BİR OCAĞIN BAŞI: SULTAN İBRAHİM
Tarihte öyle şahsiyetler vardır ki hakkında uydurma bir senaryo yazılmış; herkes de buna inanmıştır. Bunlardan birisi de Sultan İbrahim’dir. Ders kitapları bile bu padişahı Deli İbrahim diye anlatır. Bu, XX. asır tarihçilerinin yakıştırmasıdır.
Kaynaklar içinde bir tek Ravzatü’l-Ebrâr adlı tarih kitabında Sultan İbrahim kötülenir. Müellifi Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’nin Padişah’ı tahttan indirenlerin elebaşı olduğu düşünülürse, bunun sebebini anlamak kolaylaşır. Onu tahttan indirip katledenler, yaptıklarını haklı göstermek için Padişah’ı deli diye kötülemek, sefih diye lekelemek istemişlerdir.
Gençliğinde parlak bir tahsil görmediği halde, tahta çıktıktan sonra kendini yetiştirmiştir. Resmi vesikalara yazdığı mütalaalar ve tahttan indirildiğinde kendisini suçlayanlara verdiği makul cevaplar, hiç de mental rahatsızlığı olan birinden beklenecek şeyler değildir. Bugüne intikal eden yüzlerce el yazısı da bunu teyid eder.
Vukua gelen her şeyden mesul tutularak feci bir komployla karşı karşıya kalmış; önce tahtını, sonra hayatını kaybetmişti. Bir padişahın haksız yere mahvedildiği bu hâdise, tarihin en ibretli sayfalarından birini teşkil eder.
Bize sultanlık lazım değildir!
Sultan İbrahim, Sultan I. Ahmed’in tahta çıkan üç oğlunun en küçüğüdür. Annesi Mahpeyker Kösem Haseki’dir. 1615’te dünyaya geldi. Ağabeyi Sultan II. Genç Osman askerler tarafından tahttan indirilip boğdurulmuş; amcası Sultan I. Mustafa iki defa tahta çıkarılıp indirilmişti. Böyle bir vasatta her an hayatını kaybetme endişesiyle yaşamak, psikolojisine tesir etmiş olmalıdır.
Anadolu’daki isyanların, İstanbul’daki askeri ihtilâllerin dehşetinin unutulmadığı bir zamanda, 1640 senesinde 25 yaşında tahta çıktı. 18’inci padişah ve 83’üncü halifedir. Sultan IV. Murad’ın son günlerini yaşarken kardeşinin idamını emrettiği rivayeti doğru değildir. Bilakis vefat etmeden evvel kardeşini çağırıp, tahta çıkınca halkı koruyup gözetmesini vasiyet edip helalleşmişti.
Sultan IV. Murad’ın vefatı kendisine tebliğ edildiğinde inanmak istememiş, ağabeyinin kendisini tecrübe ettiğini zannetmiş, “Allah padişahımızın ömrünü uzun etsin. Bize sultanlık lâzım değildir!” diye mukabelede bulunmuştu. Ağabeyinin na’şı kendisine gösterildikten sonra tahta çıkmayı kabul etmişti.
Hırka-i Seâdet dairesinden getirilen Hazret-i Ömer’in sarığını başına giydikten sonra tahta oturup ellerini açarak: “Yâ Rabbî! Benim gibi zayıf bir kulunu bu makama lâyık gördün. Saltanat günlerimde milletimi hoşhâl eyle ve birbirimizden hoşnut eyle!” diye dua etmişti. Bu hâdiseler, Padişah’ın hiç de akılsız olmadığının açık bir delilidir.
Girit’in fethi
Padişah’ın ilk zamanları istikrarlı geçti. Her ne kadar ağabeyi gibi işlere doğrudan müdahil olmak istese de, hükümet ile bir ahenk içinde olmaya çalıştı. Anadolu’da sayım yaptırttı. Halktan alınan vergileri adil ve makul bir nispete indirdi.
Zamanında Almanya içlerine akınlar yapıldı. Rusların işgal ettiği Azak kalesi geri alındı. Bu, Ruslarla yapılan ilk doğrudan savaştır. Tahtta hak iddia eden bir Rus prensini destekleyip, ondan eski Müslüman-Türk beldeleri olan Kazan ve Astırhan’ın Kırım’a verilmesi taahhüdünü almıştı. Bu, devletin dünya Müslümanlarını himaye siyasetine Padişah’ın da riayet ettiğini gösterir.
Girit’in Venediklilerden fethine başlandı. Anadolu’dan 180 km uzakta, anavatanla Şimali Afrika’daki Osmanlı toprakları arasındaki irtibatı kesen Girit adası, Osmanlıların son fethettiği topraktır. Uzun ve zorlu bu kuşatmadan evvel padişah her gün tersanedeki hazırlıklara nezaret ederdi. Bu, Padişah’ın iyi bir takip fikrine sahip olduğunu gösterir.
1644 senesinde İskenderiye’ye giden 10 gemilik hususî bir yolcu filosuna Malta’daki St. Jean Şövalyeleri saldırdı. Gemide devlet ricâlinden mühim kimseler de vardı. Gemidekilerin bir kısmı şehid, bir kısmı da esir düştü. Esirler ve gemideki mallar Girit’e götürülüp satıldı. Venedik de bundan vergi aldı. Bu ise anlaşmaya aykırı idi.
Bunun üzerine Padişah, devrin en kıymetli askeri olan kaptan-ı derya Yusuf Paşa serdarlığında Girit’e sefer açtı. Hanya, ardından Resmo fethedildi. Kandiye kuşatıldı ise de bu sırada Sultan İbrahim tahttan indirildiği için fetih gecikti.
Samur devri
Sultan IV. Murad Revan seferinden dönerken Revan Kalesi muhafızı Emirgûneoğlu’nu rehine olarak İstanbul’a getirmiş; Emirgân’da da bir köşk tahsis etmişti. Ara sıra uğrar, bilgilerinden istifade ederdi. Nitekim bu semtin ismi ondan gelir.
Sultan IV. Murad’ın vefatını müteakip, kontrolden çıkıp, İran lehine casusluk faaliyetine başlayınca, Sultan İbrahim bunu idam ettirdi. Başının gömülü bulunduğu yeri bazıları Kesikbaş Türbesi diye ziyaretgâha çevirmiş; Padişah hakkında menfi propaganda yapmışlardır.
Sultan İbrahim hakkında, samur kürkler içinde, sarayında güzel kızlarla gününü gün eden asabi ve sefih bir padişah tablosu çizilmiş; herkes de buna inanmıştır. Kaloriferin, hatta sobanın bile bulunmadığı bir zamanda, İstanbul gibi rutubetli bir şehirde, yüksek tavanlı geniş evlerde, insanlar ocaklarda odun yakarak ısınırdı. Bu sebeple hemen herkes kürk giyer, ancak kürk bugünkünden farklı olarak kaftanın içine dikilirdi.
Sultan İbrahim zamanında çok şiddetli soğuklar olmuş, Haliç, hatta Boğaz donmuştu. Bu sebeple samur kürke rağbet artmış; sonra gelenler bundan haberi olmadığı için Samur Devri dediği bu zamanı bir sefahat devri zannetmiştir. Bunda Jön Türk tarihçi Ahmed Refik Altınay’ın da rolü vardır. Kadınlar Saltanatı, Ağalar Saltanatı, Samur Devri gibi abartılı tabirler ona aittir.
Halbuki Padişah, saraylı hanımları, hatta annesi Mahpeyker Vâlide Sultan’ı bile devlet işine karıştırmamıştır. Hatta bu sebeple annesi ve kız kardeşleri de dâhil olmak üzere saray kadınlarını sürgüne göndermiştir.
Sultan İbrahim, Osmanlı hanedanının son ferdi idi. Çocuk sahibi olmak için gösterdiği çabalar sefahat olarak değerlendirilmiştir. Son zamanlarda kendisini eğlenceye verdiği; ancak bunun şahsına mahsus olup, devlet işlerinin bundan menfi tesir görmediği anlatılır.
Ağır bir yük
Bazı mektuplarından öğrendiğimize göre Sultan İbrahim şiddetli baş ağrısından muztaripti. Bu sebeple asabi nöbetler geçirirdi. Ayrıca şiddetli bir çarpıntısı bulunuyordu. Ağrılarından, iştahsızlığından, dizlerinde kuvvet kalmadığından, ciğerlerinin sıkıştığından, başına duman gibi bir şey yerleştiğinden, baygınlık geçirdiğinden, içinin daraldığından dert yanmaktadır. Muhtemelen beyninde bir ur vardı. Bundan dolayı heyecanlı ve asabi idi. Üstelik çocuğu da olmuyordu. Çocuksuz ölümü, hanedanın sönmesi demekti.
İstanbul’da duası tesirli diye bilinen kazasker Safranbolulu Hüseyin Efendi padişaha okuyup biraz ferahlamasına sebep olmuştu. Bu sayede çok iltifat görüp nüfuz kazanan Hüseyin Efendi, Cinci Hoca adıyla tanınmış ve padişahın hasımlarının artmasına sebep olmuştu.
Nihayet padişahın bir oğlu olmuş ve hanedan Mehmed adı verilen bu şehzâde ile devam etmiştir. Osmanlı hanedanı kendisinden devam ettiği için Sultan İbrahim “Elhamdülillah bir ocağın başı oldum” derdi. Osmanlı hanedanının sonraki nesli hep Sultan İbrahim’in soyundandır.
Ne doktorların tıbbi tedavisi, ne de hocaların manevi telkini faydalı olabilmiş; Padişah’ın vaziyeti giderek kötüleşmiştir. Buna rağmen devlet işlerini ihmal etmemiş; divan toplantılarını muntazaman dinlemiş; her hadise hakkında malumat istemiş; cevap gecikince rahatsız olmuştur.
Sultan İbrahim Osmanlı padişahlarının en talihsizlerindendir. Evet, ağabeyi Sultan IV. Murad kadar güçlü değildi. Ama onun gibi hareket etmeye çalışmış; bu yükü kaldıramamıştır. Heybetli olduğunu; huzuruna çıkan Rus elçisinin padişahın heybetinden korktuğunu kronikler yazar.
Padişah’ın hazin sonunu ve şahsiyetini başka bir yazıda ele alırız.
Önceki Yazılar
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024
-
HANEDANIN MALI POLİS NEZARETİNDE YAĞMALANDI!9.09.2024
-
DİKKAT, DÜŞMAN DİNLİYOR!2.09.2024
-
HEYKEL ve İDEOLOJİNİN SESİ26.08.2024