SİZE PASAPORT YOK!
3 Mart 1924’te sayısı 300’ü bulan Osmanlı hanedanı efradı, vatandaşlıktan çıkarılarak sürgüne gönderildi. Ellerine tek yönlü 1 yıllık pasaport verildi. Yolda geçecekleri ülkelerin diplomatik vize verme teklifini Ankara reddetti.
Pasaportlarda hanedandan olduklarına dair hiçbir işaret yoktu. Mesela Osmanlı hânedanının son temsilcisi ve Müslümanların halifesi Abdülmecid Efendi, “Abdülaziz oğlu Abdülmecid” ismi ve turist vizesi ile yola çıkmıştır.
1925’te hanedan efradına verilen pasaportların müddeti bitti. Herkes bulunduğu yerde bir esir hâline geldi. Kısa bir zaman içinde vatana dönecekleri ümidini hiç kaybetmedikleri için, hemen hiçbiri başka bir tâbiyete geçmedi. Zaten bu kolay da değildi. Vatansız (haymatlos) olarak yaşadılar.
Vatansızlık, elinde herhangi bir ülkenin pasaportu olsa bile, beraberinde birçok müşkilatı getirir ki seyahat, mülk edinme ve işe girme imkânı fevkalade mahduttur. Vatansızlara hep şüpheyle bakılır.
Nitekim II. Cihan Harbi esnasında hanedan çok büyük sıkıntı çekti. Vatandaş olmadıkları için bazı ülkelerde oturmalarına müsaade edilmiyordu. Mesela İsviçre hükûmeti, harb sebebiyle Naciye Sultan ve ailesinin ülkeyi terk etmesini istemiş; insaflı Bern Sefiri Vasfi Bey’in kefâletiyle kalabilmişlerdi.
Tâbiyeti: Osmanlı
1925 senesinde Şehzâde Ali Vâsıb Efendi, mütâreke zamanında İstanbul’da işgal kuvvetlerinde zâbit iken tanıdığı Yüzbaşı Toulouse ile Nice’te bir çayhanede karşılaştı. Konuşma esnasında, o ve yanındaki dostu Kont Raimond Castellan, niçin Fransız hükûmetinden pasaport istemediklerini sordu. Ne sıfatla isteyeceklerini arz edince, bu işi Kont Castellan üzerine aldı.
Fransız hariciye müsteşarı olan arkadaşı Kont de Chamron vasıtasıyla, pasaport almak isteyen şehzâde ve sultanların isimleri ile bunlara gereken evrakın teslimini istedi.
Şehzâde, ulaşabildiği yakınlarına haber vererek, pasaport almak isteyenlerin isimlerini Halife’nin imzaladığı bir liste hâlinde takdim etti.
Bir hafta içinde, tâbiyeti “Osmanlı” diye gösteren ve üstelik “S.A.I.” (Son Altesse Imperialle=İmparatorluk majesteleri) şeklinde hânedan unvanlarının da yazılı olduğu pasaportlar kendilerine verildi.
Hânedanın o zaman Vâsıb Efendi’nin ulaşabildiği bir kısmı bundan istifade edebildi; diğerleri pasaportsuz yaşadılar. 1922’de sürgüne çıkan Sultan Vahîdeddin ve ailesi ile maiyetine, İtalyan hükûmeti pasaport vermişti.
Fransa, erkeklere dönüş müsaadesinin verildiği 1974’ten sonra artık hânedana yeni pasaport vermedi; eldekileri de son kez temdid etti.
Arnavut Prens
1925’te Fransız hükûmeti tarafından hânedana pasaport verilmesi mevzubahis olduğunda, Ömer Hilmi Efendi’nin evrak işlerini takip eden Arnavut Ekrem adında biri, pasaport alacaklar listesinin altına kendi ismini de yazmış; vaziyetten habersiz Fransız hükûmeti de kendisine S.A.I. unvanlı bir pasaport vermişti. Sonradan İsviçre’ye yerleşen Ekrem Ottoman, bu pasaporta istinaden kendisini Osmanlı Prensi olarak tanıtır; oğlunu şehzâde diye yetiştirirdi.
Nansen Pasaportu
Norveçli diplomat ve ilim adamı Fridjof Nansen (1861-1930), I. Cihan Harbi’nden sonra mülteciler meselesini çözmekle vazifeli teşkilatın başındaydı. Onun teşebbüsleriyle, 1922’de vatandaşlıktan çıkarılmış kişilere Nansen Pasaportu da denilen Milletler Cemiyeti Pasaportu verilmesine dair milletlerarası Cenevre Anlaşması imzalandı. Nansen Pasaportu, başta Rus, sonraları Yakındoğu ve Almanyalı mültecilere, kendilerine bu vesikayı veren memleketlerde seyahat etmek ya da orada yerleşmek üzere hüviyetlerini ispat imkânı tanıyan bir seyahat vesikasıydı.
Sakın para alma!
Arnavutluk Kralı Ahmed Zog, Sultan Hamid’e bağlıydı. Sonradan isteyen hânedan efradına pasaport verdi. Sultan Hamid’in torunu Şehzâde Osman Ertuğrul Efendi anlattı:
“Cihan Harbi’nden evvel, iş için Amerika’ya gidip geldiğim zamanlardı. Fransız pasaportumun müddetinin bittiğini gördüm. Fakat ‘Paris’ten temdidi mümkün değil; Nice’e gitmesi lâzım; çünki orada tanzim edilmiş’ dediler. Halbuki benim vaktim yoktu; ertesi günü gitmeliydim. Bir kafede otururken, önceden tanıdığım Arnavut sefiriyle karşılaştım. Benim düşünceli hâlimin sebebini sordu. Anlattım. ‘Aman hiç merak etmeyin, sefârete gelin’ dedi. Gittik...
Telefonla Kral’ı aradı. Kral benimle görüşmek istedi. Konuştuk, ‘Size pasaport vermekten çok memnun oluruz’ dedi. Pasaport hazırlanırken sefirle kahve içiyorduk. Bir sekreter gelip, kralın aradığını söyledi. Sefir, oradan telefonu açıp Arnavutça konuşmaya başladı. Heyecanlandım, ‘Eyvah bizim iş yattı’ dedim. Konuşma bitince, ne dediğini sordum. Kral, ‘Sakın para alma, gratis [meccânen] yap’ demiş...
Sonra Arnavutluk, İtalyanlar tarafından işgal edilince, bu pasaportun hükmü kalmadı. Tekrar papierlos (pasaportsuz) oldum... 1951 senesiydi. Amerika’dan Peru’ya gidecektim. Ne yapacağımı şirketin avukatına sordum. ‘Seyahat için pasaportu illâ hükûmetin vermesi lâzım geldiğini sana kim söyledi? Pasaport, vize basmak için bir kâğıttır’ dedi. Daktilo ile bir kâğıt hazırladım, Affidavit in Lieu (=Yeminli Beyan). Ama hiç de inanmadım. Sefârete götürdüm; memur baktı, vizeyi koydu. Üç nüsha hazırladım, zira büyüdükçe yer kalmadı. Son pasaportum odur...”
Ertuğrul Osman Efendi, 26 Ocak 2004’te New York’ta bulunan zamanın başbakanı Tayyip Erdoğan tarafından bizzat Türk pasaportu verilene kadar vatansız yaşadı.
Fransa, Osmanlı’ya borçludur
Sultan Aziz'in torunu Şehzade Şevket Efendi Kahire’de yaşıyordu. Nice şehrindeki kızı Nermin Sultan’ı ise görmek imkânından pasaportu olmadığı için mahrumdu. Nermin Sultan, II. Cihan Harbi’nde Arnavutluk’taki bir temerküz kampına gönderildi.
Nâsır iktidara gelince, hanedan mallarında hak iddia etmek üzere Şehzâde’den yazılı muvafakatnâme istedi. Şehzâde, bunu kabul etmeyince, 24 saat içinde memleketi terk etmesini istedi. Haymatlos olan Şevket Efendi’nin gideceği bir yer yoktu. Pasaport için müracaat ettiği Türkiye konsolosluğundan Topal Ragıp adlı kâtibin, “Sizi gidi hâinler! Buraya ne yüzle geliyorsunuz!” hakaretiyle kovulmuştu.
Vaziyeti öğrenen Fransız sefiri, şehzâdeye üzerinde “son altesse imperialle” şeklinde asalet unvanlarının da yazdığı bir pasaport verdi. Fransa’da ikameti tercih ederse, kendilerine bir iş de ayarlayabileceklerini söyledi. Vaziyete şaşıran şehzâdeye, “Fransa istiklâlini, XVI. asırda Almanlara karşı Kral François’ya yardım eden Kanunî Sultan Süleyman’a borçludur!” cevabını verdi.
Diplomatik pasaportlu Prenses
Halife Abdülmecid Efendi’nin Haydarabad Nizamı’nın oğluyla evlenen kızı Dürrişehvar Sultan, Berar Prensesi sıfatı ve İngiliz diplomatik pasaportu ile 1945’te Türkiye’ye geldi. Babasının cenazesinin vatan topraklarına defni için uğraştı, ama muvaffak olamadı. Bu emsalsiz güzellikteki Sultan’ın ziyareti, o zaman gazetelerde büyük alâka ile karşılandı ve hâlâ saltanat devrini özleyenler hayatta olduğu için sükse yaptı.
Bir hanedan mensubunun Türkiye’ye gelişi, devrim yobazlarını deliye döndürdü. Gazeteler Sultan’ın İstanbul ve Ankara’yı ziyaret edeceğini yazarken; görünüşte 431 sayılı kanuna aykırı bu ziyaretin, hânedan âzâsı sıfatıyla yapılmadığını; Haydarâbâd Nizâmı’nın oğlu ile evliliği, Sultan’ın bu sıfatını kaldırarak, diplomatik pasaportla yapıldığını söylemeyi de ihmal etmemişlerdir...
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024