KALEMUNLU BUKALEMUN
Reşid Rıza’nın Hikâyesi
Sömürgeciliğin en parlak olduğu zamanda Londra’nın dış politikası, ananevî Müslümanlığın müdafii olan Sultan Hamid’i ve onun otoriter halifelik siyasetini bertaraf etmek üzerine kuruluydu. O gitmedikçe, İslâm dünyasında modernizmin yerleşemeyeceğini iyi biliyordu.
Bunun için Müslüman âlemindeki okumuş takımdan bazıları ile teşrik-i mesai icap ediyordu. Cemaleddin Efgânî, bu hareketin kurucusu sayılır. İşgal Mısır’ında İngiliz komiseri Lord Cromer sayesinde müftü olan Muhammed Abduh bu cereyanı sürdürmüş, Reşid Rıza sistemleştirmiştir.
Efgânî, hatta Abduh pek meşhurdur ama, Reşid Rıza onlar kadar meşhur değildir. Hâlbuki hem onlardan daha bilgili ve aktiftir, hem de modernizmin yayılmasında en mühim hizmeti görmüştür!
Sultan Hamid nefreti
Efgânî ve Abduh’tan sonra troykanın üçüncüsü, Reşîd er-Rızâ, Lübnan’da Trablusşam yakınlarında Kalemun sahil köyünde 1865 yılında doğdu. Klasik medrese tahsili görmedi. İlkmektep, rüşdiye gibi modern mekteplerde okudu. Şiir ve gazete yazıları ile meşgul oldu.
Evvelce Sultan Abdülhamid’i çok överdi. Ancak beklediği desteği bulamadığı için, sonradan “yeryüzünde bâgî olan, farzı, sünneti, şeriatı ve kanunları terk ederek tüm Osmanlıları ezen, zâlim, kindar ve hasedci bir müstebid” olarak vasıflandırdı. Onun idaresi altındaki memleketinde artık rahat yaşayamayacağını düşündü. Hakiki sebep, zihniyet farkıdır. Modernist bir kimsenin, ananeyi temsil eden Padişah’ı sevmemesi pek tabiidir.
1897’de, el-Urvetü’l-Vüskâ gazetesinden tanıdığı Abduh’u görmek üzere Mısır’a gitti. Ölene kadar da yanından ayrılmadı. Ömrünü, üstadının görüşlerini yaymaya adadı. Bunun için el-Menâr mecmuasını neşretmeye başladı. Müslüman memleketlerde çok popüler olan bu mecmua, reformcu fikirlerin de neşrine vasıta oldu.
Para ve mektep
Suriye, İstanbul, Hindistan, Hicaz ve çeşitli Avrupa memleketlerine seyahatler yaptı; her gittiği yerde vaaz ve nutuk vermekten geri durmadı. Ehl-i Sünnet ananesinin güçlü olduğu Suriye’deki konuşmaları ortalığı karıştırdı. Burada taraftar bulamayıp Mısır’a döndü.
Modernistlerin çoğunda görüldüğü üzere, fikirlerini yayabileceği bir mektep kurma idealiyle yaşadı. Nihayet Suriye ve İstanbul’da topladığı paralarla bu istikamette bir mektep kurmak üzere yola çıktı.
Zamanın ileri gelen modernistlerinin âzâ olarak yer aldığı Cemiyetü’l-İlm ve’l-İrşâd’ın tesisine önayak oldu. Bu cemiyet de, Medresetü’d-Da've ve’l-İrşâdi’l-Külliyye’yi teşkil etti. Suud Kralı’nı uğurlamak için gittiği Süveyş’ten Kâhire’ye dönerken 1935’te vefat etti. Abduh’un yanına gömüldü.
Saltanata karşı-Demokrasiye taraftar
Reşid Rıza, Abduh’un da tesiriyle, Mısır’da İngiliz müstemlekeciliğini, diğerlerine nazaran daha ılımlı ve toleranslı bulurdu. Sömürge idarecileriyle dostluk kurdu. Bir yandan da İttihatçılara yaklaştı. Ancak onlarla da bozuştu.
Arab muhtariyetini veya istiklâlini müdafaa eden Hizbü Lâmerkeziyye hareketi içinde yer aldı. Mekke Şerifi Hüseyn Paşa’ya coşkuyla bağlandı. Arap İhtilâli’ne destek verdi. Sonra “şeytan ve tağutun halifesi” dediği Şerif Hüseyn’den de yollarını ayırarak Suud ailesine bağlandı. Mustafa Kemal’i “İslâm ve Müslümanların hizmetkârı bir harb kahramanı” olarak selâmladı.
Ölene kadar aktif siyasetin içinde yer aldı. Osmanlı veya Arab liderin elindeki hilâfet yerine, dinî esaslarla idare edilen ulus-devlet modelini destekledi. 1908’de Trablus’taki konuşmasında saltanata karşı ve demokrasiye taraftar olduğunu beyan etti. İstanbul’da en yakın dostu ve destekçisi Abdullah Cevdet oldu.
Radikallere ilham kaynağı
Reşid Rıza, kendisini ilmî cihetten yetiştirmeye çalışmış; bilhassa hadîs ilmiyle meşgul olmuştur. Lisan bilmediği için, ecnebi kitapları tercümelerinden okumuş; Batı düşüncesi hakkında ancak bu çerçevede malumat edinebilmiştir.
Onun zihniyetini aksettiren el-Menâr mecmuasındaki fetvâları, dünyanın her yerinden sorulan suallere verilen cevapları hâvidir. et-Fetâvâ adıyla 6 cild olarak neşredilmiştir. Türkiye’de İsmail Hakkı İzmirli, en sıkı takipçilerindendir. Hatta onun İlm-i Hilâf adlı kitabı, âdetâ Reşid Rıza’nın ağzından yazılmış gibidir.
Evvelce haftalık, sonra on beş günde bir çıkan Menâr mecmuası, Reşid Rıza’nın takipçilerinden Hasan el-Bennâ tarafından bir müddet daha neşredildiyse de, 1940’ta harb sebebiyle tatil edildi.
Reşid Rıza’nın fikirleri, bir yandan modern ilahiyat mekteplerindeki araştırmacılara; öte yandan da el-İhvân, Hamas, Hizbullah, Tâlibân gibi radikallere ilham kaynağı olmuş; bu sebeple tesirini bugüne kadar devam ettirmiştir.
Vehhabilik çizgisi
Reşid Rıza, doğru veya yanlış olmasına bakmadan, ananevî bulduğu her şeye muhalif olmuş; giderek bu onun fikriyatının esasını teşkil etmiştir. Önceleri tasavvufa meyyal olmasına rağmen; (tıpkı Hasan el-Benna gibi) cahil tarikatçıların yanlış bulduğu tavırları, onu klasik tasavvuf tasavvurundan uzaklaştırmış; hatta Vehhabiliğe sevk etmiştir. Büyük bir âlim ve müceddid olarak gördüğü Muhammed bin Abdilvehhâb’a hayranlığı, Suud ailesine bağlılığı ile beraber ölene kadar sürmüştür.
İmam-ı Gazâlî, İbn Hacer, Şah Veliyyullah gibi eski âlimlerin eserlerini, kendi temayülleri istikametinde ve biraz da çarpıtarak kullanmıştır. Klasik usul-i fıkh telâkkisine karşı çıkmış; şer’î hükümleri dinî ve dünyevî olarak tasnif ederek, Müslüman âleminde sekülarizme ve hukuk sisteminin dünyevîleşmesine bilvasıta hizmet etmiştir.
Ona göre, ibâdetler, helaller-haramlar ve ahlâkî kâideler, dinî hükümlere girer. Bunlarda bir mezhebe bağlı kalmadan, âyet ve hadîsler ışığında herkes anladığına tâbi olur. Hâricinde kalan hükümler ise, dünyevîdir. Burada İslâmiyetin ruhuna aykırı olmayacak şekilde maslahata göre hareket edilir. Bu, şer'î hükümlerde maslahatı her şeyin önünde tutan Tûfî’nin tavrına yakındır.
Modernizmin manifestosu
1906 senesinde Mısır’da tab olunan el-Muhâverât ismindeki kitabında, bir reformcu ile medrese tahsili görmüş bir vaizin ağzından, fikirlerini yazmaktadır. Reformcuyu genç, kültürlü, ilerici, muhakeme ve mantığı kuvvetli; vaiz efendiyi ise gerici, taklidci, aklı ermez, ince düşünemez biri olarak göstermekte; reformcu ağzından, vaiz efendiye nasihat vererek onu gafletten uyandırıcı pozu takınmaktadır.
Diyanet İşleri eski Reislerinden Aksekili Hamdi, bu kitabı Türkçeye tercüme edip, uzun bir mukaddime ile, Mezâhibin Telfîki ve İslâmın Bir Noktaya Cem’i adıyla 1334/1916 senesinde İstanbul’da neşretmiştir.
Daha sonra Hayreddin Karaman tarafından notlar eklenerek İslâm’da Birlik ve Fıkıh Mezhebleri adıyla sadeleştirilmiş ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından neşredilmiştir. Aksekili’nin, bunu tercüme ettiğine sonradan pişman olduğu gerekçesiyle vârisleri basılmasına itiraz etti, hatta dâvâ açtı. Bunun üzerine Karaman bizzat tercüme edip tekrar neşretmiştir.
el-Muhâverât, modernizmin manifestosu gibidir. Mustafa Sabri Efendi başta olmak üzere, zamanının muhafazakâr ulemâsı tarafından şiddetle tenkit edilmiştir. Şeyhülislâm Sabri Efendi’nin Dinî Müceddidler kitabından başka; sâbık müftü Esad Dilâveroğlu’nun Telfik-i Mezâhibe Reddiye ve Hüseyn Hilmi Işık Efendi'nin Mısırlı Bir Din Adamının Din Düşmanlığı adıyla neşrettikleri kitaplar Muhâverât’a reddiye mahiyetindedir.
Onu büyük bir ıslahatçı olarak gören hayranlarının karşısında; dini içeriden yıkmaya çalışan bir reformist olarak vasıflandıranlar da az değildir.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024