenab-ı Peygamber, nazarın şerrinden Allah’a sığınmış; “Kaderi değiştirecek bir şey olsaydı, nazar olurdu” buyurmuştur.
Yüzü sararmış bir kız çocuğu gördüğünde, “Buna nazar değmiş, rukye yapın (efsun okuyun)” demiştir. Nazar için, Muavvizeteyn surelerinin (Kul euzülerin), “Eûzü bikelimâtillahi’t-tâmmeti min şerri külli şeytânin ve hâmmetin ve min şerri külli aynin lâmmetin” ve “Bismillahillezî lâ yedurru maasmihi şey’ün filardi ve lâ fissemâi ve hüves-semîul alîm” duasının okunmasını tavsiye etmiştir.
Sahabeden Sehl bin Huneyf çok yakışıklıydı. Bir gün su kenarında yıkanırken, yanından geçen Âmir bin Rebia, vücudunun güzelliğine hayret etti ve “Böyle güzel vücut, bir genç kızda bile yoktur” dedi. Bu sözden hemen sonra Sehl yere yığıldı. Kendisini Resulullah’a götürüp hadiseyi anlattılar. “Bir kardeşinizde beğendiğiniz şey gördüğünüzde maşallah deyin!” buyurdu. Sonra Âmir’in abdest aldığı suyun tedavi için Sehl’in başından aşağı dökülmesini emretti.
Elem tere fiş!..
Nazar en çok çocuk, kadın ve hastalarla, ekin ve hayvanlara zarar verir. O nelere kadir değildir ki... Bebeğin hastalanıp ölmesi, annenin sütünün kesilmesi, kuyunun kuruması, ekinin bozulması, binanın çökmesi, hayvanın hastalanması, sütünün çekilmesi, elbisenin solması…
Sevdiğini nazardan sakınır; “Ali'm de gitme pazara/Uğratırlar nazara” der. Bozuk işin ardında nazar arar; “Göze mi geldim, sen mi unuttun, gelmiyorsun ah!” der. Avam dilinde “Elem tere fiş/Kem gözlere şiş” demek âdettir. Elem tere fî eyyi şey, takriben, bunun gibi görmedin mi, demektir. Anadolu’da çocuk ölümlerinden çoğu, “nazardan çatladı” diye izah edilirdi.
Aşçı Dede’nin hatıratında anlatıldığına göre, 1841 senesinde İstanbul Süleymaniye Rüşdiyesi’nde bitirme imtihanları yapılırken başmümeyyiz müdür İmamzade, “Sultanahmed Mektebi’nin çocukları sizin kadar ders yapamamışlar. Binaenaleyh nazar değmemek için en son şu suali soracağım, sakın cevap vermeyesiniz” diyor. Talebeler “Hayır efendim cevap veririz” diyorlar. O, “A çocuklar siz bilmezsiniz. İsabet-i ayn vardır, olmaz” diye ikaz ediyor.
Büyük dayım Hıfzı Efendi, babası Molla Şeker’in tertiplediği hafızlık cemiyetinde, çok med harfi sebebiyle “hafız çatlatan” denen Nisa suresinin 143’üncü âyeti de dâhil olmak üzere o kadar iyi okumuş ki, nazar değmesin diye hocalar kendisini kasten şaşırtmışlar.
Mavi ve yeşil gözlülerin, nazarından daha çok korkulur. Bu bir yakıştırmadır. Sultan Reşad, mavi gözlü olduğu ve saraylılar nazarından korktuğu hâlde, o da nazardan çekinirdi. Kendisini muayene eden tabip James Israel, Almanca, “Zat-ı şahaneye hiç bakmamışsınız. Bu ne hâl?” deyince, Hünkâr merak etti. Başmabeynci Lütfi Bey, “Vücud-i hümayuna hayran oldu” diye geçiştirdi. Padişah, “Söyleyin, maşallah desin” dedi.
Hasedin uykusu
Eskiler nazardan çok korkardı. Münzevi Salih Efendi, “Başkasının yanında evinizdeki kediyi bile övmeyin” dermiş. Şair der ki: “Lâ tuhbir an seadetike bi-savtin âlin/Fe in nevme’l-hasedi hafîfün cidden.” (Aman bildirme açıkça saadetin/Zira uykusu çok hafiftir hasedin.)
Nitekim Cenab-ı Peygamber Muaz bin Cebel’e buyurdu: “İsteinû alâ kadâi havâiciküm bi’l-kitmânı fe-inne külle zî-ni’metin mahsûd.” Yani “İşlerinizi gizlilikle yürütünüz. Çünki her nimet sahibi kıskanılır” (Taberani, Beyhaki, İbn Nuaym, İbn Adiy, Ukayli)
Bayezid Kulesi’nde yangını gözetlemekle vazifeli köşklüler kulede iftar verirdi. 90 yaşındaki Enderunî Memiş Efendi, bir iftar için kuleye tırmandığında, tersane tulumbacıbaşısı mavi gözlü Raşid Efendi, “Vay Memiş Efendi, bu sene de mi kuleye çıktın?” deyince, nazardan korkusundan “Kule ağaları beni ekmek zembiliyle yukarı çektiler” demiş ve bir daha kule iftarına gitmemiştir.
Yeraltı Camii imamı Üsküdarlı Hafız Ali Efendi 90’ını geçkindi ve dinçti. Kendisine yaşı sorulduğu zaman “Söylemem, sonra bereketi kaçar” derdi. Erzincanlı Şeyh Osman Fevzi Efendi’nin torunu muallim Abdüllatif Topçu vardı. 90’ına yakındı ve pek dinçti. Kendisine nazikçe yaşını sorduğumda nazardan çekindiği için, “El-mechûlü makbûlün” diye cevap verdi.
Nazardan ölenin diyetinin, göz sahibine ait olup olmadığı bile konuşulmuştur. Kadı Iyaz, Nevevî, İbn Âbidin gibi bazı alimler, gözü değdiği bilinen kimselerin, iaşesi hükûmetçe karşılanmak üzere, cüzzamlılar gibi, insanlardan tecrit edilmelerini tavsiye eder.
Kem gözlere şiş!..
Nazar inancı ve kurtulma yolları binlerce yıldır hemen her cemiyette benzer şekilde vardır. Garpta nazar, kişiyi şeytanın/kötü ruhların (cinnilerin) ele geçirmesi ile izah ediliyor.
Halk arasında nazarın tesirinden korunmak ve kurtulmak için makul veya nâmakul bazı tedbirler alınırdı. Bunların başında âyet ve dualar yazılı muska gelir. Evlere, duvarlara, mâşallah, bârekallah veya nazar âyeti levhaları asılır.
Eskiden ev yapılırken üst kat yarım bırakılırdı. Burası eski eşya konulan direksiz bir kafes halinde kalır, 5-6 sene içinde yavaş yavaş tamamlanırdı. Zira birdenbire her tarafı mükemmel tamamlanan evlerin göze geleceğinden korkulurdu.
Bir dostunun yeni yaptırdığı evi gezip beğenen Seyyid Abdülhakîm Arvasi’ye, ev sahibi “Kuyusu yok” diye şikâyet edince, “İyi ki yok. Olsaydı, kemal olurdu. Halbuki her kemalin bir zevali vardır” demiştir.
Ne çirkin şey!
Kem gözün, ekine, meyveye zarar vermemesi için tarlaya, bahçeye kuru kafa asılmasını ulema caiz görmüştür. Böylece nazarı çeker. Eve, kapıya asılan mavi boncuk, at nalı, el, hilal, güneş, boynuz, denizkabuğu veya tavuskuşu, balık gibi figürler de buna kıyas edilmiştir.
Mademki zarar gözden gelir, çaresi de gözdür denir ve mavi göz şeklindekiler tercih edilir. Kem gözü geri çevirsin diye cam veya ayna da eklenir.
Hükümdarların yanında dilsiz ve cücelerin bulunmasının bir sebebi de nazar değmemesidir. Kadınların taktığı altınlar nazarı başka yere çekmesi içindir. Çocuğun yüzüne, bilhassa iki kaşı arasına kara sürülür. Beğenilen şeye doğru usulen tükürülür. Beğenilen şey, usulen kötülenir, “Aman pek çirkin şeymiş” denir.
Bunların muhakkak tesirine, yani kaderi mutlaka değiştireceğine inanmadıkça -tıpkı ilaç gibi- dinen mahzurlu görülmemiştir.
Ne çirkin şey!
Çocuklara altın, mavi boncuk, kehribar, düğümlü bileklik takmak da nazar değmesin diyedir. Mavi, kırmızı ve sarı renkler, ayrıca tuz, biber gibi baharatlar nazara karşı koruyucudur. Mesela ateşe bir fiske tuz atılır. Nazarı değdiği düşünülen kişiye hediye vermek, imrendiği yemekten ikram etmek, o kişinin elbisesini yakmak, eve, ağaca sarımsak asmak hep nazar içindir.
Nazardan kurtulmak için kurşun dökülür. Çok eski bir Türk ananesidir. Kem gözün götürdüğü kutu, saadeti geri getirmek için, el almış, ailesi bu işi yapmakla salahiyetli (ocaklı) biri tarafından, kepçe içinde eritilmiş bir miktar kurşun hastanın başı üstünde gezdirilir, sonra tuzlu su dolu bakır tasa dökülür...
Bütün bu tedbirler, aslında telkin, yani inanmak ile alakalıdır. Kaman’da olmuş bir hadise: Tarlasına nazar değdiğini düşünen kadın, ısrarlarıyla bizar ederek bir hocaya muska yazdırmış, muskayı tarlasının kıble tarafına gömmüş. Herkesin tarlası nazardan çatlarken, onunki sapasağlam kalmış. Bilen biri muskayı çıkarıp okumuş. “Saçaklının tarlasına nazar değmiş bana ne, değmemiş bana ne!” yazılı imiş.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024