AVRUPA MEDENİYETİNİN ŞARKTAKİ KÖKLERİ
Avrupalılar için tarih Filistin’de başlar, Yunan ve Roma’da devam eder; nihayet Avrupa’nın XVI. asırdan itibaren vücuda getirdiği yüksek medeniyet ile taçlanır. Kitab-ı Mukaddes’ten başka Homeros gibi Yunan destanları ile Tacitus gibi Roma kronikçilerinden başka tarihi materyale itibar edilmemiş veya edilememiştir.
Bu sebeple bugün bile hukuk, siyaset, iktisat, sanat tarihi hep bu Filistin-Yunan-Roma-Avrupa seyrini takip eder. Başka antik medeniyetler ancak arkeolojik ve turistik cihetten değerlendirilir. Böylece insanlığın muvaffakiyet çizgisi devamlı yükselen bir hat takip etmiş ve Avrupa’da kemale gelmiştir.
“Bu, insanlığın hayranlıkla tâbi olması gereken bir medeniyet seviyesidir. Buna muvaffak olanlar Hristiyan Avrupalılardır!” Empoze edilmek istenen fikir budur.
Kalp grafisi
Antik Roma medeniyeti Yunan’ın, o da Mısır’ın mahsulüdür. Yunanlılar, site teşkilatını Mezopotamyalılardan; Romalılar, “dillere destan” mimarilerini İranlılardan almıştır. Matematik ve musiki Hindistan, astronomi Mezopotamya, anatomi Mısır menşelidir.
Medeniyetler çok zaman yerle bir olmuş, dünyadan silinmiş, hatta tufanlarla, afetlerle pek çok yerde hayat ortadan kalkmış, yeniden kurulmuştur. Medeniyet çizgisi hiçbir zaman düz ve yükselen bir hat takip etmez; kalp grafisi gibi inişler çıkışlarla doludur.
Halbuki Yunan ve Roma’dan asırlarca evvel Orta Şark ve Asya’da, hatta Okyanus ötesinde, izleri bugün bile insanları hayrette bırakan yüksek medeniyetler kurulmuştur.
Müslüman tarihçilerinin eserlerine bakıldığında, hiçbir komplekse düşmeden, peşin hüküm taşımaksızın, evvelki medeniyetlerden eldeki bilgiler çerçevesinde bahsedildiği görülür. XVI. asır Osmanlı tarihçisi Nişancızade, Mir’at-ı Kâinât (Kâinâtın Aynası) isimli tarihinde, Âdem aleyhisselamdan kendi zamanına kadar Müslümanların tarihini anlattıktan başka, Mısır, Mezopotamya, İran ve Hind tarihine, hatta Yunan ve Roma tarihine uzun yer vermiştir.
Yunan-Roma-Avrupa
Medeniyetin Yunan’da doğup Roma’da inkişaf ederek nihayet Avrupa’da kemale geldiği hayaline asırlarca Garp tefekkürü inanmış, işin garibi bütün dünyayı da inandırmıştır.
Onlara göre “Şark medeniyeti diye bir şey yoktur. İptidai insanların ekzantrik, ama iptidai kültürü vardır.” Şark’ı evvela sakınılacak bir düşman, sonra da sömürülecek bir pazar olarak görmüş, bu çerçevede tanımaya çalışmışlardır.
Halbuki Roma medeniyeti çözüldükten sonra Avrupa cemiyeti, heladan ve banyodan habersiz hiç de parlak olmayan bir hayat yaşadı. Haçlı seferleri vesilesiyle Şark’ı tanıdı. Sadece hazinelerini değil, kültür ve medeniyetini de öğrendi. Bundan ilham alarak Ortaçağ’ı aydınlattı, hatta Yeniçağ’ı açtı.
Bilhassa III. Haçlı Seferi, Avrupa’nın İslam dünyasıyla kültürel alışverişin en kesif olduğu noktadır. Avrupa’nın en mühim insanları muharib, tüccar, seyyah veya hacı olarak şarka gitti. Burada ne olup bittiğinden -bugün olduğundan bile fazla- haberdar oldu.
Kadirbilmezlik
Fakat daha sonra boynuzun kulağı, çırağın ustasını beğenmediği gibi, medeniyetinin şark menşeini görmezden gelmeye kalkıştı. XIV. asra gelindiğinde Avrupa, kültüründeki Şark tesirini inkâr etti. Yavaş yavaş aldıklarını yanlış ve çirkin bulmaya başladı. Çünki Osmanlıların Avrupa’ya geçişiyle didişmenin ebadı büyümüş ve değişmiştir.
Buna reaksiyon olarak gitgide Araplardan aldıklarını inkârdan öte geçerek, Arap kültürünü beğenmemeye, ardından aşağılamaya ve nihayet yok saymaya başlamıştır.
Madem Arapların bildikleri, Antik Yunan’dan kopya imiş; Araplarla vakit kaybetmemeli, Antik Yunan’a dönülmeliydi. Suyu doğrudan kaynağından içmeliydi. Yunan ve Roma kültürünü Araplar öğrenmiş, bunu bir senteze ulaştırmıştı. Avrupa’nın da onlardan alıp yeni bir sentez yapmaması için bir sebep yoktu.
Bu cesur ve naif (safça) telakki, Avrupa’ya hâkim oldu. Bu nakil zincirindeki Arap unsuru silindi. Eskiden Arapça’dan tercüme edilen Antik Yunan’a dair eserler, bu defa Yunanca’dan tekrar tercüme edildi. Okumuş takım Yunanca öğrenmeye merak sardı. Bu furya, Arap köprüsünü atlayıp, Antikite’ye dönüştü.
Yunan kültürü, Avrupa için Araplardan kurtulmayı temin eden bir kaldıraç veya koltuk değneği fonksiyonu görmeye başladı. Böylece Arap kültürünün getirdiği “yozlaşmayı” ve “geri kafalılığı” da aşmış olacaklardı. Artık Avrupa yeni bir kültürel maceraya atılmıştı. Rönesans ve Hümanizm ideolojisinin aslı budur. Redd-i miras veya küfran-ı nimet denilebilecek bir tasavvurdur.
Değişen bakışlar-Direnen kafalar
Bu peşin hüküm II. Cihan Harbi’nden sonra yavaş yavaş değişmiştir. Rene Geunon gibi mütefekkirlerin başını çektiği bir telakki, artık Şark’ı, Garb medeniyetinin anahtarı ve esasını teşkil eden müstakil bir medeniyet olarak görmeye başlamıştır.
Geunon, kademeler geçirmiş tek dünya medeniyeti değil, ayrı ayrı istikametlerde inkişaf etmiş çeşitli medeniyetler olduğuna, böylece de bunları birbirlerinden üstün veya aşağı olarak sınıflandırmanın yanlışlığına işaret eder.
Garb kültürünün, Şark’taki menşei, yani Şark’ın Garb’ı aydınlatışına dair lehte ve az da olsa aleyhte ciltlerce eserler yazıldı. Ancak sömürgeciliğin izlerini atamamış 3’üncü dünya memleketlerinde, ezcümle aşağılık kompleksini yıkamamış Türkiye’de ilim adamları hâlâ II. Cihan Harbi evvelindeki telakkiye göre öğrendiklerini yazıp çizmekte, Avrupalılar bile buna hayret etmektedir.
Endülüs mezunu papa
Kim ne derse desin Ortaçağ’da, bilhassa XI’inci asırdan sonra Avrupa kültürü şaşılacak ölçüde ve çarpıcı bir şekilde Müslüman Arap kültüründen tesir görmüştür. Avrupalılar, Arap kültürüne metropol kültürü olarak bakmışlardır.
Bugün dünya Amerika’ya nasıl bakıyorsa, Avrupa da XII ve XIII’üncü asırlarda Araplara öyle gıpta ve hayranlıkla bakmıştır. Kültürel model olarak görmüştür. Onlara göre, dinleri bozuktu ama, Allah için, tıpta, mimarlıkta, musikide, ticarette, hukukta, botanik ve zoolojide, tekstilde, mücevhercilikte, saatçilikte, lüks maddelerde kendilerinden ileriydiler.
Hele Şarkın çok ileri olduğu şehircilik telakkisinin tesiri, birkaç küçük şehir dışında saz damlı köylerde yaşayan Avrupa’nın sosyal bünyesini değiştirmiştir.
Adamlar yapmış işte
Roma medeniyetinin aslını teşkil eden Roma hukuku, Atina'daki Solon kanunlarına dayanır. Solon bu kanunları Girit’ten almıştı. Girit medeniyeti de Mısır’a dayanır. Şu halde çok övülen Roma medeniyetinin aslı, yaptığı piramitlerin esrarı bugün bile çözülemeyen Mısır’dır.
Roma ve Yunan, Avrupa değil, Şark medeniyetidir. Akdeniz, esas itibariyle şark kültürünün merkezidir. Ortaçağ’da İslamiyet'in zırhıyla ve Endülüs ile Sicilya vasıtasıyla parlak bir kültür ve medeniyet Avrupa'ya taştı.
Endülüs, Sicilya, hatta Tunus üniversiteleri, Avrupa’dan gelen talebelerle doldu. Papa Silvester, Kurtuba Üniversitesi’nden mezundur. Bunlar memleketlerine, öğrendiklerini taşıdılar ve Avrupalıların böbürlendiği medeniyeti kurdular.
Arapça’dan Latince’ye
Müslümanların üniversitelerinde okuyan binlerce Avrupalı talebe Arapça öğrenmiştir. Çünki ilim lisanı Arapça’dır. Bu lisandan her mevzuya dair binlerce kitap Avrupa lisanlarına tercüme edilmiştir. Antik Yunan, hatta İslâm evveli Orta Şark kültürü, Müslüman Araplar sayesinde öğrenilip tanınmıştır.
Avrupa lisanlarının az veya çok esasını teşkil eden Latince’de, the, el, le, la, der, die, das gibi artikel yoktur. Ama Arapça’da vardır. IX ve X’uncu asırlardan itibaren Latince’den müştak lisanlar (İtalyanca, İspanyolca, Katalanca, Portekizce, Fransızca, Romence) hemen aynı zamanlarda artikel kullanmaya başlamıştır.
Hele İspanyolca’daki el artikeli, Arapça’dakine çok benzer. Buna dair çok yazılıp çizilmiştir. Belki doğrudan Arapça’dan alınmış değildir. Ama Latince’deki zamirler, Arap kültürünün tesiriyle modern lisanlardaki artikele dönüşmüştür. Latin alfabesi, zaten Sami menşeli Fenike alfabesine dayanır.
Arap tıbbı, Cenubi İtalya’daki Salerno Tıb Mektebi vasıtasıyla Avrupa’ya girmiştir. Constantinus Africanus isimli bir Tunuslu, Salerno’da rahipler kontrolündeki hastaneye davet edilerek çok sayıda tıp kitabını Arapça’dan Latince’ye tercüme etti. Burası, Avrupa’daki bütün tıp fakültelerinin atası sayılır.
Akademide Arap tesiri
XIII. asır başlarında şekillenen Avrupa üniversiteleri, Müslüman üniversitelerinin kopyasıdır. Sadece bina mimarisi ve kıyafetler değil, idare modeli, tahsil usulü ve tedrisat sistemi ile müfredat da oradan alınmıştır. Ders kitapları, Araplardan iktibas olunmuştur.
Hastings Rashdall’ın 1895’te tab olunan 3 ciltlik The Universities of Europe in the Middle Ages kitabı, Avrupa’da, bilhassa akademide Arap tesirini çok canlı bir şekilde gösterir.
Bu tesir bilhassa Arapların çok ileri olduğu tıp, matematik ve astronomi sahasında birebir aynıdır. Hukuk ise, farklı menşe ve sistemlere sahip olduğu için doğrudan iktibas edilmiş değildir. İslam hukuku son derece inkişaf etmiş sofistike bir sisteme sahiptir.
Bu devirde Avrupa’da Cermenlerin teamülleri ile Roma’dan kalma bazı hükümler hukuk olarak bir arada tatbik olunuyordu. Avrupalılar, Arap modelini Roma hukukuna tatbik edip, sistemli bir medeni hukuk meydana getirmeye çalıştılar.
XI. asırdan itibaren Roma hukukunu Avrupa’da ihya etmeye çalışan Bologna ve Pavia Hukuk Fakülteleri, bunu yaparken İslam hukuku sistematiğinden çok istifade ettiler. Roma hukukunun mantıki ve teorik altyapısını bu sayede kurdular.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024