YÜZÜNDE MEYMENET OLMAYAN İSTANBUL'A ADIM BİLE ATAMAZDI
Vaktiyle Rumeli ve Anadolu’da devlete ait toprağı kirâlayan kimse, kirâ müddeti bitmeden toprağını terk edemezdi. Yoksa para cezâsı öderdi. Asayiş bozulmasın, iaşe sıkıntısı yaşanmasın diye, şehirlere yerleşmek sınırlandırılmıştı. Köyden şehre göçü önlemek o zamanlar devlet siyasetinde yer almış bir husustu.
Nitekim Kanunî Sultan Süleyman devrinde yaşamış tarihçi Gelibolulu Âlî, Nasihatü’s-Selâtin diye bir eser kaleme almıştır. Devlet adamlarına tavsiyelerde bulunur. Burada der ki: “İdareciler, köyden şehre göçe engel olmalıdır. Çünkü bunlar memleketlerini terk edince oradaki arâzileri ekilip biçilemez, böylece sipâhilere de bir faydaları olmaz, dolayısıyla millî müdafaaya darbe vurur. Öte yandan geldikleri şehre kaydolunmadıkları için çift bozan vergisi de ödemezler. Geldikleri şehrin halkının rızkını da daraltırlar. Burada çalışıp vergi de vermezler. Hükûmete düşen ya bunları geri göndermek, ya da sıkı kontrol edip faaliyetlerini vergiye bağlamaktır.
İstanbul’un Âsude günlerini aksettiren gravürler, bugün hayalden öte bir şey değil!
Bekâr uşakları
O zamanlar İstanbul’a yerleşmek kolay değildi. Hac, miras taksimi, cenâze ziyareti gibi sebeplerle İstanbul’a hususî izinle gelenler veya geçenler, işleri bitince şehri terk etmeye mecburdu. Tersâne gibi yerlerde işçilere ihtiyaç olduğu için her zaman İstanbul’a çalışmak üzere geçici gelenler vardı. Bunlara bekâr uşakları denirdi ve hükûmet tarafından tahsis edilen disipliniyle meşhur bekâr odalarında kalmak mecburiyetinde idiler.
Bekâr uşakları İstanbul’a bulundukları şehrin kâdısından aldıkları izinle ve geçici olarak gelirdi. Ayrıca İstanbul’da bir kefillerinin bulunması da şarttı. Bunlar eğer bir suç işlerlerse kefilleri de mesul olurdu. Çünkü bunlar kefili oldukları bekâr uşaklarının hallerini, tavırlarını kontrol edip uygunsuz bir durum görürlerse ilgili makamlara haber vermekle mükellefti.
XVII. asırda köylü halk, harbler ve isyanlar sebebiyle köylerini terk ederek hisar içinde muhafazalı şehirlere yerleşmeye başladı. Bu göçten İstanbul da nasibini almasın diye şehre giriş ve çıkışta kontroller sıkılaştırıldı. Buna rağmen nüfus artışı önlenemedi. Bekâr odaları da bir fesad ve fuhuş ocağı hâline geldi. Çoğu yeniçeri oldu. Yeniçeri ocağı kaldırılırken bu odalar birer birer yıktırıldı. Sâkinleri de şehirden sürüldü.
Anadolu’dan İstanbul’a gelenler Bostancı Köprüsünde Bostancıbaşı tarafından durdurulur, tezkereleri kontrol edilirdi
Tezkere olmayan şehre giremez
Sultan II. Mahmud, İstanbul’un belediye işleri için İhtisap Ağası’nı vazifelendirdi. Şehirde başıboş serseri takımının toplanmasına izin verilmeyecekti. Şehirde geçici olarak bulunan ve çalışan bekâr uşakları bir bir tesbit edilip kefilleriyle beraber mahkemece kayıt altına alınacaktı. Elinde mürur tezkeresi olmayanlar şehre giremeyecekti.
Mürur tezkereleri herkesin kendi memleketinden alınacak ve bunlara İstanbul’a ne iş için geldikleri yazılacaktı. Rumeli’den gelenler Küçükçekmece’den, Anadolu’dan gelenler de Bostancıbaşı Köprüsünden ancak şehre girebilecekti. Şehrin iki uç hududu dışındaki yollardan şehre girenler mürur tezkereleri olsa da cezalandırılacaktı. Şekli şemâili uygun olmayan, “yüzünde meymenet bulunmayan”, şüphe uyandıranların tezkeresine bu husus şifreyle işlenir, tahkiki İhtisab Ağalığı’nca yapılarak gerekirse o kimse şehre alınmazdı.
O zamanlar dağlık bölgelerden gelen Arnavut ve Kürtler, inzibat bakımından şehre sokulmayacaktı. Mürur tezkeresini karakolda gösterip havale ettiren kimseler Çardak iskelesindeki İhtisab Ağası konağına giderek kendilerini, o günün tarihiyle beraber eşkallerini Rumeli ve Anadolu için tutulan iki ayrı defterden birisine kaydettirecekti. Varsa silahlarını teslim edecekti. Bunlar devletçe tahsis edilen ve Suriçi, Üsküdar, Galata ve Eyüb’de bulunan bekâr odalarında kalacaklardı.
Adalıların tabiati Anadolu ve Rumelilere uymadığı için bunlara farklı yerler gösterilecekti. Daha sonra bildirdiği işe girecek ve kendisine bir kefil gösterip kaydettirecekti. Eğer mesleğine uygun iş bulamazsa veya bu işlerde eleman fazlası varsa geri gönderilecekti. Herhangi bir sebeple geri dönenlere İstanbul kadılığından dönüş için yeni bir mürur tezkeresi verilecekti. Bu bekâr uşakları İstanbul’da ölürse kefilleri bunu yine deftere kaydettirecekti. Sınır karakollarında İstanbul’a girerken ve çıkarken bir defaya mahsus olmak üzere cüz’i bir tezkere harcı alınacaktı.
Üzerinde Sultan II. Abdülhamid’in tuğrası bulunan ve İtalya sefiresine verilen mürur tezkeresi. Bir nevi iç pasaport olan tezkerede; Paşanın adı, sancağı, mahallesi, baba adı, mesleği, tabiiyeti, mezhebi; ve hatta boy, göz, burun, bıyık, ağız, çene ve çehresi hakkında bilgiler bulunuyor.
Kontrol muhtarda
Mürur tezkerelerini muhtarlar kontrol ederdi. Bunlar mahallelerinin âsâyişinden mesuldü. Mahallelerinde geçici olarak oturanların mürur tezkereleri ile yerleşmek üzere gelenlerin kimlik kontrollerini yaparak kefilleriyle beraber deftere kaydedecekti. Ancak bu tedbirler ülkenin karışık durumu ve peş peşe bozgunlar sebebiyle şehre muhacir akını olduğu için tam manasıyla gerçekleştirilemedi.
Tanzimat’tan sonra bu kontroller tavsadı, şehirde zabıta vak’aları da buna paralel olarak arttı. Mürur tezkeresi tatbikatı II. Meşrutiyet’ten sonra bütün memlekete teşmil edildi. 1915 tarihli bir kanunla sadece İstanbul için değil, herhangi bir şehirden bir başkasına gidebilmek için de seyahat varakası alınması mecburiyeti getirildi. Artık serseri, dilenci ve şüpheli şahıslar mahkeme kararıyla bulundukları yerden sürülebilecekti.
Hal böyleyken bu tarihten sonra peş peşe kaybedilen harblerde elden çıkan Rumeli halkından onbinlercesi İstanbul’a göç etti. Bunları Kafkas muhacirleri takib etti. Bu da yetmezmiş gibi Rus ihtilalinden kaçan Bolşevik aleyhtarı Beyaz Ruslar şehre akın ettiler. İstanbul muhacirlerle doldu taştı.
Kendisini normal zamanlara göre ayarladığını zanneden İttihad ve Terakki hükûmeti işleri kontrol etmekten âciz kaldı. Parklar, câmiler, mektepler, hatta terk edilmiş evler muhacirlere tahsis edildi. Şehrin nüfusu birdenbire arttı. Asayiş ve intizam bozuldu. Fiyatlar yükselerek şehirde kıtlık ve karaborsa başgösterdi. Salgın hastalıklar başladı. Böylece tatlı bir devrin hayali son buldu. İstanbul, o rüya şehir, eski ihtişamlı güzelliğini bir daha ele geçmemek üzere kaybetti.
Asırlarca nüfusu sabit tutulmaya çalışılan İstanbul, 20. asrın başında yaşanan savaşların ardından büyük göçlere sahne oldu. Böylece tatlı bir devrin hayali son buldu.
İstanbullu askere alınmaz
İstanbul,diğer Osmanlı şehirlerine hiçbir bakımdan benzemezdi. Burada vâli ve şehir meclisi yoktu. Halkı askere alınmazdı. Okumuş erkekleri devlet memurluğu yapar; gayrimüslimler sanat ve ticaretle uğraşırdı. Sosyal hayatı, şivesi, örfleri bile farklıydı. Bu bakımdan bütün Osmanlı ülkesine nümûne teşkil ederdi. Her önüne gelen dilediği gibi bina yapamazdı. İaşe sıkıntısı yaşanmaması için tedbirler alınmıştı.
Hâsılı İstanbul’un adı konulmamış bir imtiyazlı statüsü vardı. Bu sebeple nüfusu sâbit tutulurdu. İstanbulluların askerlik muafiyeti II. Meşrutiyet’e kadar devam etti. İlk kez 1909 yılında Sultan Reşad’ın cülûs merasimine katılmak üzere İstanbul halkının 1883, 1884, 1885, 1886 ve 1887 doğumlulardan 2.500 kişi askere alındı. Bir haftalık bir talimden geçirilerek istenildiği zaman tekrar askere alınmak üzere terhis ediliverdi. O zamana kadar işitilmedik bu olay öyle ilgi çekti ki, zamanın gazete ve mecmualarında haber ve fotoğrafları çıktı.
İlk defa askere alınan İstanbul doğumluların terhis töreninde o devrin Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) Mahmud Şevket Paşa konuşmasını yaparken.
Koyu bir diyalog
Mürûr tezkeresi ibraz eden adama, memur sormuş: -Adın ne? -Kara Hasan. -Babanın adı? -Kara Veli. -Nerelisin? -Karaköseliyim. -Nereye gidiyorsun? -Karaman’a. -Neyle gidiyorsun? -Kara vapuru (tren) ile. -Nerede oturuyorsun? -Karagümrük’te. Memur dayanamayıp bağırmış: -Zift mi kesildin be herif!
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024